31 Aralık 2019 Salı

"SİYASÎ BUHRAN" DERİNLEŞİYOR...

"SİYASÎ BUHRAN" DERİNLEŞİYOR...




"Milattan Sonra 2019" bitiyor, "Milattan Sonra 2020" başlıyor...
"2023' e 3 Kala"; görünen manzara o ki;"Siyasî Buhran" derinleşiyor...
Elbette ki;"2001 Türkiyesi" ile "2020 Türkiyesi" bir değil.
Birçok "yenilikler", birçok "değişiklikler" yapıldı.
"Maddî Kalkınma" namına yapılan "yenilikler" ve "değişiklikler" ile "Büyük Türkiye","Süper Türkiye" olabildik mi?", "tartışılır..."
Güya "Manevî Kalkınma" namına yapılan "yenilikler" ve "değişiklikler"de,ülkemizin,toplumun, ne derece "manevî olgunluğa" erdiğimizi de, neredeyse hergün yaşanılan "sosyal facialar"la âşikâr...
"YALANLAR ÇAĞI"
Neredeyse "Milattan Sonra" yaşadığımız "2001-2019 Dönemi"ne bir isim verilecekse;'Yalanlar Çağı Dönemi" desek yeridir.
"Barış Pınarı Harekatı" sonrası; "Türkiye'mizi Yöneten Siyasî Kadro"nun,"Türk Milleti"ne dediklerinin "hangileri" uygulanabildi ki?
Âdeta "ecdadımızın türbesi"ni "ricat"la çektik de,"bir metre öteye" götürebildik mi?
Yoksa, "AB'den çıktık";"NATO'dan çıktık"; bütün "Amerikan Üsleri"ni kapattık mı?
Yoksa "İtalyan etkisi" olduğu da dillendirilen; güya "yerli ve millî otomobil" 'üretildi" de; "şarj edecek" 'elektrikli tesis" mi bulamadık?
Yoksa; bazı "ilim adamları"nın bile zamanla "Karadeniz'i bile öldürür" dediği ; aslında "Amerikan-Vatikan-Yeni Roma İmparatorluğu Projesi" olan "Kanal İstanbul Projesi"nin; dedikleri gibi"Türk'ün Kilidi" olan ve rahmetli "Ulu Önder"in de uygulaması olan "Möntro Antlaşması" ile hiç mi alakası yoktu?
"Şairler Sultanı"nın mısralar ile"Bütün insanlık,muşamba ve dekor/Bütün insanlık, yalana teslim..."
Adeta bütün "Türk Milleti", bütün "Müslümanlar","yalana teslim..."
"Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Etme Sistemi"ne hem "yalanlarla", hem de güya "Milliyetçi" "siyasî bir tüzel kurum'un ;"süper dönekliği"ile , zar-zor 'de jarso","hukukı" olarak,"millete","müslümanlara" 'onaylat"tırarak geçilmedi mi?
Yoksa,"hakikaten" 'kudema siyaset ve devlet adamları", böyle bir "Tek Lider Modeli" mi istemişlerdi?
"Kanal İstanbul Mes'elesi"nde bile, güya "Milliyetçi" malum "siyasî hükmî şahsiyet"in başındaki "Devlet"in;"8 Year Ago","sekiz sene önce" ne dediğini, bilen biliyor...
"Sonuç"lara,"meşrû yollar"dan gidil(e)meyeceği de bir "içtihad farklılığı" mı yoksa?
Benim yaşadığım coğrafyadaki "Türkiye'mizi Yönetenler"in "seçilmiş" ve "atanmış" 'mümessilleri' bile bir "Çarşamba Şeker Fabrikası Vakıâsı" ile ne "taklalar atmaya" başladılar...
"Kitleler Psikolojisi..."
Üstelik bütün "millet", bütün "müslümanlar"; âdeta "Kısasta Hayat Vardır" 'ilahî düsturu"nca da;"bir kişiyi idam edersiniz, onlarca insanı öldürülmekten kurtarırsınız" düşünce ve niyeti ile "sosyal facialar"dan "vatan hainliği"ne kadar "idam" talep ederken; âdeta "ikinci demagog";"ikinci Süleyman" gibi "demagoji" yapmanın âlemi ne ola ki?
"SİYASÎ BUHRAN" DERİNLEŞİYOR...
"Milattan Sonra 2020" itibari ile"2020"; mevcut 'siyasî kadro"ların, mevcut "perişanlığı" ile de, bilhassa "siyasî buhran"ların daha da derinleşeceği sene olacaktır.
"Siyasî Buhranın Kaynakları", bu yazının kapasitesini aşar...
Velâkin "görünen köy de kılavuz istemez" vesselam.

Salıpazarı,31 Aralık 2019
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com
Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci

"ÇARŞAMBA ETNO-FİGÜRÜ"NDE, "ETNO-FİGÜR"LER EKSİKLİĞİ...

"ÇARŞAMBA ETNO-FİGÜRÜ"NDE, "ETNO-FİGÜR"LER EKSİKLİĞİ...

Ha bugün yazarım, hatta yarın yazarım, diye mütemadiyen ertelediğim bir "yazı mevzû"m:"Çarşamba Etno-Figürü Geometrik Şematiği..."
Geçen aylarda,"Çarşamba Belediyesi"nce,benim "Macar Köprüsü" dediğim "Yürüyüş Köprüsü Emirgan Parkı "mevkine 'konuşlandırılan' ;"Çarşamba Ayakkabısı" ve "Sekiz köşeli Çarşamba Şapkası" 'etno-figürler'inden meydana gelen "Çarşamba Etno-Figürü Geometrik Şematiği"", doğrusu beni mest etmişti.
Çünkü , "Yıkılan Saat Kulesi" yerine dikilen ve âdeta bin bir emekle büyütülen "Palmiye Ağacı", âdeta biz Müslümanların; affedersiniz "analarına söver gibi"; "Terme Etno-Figürü" diye yutturulmaya devam ediliyordu.
"Palmiye Ağacı" ile "Terme Etno-Figürü"nün ne alakası olabilirdi ki?!
"ÇARŞAMBA SÜPÜRGESİ"-"ÇARŞAMBA SİMİDİ"
Bazı televizyon kanallarında ise bazı ilçelerin, bazı şehirlerin âdeta "göbeğine"yapılan "etno-figürler"e, hayranlıkla, iç geçirerek bakar dururdum.
Biliyorsunuz;"etno" mefhumu, o yöredeki töreyi , millî, islamî; insanî değerlerimizi ifâde eden bir mefhum.
İşte, geçen aylarda "konuşlandırılan" 'Çarşamba Etno-Figür Geometrik Şematik" ile "Çarşamba"mızı da daha yakînen tanımış olduk.
"Sekiz köşeli Çarşamba şapkası"nın, her bir "köşesi"nin bir "değer"imize karşılık geldiğini,hâlâ bile orijinal iskarpinler de olan "Çarşamba ayakkabıları" nın da imal edilip giyildiğini, "Enformatik Cehalet"lere,"İletişim/Bilgi kirliliği"ne düşmeden kavradık .
Velâkin "Çarşamba Etno-Figürü Geometrik Şematiği"nde, niye "Çarşamba Süpürgesi" ile "Çarşamba Simidi"de yer al(a) madı; doğrusu pek anlayamadık.
Günümüzde bile "teknolojik gelişmelere","elektrikli süpürgelere" rağmen; yine de "Süpürge bitkisi"nden yapılan "Çarşamba Süpürgeleri" de üretilmekte, bazı mağazaların önünde sergilenip; satışı bile yapılmakta.
Geçenlerde; bu bâbtan; hatıra olarak,"Mini Çarşamba Süpürgesi" bile almıştım.
"Çarşamba Simidi" ise hakeza ..
Her ne kadar,'Terme-Çarşamba Karayolu Kenarları"nda; "liberal-kapitalist müstemleke yapısı"nın da bir nişanesi olarak da; "üzeri muşambalarla örtülü sepetler"de,sabahın ışımaya başladığı saatlerde; âdeta o araba senin, bu araba benim, satışı için koşturulduğunu; her sabah görmekteyiz .
Öyle "Simit Sarayları"nı kavuşmuş bir "Çarşamba Simit Esnafı", tıpkı "Terme Simit Esnafı" gibi teşekkül etmedi...
Üstelik, şu "Simit" kelimesi "Oxford Sözlüğü"ne geçeli beri de;"Çarşamba Simit Esnafı"na da bir hâl oldu:"Sabah sabah, sımsıcak, çıtır çıtır 'Çarşamba Simiti" yiyemez olduk
"Her Salı Salıpazarı Simit Alma Geleneği"miz oluştu Bu sefer de "sımsıcak, çıtır çıtır "Çarşamba Simiti" yiyemez olduk
Üstelik de "zamanlaması da manidar...":
Ne zaman ki;"Simit" kelimesi,"Oxford Sözlüğü"ne geçti....
ELHASIL:
Geçen aylarda benim "Macar Köprüsü" dediğim, günümüzde ise "Yürüyüş Köprüsü" denilen;"Emirgan Parkı Mevki"ne konuşlandırılan "Çarşamba Etno-Figürü Geometrik Şematiği"ne;"Çarşamba Süpürgesi" ve "Çarşamba Simiti" 'etno-figürleri' de bir an evvel "monte" edilmelidir.
Darısı komşu ilçelere...

Terme;25 Aralık 2019
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com
Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci

27 Aralık 2019 Cuma

RAHMETLİ ARVASÎ HOCA'MIZIN; "ENİŞTESİ" ve "İKİ DAYISI" DA, ERMENİ TERÖRÜNE KURBAN GİTMİŞLER...

RAHMETLİ ARVASÎ HOCA’MIZIN;
 “ENİŞTE”Sİ ve “İKİ DAYISI” DA,
ERMENİ TERÖRÜNE KURBAN GİTMİŞLER…


Rahmetli Seyyid Ahmed ARVASÎ Hoca’mızın, vefâtının 31. seney-i devriyesi(yıldönümü) öncesi günlerdeyiz.

“ARVASÎ HOCA=HERGÜN GAZETESİ…”
“ARVASÎ HOCA= TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ” KÖŞESİ…
“ARVASÎ HOCA= ÜLKÜCÜ HAREKET…”
“ARVASÎ HOCA= NİZÂM-I ÂLEM ÜLKÜSÜ…”
“ARVASÎ HOCA=MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ(M.H.P.)”
Ve “12 Eylül 1980 Askerî Darbe” sonrası ise;
“ARVASÎ HOCA= HASBİHÂL”

Bu hususları, bazı yayınevlerince basılan eserlerinde de, ne hikmetse hatırlatılmaz.

Halbuki, en son “Bilgeoğuz Yayınevi” tarafından “tek cilt” hâlinde basılan “Türk-İslâm Ülküsü-1-2-3”(*)  isimli eseri bile, bir dönemin “Ülkücü Gazetesi”, “Ülkücülerin Gazetesi”, “Daha Güzel, Daha Güçlü Türkiye” şiârı ile “Ülkücü Şehid Bakan”ımız rahmetli “Gün SAZAK” ‘yönetimi’nde, ‘günlük periyotlarla’, bütün vatan sathında dağıtımı yapılan, “HERGÜN Gazetesi”nin, ikinci sayfasındaki, “Türk-İslâm Ülküsü” başlıklı “sütun”unda, “köşe”sinde neşredilen “yazılar”ından meydana gelmiştir.

“12 Eylül 1980” öncesi, âdeta bir emrivâki ile ; “Nasıl Milliyetçi Hareket Partisi(M.H.P.)’nde Siyasî Hayatı”nın başladığını ise “Ülkücü Kadro “ menşeîli Ahmet KARABACAK’lar, kaç defa yazdı,kimbilir?

Ve bu rahmetli “Başbuğ TÜRKEŞ’li M.H.P.’li Senelerde”, “Nizâm-ı Âlem Dergisi”ni ‘nasıl çıkarttıkları’nı, ‘sonra neler olup-bittiğini’, en iyi bilenlerden ve hâlen de hayatta olan; “Ülkücü Yemini” kaleme almış şahsiyetlerden; Dr. Lütfü ŞEHSUVAROĞLU’na, yeniden suâl eylemek lazım belki de…

Yahut da, “dökümanter bir çalışma” olan, Hakkı ÖZNUR’un, “Ülkücü Hareket Külliyatı”nın, “Dergiler Cildi”ni yeniden tahkik etmek gerekir…

Son zamanlarda, “Sabetayistliği” aşikâr olmuş olan “Üstâd Tarihçi Kadir MISIROĞLU”nun bile âdeta “kıskandığı”, “bunlar da nereden çıktı?” dediği, “Nizâm-ı Âlem Dergisi…”

“Nizâm-ı Âlem Dergisi”, “12 Eylül 1980” sonrası, 1990’lı senelerde, “Nizâm-ı Âlem Ocakları”nın, her ay, muntazaman bir şekilde neşrettiği “mecmua”nın, “dergi”nin de ismi idi ve bu isim, rahmetli ARVASÎ HOCA’mızın çıkarttığı “Nizâm-ı Âlem Dergisi”nden de mülhemdi…

Bu sebepledir ki; “Türk-İslâm Ülkücülüğü”nden öte “Nizâm-ı Âlem Ülkücülüğü”nün de “fikir, düşünce ve rol model şahsiyeti” de, rahmetli ARVASÎ HOCA’mızdır…

Türkiye’mizde her “Millî, İslâmî ve İnsanî” olduğunu “iddia” eden bütün “gruplar”ın okuduğu ‘kitap’ları, takip ettiği ‘kitap’ları mevcut.

İşte “Türk-İslâm Ülkücüleri”nin de, “Nizâm-ı Âlem Ülkücüleri”nin de “kitapları”, rahmetli ARVASÎ HOCA’mızın, başta “Türk-İslâm Ülküsü” eseri olmak üzre; bütün eserleridir…

                  ARVASÎ HOCA’MIZ--ENİŞTESİ-İKİ DAYISI ve ERMENİ TERÖRÜ


Yukarıda zikredilen şekilde yazılmış olan “Türk-İslâm Ülküsü” isimli eserinde, Türkiye’mizdeki Ermeni-Rum Mezalimini, Ermeni-Rum Terörünü izâh ettiği “Kim Zalim, Kim Mazlum?”(1) başlıklı yazısında, şunları da ifâde etmekte:

“ Bugün, Ermeni ve Rum mezalimini tatmamış kaç Türk ailesi vardır? Bizi kan ve gözyaşları içinde harap ve perişan edenler, bugün dünyada mazlum rolü oynayarak değerli insanlarımızı öldürüyorlar, yalanlarla  insanları aldatıyorlar.
Ben, çocukken halamın, kocasının Ermenilerce nasıl dövüle dövüle  öldürüldüğünü, iki çocuğu ile birlikte nasıl sefalete düşürüldüğünü, kendisinden gözyaşları ile dinlemişimdir.

Üstelik bu Ermeniler, komşuları imiş ve “altınları nereye sakladın?” diye zulmederek kocası Ahmed Efendi’yi öldürmüşler.

Anam, gözyaşları ile , Ermenilerin nasıl iki erkek kardeşini öldürdüklerini, babası daha önceden ölmüş bulunduğundan annesi ile birlikte, dağ-taş demeden kaçıp yad ellere sığındıklarını bize anlatmıştı.

Babam, Rus işgali başlamak üzere iken , bir Ermeni komşularının kendilerine geldiğini, “sizin koyunlarınız ve sığırınız çoktur. Ruslar gelirse onları elinizden alır. Bu sebepten , bir komşu olarak, bana emanet edin. Sonra size iade ederim.” dediğini ve alıp gittikten sonra da inkâr ettiğini ve bu yüzden büyük açlığa ve sefalete düştüklerini ıstırapla anlatırdı.

Hangi Türk ailesine gitseniz, böyle yüzlerce gerçek hikâye dinleyeceksiniz.

Fakat, ne gariptir ki, mazlumlar, zâlim olarak tanıtılıyor.”(2)


VE TÜRKİYE’MİZDEKİ “RUMLAR NİYE KAÇTI?”-“KLİMANDROS” TEMSİLİ…

Yine 1970’li senelerde, dönemin “Ülkücü Gazetesi”, dönemin “Ülkücülerin Gazetesi”, “Daha Güzel, Daha Güçlü Türkiye Şiârı” ile “Eski Gümrük ve Tekel Bakanı”mız, “Ülkücü Şehid” rahmetli Gün SAZAK ‘İdaresi”nde ‘günlük periyotlar’lar, bütün vatan sathına yönelik neşredilen “HERGÜN Gazetesi”nin, ‘İkinci Sayfası’ndaki, “Türk-İslâm Ülküsü” isimli “sütun”un da, “köşesi”nde yayınlanan “Kim Zalim, Kim Mazlum?” başlıklı yazısının akabinde ise “Klimandros Neden Kaçtı?”(3) başlıklı yazısında ise- Ki, her  iki yazısının da, tahkik edilerek, hangi tarihte “Hergün Gazetesi”nde neşredildiği tesbit edilebilir-Türkiye’mizdeki “Klimandros” gibi bazı “Rumlar”ın, “Neden Türkiye’den Kaçtıkları?” da anlaşılabilir ve kavranabilir…

                   “KLİMANDROS NEDEN KAÇTI?”

“ Klimandros, Balıkesirli bir Rum adıdır. Asırlardan beri Balıkesir’de yaşayan zengin bir Rum ailesinin çocuğudur. Yüksek tahsilini Sorbon’da yapmış olan bu adam, Klemenso’nun  ve Venizelos’un sınıf arkadaşı imiş.Klimandros Türk İstiklâl Savaşı öncesine kadar Türkiye’de yaşamış ve daha İstiklâl Savaşımız başlamadan önce de, hem yurdumuzu, hem de asırlarca ailesi ile birlikte yaşadığı ve çok sevdiği Balıkesir’i terk edip gitmiştir.

Bütün bunları, o günleri çok iyi hatırlayan Balıkesir’li emekli öğretmen olan dostum, muhterem Abdullah Önsan Beyefendi’den dinlemiştim.  Bu değerli dostuma o zaman şöyle sormuştum:”- Peki, Klimandros, çok sevdiği Balıkesir’i neden terk edip gitti?”. Şu cevabı almıştım:

“Klimandros, okumuş, dünya görmüş bir adamdı. “Ben Türk’üm” derdi. Türkleri çok sever, onların dostluğuna çok değer verirdi. Hıristiyan ve Müslüman halkın bir arada ve barış içinde yaşamasını bütün varlığı ile desteklerdi. Müslüman Türklere bilfiil yardım eder, mektep, medrese ve cami yapılması için para verirdi. Hattâ , kendine ait, büyük bir arazi parçasını Türklere, bu hizmetler için hibe etmişti. Derken, Birinci Cihan savaşı patladı, yenildik…Vatanımız dört bir yandan işgal edilmeye başlandı. Yunan’lar İzmir’e çıktı ve bu arada Balıkesir de işgal edildi. Rumların önemli bir kısmı, başlarında “din adamları” olmak üzere bayram yapıyorlardı. Müslüman Türkler çok üzgündü. Bununla beraber, asırlarca komşu ve arkadaş olarak birlikte yaşadıkları Rumlardan pek fazla kötülük geleceğini de sanmıyorlardı. Abdullah Hoca şöyle devam etti:”- Fakat, yanıldığımızı, çok korkunç  şekilde gördük.Kısa bir zaman sonra zulüm, baskı, işkence ve öldürme olayları başladı. Aynı kunduracıda beraberce çıraklık yaptığımız Rum arkadaşım, gafil bir zamanımda, elindeki bıçağı boğazıma dayadı. Beni kesmek üzere iken çok zor kurtardım kendimi. Her gün  bir Türk genci kayboluyor ve cesedi ertesi gün “Çamlık”ta bulunuyordu. Can, mal ve ırz emniyeti kalmamıştı. İşte, bu sıralarda Yunan işgal kuvvetleri komutanı’nın Klimandros’u çağrttığını, artık Türk idaresine son verildiğini, idarenin Yunanlılara devredildiğini, artık her Rum gibi, Klimandros’un da hür olduğunu, eskiden korku belâsına yaptığı yardımları geri almanın zamanının geldiğini, onlara hibe ettiği araziyi de alarak Hıristiyan cemaate vermesi gerektiğini söylemiş olduğunu işittik.”
Abdullah Hoca, bu noktaya gelince, dayanamayarak sormuştum:”- Peki, Klimandros ne cevap vermiş?”

Abdullah Hoca, tane tane anlatmaya devam ederek şöyle demişti:”- Klimandros, mert adamdı. Orada söylediklerini, dışarıya da tekrarlamıştı. Klimandros, Yunan İşgal Kuvvetleri Komutanı’na şu cevabı vermiş: “- Benden Türklere hibe ettiğim toprağı geri almamı, onlara olan yardımlarımı ve alâkamı kesmemi istiyorsunuz. Ben bütün bunları kendi vicdanımın sesini duyarak yaptım. Ne kimse beni zorladı, ne de ben kimseden korktum. Türk Milleti, âlicenap bir millettir. Asırlardır beraber yaşadık. İyilikten, mertlikten başkasını görmedik. Onların zamanında hürriyet ve tam bir emniyet içinde yaşadık, zengin olduk. Avrupalarda tahsil yaptık. Bizi ne kıskandı, ne de mani oldular. Onlara ancak şükran borcum vardır. Bu millet, bana verdiklerini geri istemedi ki, ben ona verdiğim birkaç kuruşla, biraz toprağı geri alayım.”

Bunun üzerine komutan öfkelenmiş. Klimandros’u “Divan-ı Harbler” ile tehdit etmiş. Buna karşılık, Klimandros, şu cevabı vermiş: “-Türklere, hiç de lâyık olmadıkları halde zulmediyorsunuz. Ben bu milleti tanırım. Dostluğu da, düşmanlığı da muhteşemdir. Er geç vatanını sizin kanlı pençenizden kurtaracaktır. O zaman, yalnız siz değil, sizi alkışlamak gafletini gösterenler de buralarda barınamayacaklardır. Hattâ o zaman, bana dahi müsamaha edeceklerini sanmam. Bu sebepten burayı terk ediyorum.” Bu cevaptan sonra, Klimandros, üzülerek sevdiği Türkiye’yi ve Balıkesir’i bırakıp gitmiş.”(4)

NETİCE-İ KELAM:

Rahmetli ARVASÎ HOCA’mız, her ne kadar, “Doğu Anadalu Gerçeği”(5) isimli eseri ile de “Türkiye’de Ermeni-Rum Mezalimi”ni de, “Türkiye’de Ermeni-Rum Terörü”nü de, “çok faktörlü”, “ilmî usûllerle” izah etmeye de gayret etmişti.

Dönemin “Ülküdaşlarının Gazetesi”, “HERGÜN Gazetesi”nin, ikinci sayfasında, “Türk-İslâm Ülküsü” isimli ‘sütun’un da, ‘köşesi’nde, 1970’li senelerde yazdığı “Kim Zalim, Kim Mazlum” ve “Klimandros Neden Kaçtı?” başlıklı yazıları ile de; hem “aile efradı”nda, “akrabaları”nda,”iki dayısı” ile “halasının kocası”, “eniştesi”nin de, “Ermeni Mezalimi”ne, “Ermeni Terörü”ne marûz kaldıklarını da ifâde etmiştir.

“Balıkesirli Rum Klimandros” temsili ile, kimbilir nice “Rumlar”ın da, çok sevdikleri Türkiye’yi ve yaşadıkları diyârları terkedişlerinin de, belki “hakikî sebebi”ni de ifşâ etmiş bulunmaktadır.

“İstanbul Beyazsaray Çarşısı Türkmen Yayınevi”nde, “ikram ettiği ayranı “ ve “Allah(c.c.) seni muhafaza eylesin(âmin)” duâsını hâlâ unutamıyorum.

Kimbilir, belki de, bir “Rasulullah’ın Evlâdı”nın bu duâsı hürmeti yaşıyor ve muhafaza ediliyorum.

Rabbim, kabr-i şerifine nurlar yağdırsın.(Âmin)

El-Fatiha…

Terme, 27 Aralık 2019
İsmet GÜLTEKİN
Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci

Dip Notlar:
(*):  S. Ahmet Arvasî, “Türk-İslâm Ülküsü-I-II-III”,Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul , Aralık 2013
(1): S. Ahmet Arvasî, adı geçen eseri, “Kim Zalim, Kim Mazlum?”,s. 222,223
(2): S.Ahmet Arvasî, a.g.e., “Kim Zalim, Kim Mazlum?”,s.223
(3): S. Ahmet Arvasî,a.g.e.,”Klimandros Neden Kaçtı?”, s. 223,224,225
(4): S.Ahmet Arvasî, a.g.e.,”Klimandros Neden Kaçtı?”, s.223,224,225

(5): Seyyid Ahmed ARVASÎ,”Doğu Anadolu Gerçeği”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü(TKAE) Yayını,1. Baskı,1986,Ankara,

FATSA'DA BATIK-GÖMÜLÜ ŞEHİR

                   FATSA’DA BATIK-GÖMÜLÜ ŞEHİR



      Geçenlerde “Terme’de Batık-Gömülü Şehir”(1) ‘araştırma yazı”mda, “Amazonların Varlığına İman Edenler”in, hâli pür melâline dikkat çekmek istemiştim.

     Dayandıkları, mesnet gösterdikleri “kaynak”lara dayalı yazdıkları bir “hakikat” de vardı: “Allah(c.c.), Amazonları helâk etmişti…Yerin dibine batırmıştı…”

     “Muasır Paganist”çesine, “Çağdaş Putperest”cesine, “helâk edilmiş Amazonların varlığına iman etmiş” olan sözde ‘ Millî Aydınlar’, sözde “İslamî Aydınlar”, sözde “Türk” olanlar, sözde “Müslüman” olanlar; nasıl oluyorda meselâ binlerce seneyi aşan süredir “Horasan Alperenlerin Toprağı Terme”de, “Allah(c.c.) tarafından helâk edilmiş, yerin dibine batırılmış ‘Amazonlar’a, dayandıkları güya “kaynak”lara istinaden sahip çıkıyorlardı?

Hele de sadece “Terme İlçesi”nde değil; “Peygamberler Şehri Şanlıurfa” da bile “Amazonlar Arayan”; ‘Amerikan-İngiliz-Yunan ve Mason Zihniyetliler”in , hattâ “Moskof Zihniyetliler”in “etkisi”, “faktörü” aşikâr olduğu hâlde?

                      FATSA’DA BATIK-GÖMÜLÜ ŞEHİR


“ Çok eski devirlerden beri var olan Gaga Gölü’nün ne zaman ve nasıl oluştuğunu yörede hiç kimse bilmez. Kimilerine göre tarihi kesin olarak belli olmayan bir zamanda, bir heyelan boşluğu sonucu oluşmuştu. Kimilerine göre uygarlığın kıyısı bu güzel kentte bir zamanlar kışın buzları ve yazın kızgın kumları  birbirine katarak  dörtnala at koşturup, ta Terme’den buralara kadar gelen Amazonların yeryüzü toprağında yok oluşları sırasında olmuştu. Bir gece ansızın yer deprenmiş, gök deprenmişti. Uzun ve vahşi bir tarihin bir döneminde, kendi doğruları uğruna ulusların önünde yiğitçe dövüşen Amazonlar, Gaga Gölü’nün bu oluşumuyla sulara ve toprağın derinliklerine gömülüp yok olmuşlardı.”(2)

“Yer deprenmişti, gök deprenmişti…”

Ne demekti?

“Üç saniye” süren “deprem” ile, sadece ve sadece “üç saniye” süren “zelzele” ile ve “sularda boğularak”, “sel felâketi” ile  “yerin dibine”, “Fatsa Gaga Gölü”nün “dibine batırılan Amazonlar…”

Bakınız, o güzelim “edebî üslûbu” ile sadece “Terme”de değil; sadece “Fatsa”da değil; “Ünye” de de, hasılı, “Karadeniz Kıyısı”nda, “Karadeniz Sahili”nde “Amazonların Yaşadıklarına İman Edenler”, “Amazonların Varlığına İman Edenler”, “yerin deprenmesi, gök’ün deprenmesi” ile “Amazonların helâk edildikleri”ni şöyle izah ediyorlar:

“Sıcacık bir rüzgâr, asılmışmış bir gece, Terme’de Amazonların kulaklarına, Üç saniyelik bir ışık yapışmışmış rüzgârın ardına. Gerilmişmiş yer, geren kudretin elinde bir yay gibi. Sallanmış Terme, Fatsa ve Ünye daldaki yaprak gibi. Anlamışlar Amazonlar, yaratıldıkları topraklara geri döneceklerini.

Gecenin tam olgunluk noktasını yaşarken hepsi birden, Terme, Ünye ve Fatsa sallanmış derinden.

Takdir olunmuş  ve yürümüş Terme, Ünye ve Fatsa, her uçtan bir uca yılan gibi. Çalkalanmış Karadeniz,havuzda çalkalanan sular gibi. Bu depreşim ve sarsıntıyla Amazonlar ürpermiş ki ne ürpermiş. Her zamankinden  ayrı depreşmiş zaman ve çatlamış  apansız Terme, Ünye ve Fatsa topraklarının yüreği.

Zindan imiş bölgeye hâkim olan. Takdir olunmuş  ki yürümüş Fatsa, Ünye, Terme beyaz  köpüklü sulara doğru  bir dev gibi. Ardından yerleri yalamış ihtişamlı saraylar. Apışmış birden başını yastıklara koyanlar. Göklerin sarsılmazlığında bir sabah, acıdan bir resim  çizilmiş ki bütün bölge simsiyah…

Yüreklerinin köşesinde ne varsa yarına özge, bir şerit gibi kopmuş o müthiş titreşimle. Kendi diliyle konuşmuş o gece toprak. Nice mesajlar sunmuş  savaşçı Amazon kızlarına. Nimetlerle dolu bölge toprakları, nice bir ihtişamdan sonra o gece altına almış savaşçı Amazonları.

Terme yıkılmış, Ünye ve Fatsa yerle bir olmuş…”(3)


“TERME YIKILMIŞ, ÜNYE ve FATSA YERLE BİR OLMUŞ…”


O güzelim “edebî üslûp” dolu izahatlara devam edelim:

“Ne hazin…

Amazonları boğmuş Terme Çayı, Cüri Deresi, Bolaman Irmağı.

Yarılmış ve azgın bir yılan gibi yürümüş yer. Titremiş, kalbur gibi, sallanmış toprak üstündeki her şey.

Toprak ve su, gizem dolu güçten buyruk almışlar. Bir buyrukla Canik Dağları, sanki yerinden koparılmışlar. Gümbür gümbür Karadeniz’in mavi renkli, beyaz köpüklü sularıyla kucaklaşmışlar.

“Yürü!” emrini veren, toprağa, suya ve dağlara, ‘dünyanın bir masal olduğunu’ öğretmiş savaşçı Amazonlara…

Emrolunmuş ki sular, canavarlar gibi coşmuş. Ve Terme Çayı’nın, Cüri Deresi’nin, Bolaman Irmağı’nın damarı birden kopmuş…

Seslenmiş görünmeyen bir ses, kulaklara fısıltıyla:” İşte gelip giden bir nefes gibidir insanın ömrü. Ve bir bilinmez yazgının avuçlarındadır, bekler durur hep can evinde ruhu, ölümü.” diye söylenmiş.

Güneş ansızın ışıklarını toplayıp gitmiş, koca gökler çatırdamış, karanlık bir gecenin koynunda patlayan şimşeklerden çıkan ışınlar, mor dağları korkunç renklere boyamış. Ne denli ihtişamı yaşasa da Amazon soyu, onlar da tatmışlar kendilerini bekleyen bu acı sonu…

Bir buyruğun enkazına mağlup olarak görmüşler her şeyi. Böylece Amazonlar da fark etmiş ölüm gerçeğini.

Bir felâketmiş bu yakalandıkları ki kıyametten farksızmış.

Kara bulutlar, gökleri tutsak almış, şimşeklerin ateşi salkım salkım yeryüzüne dökülmüş. Öyle korkmuşlar, öyle korkmuşlar ki Amazonlar, adeta bedenlerinden yürekleri sökülmüş. Ağaçlar, secdeye gelip suları yalamışlar. Yağdıkça amansız yağmur, toprak gevşemiş. Ne varsa Fatsa’da, Ünye’de, Terme’de ölümcül yağmurun ve kasırganın elinde bir saman çöpü gibi sürüklenmiş. Ve bulanık suların altında kalan toprakla birlikte ne varsa Karadeniz’e gömülmüş.”(4)

              “KARADENİZ’E GÖMÜLEN AMAZONLAR…”


“Belâgatlı” izahatlara devam edelim:

“Nice Amazon kızları , soylu atlarıyla birlikte dalıp gittikleri sel sularının içinden çıktıklarında ağızlarından bulanık sular dökülmüş.

Kabaran Bolaman Irmağı, Cüri Deresi ve Terme Çayı, Amazonların üstlerine abanırken köpüklü dudaklarıyla korkunç bir dev gibiymiş. Köpek gibi kudurmuş, sabun gibi köpürmüş, güç toplayarak habire katmer katmer savaşçı Amazon kızlarının üstlerine yürümüş. Ne varsa bölgede dikili, saman çöpü gibi önüne katarak boylamış Karadeniz’i.

Su, bedenlerini bir kıyıdan diğerine, kurşun gibi ağır, yıldırım gibi güçlü çarpmış. Ne tutunacak bir dal bulabilmişler denizin içinde, ne ayaklarını basabilecek bir toprak, gecenin bu deminde.

Yıkılmışlar, azgın suyun, depreşen toprağın, biçen bir kasırganın korkunç gücüyle tırpanın önündeki buğday başakları gibi yerlere. Ve yenilgisiz savaşçı Amazonlar, hışımla patlayan yıldırımların şiddetinden İlâhî bir gücün karşısında, güçsüzlüklerini anlamışlar.

Onca kıyametin hışımla patlayan şiddetinden nice yürekler yerinden kopmuş. Nice canlar, yok olmuş. Ve Amazonlar, onca savaşlardan ve Truva düellosundan sonra kavuşmak için mutlu bir sabaha, yazık ki Karadeniz’in azgın dalgalarıyla boğulup gitmişler. Sırım boylu, deniz gözlü, uzun saçlı, atletik vücutlu bu savaşçı kızların gözlerine denizin köpüklü sularından ölü renkler inmiş. Deniz sakinleşip dinince her şey, salkımsöğütler gibi gölge düşürmüş mavi gözlü Amazonların güzelim sarı saçları üzerine.

Bir fırtına gibi dünyayı kasıp kavuran ve erkeksiz yaşayan savaşçı Amazonlar, görünmez, yüce bir güç önünde, güçsüzlüklerinin bilincine varmışlar. Bu hengâme içinde kendilerine sığınacak bir liman aramışlar. Yazık ki gayri sığınacakları bir liman yokmuş.

Güzeller güzeli yaralı yürekli ilk Amazon kraliçesi Hippolite’nin Terme köprüsü üstünde Herakles’le giriştikleri düelloyla Terme Çayı’nda boğuluşundan sonra yönetime getirilen Simenita adına denize yakın, uçsuz bucaksız bir alanda kurulan  kent, Amazonlarla birlikte yerin dibine göçmüş. Nice emekle, nice bir zamanda kurulan kent, içini dolduran sularla bir uçsuz bucaksız göl olmuş.”(5)

                        HA “SİMENİT GÖLÜ”, HA “GAGA GÖLÜ”


“İşte aynı anda Gaga Gölü çevresinde seferde bulunan Amazonların bir kısmı da buralarda at sırtında talim yapıyormuş. Aynı felâket, onları da burada vurmuş. Derler ki işte Fatsa’nın Yassıtaş köyü sınırları içindeki bu Gaga Gölü ta o tarihte oluşmuş.

Terme kasabası içinde yaktıkları ateşin koru, bir yanda Terme toprakları içinde yer alan Simenit Gölü sularıyla, bir yanda Fatsa toprakları içinde yer alan Gaga Gölü sularıyla birden sönüvermiş. Üç saniye içinde Simenit toprakları ile Gaga Gölü toprakları sulara gömülmüş. Artık orası suların biriktiği, yüreği sırlarla dolu bir ünlü göl olmuş.

Nice bir zaman sonra çevresinde dev boyuna ulaşan kamışlar bitmiş.

Bunca asır, hâlâ gizemiyle , ünüyle Simenit Gölü bulanık sularıyla, Gaga Gölü duru sularıyla Amazonları koynunda saklıyormuş…

Simenit ve Gaga Gölleri, Amazonların sırlarını eteklerine bohçalayıp onları yeraltına gizlemiş. Ve yine derler ki bu savaşçı kızlar , tarihin nice  bir zaman ötesinde tekrar dirilecek, eski ihtişamlarını yaşayacaklarmış.

Aradan nice çağlar geçince , bugün Amazonları taşıyan atların toynak izleri Terme, Ünye ve Fatsa toprağından silinip gitmiş.

Amazonların o hazin, o sır dolu yürekleri, şimdi üstünde boy atan yaban otlarının  altına dürülmüş, o günden bu güne, bu kilidi açacak gizem ve sihir yüklü bir anahtar aranıyormuş…

Derler ki Terme ile Fatsa’nın en yücesi Keltepe ve Keriştepe arasındaki Kırk Kızlar Mezarlığında gömülü kırk kahraman Amazon, gecenin karanlık koynuna, ay doğuncaya dek mezarlarından kendi güzelliklerine denk ışıklar saçarmış. Ay doğduktan sonra sabah güneşinin kızıllığı Karadeniz’i kızıla boyayıncaya kadar gömülü kentin üstündeki Simenit Gölü’yle Gaga Gölü’ne doğru zılgıtlar çeker, savaş çığlıkları atarlarmış. Ve yine derler ki aynı anda, aralarında  at sırtında bir günlük mesafede bulunan  bu iki gölün  sularından kırk at, santurlar gibi suyun yüzüne çıkıp Kırk Kızların zılgıtları son buluncaya kadar gölün üstünde  yıldırım hızıyla tam kırk tur atarlarmış. Güneş, bir mızrak boyu yükseldikten  sonra sulara dalıp gözlerden kaybolurlarmış..

Gaga Gölü, Bolaman ırmağı ile batısındaki Yassıtaş köyü arasında yaslandığı dağın mavi gözü gibidir.

Göl, toprağın karakterine uygun girintili çıkıntılı bir yüzey oluşturur. İlk zamanlarda bu yüzey üstünde irili ufaklı birçok göl oluşmuş, ancak şimdilerde kuruduğu  söylenmektedir.
Kimileri bu Gaga Gölü’nün , heyelan sonucu oluşan enkaz seti bir göl olduğunu söylerler. Heyelan kütlesinin önünde topuk kısmı ile karşısında bulunan yapısal bir yükselti arasında kalan çukurluğun sularla dolması sonucu oluşmuştur derler. Hiçbir akarsu ile beslenmeyen  Gaga Gölü’nün derinliği yer yer on ile yirmi beş metre arasındadır.

Gölün  tam orta yerinde kamışlarla kaplı küçük bir adacık vardır ki onun da masalımsı  bir öyküsü söylenip durulur kıssahanların dillerinde.

Birbirlerini çok seven bir kızla bir delikanlı , kız babasının hışmından kaçarak günler süren bir yolculuktan sonra bu gölün kenarına kadar gelmişler. Kimseciklere görünmemek için gölün kenarındaki kamışlıkların içine saklanmışlar. Yorgunluklarından bir uyumuşlar, bir uyumuşlar ki tam üç gün üç gece sonra kendilerine gelebilmişler.  Uyandıklarınlarında bir balıkçı, küçücük teknesiyle hayran hayran onların sarmaş dolaş olup uyuyuşlarını seyrediyormuş. “(6)


“Belâgat” dolu izahatlar, sadece “Simenit Gölü”nün; sadece “Gaga Gölü”nün ‘hakikati’ni; sadece “Terme’deki Batık-Gömülü Şehir”; sadece “Fatsa’daki Batık-Gömülü Şehir”i değil; “Karadeniz Kıyısında Yaşadıklarına İman Ettikleri Amazonlar”ın; “Karadeniz Sahilinde Yaşadıklarına İman Ettikleri Amazonlar”ın; “Terme”de, “Fatsa”da, hattâ “Ünye”de,sadece ”üç saniye süren,” hem “deprem-zelzele” ile hem de “sular altında”, “sel felâketi ile boğularak”, “yerin dibine geçirildikleri” ve âdeta “hakikî güç”ün “kimde?” olduğunun hatırlatılmasından sonraki “izahatlar”; “Fatsa Gaga Gölü’nün Ortasındaki ‘Adacık’ın Oluşumu”nun izahı ile sonlanıyor…(7)

                  NETİCE-İ KELAM:

Belki de, hâlen, sadece “Samsun Coğrafyası”nda değil; belki de bütün Türkiye sathında, “Amazonların Varlığına İman Edenler”in de  dayandığı, mesnet aldığı “kaynak”ların hepsi ‘elinin altında’ olan; “İlahiyatçı-Edebiyatçı- Yazar”ımız da; “Amazonlar: Helâk Edilen Bir Kavim”di ‘hakikat’ini de ‘deklare’ de etmiş oluyor…

“Terme’de Batık-Gömülü Şehir”(8) ‘Araştırma Yazı’mızda ve bu ‘Araştırma Yazı’mızda da ortaya koyduğumuz üzre; “Rabb’ül Âleminin Helâk Ettiği Bir Kavim Olan Amazonlar” üzerinden neler yapılmak isteniliyor?

“Fatsa’da Batık-Gömülü Şehir”deki “Gaga Gölü” ise günümüzde, “kano sporu”, “kano gezileri” ile “doğal sit alanı” ile “deniz bisikleti turları” ile “saz bitkileri ile çevrili” ‘ seksen bin metre kare yüzölçümü” ile içindeki “sazan balıkları” ile bazı “su bitkileri” ile “koruma amaçlı imar planı” ile “gölün etrafındaki bir tane tesis” ile “turizm merkezi” yapılmaya çalışılıyor.(8)

“Allah(c.c.)’ın helâk ettiği Amazonlar”dan geriye ise;  “bir kemik parçası bile” kalmadı…
Terme, 22 Aralık 2019
İsmet GÜLTEKİN
Araştırmacı-Yazar ve Eğitim

Dip Notlar:
(1): İsmet GÜLTEKİN, “Terme’de Batık-Gömülü Şehir”, Terme Birlik MEFKÛRE(blog), 14 Aralık 2019
(2): Baha Rahmi ÖZEN, “HEKİMOĞLU Efsanesi”-Biyografik Roman-,Hayat Yayınları:448, İstanbul 2013, s.77
(3): Baha Rahmi ÖZEN, adı geçen eser, s.78
(4): Baha Rahmi ÖZEN, adı geçen eser, s.79
(5): Baha Rahmi ÖZEN, adı geçen eser, s.80
(6): B.R.ÖZEN,a.g.e., s.81-82
(7): B.R. ÖZEN, a.g.e., s.82-83

(8): yassitas.com, yeniakit.com.tr,Karadeniz.gov.tr,trthaber.com(16 Nisan 2019), azbibak.com(16 Nisan 2019), fatsa.gov.tr , tripodvisor.com.tr,hurriyet.com.tr(18 Nisan 2019)(Gaga Gölü diye yazdığımızda “google”dan çıkanlar…)

20 Aralık 2019 Cuma

"MİLLÎ GÖRÜŞÇÜLER", "NURCU" ŞEMSEDDİN ÇAKIR'I DA SÜRGÜN ETMİŞLERDİ...

"MİLLÎ GÖRÜŞÇÜLER",
"NURCU" ŞEMSEDDİN ÇAKIR'I DA, SÜRGÜN ETMİŞLERDİ...

Günlerdir "ajandalarım"ı nizamsız kütüphanemden aradım,buldum ve de aşağıda yazacağım, bizatihi şahsıma anlatılan "acı hatıra notu"nu aradım durdum, desem yeridir.
Çünkü "bildiklerinizi yazıya geçirin", "Peygamberler Başbuğu" Rasûlullah Efendimizin(s.a.v.) de emri...
Velâkin "yazıya aktardığım hatıra notu"nu, bir türlü bulamadım.
Sonunda "hafızamda kaldığı kadarı ile yazmaya" karar verdim.
"İnanmıyorsanız araştırın!" derler ya.
Sizler de yazacaklarıma "inanmıyorsanız";"dijital çağ" da, "bir tık kolaylığı" ile de "Nurcu Şemseddin ÇAKIR"a ulaşabilir daha da tafsilatlı bir şekilde "sağlaması"nı,"teyidi"ni yapabilirsiniz...
"Kendi isteğim ile" "Peygamberler Şehri Şanlıurfa İl Merkezi"ni "tercih" ettiğim ikibinli seneler...
"Demokrat Nurcular" diye de bilinen "Yeni ASYA Gazetesi Ekolü"ne,"Kutlular Cemaati"ne ait,ya "Eyyübiye'deki Nizamiye Medresesi" olsa gerek; ya da "Asrın Merdumgirizi" de olan merhum Bediüzzaman'ın "Refik-i Âla"ya,"En Yüce Dosta" kavuştuğu "otel bitişiği"deki "Kızılay Dersanesi" olsa gerek; "Abiler Abisı " "Şemseddin ÇAKIR Abi", benimle "özel bir hatırası"nı paylaştı.
1970'li senelerde;"Terme Ortaokulu"nda,"Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi"derslerimize de girdiği, Terme'mizde öğretmenlik yaptığı seneler...
Ve yine bir "Risale-i Nur Talebesi","Demokrat Nurcu" olarak da, Terme'mizdeki "Nur Dershaneleri"nde,""İ'lây-ı Kelimetullah Dâvâsı"na da hâdimliķ yaptığı-hâlen de yapmakta- seneler....
Biliyor musunuz, "Terme Tarihi"nde,"Terme'den Sürgün edilen";"Terme'den Nefy Edilen"; "Pardon";"hizmetin gereği yeri değiştirilen", toplamda,"üç-beş şahsiyet"ten biri de, aslen "Ordulu" olan ve "Terme Eşrafı"ndan "Kamburlar"ın damadı olan Şemseddin ÇAKIR'dır...
Günümüzde "Niyazi Hoca" diye bilinen; bir "cemaat başı" veya bir "tarikat pîri" olmaktan öte, sadece "İslâm Âlimi"kıvamında olan, hâlen emekli de olsa,"Terme Yavuz Selim Vakfı"nda hâdimliğine devam eden "Terme Kasapoğulları İslam Cumhuriyeti Müslümanlarının Lideri","Trabzonlu Niyazi KASAPOĞLU..."
"Ülkücü Alperenler"ce,"içtenlikle" , şöyle göğsünü gere gere,"Ulu Hakan"vâri,"-Unutmayınız ki ben de Türk'üm" diyemediğinden;"içtenlikle ısınamadıkları" bir "İslâm Âlimi..."
"Niyazi Hoca"mızın, 1970'li yıllar Terme'sinde,"Erbakan Hareketi"ni,"Millî Görüş Hareketi"ni de "omuzladığı" seneler de olsa gerek...
Kaldı ki, anlayabildiğimiz ve kavrayabildiğimiz kadarı ile de;hâlen de",iki cümlesinden biri" derler ya,"Erbakan Hoca" olan bir "İslam Âlimi Şahsiyeti"ni de devam ettiriyor...
Ve "siyasî tarihi"mizde, bu yazının kapasitesini aşacak muhtelif sebeplerden dolayı; bir türlü 'yıldızları barışmayan","Millî Görüşçüler" ve "Şehid Menderes-Demirel Çizgisi"ndeki, Türkiye'mizdeki "Demokratlar" "Demokrat Nurcular","Demokrat Partililer..."
Artık şu an hatırlayamadığım bir "sebep" sonrası;"Niyazi Hoca Mahreçli" 'şikayet" edilen "Öğretmen Şemseddin ÇAKIR", "Eşraf bir ailenin damadı olma nüfuzunu" da kullanmak istemez ve netice de "hizmetin gereği" olarak "yeri değiştirilir";Terme'mizden "nefy edilir","sürgün" edilir...
NETİCE:
"-Hacı! Gerçekler acı!"derler ya, o misâl..
Bu "özel hatıra notu"nun ehemmiyeti yüksek.
Baksanıza, son günlerde,"Türkiye'miz Gündemi" ni kaplayan;"afedersiniz","hâşâ","Dolandırıcı DAVUTOĞLU Vakıası"na;"Eski Başbakanımız Ahmet DAVUTOĞLU" "tu kaka"lığına...
Ve 1970'li senelerde, Terme'mizde, "Millî Görüşçüler"in "Nurcu" Şemseddin ÇAKIR' a yaptıkları "zulme..."

Salıpazarı, 20 Aralık 2019
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com
Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci

14 Aralık 2019 Cumartesi

"VURUN KAHPEYE" ZİHNİYETİ ve "YOBAZ"LIĞIN İLÂCI NEYDİ?

"VURUN KAHPEYE" ZİHNİYETİ
                    ve
"YOBAZ"LIĞIN İLÂCI NEYDİ?

Bilhassa son yirmi senede,"Türkiye Müslümanları" na bir hâl olmaya başladı.
Âdeta "basiretleri" bağlandı.
Adına,'kitabın ortası'ndan;"Materyalistleşmek" denilmiyor da;"abdestli kapitalizm","dünyevîleşme" de diyorlar.
Adı hakkında çok sayıda acı ve katı hakikatlerin olduğu mevcut siyasî irade eli ile âdeta bütün "Türkiye Müslümanları"nın "absürtleri kaydırıldı","mafsalları gevşetildi...:
"Türkiye Nakşibendileri","Türkiye Halvetileri","Türkiye Nurcuları" demiyorum, demek istemiyorum;topyekûn bütün meşrebleri vesaireleri ile "Türkiye Müslümanları" diyorum...
Kaldı ki,"Türkiye Nakşibendileri" hakkında da; hem "Denizli Mahreçli"; hem "Menzil Mahreçli"; hem de "-Biz İmam-ı Rabbani Kolundan geliyoruz" diyen "Silistre Mahreçli" 'Nakşibendiler' hakkında da, hiç iyi "duyumlar" da almıyorum.
Kaldı ki;"Türkiye Nurcuları" ki başındaki źat hem "Nakşi", hem "Kadirî" idi; hakkında da hiç iyi "duyumlar" almıyorum.
Nasıl "iyi duyumlar" alayım ki?
"Bağırlarından ikinci Haşhaşîler" fışkırmış.
Nasıl "iyi duyumlar" alayım ki?
"İktidarlar-muktedirlerden ne istedilerse almışlar?"
Rahmetli "Bediüzzamanları","iktidarlardan-muktedirlerden","kendini düşünerek"ten mi istemişti?
Yoksa "Kadim Millet Türkler"le özdeşleşmiş "Çınar Ağaçları" gibi;"asırlar sonrasını düşünerek"ten "Medresetüz Zehra Projesi" ni uygulamak için mi istemişti?
Daha doğru dürüst "Amerikan Projesi-Batı Projesi Fetullahçılar Vakıası"nı bile "Türkiye'mizin En Vatansever Bölgesi" de denilen "Karadeniz Bölgemiz" de bile "zamanında anlayamayan","zamanında kavrayamayan" ve neticede "zamanında direnemeyen" "Karadenizli Müslümanlar", "Türkiye Müslümanları";"Of İslam Cumhuriyeti Müslümanları", "Terme Katarlar Cumhuriyeti Müslümanları","Terme Kasapoğulları Cumhuriyeti Müslümanları" vesaire...
Bırakınız "İkinci Haşhaşiler","Türkiye'mizin Keldanîleri" mes'elesini "zamanında anlamayı","zamanında kavramayı" ve zamanında direnebilmeyi"; ya "Terme Kasapoğulları Cumhuriyeti Müslümanları" gibi "10 Muharrem"lerde,"omuz omuza aşurâ" dağıtmışlar; ya da "Terme Akbulutlar İslam Cumhuriyeti Müslümanları" gibi, senelerce "Kutlu Doğum Projesinin Uygulayıcıları" olmuşlar; ya da "Terme Kutlular İslam Cumhuriyeti Müslümanları/Nurcuları" gibi,"avratları sohbetlerine" katılmışlar...
"Terme Akyüzler İslam Cumhuriyeti Müslümanları" gibi de, kimileri "firar" ettikleri "Gürcistan"tan;"eski işyerleri"ni daha da "kazançlı" hâle getirmişler...
"İSLÂM ANAYASASI"-"İSLÂM DEVLETİ"

Geçenlerde,hafta sonunda,"Şu TV5' i bir seyredeyim" dedim ve "internet"ten "Mihenk Taşı"nı seyretmemle birlikte "işitme duyu organıma" öyle bir taarruz da başladı ki;"işitme duyu organım, âdeta "İslam Devleti" söylemleri ile yıkıldı...
Ki "yaşadığım diyar",bir zamanlar "uyuşturucu baronları"nın "kitap arası paralalar" dağıtarak da "Müslümanları aldattığı, kandırdığı bir diyâr"dı da...
"Nasranîler"in "Hz.İsa Aleyhisselam'ın doğum gününü kutlamaları"na, "Noel Çılgınlıkları" na, böyle bir "diyâr"ın; böyle "İslam Cumhuriyetli Müslümanları", böyle "tepkiler" de vermeye başladılar.
"Terme Belediyesi Otobüs Durakları"na, âdeta "haram yol ile" yapıştırdıkları ilânlarla,âdeta "topyekûn cihada davet" ediyorlar...
Senelerden beri "Uyduruk Tarih Mesnedi" ile "Alternatif Yılbaşı Programları" yapan "Millî Görüş Zihniyetliler","Anadolu Gençlik Derneği" 'Müslümanları gibi...
Geçen aylarda "Fıkıh'tan Hukuk'a-Türkiye'nin Hukuk Serüveni" isimli "Yozgat'ın Kuzusu" dedikleri adamın kitabını okuduğumda öğrenmiştim:
"1- Osmanlılar dediğimiz ecdadımız;"İslam Devleti" dedikleri devletimiz döneminde bile "çatır çatır" faiz yenmişti...
2- Prof.Dr.Ahmet AKGÜNDÜZLER bile "İslam Anayasası" hazırlamışlardı."
Çünkü zikredilen "tür Cumhuriyeti Müslümanları"nca da;"Kur'an Anayasa" idi...
Öyle ya "Osmanlı Kanunnameleri" de hattâ "Mecelle" de ne oluyordu öyle?
Ha keza "İslam Devleti" vesaire...
E "mübarekler", kaç defa "ülke yönettiniz?" Belki hâlâ da " Görüş"ünüz ile " ülke yönetiyorsunuz..."
Niye "faiz düzeni" ni "sonlandırıp da","adil düzen"inizi bir türlü kuramıyorsunuz?
ELHASIL:
"Dış Güçler" mefhumunu alaya alanlardan değilim.
"Fetullahçılar Vakıası"n da "Dış Güçler" yok muydu?
Senelerdir "üstat tarihçi" dedikleri ile "Dış Güçler", nesillerimizi "yamultmadı mı?"
"İktidarları Muktedirleri" ,tâ seneler öncesinden "Kemalizm'in Yeşil Rengi" ile "Gülenizm'in Kara Rengi" ile "boyanmamış mıydı? "
"Türkiye Müslümanları" nın;"Nasranîler"ın "Yılbaşı Kutlamaları"na,"Uyduruk kaydırık", âdeta "paçozca siyasî tepkiler" vermelerini "içime sindiremiyorum..."
Daha geçenlere "Ramazan";"Şalvar sünnet-i seniyye bile değil" diye yazdığında;"Maarif-Der" olarak; niye "tepki" vermediniz?
"Hane-i Saadet"lerinizde,"1 Muharrem"ler bile, çok mu "Müslümanca" yâd ediliyor ki?
"Plastik kaplar","bidonlar","variller","tenekeler"
"Vurun Kahpeye"
"Ya fert, ya Allah(c.c.)

Salıpazarı,11 Aralık 2019
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com
Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci

ARTIK "TERME İLÇESİ"NDEN DE TREN GEÇECEK...

"ULU HAKAN"DAN SONRA,"ULU ÖNDER"İN DE MEFKÛRELERİ GERÇEKLEŞTİRİLİYOR...
* ARTIK "TERME İLÇESİ"NDEN DE "TREN" GEÇECEK...

*ÇARŞAMBA-TERME-ÜNYE-FATSA TREN İHALESİ 25 ARALIK 2019’DA YAPILACAK…
*NEREDEYSE ASIRLIK RÜYALAR GERÇEKLEŞTİRİLİYOR...

"ÜLKÜCÜ HAREKET"İN 'PERİŞAN' HÂLİNE NEŞTER VURABİLME CEHDİ

* "TEFEKKÜR"EDİLMESİ ,"MÜNAZARA" ve "MÜTALA" EDİLMESİ ELZEM BİR YAZI...
* ÂDETA "NE OLACAK BU 'ÜLKÜCÜ HAREKET"İN(MHP+İYİ PARTİ+BBP) PERİŞAN HÂLİ?" DEDİRTİYOR...
CÂHİLİYYE ÇEMBERİNİ ve BİZİ KUŞATMIŞ OLAN FASİD DUVARLARI NASIL YIKARIZ ?(*)

Bir büyük nüfus kitlesi düşünün ki; biat ettiği siyâsî partiyi, peşine takıldığı ideolojiyi, kendine öncü, başkan, lider, rehber... olarak gördüklerini hiç sorgulamıyor, nasıl bir talimat verilirse verilsin tıpış tıpış ona uyuyor ve gereğini yapıyor. İşte ana çıkmazımız ve temel sorunumuz da burada yatıyor. “Gözlerimi kaparım, emredileni sorgusuzca yaparım. Lidere sadakat şereftir.” Ya da : Hitler tortusu olan ve dikey bir emir komuta zinciri : “LİDER- TEŞKİLAT- DOKTRİN“ tipi yapılanmaya karşı çıkanın hâin veya ihânet eden damgasını yediği bir teşkilatçılık anlayış ve terbiyesi. Böylesi Mankurtlaşma, ideolojik makinalaşma, ya da; Hasan Sabbah’ın haşhaş yağı yutturduğu Haşhaşîleri gibi kimlik ve karakter yapısı içindekilerin sanat, sinema, fikir, kitap gibi güzelliklerin semtine bile yaklaşmaları mümkün olabilir mi ? Belki, içine yuvarlandıkları kör taassubu, daha da mukavim hâle getirmeye yönelik kitap, san’at etkinliği, tiyatro ve sinema gibi kavram ve kurumlara şöyle bir uğrayabilirler ya da götürülebilirler.
Bir kaç gün önce okudum ve çok üzüldüm. Ülkücü sanatçı Ahmet Şafak’ın 4 Ekimde gösterime giren “Kuşatma” filmi 4. haftasını 40 seyirci ile kapatarak vizyondan inmiş. 4 haftalık toplam seyirci sayısı 19.900’da kalarak hayâl kırıklığı yaratmış.
Kuşatma’nın arkasında kurumsal kimliği ile MHP durmasına rağmen sonucu güzelleştirmek için yeterli gayret gösterilmediği âşikâr değil mi ? MHP’nin sadece teşkilat yöneticileri eşleri ile beraber bu filme gitselerdi bile 50.000 seyirci olurdu. Demek ki; hiç bir emek ve hiç bir gayret, gâyesi ne kadar ulvî olursa olsun kimsenin umurunda bile değil. Bugün maalesef, siyâsî yelpazenin bütün renkleri ne olursa olsun, ucunda ve sonunda rant yoksa, o gayret yeterince taraftar bulamıyor. Ya da; bu korkunç materyalist sabitleşme nereye kadar gidecek ?!
Fakülte yıllarımda idi; merhum B.Ecevit, Ülkücü gençler için : “ Bu çocukların aslında tümü de mâsum ve ma’dur. Çünkü, tümüne yakını lümpen proleterya..” demişti de ne kadar sinirlenmiş ve küfretmiştik. Gerçekten de Ülkücü Hareket’in kitap okuyucusu yoktu yada çok azdı. San’at vasıflı sinema seyircisi yoktu, tiyatrosu yoktu, edebiyat dergisi yoktu. Yani; yok oğlu yoktu.!.. Olanlar ise “yok”a yakındı ve çok az satabiliyordu. Çünkü, fikir ve san’at adamlarına karşı “sakıncalı piyade” yaklaşımı ile yaklaşılıyordu. Ülkücü kitlelerin tavanı da tabanı da sorgulama kültüründen hoşlanmazdı ve şimdilerde hoşlanıp hoşlanmadıklarının takdirini de size bırakıyorum. TabiI ki, şu an; taban da tavan da 3’e ayrıldı. Zaten bu işler artık Başbuğ’un mezarı başında selfi yapmakla, “Gurd başı” yapmakla yürümüyor. Çünkü, bugün; sloganların hapsinden çıkarak Milletin ne istediğini çok iyi tahlil etme günü... Çağımızın gereklerini ve şartlarını kavramak zorundayız. Yaklaşımımız, ürkütmeden ve medenîce olmak zorundadır. Medenî (muâsır) olmanın ölçüsü ise ; ilim, kültür, san’at, estetik, görgüdür. İslami bilgi bakımından ise; Mızraklı İlmihal seviyesini aşamamak, Bedevilerin şalvar, sarık, mintan kültürünü yaşamak ve yaşatmakla da İslamî Hassasiyet olamaz. Sosyoloji, ilm-i hikmet (felsefe) ve tarih bilgisi sıfıra yakın. Aslı bize ait olan Batıyı şahlandırmış nice ilim dalları ise, tam mânâsı ile “nanay”! Bol miktarda imam ve hâfız yetiştirmek, Millet ve İslam düşmanları ile mücadele etmeye yetmiyor. Ayrıca; yetiştirdiğimiz hâfız ve imamlarımız ve bunların irşad eksenindeki cemaat ve mü'minler Mâûn Sûresinde izah edilen namazın hakkını vermiyorsa, sonuç daha da facia oluyor. Başörtülü kızlarımız vücut hatlarını cömertçe sergiliyor, içlerindekinin rengini bile gösteren ince tayt giyerek ve bu kıyâfetler ile düğünlerde Mezdeke’yi herkesten daha iyi oynayarak İslâmcılık olmuyor ve hattâ en ağır tahribatı bunlar yapmış oluyorlar. Hemi de, bu değerler uğruna harcanmış nice hayatlara azap ve işkence vererek... Mücahitlikten müteahhitliğe geçtikten sonra yaptıkları AVM'lere, toplu konutlara Next Level, Kemer Country Rezidans, My Village, Atlantis, Terrace Mix, Larus Loft, Kuzu Effekt, Vantage, Sky City, Venüs City..gibi.. isimleri koyanlar "Gavurlaşıyoruz" diye de dert yanmamalıdır.
Kısacası : Ülkücülüğümüzde (idealizmimizde)ve İslâmî hassasiyetlerimizde samîmi isek ve samîmiyetle sağlam temellere oturtmak istiyorsak; ehilleşmemişlikten, varoşluktan, Lümpenlikten ve sonradan görmelikten hızla uzaklaşmalıyız.

(*):Servet ASLANER, www.merzifonpusula.com, 06.12.2019