31 Aralık 2017 Pazar

"BİLİNMEYEN OSMANLI" DA, "SORULARLA OSMANLI İMPARATORLUĞU" DA, "TARİHÎ HAKİKATLERİ" ORTAYA KOYUYOR...

SULTAN 2. ABDÜLHAMİD HAN DÖNEMİNE ECMEL/ÇOK ŞUMÛLLÜ BAKIŞ:

“BİLİNMEYEN OSMANLI” DA, “SORULARLA OSMANLI İMPARATORLUĞU” DA, “TARİHÎ HAKİKATLERİ” ORTAYA KOYUYOR…



Bu zamana kadar, bazılarının ‘Gök Sultan’ ve ‘Ulu Hakan’ dediği, ‘Fransız Mason Tarihçi’nin ise ‘Kızıl Sultan’ dediği, “Devlet-i Aliyeyi Osmaniye/Yüce Osmanlı Devleti”mizin “en uzun süre Padişahlık yapmış” Sultan 2. Abdülhamid Han ile alakalı üç adet ‘araştırma yazısı’ ile iki “hatırlatıcı” yazı yazdım:
1-      “Resmî Tarihçiler” de, “Gayr-i Resmî Tarihçiler” de, ‘Gerçekçi’ Değiller
2-      “Payitaht Abdülhamid” Dizi Filmi Üzerine İki Mühim İkâz!!!
3-      “Hüküm Dergisi” de İlmî Değerini Kaybediyor!
4-      Varan: 2 Sultan 2. Abdülhamid  Han Döneminde Filistin’e Yerleşen Yahudiler Gerçeği
5-      Varan 3: Sultan 2. Abdülhamid Han’ın ‘Günah Galerisi’nden: Samsun’da 50(elli) Bin Tütün Üreticisi Köylü, “Kolcular”, “Duyün-ı Umumiye” Reji İdaresince Katledildi

Bu “araştırma” yazılarımı,bâhusus/bilhassa, hele de günümüzde “Z Nesli” diye tarif edilen, ikibinli seneler sonrası doğmuş olan “Dijital Çağ’ın Nesilleri” de “Tarihî Hakikatleri”; “X Nesli” de denilen “1980 Öncesi Nesiller” gibi “yarım asırlık bir geçikme” ile öğrenmesinler, diye kaleme aldığımı ifâde edebilirim…
  Mes’ele;“mazi”nin ve “hâl”in hâdiselerine; “bütüncül”, “şumûllü”, “çok daha kapsamlı” yani “ecmel bakış” ile “cihet-i sitte/altı cihet”ten, “her cihet”ten bakabilmek; netice de “sahih bilgi” ye, “doğru bilgi”ye sahip olarak; “istikbâl”e, “geleceğe” muhkemce/sağlam bir şekilde uzanabilmek…

             “BİLİNMEYEN OSMANLI”-SULTAN 2. ABDÜLHAMİD HAN DÖNEMİ ‘TOPRAK KAYIPLARI’ MES’ELESİ

“Osmanlı Devleti’nin 700. Yılı” hâtırasına ‘Osmanlı Araştırmaları Vakfı’nca neşredilen “Bilinmeyen Osmanlı”(1) isimli eseri ,zamanında hararetle okumuştum. “Suâl-Cevap” metoduna göre hazırlanmış eseri okuyup bitirdiğimde ise tabiri caizse “ezber bozucu bir eser” diye düşünmüştüm. “303 suâl 303 cevab”ın yer aldığı eserde; “33 senelik saltanatı döneminde bir karış toprak kaybı yaşanmadı, yalanı”na dair “müstakil bir suâl” olmadığı hâlde; “Sultan 2. Abdülhamid Han Dönemi Toprak Kayıpları Hakikati”-ki Osmanlı Devleti tarihi boyunca en fazla toprak kayıplarının yaşandığı Padişah dönemidir; birbuçuk milyon kilometrekarelik yüzölçümü aşan Osmanlı toprağı kayıpları gerçeği- mes’elesi şöyle izah edilmeye çalışılmış:
a)      II. Abdülhamid’in Birinci Saltanat  Devresinde(31.08.1876-13.02.1878)-ki Kızıl Moskof ile yapılan ‘ 93 Harbi’bitimine kadar- Mithat Paşa ve ekibi daha müessir, daha faal, daha etkin idi. Bu sebeple “Tarihçilere göre bu bir buçuk yıllık devreden II. Abdülhamid sorumlu değildi.”(s.266)
“Nasıl sorumlu değildi? Hangi tarihçilere göre sorumlu değildi?”, dedirten “suâl”ler…
“II. Abdülhamid’in İkinci Saltanat Devresi= Şahsî  İdare Devri(13.02.1878-27.04.1909) ‘nde ise imzalanan 13.07.1878 tarihli Berlin Muâhedenâmesi neticesi, ‘Osmanlı Avrupa’dan tasfiye edildi.”Romanya, Sırbistan,Karadağ, Bosna-Hersek, Bulgaristan elden çıktı. Gitti…(s.267)
Yani “Bilinmeyen Osmanlı” isimli eserde, “Sultan 2. Abdülhamid Han Dönemi Toprak Kayıpları Hakikati”, ‘müstakil bir suâl’ ile değil de, tabiri caizse “muğlak”ca izah edilme yoluna gidilmiş, dedirtiyor…
“Mısır gitti Mısır…” “Girit gitti Girit…” dedirten sahifeler.(s.267)
“İkinci Meşrutiyet”in ilânı sonrası meydana gelen “İç Kargaşa” neticesi, “Bulgaristan gitti Bulgaristan…Bosna-Hersek gitti Bosna-Hersek…” dedirten sahifeler…(s.268)

“Kızıl Moskof”un İstanbul-Yeşilköy’e kadar sokuluşu.”Tam bir İntihar Antlaşması” diye târif edilen, Mart 1878’de imzalanan ‘Yeşilköy-Ayastefanos Antlaşması…”Berlin Muâhedenâmesi”ni kabul ettirmek şartı ile Kıbrıs’ın İngiltere’ye taviz olarak verilmesi.(s.274) “Kıbrıs gitti Kıbrıs…”
“Bilinmeyen Osmanlı” da, “Sultan 2. Abdülhamid Dönemi Toprak Kayıpları, Mithat Paşa ve Ekibi döneminde gerçekleşti.”(s.274) demeye getiriliyor.
Halbu ki, “idareyi tek başına eline aldığı devir” de, “Devr-i İstibdâd/İstibdâd Devri”nde de, yahut merhum Bediüzzaman’ın “tesbit”i ile “mecburî, cüz’i, hafif istibdâd”(s.275 ve 288) devrinde de “toprak kayıpları” yaşanmış..
“Kendinden önceki padişahlardan farklı olarak , Şâzelî tarikatına intisap eden Abdülhamid, 1879’da itibaren Kadirî tarikatının derslerini almaya başlamış ve ömrünün sonlarına doğru Nakşîbendi tarikatına da intisap eylemiş”(s.265) olması, “dönemindeki toprak kayıpları hakikatini” değiştirmiyor. Hem de “Osmanlı Devleti Padişahları içerisinde en fazla toprak kayıplarının yaşandığı-1,5 milyon kilometre karelik yüzölçümü aşan kertede toprak kaybı. Türkiye’miz yüzölçümünün iki misli…-“ bir dönemdir…

“Bilinmeyen Osmanlı”da, Sultan 2. Abdülhamid Han Döneminde “sürgün/nefy” cezasından başka bir “ceza uygulaması” yapılmadığı iddia ediliyor. Halbu ki, ikisi de “Hasaneyn” olan Atatürk de, Bediüzzaman da, “hapislere atılmış”, “sürgün/nefy” cezalarına maruz kalmışlardır.(2)

“BİLİNMEYEN OSMANLI” - “YAHUDİLERE FİLİSTİN’DE TOPRAK VERİLMESİ” MES’ELESİ

Sultan 2. Abdülhamid Han Döneminde, “Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmesi, Filistin’den toprak satın almaları” mes’elesi; “müstakil bir suâl” ile “167. suâl” ile ele alınarak şöyle izah edilmiş: “167. II. Abdülhamid, Filistin’de bir Yahudi Devleti’nin kurulmaması için ne gibi tedbirler almıştır? İsrail Devleti’nin kendi zamanında engellendiği doğru mudur?”
“Hukukî tedbirler”: “Filistin topraklarının mirî arazi/devlet arazisi statüsüne kavuşturulması…”

Velâkin “Filistin topraklarının %20’si ise mülk arazisi statüsünde kaldı…””Yahudiler bu %20’lik mülk arazisinden koparabildiklerine yerleşebiliyorlardı…”(s.280)
“Alınan hukukî tedbirler”e rağmen; “Filistin arazisine olan Yahudi akını tam olarak önlenememiştir…”(s. 280)
Netice: “Filistin’i devlet garantisi ile koruyan Osmanlı Devleti, İttihad ve Terakki ile zayıflayınca, Filistin davası da zayıflamış ve Osmanlı Devleti yıkılınca o dava da yıkılmıştır. Yahudiler maalesef emellerine kavuşmuşlardır.”(s.281)

SULTAN 2. ABDÜLHAMİD HAN ve İDAM CEZASI UYGULAMALARI

Ve günümüzün mevcut “siyasî irade”nin “idam cezası”nı uygulayamayışının esas sebebi; Sultan 2. Abdülhamid Han’ın “tarik”inden, “yolu”ndan gidebilmek için mi?
Çünkü “33 senelik saltanatı dönemi”nde, merhum Sultan 2. Abdülhamid Han da, “idam cezası uygulaması” yapmamıştır.(s. 289)

“SORULARLA OSMANLI İMPARATORLUĞU” ve II. ABDÜLHAMİD HAN DÖNEMİ


“Sorularla Osmanlı İmparatorluğu”(3) eseri de, “Suâl-Cevap Metodu”na göre tasarlanmış. Her bir mevzû başlığı “suâl-cevap” metoduna göre izah edilmiş…
Mezkur/ zikredilen eserin “İçindekiler” kısmında,”Sultan 2. Abdülhamid Han Dönemi” ile alakalı mevzû başlıkları; “93 Harbi”, “I. Meşrutiyet”, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Dış Borçlar” ve “Şark Mes’elesi”, eserin s.531-573 sahifeleri arasına dercedilmiş…
Esasında merhum II. Abdülhamid Han dönemi, “Türk’ün pusulasının ibresinin daima şimali/kuzeyi “ gösterdiği “Kızıl Moskof”un, sadece  Gazi Osman Paşa ile “Plevne “de;Şark’ta  ise “Gazi Ahmet Muhtar Paşa” komutasında, bilhassa “Erzurum” da “üstünlük” sağlayamadığı; velâkin “Moskof”un Edirne’yi düşürdüğü, İstanbul- Yeşilköy’e, Ayastefanos’a dayandığı, hattâ “Payitaht’ın Bursa’ya taşınmasının konuşulduğu” senelere de karşılık gelmekte. “Milâdî 24. Nisan.1877’ye; Hicrî 1294’e; malî işlerde kullanılan Rumî takvime göre 1293’e tekabül “(s. 531) ettiğinden, halk arasında “93 Harbi” diye bilinen “Osmanlı-Moskof Harbi” sonrası,”Mithat Paşa ve Ekibi”nin daha müessir, daha etkin ve faal olması sebebi ile “II. Abdülhamid Han’ın Saltanatının 1. Devresi” diye de isimlendirilen devirde, yaşanılan “Osmanlı Toprak Kayıpları…” Romanya, Bulgaristan ve Bosna-Hersek’in  elden çıkışı…Edirne’nin düşüşü..
II. Abdülhamid Han’ın saltanatının I. Devresinde yani Mithat Paşa ve Ekibi devrinde;5,5 milyonluk nufüs ile 212 bin kiometrekarelik(212.000 km. karelik) Osmanlı toprak kaybı…
“Ayastefanos Antlaşması, Panislavizm’in zaferi”(s. 531-537) dedirten dönem…
Yani rahmetli Ahmet Muhtar Paşa’nın “Başımıza Gelenler”de hatırlattığı; “Her Müslüman Türk’ün hânesinde, Moskof tarafından şehid edilmiş bir evlad vardır…” ‘hakikati…”
Ve yine merhum II. Abdülhamid Han’ın ‘devr-i istibdâd’ dedirten döneminde, “Mısır gitti Mısır…Kıbrıs gitti Kıbrıs…”  dedirten “Tarihî Hakikat”ler…(s. 571)



“SORULARLA OSMANLI İMPARATORLUĞU” ve “DÜYÛN-I UMÛMİYE/GENEL BORÇLAR” ‘REJİ İDARE MERKEZİ’NCE KATLEDİLEN TÜTÜN ÜRETİCİLERİ HAKİKATİ

Merhum Sultan 2. Abdülhamid Han döneminde, Samsun’da yaşanılan “tütün üreticileri katliamı” ‘hakikati…’
1881’de kurulan “Düyûn-ı Umûmiye/Umumî Borçlar” komisyonu, tütün öşrünü 1883’de kurulan ‘Reji İdaresi’nde devretmesi..”Reji idaresi Osmanlı ülkesinin her tarafına ulaşan teşkilatı ve sayıları 1000’i(bini) geçen (meşhur) “Kolcular”ıyla , tütünü köylüden ucuza alabilmek için her türlü faaliyeti gösterdi. Tütün ekicileri ürünlerini üç-dört misli fazla fiyat veren yabancı tüccarlara vermeyi tercih ediyorlardı.
Bu yüzden ‘Kolcular’ ile tütün ekicileri arasında çıkan çatışmalarda, 1883-1902 yılları arasında, 20.000’den fazla(yirmibinden fazla) insan hayatını kaybetti. …Reji idaresi, Lozan Antlaşması’na  kadar Osmanlı köylüsünü sömürmeye devam etti.”(s.552 ve yine bakınız “Atatürk Vatandır-Samsun Programı videosu, Muharrem BAYRAKTAR’ın izahatı..Samsun’da 50.000(elli bin) tütün üreticisinin katledilişi…)

NETİCE-İ KELAM


Elli sene sonra öğrendiğim  diyebileceğim merhum “Sultan 2. Abdülhamid Han Dönemi Toprak Kayıpları” mes’elesi üzerine yazdığım “Resmî Tarihçiler’ de, ‘Gayr-i Resmî Tarihçiler’ de ‘Gerçekçi’ Değiller” başlıklı “araştırma” yazımda da vurguladığım üzre; zaten, en evvel merhum Şevket Süreyya AYDEMİR, “Makedonya’dan Orta Asya’ya ENVER PAŞA”(4) isimli eserinde, Murat BARDAKÇI, Erhan AFYONCU gibi tarihçilerimiz de “Döneminde bir karış toprak kaybedilmedi” “Büyük Yalanı”nı nihayete erdişmişlerdi. Hattâ Adnan OKTAR/Harun YAHYA grubuna ait “a9 TV Kanalı”nca hazırlanan mevzû ile alakalı “video-belgesel” de de, “toprak kayıpları hakikati” ortaya konulmuştu..
Sadece ve sadece ‘bütüncül’, ‘şumüllü’, ‘bütün cihetleri’ ile ‘artıları ve eksileri’ ile, hülasa “Ecmel bakış’ ile yaklaşmaya çalıştığımız merhum “Gök Sultan”, “Ulu Hakan” dönemi, “Osmanlı tarihi boyunca en fazla toprak kayıplarının yaşandığı bir dönem” olduğu; alınan onca tedbirlere rağmen, Yahudilerin Filistin topraklarına yerleştiği; binlerce tütün üreticilerini de katlediği bir dönem olduğu gerçeğinin de,  ‘acı’ da olsa, tamamiyle “Tarihî Hakikat”lerimizden dedirtmektedir.
Hattâ  1999’da, “Osmanlı Devleti’mizin 700. Yılı” hatırasına, “Osmanlı Araştırmaları Vakfı”nca neşredilen “Bilinmeyen Osmanlı” isimli eserde de bu “Tarihî Hakikatler”in de dercedildiğidir…
“Konuşan yalnız hakikattir” vesselam…
Terme, 31. Aralık.2017

İsmet GÜLTEKİN

Dip Notlar:

(1): Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ, Doç Dr. Said ÖZTÜRK, “Bilinmeyen Osmanlı”,’ Osmanlı Devleti’nin 700. Yılı”, 1999. Osmanlı Araştırmaları Vakfı(OSAV) Yayınları, Haziran 1999-İstanbul
(2): Prof. Dr. Haydar BAŞ, “Hoş geldin Atatürk”, İcmal Yayıncılık, Kasım 2017, s. 108
(3): Erhan AFYONCU, “Sorularla Osmanlı İmparatorluğu”, Yeditepe Yayınevi, Sabah Gazetesi Promosyonu, İstanbul 2016

(4): Şevket Süreyya AYDEMİR, “Makedonya’dan Orta Asya’ya ENVER PAŞA”, Cilt: 1 (1860-1908), 2. Baskı Remzi Kitapevi, Cağaloğlu İstanbul, 1972,s.225-230

26 Aralık 2017 Salı

"NE ARAPLARIN TÜRKLERE BAKIŞI DEĞİŞİR; NE DE TÜRKLERİN ARAPLARA BAKIŞI DEĞİŞİR!!!"

“NE ARAPLARIN TÜRKLERE BAKIŞI DEĞİŞİR;
NE DE TÜRKLERİN ARAPLARA BAKIŞI DEĞİŞİR!!!”

Prof. Dr. Mehmed Niyazi ÖZDEMİR


Ve “ARAPLARIN TÜRKLERE BAKIŞINI DEĞİŞTİRMEYE” ÇALIŞAN ARAP: Prof. Dr. Muhammed HARP

“İnculuz İntelijansı” Lawrens’in tanımlaması ile “Çöl Arslanı “ merhum “Medine-i Münevvere Müdafiî Cengaveri” Fahreddin PAŞA’mıza  müfterî derecesinde sözde “Arap” taarruzlarının ardından; Suudî Arabistan menşeili, yine sözde “Arap” taarruzları da sürüyor,,,
Türkiye’mizde, senelerden beri süren velâkin maateessüf  kabaca “Türk Sağı” diyebileceğimiz, yüzde yetmişe yakın “kamuoyu”nda bile “ortak payda”da buluşulamıyan meşhur mes’ele de yine ‘gündeme’ geldi:”Araplar bizi arkadan hançerledi mi, hançerlemedi mi?”
Kabaca “İslâmcı/Siyasî İslâmcılar”, ‘Hayır! Asla ve kat’a, Araplar biz Türkleri arkadan hançerlemedi!’, diye cevaplandırırken; “Dargın Bozkurlar”ın ‘Başbuğu’ rahmetli Hüseyin Nihal ATSIZ ile merhum ‘Başbuğ Türkeş’ cenahı da dahil; ‘Evet! Maalesef Araplar bizi arkamızdan hançerledi!’, zihniyet ve görüşündeler..
Bendeniz de, “merak” saiki ile her iki zihniyet sahiplerine dair epey “kupürler” biriktirdim ve netice de, merhum Nasreddin Hoca’mız gibi; “Siz de haklısınız, siz de haklısınız!” kertesine dayanıp kalmıştım. Tâ ki şu saate kadar. Tâ ki “Araplara Osmanlılar= Türkler Hakikatini”, bir “Arap” olarak da ortaya koyan “Prof. Dr. Muhammed HARP”e  “Vefâ” programında(*), sadece ve sadece beş(5) dakikaya yakın sürede konuşan  Hukukçu, Tarihçi, Muharrir Prof. Dr. Mehmed Niyazi ÖZDEMİR’in konuşmasını dinleyinceye kadar…
Mezkûr/zikredilen “vefâ” programında Prof. ÖZDEMİR şunları söyledi:” –Bizim Araplara, Arapların bize bakışı belli..”Araplar bizi sırtımızdan hançerledi”, diyoruz. Araplar da diyorlar ki; “Osmanlı bizi sömürdü…”
Öyle bir bombandıman(propaganda sağanağı ,demek istiyor İ.G.) altındayız ki; bunun aksini düşünmek, bizim açımızdan hemen hemen mümkün değildir.
Birinci Dünya Harbi’nde, iki milyon dörtyüz elli bin(2.450.000) kişilik Ordumuz vardı. Bunun üçyüz elli bini (350.000) Arap’tı.  72. ve 77. Tümenler, Çanakkale’de, genellikle Araplardan oluşan Tümenlerdi.
Bunların hepsini bize bombardımanlarla(propagandalarla) unutturdular…”


FİLİSTİN TEŞKİLATI  MASLAHATGÜZARI
2012’deki “Büyük Türk Dostu Muhammed HARP’e Vefâ” programındaki konuşmasını, Almanya’da yaşadığı bir hâtırasını anlatarak sürdüren Prof. ÖZDEMİR; “- Almanya’daki bir konferansta konuşan Alman Ataşesi Profesörün konuşmasının bitiminde söz alıp da düşüncelerini söyleyen Filistin Teşkilatı Maslahatgüzarı ise;”- Ben, Almanlarla Arapların tarihte dostluğunu bilmiyorum. Sadece Harun Reşid’in Şarlman’a gönderdiği bir saatten haberimiz var.
Amma siz bize dediniz ki,’-Osmanlı sizi sömürüyor.’ Biz de ‘Neyimizi sömürdüğünü?’, düşünemedik. ‘Neyimiz vardı ki; Osmanlı bizi sömürsün?’, diyemedik. Sizin lafınıza uyduk, Osmanlı’ya silah çektik. Osmanlı’yı hep beraber tarih sahnesinden sildik.
Ardından siz(Almanlar) geldiniz..Meğer bizim kumun altında Petrol varmış…”Sömürü”yü çok iyi anladık amma iş olup bitmişti. Buna biz çare bulamadık.’, dedi.
Ne bizim Araplara bakışımız düzelir, ne de Arapların bize bakışı düzelir!? Çünkü bu bombardıman/propaganda hâlâ devam ettiği kanaatindeyim.
HARP, Osmanlı’dan bahsederken , hepimizin alışık olmadığı cümleler söylüyordu. Tabi, bir Arab’ın böyle bir görüşe sahip olması son derece dikkatimizi çekti.”
NETİCE:
“Milenyum Çağı”nda , bendeniz de artık Prof. ÖZDEMİR’ce düşünüyorum: “Ne Arapların biz Türklere bakışı değişir; ne de biz Türklerin Araplara bakışı düzelir!?”
Velâkin Mısırlı Profesör HARP’lerden de, Allah(c.c.) razı olsun(Âmin). Vesselam…
Terme, 26.12.2017
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.

Dip Not:

(*): “Büyük Türk Dostu Muhammed HARP’e Vefâ” Programı, 24.Kasım.2012, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi

11 Aralık 2017 Pazartesi

"SAMSUN'DA BİR TÜRK KASABASI ÇARŞAMBA"(*)NIN AYIBI: 'ÇARŞAMBA BEDESTENİ' HARAB HÂLDE!?

“SAMSUN’DA BİR TÜRK KASABASI: ÇARŞAMBA”(*)NIN AYIBI:

“ÇARŞAMBA BÜYÜK BEDESTENİ” HARAB HÂLDE!?



Türkiye’mizin her tarafında, bilhassa mevcut “siyasî irade”nin 15(onbeş) senelik döneminde, neredeyse “imar ve inşa, resterasyon çağı”nı yaşadık, yaşıyoruz. Velâkin bazı “gecikmeler”de, bazı “çarpıklıklar” da gözlerden kaçmıyor…
Son aylarda diye yazayım, “Çarşamba Büyük Bedesteni”, gözlerime mıh gibi mıhlanmıştı.Nasip bugüne imiş.


BEDESTEN- ARASTA

Araştırmanın bir o kadar kolaylaştığı, amma bir o kadar da dikkatin elzem olduğu, günümüz” İnternet Çağı”na da, “İletişim Çağı”na, boşuna, “iki yokun sahibince, “Na-bî” ce “Cehalet Çağı” da denilmemiştir…
Şöyle bir “Bedesten Nedir?”, “Arasta  Nedir?” Günümüzdeki daha “anlaşılır isimlendirmeleri” nelerdir? “Bedesten ile Arasta” arasında ne farklar vardır?, ile başlayalım.

“Bedesten Nedir?
Farsça’dan gelen ve aslında “Bedestan” olan bu kelime değerli, kıymetli kumaşlar, mücevherler ve buna benzer eşyanın satımına mahsus üstü kapalı, mahfuz çarşıların bütününe verilen addır. 


Osmanlıda, kumaş, mücevher ve çeşitli kıymetli eşyaların alım satımının yapıldığı, eşit büyüklükte kubbelerle örtülü, bir çeşit kapalı çarşı olup bu yapıların ilk örneklerine 13. yüzyıl başlarında Anadolu’da rastlanmıştır. 

Bedestenler zamanlarında önemli birer iktisadi kuruluştu. O devirde, günümüzdeki 
banka veborsaların görevini de görürdü. ……

Bedestenler aynı zamanda bulundukları şehrin 
emniyet sandığıydı. Şehir halkı, ağzı mühürlü sandıklarını kasalarını buraya koyar, karşılığında da bir makbuz alarak gönül huzuru ile bırakıp giderdi. Sahibi geldiği zaman bir Bölükbaşının nezaretinde sandığın konulduğu mahzene gidilir, emanet sahibi sandığından alacağını aldıktan, koyacağını koyduktan sonra mühürleyip mührü Bölükbaşına gösterirdi. 
Muhafızlar yalnız mührün bozulmasından mesul tutulurdu. Eşya muhafazası ile tellaliye ücretinin yüzde yirmisi, bekçi başı denilen ser muhafıza ait olup, kalanı diğer on bir Bölükbaşı arasında eşit olarak taksim olunurdu. 

Bedestenler esnafına Hacegan ve Hacegi denilirdi. O devirde dolap sahibi Hacegi olmak, esnaf için erişilebilecek en üstün mertebeydi.”(1)

Bedesten/Bedestan veya günümüzdeki daha anlaşılır tarifi ile “Kapalıçarşı…”


ARASTA NEDİR?    
                  

“Arasta, üstü genellikle tonoz veya çatıyla örtülü bir sokağın iki yanında karşılıklı sıralanan ve aynı cins malları satan dükkânların meydana getirdiği çarşı anlamına gelmektedir.
Reşat Ekrem Koçu, Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmanî’sinden aktararak, Farsça "Araste; hazırlanmış, tezyin olunmuş, bezenmiş ve donanmış Ordu Pazarı" tanımından hareketle bu kelimenin "seferlerde ordunun geçeceği anayol üzerinde bulunan büyük şehirlerimizde kurulan ve dükkânlarında, hurda teferruatı ile (ince ayrıntılarına kadar) sadece asker eşyası ve levazımı satan büyük çarşı" anlamına geldiğini söylemektedir.
Türkçe’ye Farsça’dan geçtiği sanılan arasta kelimesi önceleri “ordugâhta kurulan pazar” anlamında kullanılmıştır. Fakat Ârâsten (tanzim etmek, sıraya koymak, çekidüzen vermek, süslemek) masdarından gelen arastanın manası “sıraya konulmuş, düzenlenmiş” olup Farsça’da “çarşı” anlamında kullanılmamaktadır. Türkçe’de bu anlamı kazanması, dükkânların düzenli biçimde karşılıklı birer sıra halinde dizilmiş olmalarından veya ordugâh pazarının askerî disiplin içinde “tanzim edilmiş satış” yapmalarından yahut her iki sebepten yani bu dükkânların gezgin satıcılara nispetle her hususta düzene konulmuş olmalarından ileri gelmektedir.”(2)

“Arasta/ Ordu Pazarı/Ordu Çarşısı/Ordu(Askerî) Büyük Çarşı” manalarında…

BEDESTEN BAŞKA,  ARASTA BAŞKA


“ Kimi kaynaklarda arasta, bedesten ve çarşı kelimeleri aynı ya da benzer kullanılmalarına rağmen, aslında bu yapılar fonksiyon ve işleyiş bakımından birbirinden farklıdır. Arastalarda bedestende olduğu gibi mahzen ve kiler hücreleri bulunmaz. Diğer taraftan bedestenlerin değerli kumaş veya mücevherat gibi ürünlerin alınıp satıldığı, hatta banka hizmetlerinin verildiği yerler olmalarına rağmen; arastalar, onlara nazaran daha az önemli malların ticaretinin yapıldığı yerlerdir. Yine arasta ve çarşı arasındaki farklara da bakmak gerekirse; arastalar yukarıda da belirttiğimiz gibi genellikle külliyelere gelir sağlamak amacıyla külliye yapılarının planlanmasında ekseni oluştururlar. Çarşılar ise bağımsız yapılar olarak planlanmıştır. Arastalarda her dükkânda farklı bir şey satışa sunulurken, çarşılarda sıra halinde aynı ya da benzer kalitede mallar satılabilmektedir. Bunun nedeni rekabet sağlamak ve esnafın ticari ahlakının kontrolüydü.”(3)

ÇARŞAMBA BÜYÜK BEDESTENİ/ÇARŞAMBA KAPALIÇARŞISI


“Çarşamba Büyük Bedesteni” veya “Çarşamba Kapalıçarşısı”, Orta Mahallede. 1826(Binsekizyüz yirmialtı)’da, “Çarlık Rusya”sından Çarşamba’ya başlayan “Çerkez,Gürcü ve Rum” göçleri” akabinde,”Rumlar tarafından, Çarşamba’ya iki(2) ‘Bedesten’, iki(2) “Kapalıçarşı’ yapılmış…

“Çarşamba Büyük Bedesteni”, “Çarşamba Kapalıçarşısı”nı, Çarşamba’ya “Çarlık Rusya” döneminde “göç etmiş” “Rumlar tarafından” yapılmış.(4)
Tıpkı “Medine-i İstanbul”daki nice “Muhteşem Camilerimiz”in “Ermeni Mimarlar”ca yapılmış olması gibi…

SAMSUN’DAKİ BİR TÜRK KASABASI ÇARŞAMBA”NIN AYIBI!?


Bu yazımı bendeniz, “Diriliş Ertuğrul”casına ifade edersek; sadece ve sadece “Rıza-i Bâri ve Nizâm-ı Âlem Cengi” namına yazdım…
Günümüzdeki “Çarşamba Büyük Bedesteni”, günümüzdeki “Çarşamba Kapalıçarşısı”nını içler acısı hâli, gönül burkan vaziyetini, harab hâlini içime sindiremiyorum..

Kim ve kimler tarafından yapılmış/yaptırılmış olsa da, bir an önce “eskimeyen ihtişamlı görüntüsü”ne kavuşturulmalı, “gereği yapılmalıdır…”
Vesselam…
Terme, 11.12.2017
İsmet GÜLTEKİN

Dip Notlar:

(*): Prof. Dr. İbrahim TELLİOĞLU, “Samsun’da  Bir Türk Kasabası: Çarşamba”, İnternet ortamı, İlk 10(on) sayfanın PDF’si….
(1):  bedesten.net/bedesten-nedir.html, 11.12.2017
(2): Hayatkitap.blogspot.com, 11.12.2017
(3): Hayatkitap.blogspot.com, 11.12.2017