DARBELERLE BÜYÜYEN
NESİLLER
( Bir ‘Darbe Romanı’
Girizgâhı)
- Asrın İhaneti Üç
Yaşında-
Darbelerle
büyüyen nesilleriz…
Türkiye’mizin
“1965 Nesli”,12 Mart 1971-12 Eylül 1980-28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016;
“Darbeler”ini, “İşgal Girişimleri”ni gördü, yaşadı..
Kimine
“Muhtıra”, kimine “Post-Modern Darbe” dediler…
27 Mayıs
1960 ‘Darbesi’ni ise kitaplardan okuduk.
12 Mart
1971 Darbesinde, daha altı yaşındaydık.
İlkokula
bile başlamamıştık…
12 Eylül
1980 Darbesinde ise 15(onbeş) yaşında idik.
Türkiye’mizde
“Darbeler, Cuma Günü Oluyor”du.
Bir “Cuma
sabahı” evden bakkala ekmek almaya gitmiştim.
Dönüşte
“askerlerin uyardığını” hatırlıyorum..
Velâkin
evimiz camii’ye yakın olduğundan, “Cuma Namazı”mı ikame etmiştim.
“Evlâd-ı
Fatihân”daki, merhum “Süleyman Hilmi TUNAHAN Hazretleri(k.s.)nin Talebeleri”,
neredeyse ‘aylar öncesinden” ’12 Eylül Darbesini” biliyorlardı..
Onlarla
zaman zaman “cedelleşiyor ve cebelleşiyordum:” “-Ülkücüler, şehid olma pahasına
mücadele ederken; sizler ne yapıyordunuz? Niçin Ülkücüler gibi kelle koltukta
mücadele ederek, şehid olmayı göze alamadınız!?”
Silivri-Çatalca
güzergâhında, merhum Süleyman Hilmi TUNAHAN Efendi(k.s.)’nin namaz kıldığı
yerleri, büyük bir muhabbetle ziyaret edişlerimiz..Ervahlar sofrasında yemek
yemelerim…
Ve 12
Eylül ile başlayan günlük gazete okumalarım. Tercüman gazetesini hergün okumaya
başlayışım. Merhum Mukbil ÖZYÖRÜK’lerin, merhum Ergun GÖZE’lerin, merhum Ahmet
KABAKLI Hoca’ların köşe yazılarını makaslarla kesiyor, bir siyah bavul içinde
saklıyordum.
Sonra o
siyah bavula ne oldu ise…
“Yeni
DÜŞÜNCE Dergisi”, sonradan “gazete”ye dönüştü, haftalık periyotlu SÖZCÜ
dergisi, HİZMET dergisi, sonradan “ÜLKÜ-BİR’in Yayın Organı” olduğunu
kavradığım “Millî Eğitim ve Kültür Dergisi,” Emine IŞINSU ÖKSÜZ idaresindeki
“TÖRE Dergisi” okumalarım.
Bir ara
“Millet Gazetesi” bile okumaya başlamıştım.
Lise
senelerim…
Ocak’lar,
siyasî partiler kapatılmış…
“Medrese-i
Yusufîyeler”de, “Yusufîye Medreseleri”nde, Türkiye’mizin Milliyetçilerinin
“çilesi” yeni başlamıştı.
Almanya’daki
“teyze oğulları”na, âdeta “dergi çıkartır” gibi, defter yapraklarından,
makaleler, şiirler derleyip, “mektup” gibi gönderiyordum.
“Yabancı
diyârlar”da, öz benlikleri kaybolmasın istiyordum kendimce…
Ve
“Yusufîye Medreseleri”ndeki “Ülküdaşlarla Mektuplaşmalarım…”
“O Yıllar”da,
internet-minternet olmadığından; “daktilo çağı” revaçta olduğundan; her bir
yazdığım yazılarımın “karbon kağıtlı kopyası”nı da kendime saklıyordum.
Geçen
sene, bu “mektupları”mı “kitapçıklaştırayım” diye niyetlendim velâkin “kütüphanem” de bulamadım..
Sogulayıcı,
fikrî seviyesi olan ve hasbihâl mahiyetindeki “Yusufîyelilere Mektuplarım…”
Hatırlıyorum;
Bursa Cezaevinden İbrahim HASANOĞULLARI…
Uzun süre
mektuplaştık…
Ve
1990’lı senelerde, Bursa Cezaevindeki “Yusufîye Medreseleri”nde ‘çile’ çeken ‘Ülküdaşları’
ziyaretim…
Bir duvar
üstünde bağdaş kurup, Bursa Cezaevi önünde yaşanılanları seyreden merhum Ülkücü
Alperen Şehid Muhsin YAZICIOĞLU’na suâllerim. Çünkü ‘Marksist Sol’un da
ziyaretçileri vardı ve bir hengema yaşanıyordu.
-
Böyle
oluyor?, dercesine…
Bu suâlimi sorar sormaz, merhum Ülkücü Şehid Muhsin
Başkan’ın duvarın üstünden yere atlayışı ve daha yakîn mertebede beni dinlemeye
geçişi…
Ziyaretler geçiktiriliyordu elbette…
Ve “Hapishanelerden Neşvü Nema” bulan “Bizim DERGÂH
Dergisi”ni, “Romanları” ,”12 Eylül Romanları”nı okumalarım.
Rahmetli Ömer Lütfü METE’nin “Çığlığın Ardı Çığlık”
romanı…Remzi ÇAYIR’ın “Zipilde Papatya Çiçekleri”, “Geceleri Uyandırmak”,”Koğuş
Türkiye, Koğuş Dünya…” Sonraları “Adım Yeşil” romanı.
Ömründe ise “ilk okuduğum roman”, Allah(c.c.) selamet
versin,”Ülkücü Kadın Yazar” Emine IŞINSU ÖKSÜZ’ün “SANCI” romanı…”Ülkücü Şehid
“ “Ertuğrul Dursun ÖNKUZU”nun hayatını anlattığı “roman…””
“12 Eylül sonrası” başlayan ve artarak devam eden okuma
iştiyâkım, okuma iştahım, okuma açlığım…
Ve elbette sadece okumuyordum, yazıyordum da.
“Yeni DÜŞÜNCE Dergisi” ve “Yeni DÜŞÜNCE Gazetesi”nde,
yazılarım da neşrediliyordu. N
Neredeyse “tam sayfaya” yakın…
“1980-1995 Seneleri” arası yazdıklarımı, iki kitap çapında
“tasnif” etmiş ve Cağaloğlu’ndaki TİMAŞ’a vermiştim: “Mankurt Olmak
İstemiyoruz” ve” “İsyanlı Sükût” isimleri ile.
“Makaleler”im, “Deneme Yazılarım” ve” “Araştırma
Yazılarım…”
TİMAŞ çalışanı “merhum adaşım İsmet’e iki poşet dolusu
yazımı verdim.Konuştuğum yetkili ise beni sonradan arayacağını, yayınlanıp
yayınlanmayacağını söyledi. Bu mes’elede ayrı bir yazı da yazdım..
“Parasızlıktan” ‘bir nüsha fotokopileri”ni de
çektirememiştim..
En son “TİMAŞ”ın “modern binası”ndaki bir “bayan”a,
“Medine-i İstanbul”daki “Öğretmenlik Senelerim” sürecinde sordum.
Kaybolmuştu…Acemilik işte bir “tutanak” bile
tutturmamıştım.
Yine “Medine-i İstanbul”daki ‘Öğretmenlik Seneleri”mde,
“kütüphanelere mıhlanarak”, bazı yazılarımın “orijinalleri”ni temin edebildim…
Günümüzdeki gibi “İnternet Çağı”nda olsa idik, TİMAŞ’a da
vermezdim…
Günümüzde “meşhur olmuş akranlar”ım da var: Giresun
Göreleli Muhsin KADIOĞLU, bunlardan biri…Mehmet Adnan ŞENEL, bunlardan
bazıları…
“Yeni FORUM Dergisi” ‘Samsun Temsilciliği” ile “Türkiye
Şartları”nda, “tasssup”tan, “sık dokulu örgüt yapı”larından “uzak”
düşünüşlerimiz…Ankara’da “Yeni FORUM Dergisi”nin tertiplediği faaliyetlere
“davet edilişimiz” ve iştirakimiz..
“Bütün totaliter ideolojilere savaş açmış bir yayın
organı” olan “Yeni FORUM Dergisi” etrafında, “Geleceğin Türkiye’si Tasavvurları”nın
ortaya çıkışı, yüksek fikir seviyesinde dillendirilişi…
Merhum Prof. Aydın YALÇIN’lara “Amerikancı(!)” diyen “Neo-
Haşhaşiler”in hâlleri artık belli değil mi?
Kimbilir belki de, merhum Aydın YALÇIN, “Vatan Hiyanetinin
Anatomisi”nin “ikinci cildi”ni “İkinci Haşhaşiler”e ayırırdı elbette…
Darbeler ile büyüyen nesiller…
Darbeler, bazı nesillerin “bahtını karartır”ken; bazı
nesillerin de, hadi diyelim “bahtını açıyordu…”
Öyle ya, “12 Eylül
Darbesi” olmasaydı, bu fakir, “İ.T.Ü.’de okuyabilecek”, bitirip, mezun
olabilecek miydi?
“Gümüşsuyu”nda, “Maçka”da, “İ.T.Ü.”, “Fakülteleri”nde, “12
Eylül Gasvetini “de yaşıyorduk…
“İmam-Hatip Mezunları”ndan ve muhtelif meşreplerden
teşekkül eden İ.T.Ü.’deki çevrem ile şuurlu yaşamaya devam ediyorduk.
“Fakülte”nin ancak dördüncü senesinde, “yüksek sesle
düşünmeler”, “safları belirlemeler” daha netleşmişti. “Belgrad Ormanları”nda,
“İ.T.Ü.’lü Milliyetçi Gençler”, bir araya gelmeye başlamıştık bile…
Biliyor musunuz, İ.T.Ü.’lü olup da “şehid” edilen çok
sayıda “Milliyetçi Gençler”, “Ülkücü Gençler” var!
Hele bir “Türk Standarları Enstitülü”, “Ülkücü Halil
İbrahim”imiz vardı ki; “Sadece Anadolu’dan gelen Milliyetçi gençlere sahip
çıkabilmek için sınıf tekrarına kalanlardandı…”
Hiç düşündünüz mü?
“Bir Ülkenin Milliyetçileri, sadece Devlet otoritesi
boşluğundan dolayı, Vatan-Bayrak, Din ve Devlet diyerek, işgalçi güçlere
mukavemet meydana getirmelerinden; Türkiye’mizi İkinci Afganistan yapmaktan
kurtardılar”diye, “feleğin çemberinden, en ağır işkencelerden geçirirken”,
‘dışarı’daki “Milliyetçi-Ülkücü-Alperen Gençler” de, bambaşka “çileler”
çekiyorlardı.
“Çileyi sadece ‘Yusufîye Medreseleri’nde Milliyetçiler,
Ülkücüler çekmedi. Yeni yetişmekte olan gençler de çekti…”
“Ocakları dağıtılmış, teşkilatları lağvedilmiş , gidecek
yeri olmayan gençlerdik!!!”
Ne “Çarşamba Seminerleri”miz vardı, ne masalar etrafında,
sigara dumanları arasında, “Vatan Kurtarma düşüncelerine sahip mefkûre
adamları” vardı…
İşte bu vetirede, ‘süreç’te yaşadığımız “Devlet-Ocak
Dergâh” ‘sosyolojik süreçleri…”
“Tarikat”in “T”sini bile bilmezken “Ehl-i Tarik”
olmalarımız…Nasiplenişlerimiz…”İslâm Tasavvufu” denilen “nesne” ile “vakıâ” ile
haşır-neşir oluşumuz..
“Tasavvufî Hayat”ın, belli bir safhadan sonra, bu
fakirleri bile “Katalizötor” hâle getirişi…Âdeta “Katalizatör Türk Dervişleri”
olmaya doğru gidişimiz…
“Manevî yardımlar…” “Manevî himmetler…”
“Evliyâ Kitapları”nda, “menkıbeleri”nde okuduklarımızı,
adeta yaşamaya başlayışımız…
“Millî Eğitim Sistemi”, bugün bile çok ‘yabancısı’ olduğu
“Gönül Adamı” mefhumuna yönelik bir şekilde, hâlâ bile “Gönül Adamı
Yetiştirmeyi Hedeflemiyor?”, “Nefs Terbiyesi Gaye edinmiyor?”
“Arınma”yı, “Arınan Nesilleri” bir ‘hedef’ olarak
‘gündemine’ almıyor..
Halbu ki “Türk-İslâm Eğitim Terbiye Sistemi” böyle mi
ya!!!
Rabb’ülâlemine sonsuz hamdü senâlar olsun ki; bu fakir de
dahil; ‘dışarda’ yaşadığımız “Devlet-Ocak-Dergâh” ‘süreci’nde, her şeyin
“Hakikati” ile karşılaştırdı, her şeyin “Gerçeği” ile…
“Sâdât-ı Kiram
Efendilerimiz”, “Tarikat-ı Nakşibendiye”, her şeyin “Hakikati” idi…
Ne “Şeyh”imiz, ne “Mürşid”imiz, ne “Mürşid-i Kâmil”imiz;
“İkinci Haşhaşi Terör Örgütü” gibi, asla ve kat’a “Sahte “değillerdi…
“Allah’ın yeryüzündeki hidayet kapıları idi, kapıları…”
Tâ Hunlardan, beklide İskitlerden beri var olan “bir
birliktelik” idi yaşadığımız, “Hun-Kam Birlikteliği”, “İskit-Kam Birlikteliği…”
“Bütün tarihimiz
boyunca yaşanılan Alp-Erenleşme yolu idi, Alp-Erenleşme süreci idi
yaşadığımız..”
“Ülkü Yolu” gibi “kitap”ları da okuya okuya da büyümüştük:
“Alp-Eren Olmanın Dokuz Şartı Vardı…”, Aşıkpşazade de öyle diyordu. “Türk Cihan
Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi”nde de “böyle şeyler” yazıyordu…
“Medine-i İstanbul” a, “İ.T.Ü.” bitimi yeniden gittiğimde;
“Ne Olmak istiyorsun?!”, diye suâl eden “Süleyman Hilmi TUNAHAN
Hazretleri(k.s.)’nin talebesi KUMAŞ ABİ”ye, cân-ı gönülden; büyük bir
iştiyâkla; “Alp-Eren olmak istiyorum” diye cevap veriyorduk…
“Her musibetten ne hayırlar doğuyordu…”
“Darbeler musibetinden de böyle hayırlar da doğuyordu…”
Günümüzde bile “maddî fakirliğimi” vesairemi, neredeyse
hergün mütemadiyen hatırlatan “İblis Mahfiller”; “Nizâm-ı Âlem Ocak
Başkanlığımı” bile “içlerine sindiremiyorlardı…”
Nasıl olurda “fakir fukara Anadolu çocukları İ.T.Ü.’yü
okuyup bitirir, namazlı-niyazlı olur?!”, “havsaları” almıyordu…Çünkü onlar
ekseriyetle “Kabataş Okulu” mezunları idi…
Halbu ki,”Allah(c.c.) ‘ın her şeye güçü yeterdi. Güç ve
kuvvet Allah’tandı. ‘Kudret’, yaradanın ‘sıfatı’ idi…”
Yaradan bir “zerre”den, neler neler halkediyordu…
“Görünmeyen Üniversiteler Hayatımız” da böyle başlamıştı…
“Kıravatlı Banka Soygunları”nın, “Yolsuzluğun Daniskasının
Yaşandığı” ’28 Şubat’lar da ise “Fethullahçı Terör Örgütü’nün Karadeniz Kalesi
Samsun” dışında, daha cevval, daha da “direniş”, daha da “mücadele aşkı” ile
cehd ettiğimiz seneler..
Akçakale’lerde, Sarıyer’lerde, günlük neşriyatımızı
meydana getiren “yayın organlarımıza” ‘yazılar fakslayışım…”
Nerde “internet”?!
“Gündüz Gazetemizin”, düşüncelerimizi, fikirlerimizi
yayışı…
Şimdilerde “onca teknolojik imkân bolluğu”na rağmen;
“çeyrek asrı” neredeyse geçen bir “siyasî hareket”in, hâlâ bir “günlük bir
gazetesi”, haftalık bir “dergisi”, istikrarlı bir “aylık yayın organı”
olmayışı…
“28 Şubat Süreci”nde, Şanlıurfa’daydım…
Ne zaman ki, “İkinci Haşhaşilerin Karadenizdeki Kalesi
Samsun”a geldiğimde ise neredeyse her “Cuma”, “İl Müfettişleri” ‘sınıfıma
damlıyor”, “sarı renkli tecziye kağıtları” da eksik olmuyordu…
Bu fakir de, “Anadolu Çocuğu Saflığı” ile “Samsun Zaman
Gazetesi Bürosu” na gidip, “dert yanıyor”, “medet bekliyordum…”
Halbu ki, netice de öyle bir şey olmuyordu…
Yazdığım “mahallî/yerel ağırlıklı kitapçıklarımla
fotoğraflarımı çekiyorlar”, velâkin “Zaman Gazetelerinde yayınlamıyorlardı…”
Sadece “Zaman’cılar yayınlamıyordu…”
VE 15 TEMMUZ 2016-NEREDEYDİM!?
Şanlıurfa’dan “kendi isteğimle”, “Medine-i İstanbul”u
“tercih” etmiş ve de “atanmıştım…” “Torpil” yaptırmakla bile “atanamayacağım”
“Sultanahmet Cevr-i Kalfa İlkokulu”na…
“Kadroluydum…” Elbette “mimli” idim, “müseccel marka” idim.
“Görevlendirme” ile “Kadırga İlkokulu”nda, “sınıf alarak”
devam edişim..Ve sonradan; “Cevr-i Kalfa İlkokulu”nda, “sınıf” alarak devam
edişim.. “Kötülüğün kolları da uzundu…Kötülük için de uzaklık-yakınlık mes’ele
değildi…”
Birçok bâdireler atlatarak, velâkin Yaradanın inayeti ile
daima “dik durarak”, “üç senemi” tamamladım.
Bir şeyi ispatlamak istiyordum.
Hayatımın çoğu neredeyse “Medine-i İstanbul”da geçmişte.
“Bu öğretmenlik Medine-i İstanbul’da da yapılır…”
diyordum.
Biiznillah yaptım da… Hem de “Medine-i İstanbul”un
‘Göbeğinde..”
Hergün, sağımda “Sultanahmet Camii”, solumda “Ayasofya
Camii”nden geçerek…
Ekseriyetle “Boğaziçi Manzaraları”nı doya doya seyrederek…
Elbette Rabb’ülâminin lütfû idi keremi idi…
“Metrekaresi tarih, kültür, sanat, medeniyet dolu”
‘Medine-i İstanbul” daki yaşadığım “çilelerim”i ise “Medine-i İstanbul”un
“metrekaresi” karşılıyordu zaten…
“Sarıyer’deki Şebinkarahisarlı bacanağım…”
“Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel”di “Medine-i
İstanbul…”
Aynen öyle…
“Sarıyer, merhum Bediüüzzaman’ın ‘yeniden doğuşu’nu da
yaşadığı semtti. ‘Mesneviye-i Nuriye” yi yazdığı diyârdı da…
Sarıyer, tam bir “Sayfiye Yeri” idi de…
“Sofi Dede”min neredeyse her hafta sonu yaptığı, adetâ
“nurlarla yoğurduğu”, tadı damağımdaki yemekleri…Sohbetler…
Ve “Medine-i İstanbul”da, yaşadığım “çilelere de rağmen”,
“üç senemi” tamamlamıştım…
“Aile parçalanmışlığım” neredeyse “on seneyi” geçmişti…
Bir türlü, “sürgünler sonrası”, ‘pardon’ “hizmetin gereği
yer değiştirmeler sonrası”, “aile birlikteliğimi” sağlıyamıyordum…
Ve 15 Temmuz 2016, yine elbette “bir Cuma günü”, “ilişik
kesme işlemleri” sürdürüyorum…
Bir koşuşturma ki sormayın…
Taksi ile Eminönü’ndeki ilgili kurumda, son anda işlemleri
tamamlayışım…
Ve yine taksi ile “Fatih İlçe Millî Eğitim”e bir an evvel
“evraklarımı teslim etme telaşım…”
Yarım saat geçse
de, “İlişik Kesme Evraklarımı”, “Fatih İlçe Millî Eğitim” e vermiştim.
“Medine-i İstanbul”daki “Ulaşım Şahaneliği” ile “Harem”
geçiş, “Rizeliler Otobüs Firması”ndan “bilet”imi alışım…
Ve saat 18’i gösterirken, “Rizeliler Otobüs Firması”na
binerek; Samsun’a hareket edişim…
“Boğaz Köprüsü”nü geçtik…Gidiyoruz..
“Cumhuriyet Tarihinin En Büyük İşgal Girişimi”ni,akşamın
saat kaçı idi bilemiyorum. “Rizeli yolcular”, kendi “şive güzelliği “ ile
“yolculuk” ederken; “darbe-marbe” gibi lakırdılar konuşulmaya başlandı.
Telefonumun şarjı bitmişti…
İçimden-dışımdan neler geçti? “En iyi Allah(c.c.) bilir…
Dedik ya, “Kötülük için de uzaklık-yakınlık mes’ele
değildi…”
Hatırlıyorum da, “bir Nurcu, Şemsettin ÇAKIR’a tekmil veriyordu…”
Seviniyor muydu, üzülüyor muydu tam anlayamadım…
Ve “Rizeliler Otobüs Firması”, “mola” verdi…
Televizyon kanalları “deşifre olan işgal girişiminden ve
Cumhuriyet tarihimizde ilkn defa görülen Millî Direnişi, Halkımızın
Başkaldırısını anlatıyorlardı…”
Açıkmıştım…
“Çorba içtim…”
İbadetimi de yerine getirdikten sonra “Rizeliler” ile çok
hoş yolculuğum devam etti…
Gerçekten de “Rizeliler, çok hoş şive ve konuşmaları ile”
, adetâ bu fakiri mest ediyorlardı…
Ve neredeyse bir ayı bulacak olan “Demokrasi Nöbetleri…”
Neredeyse sabahlara kadar “Cumhuriyet Tarihimizde İlk Defa
Görülen ve Yaşanılan” ve “İkinci Haşhaşi Terör Örgütü”nün başı “İhtiyarca” bile
‘beklenilmeyen’ “Millî Kıyam”, “Halkımızın Darbeye, İşgale Başkaldırışı…”
Artık bir “destan” yazılıyordu…
“15 Temmuz Destanı…”
“Cumhuriyet Tarihimizin En Büyük İşgal Girişimi”ni,
“Darbe”yi yapmış sözde “İslamî Cemaat Mensupları”, “Piramidin en altından, en
üstüne kadar”, şimdiye kadar “İdam” edilselerdi…
“Geleceğin Türkiye’si İçin “ daha iyi olmaz mıydı?!
“Sultan Fatihler”, “Başbuğ Atatürkler” böyle yapmaz mıydı?
Ve “Batı’da, Avrupa’da Amerikan Büyükelçilikleri Yok ki
Darbeler olsun”, ‘takılmaları…”
Halbu ki, “FETÖ/PDY’nin Karadeniz Kalesi Samsun’da bile
ABD Yapısı(!)” var hâlâ…
Halbu ki, Türkiye’mizin tamamında, sayıları altmışı bulan
veya geçen “Amerikan Üsleri” var hâlâ..
Türkiye’mizde “Darbelerle Büyüyen Nesiller” bitmez…
Türkiye’mizde ne “terör” biter; ne “darbeler” biter; ne de
“işgal girişimleri…”
Velâkin Türkiye’mizi meydana getiren “Uranyum gibi millet,
dünyanın en orijinal milleti” de bitmez, ‘yok edilemez’
“Üstte gök çökmese, altta yer delinmese…”
Vesselâm…
Terme, 03.Temmuz.2018
İsmet GÜLTEKİN
Araştırmacı-Yazar ve Öğretmen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder