14 Eylül 2020 Pazartesi

NECDET SEVİNÇ, "ÜLKÜCÜ HAREKET"İN 'PROVOKATÖRÜ' MÜ İDİ?NECDET SEVİNÇ, "ÜLKÜCÜ HAREKET"İN "PROVOKATÖR"Ü" MÜ İDİ? "Gaziantep Vilâyeti"mizden "4 Aylık Periyotlu", "Kimbilir belki bu tekkeye uğrarsın?" 'spot'lu, "Tarih,Kültür ve Düşünce Dergisi" "Çelebi Dergisi" neşredilmeye başlandı. "İlk Sayısı", "Nisan 2020" tarihli sayısı, rahmetli "Necdet SEVİNÇ Özel Sayısı" denilebilecek vasıfta hazırlanmış. "Azmin ve Mücadelenin Nişânesi: NECDET SEVİNÇ" "Kapak Konu" lu "Çelebi Dergisi"nin "ilk sayısı"ndan çok istifade ettim. Dönemin "Efsanevî Gazetesi", "Hergün Gazetesi"nde de, âdeta bir "Başyazar" gibi yazıları neşredilmiş rahmetli Necdet SEVİNÇ hakkında çok yeni bilgiler de öğrendim. Meselâ, "Ordular, Masonlar, Komünistler" isimli bir "kitab"ının varlığından tutun da; "1970'li Yılların Hapishane Hayatı Hatıraları"ndan meydana gelen "Acının Tadı" isimli bir "kitab"ının da varlığına kadar... Hattâ "Doğduğu Topraklara Vefâ Borcu"nu ifâ ettiğini de ispatlayan "Gaziantep'de Türk Boyları" isimli "kitab"ının varlığına kadar... "Çelebi Dergisi"ndeki "MHP Kırşehir Eski İl Başkanı" Metin TURHAN'ın ilgili yazısından da öğreniyoruz ki; rahmetli "Necdet SEVİNÇ, iki defa silahlı saldırıya uğradı...Hakkında en çok "dâvâ açılan" Ülkücü Yazar'dı...12 Eylül öncesi ve sonrası ile toplam 5(beş) yıl cezaevlerinde yattı..."(1) "Bir fikir hareketini yürütmek, Cenab-ı Hakk'tan başka kimsenin önünde eğilmemeyi, Allah'tan başka kimseden korkmamayı, dünya ile ilgili arzu ve ihtiyaçlara tenezzül etmemeyi gerektirir. Bir fikir adamı, insanı nerede, ne zaman , hangi şartlarda yakalanacağı bilinmeyen ve belki de hayat boyu sürecek bela ve felaketleri, yolun başında kabullenip,sonsuz bir tevekkülle Yaradan'a bağlanmalıydı."(2) "Yazdı: Okuldan atıldı.. Yazdı: 264 yıl mahrumiyetini istediler... Yazdı: 130 yıl "Sürgün edilsin" dediler... Yazdı: Kurşunladılar... Yazdı: Bıçakladılar... Yazdı: Kelepçe vurdular... Yine yazdı..."(3) Evet, rahmetli Necdet SEVİNÇ, "İlhan DARENDELİOĞLU, İsmail GERÇEKSÖZ, Kemal Fedaî ÇOŞKUNER, Erdoğan HANÇERLİOĞLU, Yahya AKTAŞ ve Cengiz AKYILDIZ" vâri "Ülkücü Şehid Gazetecilerimiz"den olamadı amma çok çileler, "fikir çileleri" de dahil çettiğini de daha iyi anlıyor ve kavrıyoruz. Rahmetli Necdet SEVİNÇ'in, "Ülkücü Hareket"in "Dargın Bozkurtlar Ekolü"nden; rahmetli "Hüseyin Nihal ATSIZ Ekolü"nden de olduğunu, geçen aylarda "yayınını sonlandıran","kapanan", "Ortadoğu Gazetesi"nin de "Başyazar"lığını da yaptığını da öğreniyoruz.(4) Ve rahmetli Necdet SEVİNÇ hakkında, "Samsun-Terme Boyutu" ile de ilgili çok önemli bir malumat ta, çok önemli bir "veri", "done", "bilgi" de öğreniyoruz. O bilgi de şu:"Ülkücü Hareket"in 'Tarihi'nde olduğu kadar, "Terme Ülkücü Hareket'in Tarihi"nde de, neticeten "kalıcı izler" de bırakmış olan "Ülkücü İş Adamı" Lokman KONDAKÇI'nın "film şirketinden sigortası yatarak ancak emeklilik hakkını elde edebildiğidir." Yani "mesleği olan gazetecilikten" değil de,Termeli "Ülkücü İş Adamı" Lokman KONDAKÇI'nın "film şirketinden sigortası yatarak..."(5) NECDET SEVİNÇ "ÜLKÜCÜ HAREKET"İN "PROVOKATÖRÜ" MÜ İDİ? Hele "Çelebi Dergisi"nin "Necdet Sevinç'le İki Yıl..."(6) başlıklı yazıyı da okuyunca, hafakanlarım daha da çoğaldı. Bir zamanlar rahmetli Ispartalı "Iktisatçı" Prof.Dr.Aydın YALÇIN'ın öncülüğünde "haftalık periyotlu" "Yeni FORUM Dergisi" vesilesi ile birbirimizi çok yakînen de tanıdığımız, "Akranlarımdan" diyebileceğim "Fikir-Düşünce Adamı" Şevket Adnan ŞENEL'in zikredilen yazısı, rahmetli Necdet SEVİNÇ ile âdeta "ru be ru"/"yüz yüze" yaşadığı hatıra yazısı sonrası; "Ülkücü Hareket'in Provokatörü" Nasıl Olabilir ki?" dedirtti. Neredeyse "internet"ten "sipariş" ile zamanında edindiğim "Çelebi Dergisi" sonrası; geçen sene "Tarihinin En Büyük Sel Felâketi"ni de yaşamış olan "Şehr-i Terme"deki "Sel Felâketi" sebebi ile âdeta bir "depo" da "sel mağduru kütüphanem"den; "40 senelik harçlıklarımla oluşturduğum heder olmuş kütüphanemdeki kitaplar" arasından, "Dökumanter Bir Çalışma" olan Hakkı ÖZNUR'un, "6 Ciltlik" 'Ülkücü Hareket" kitabının "Necdet SEVİNÇ" le alâkalı cildini bulayım dedim, bulamadım. Keşki "orijinal ifadeleri"ni de sizlerle paylaşabilseydim. Velâkin "Ülkücü Hareket-Portreler-6.Cilt" olsa gerek ve Hakkı ÖZNUR, âdeta "Lokman KONDAKÇI" ismine yaptığı gibi rahmetli Necdet SEVİNÇ ismi üzerinde de âdeta "evhamlar oluşturur"casına, "Kışkırtmacı", "Kışkırtıcı", "Provokatör", "Ajan", "Ajan Provokatör" gibi adeta "suçlamaları", güya "dökumanter", "gazete-dergi kupürlü belgeli" yayınlıyordu, yayınlamıştı.(7) Halbuki, ömrünü "netameli konular", "netameli mes'eleler"i de kaleme almakla geçirmiş diyebileceğimiz; "Türkiye'deki Yabancı Okullar Hakikati"ni "ilk yazan kalem" sahibi rahmetli Necdet SEVİNÇ değil miydi? Üstelik senelerce hapishanelerde "düşünce suçu işlemek"ten yatmış; "Ne Sofya'yı, Ne Moskova'yı tercih etmemiş" "Türk Milliyetçisi Bir Kalem" sahibi, nasıl olur da, "Ülkücü Hareket" isimli "6 ciltlik" "Dökümanter Çalışma"da âdeta "tu kaka" edilebiliyor,"gözden düşürülüyor" ve "karalanabiliyor"du ki!? Hem de bir başka "Ülkücü Kalem" sahibi tarafından... Doğrusu bu suâlin, bu sorunun cevabını çok merak ediyorum ve bir an evvel de öğrenmek istiyorum... "Gözünü budaktan, lâfinı dudaktan, düşündüğünü kaleminden esirgemeyen" rahmetli Necdet SEVİNÇ'i, bu "tıfıl" hiç görmedi. Velâkin "Ajan Okulları" isimli bazı kitapları ile de biliyordum. "Çelebi Dergisi" ile de bilmediklerimi de öğrendim. "Fikrin ne fâhişesi oldum, ne maskarası; Bilemem ne kadardır bir vicdanın hava parası?" Rabbim Necdet SEVİNÇ' e de, bizlere de rahmeti ile muamele eylesin.(Âmin) Vesselam. 14 Eylül 2020 İsmet GÜLTEKİN metgultekin@hotmail.com Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci Dip Notlar: (1):Metin TURHAN, "Adliye Koridorlarında Kelepçeli Bir Gazeteci: NECDET SEVİNÇ", "Azmin ve Mücadelenin Nişânesi:NECDET SEVİNÇ", "Çelebi Dergisi", Yıl:1 Sayı:1 NİSAN 2020, Sayfa 62, 63,64,65 (2):"Çelebi Dergisi", adı geçen dergi, sayfa 73 (3): "Çelebi Dergisi", adı geçen dergi, sayfa 67 (4): Timuçin MERT,"Kurşunlar,Zincirler Yıldıramadı,Kahpe Bir Hastalık Elimizden Aldı", "Çelebi Dergisi", adı geçen dergi, sayfa 54,55,56 ve 57 (5):Yunus Buğra YILMAZ,"Bir Savaşçı NECDET SEVİNÇ", "Çelebi Dergisi", adı geçen dergi, sayfa 53 (6)Şevket Adnan ŞENEL, "Necdet SEVİNÇ'le İki Yıl...", " Çelebi Dergisi", adı geçen dergi, sayfa 36,37 ve 38 (7): Hakkı ÖZNUR, "Ülkücü Hareket"(6 Cilt),"Dökumanter Bir Çalışma"

9 Ağustos 2020 Pazar

NECİP FAZIL KISAKÜREK'E GÖRE SAİD NURSÎ NECİP FAZIL KISAKÜREK’E GÖRE SAİD NURSÎ “Necip Fazıl KISAKÜREK’in ‘Hakikati’ Üzerine”(1) yazdığım yazıda, bilhassa “Sözler” diye de târif edilen “Risale-i Nur Külliyatı”nda, rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’in, “bir mısra ile de olsa” hiçbir şiirine yer verilmediğinden ve âdeta “yok” farzedilip, hiç bahsedilmediğinden dem vurmuş ve bunun sebeplerini öğrenmek iştiyâkı içerisinde olduğumu da yazmıştım. İmdadıma, “Ülkücü Yazar”larımızdan, Dr. Hayati BİCE’nin, “Türk Ocakları, Said Nursî ve Necip Fazıl”(2) başlıklı çok ehemmiyetli yazısı yetişti. “Büyük Doğu Mefkûresinin Lideri”, “Şairler Sultanı” ve “Dâvâ Adamı-Mücadele Adamı” rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK; “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabında, rahmetli “Bediüzzaman Said Nursî’ye” yer vermiş amma “eleştirel bir bakış ile” de ve asla ve kat’a “kutsamamış…” Aşağıda okuyacağınız kısımlarda, “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitaptaki “Said Nursî Hakikati”ni de okuyacaksınız: “Necip Fazıl’ın Kaleminden Said Nursî’ye “Şeriat Dışı”lık Suçlaması Necip Fazıl Kısakürek “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabının bir bölümünü başlı başına Said Nursî’ye ayırmıştır. Necip Fazıl, Nursî’nin hayat hikâyesinin önemli dönemeçlerini özetledikten sonra, sözü Said Nursî’nin en çok tartışılan Kur’ân-ı Kerim’de -sayısını da vererek Kur’ân-ı Kerim’in otuzüç yerinde- kendisine ve Risale-i Nur eserine işaret edildiğine ilişkin iddiasına getirir ve Said Nursî’nin bu iddiasını yansıtan sözlerini eserinden nakleder: “Bu mes'elede, benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuriyle Risale-i Nur’a hücum edilemez! O [Risale-i Nur], doğrudan doğruya Kur'âna bağlanmış ve Kur'ân dahi Arş-ı Azam ile bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın, o kuvvetli iple¬ri çözsün. Hem, bu memlekette maddi ve mânevi bereketi ve fevkalâde hizmeti, otuz üç Âyât-ı Kur'âniyenin işârâtı ile ve İmam-ı Ali Radiyallahu Anhın üç keramat-ı gaybiyesiyle ve Gavs-ı Âzamın kati ihbariyle tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur (Said Nursî'nin kendi şahsî eserine Kurandan hüküm ve haber çıkarması, o kadar sevdiği ve bağlı olduğu şeriate aykırıdır) bizim âdi ve kusurumuzdan mes'ul olmaz ve olamaz ve olmamalı! Yoksa bu memlekete hem maddi, hem mânevi, telâfi edilmeyecek derecede zarar olacak. Bazı zındıkların şeytaniyetiyle Risale-i Nura karşı çevrilen plânlar ve hücumlar, inşaallah bozulacaklar. Onun [Risale-i Nur] şakirdleri başkalara kıyas edilemez; dağıttırılamaz, vazgeçirilemez. Cenab-ı Hak¬kın inayetiyle mağlûp edilemezler!.. Eğer maddi müdafaadan Kur'ân menetmeseydi, bu milleti can damarı hükmünde, umumun teveccühünü kazanan ve her ta¬rafta bulunan o şakirdleri, Şeyh Said ve Menemen Hâdiseleri gibi cüz'i ve neticesiz hâdiselere bulaşmaz¬lar; Allah etmesin eğer mecburiyet derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nura hücum edilse, elbette hükümeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar! (Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.232) Bu iddialı sözleri nakleden Necip Fazıl dayanamaz ve alıntısını bitirmeden parantez içerindeki ibareyi ekler: “Said Nursî'nin kendi şahsî eserine Kur’ân’dan hüküm ve haber çıkarması, o kadar sevdiği ve bağlı olduğu şeriate aykırıdır.” Açıktır ki, Necip Fazıl burada, Said Nursî’yi İslâm şeriatına aykırı hareket etmekle suçlamaktadır. Bu ibarenin Necip Fazıl’ın yaşadığı sürece “Son Devrin Din Mazlumları” kitabının yapılan tüm baskılarında yer alması kendisinin bu ‘şeriatdışılık’ fikrindeki ısrarının ispatıdır. Necip Fazıl’ın Said Nursî ile ilgili değerlendirmesinden rahatsız olan Nurcu önderlerin konuyu Necip Fazıl’ın maneviyat yolundaki mürşidi Abdulhakîm Arvasî’nin Said Nursî’ye yönelik eleştirilerine kadar geriye götürerek âdeta bir kan davasına dönüştürmüşlerdir. Gerçekte ise, Said Nursî’nin Risale-i Nur adlı eserinin pek çok yerinde ismini vermeden “İstanbul’daki ihtiyar” kodlaması ile kendisini eserine Kur’ân-ı Hakîm’de işaret edildiği iddiasından vazgeçmeye çağıran Abdulhakîm Arvasî hakkında ağır ifadelerde bulunduğu bilinmektedir. Necip Fazıl’ın Said Nursî ile İlgili İzlenimi Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları kitabındaki Said Nursî ile ilgili bölümün “Kendisiyle Görüştüm” ara başlıklı bölümünde vefatından kısa bir süre önce hayatında ilk ve son kez görüştüğü Said Nursî hakkındaki gözlemlerini şöyle anlatır: “Bediuzzaman’ın İstanbul muhakemesi sırasında ben de, kendini yakından görmek ve İslâm yolunda çırpınan bu muhterem mücahidi göz ve kulak plânında tanımak arzusu doğdu. Otel, kapısından itibaren Nur talebeleriyle doluydu Kendimi haber verdim. Beni yukarı kata çıkardılar O katta da, hizmetine bakan talebeler… Bu gençlerin yüzlerinde zi¬yaretimden memnunluk duyduklarını ilân eden mânâlar... Beni içinde dar ve tek kişilik bir karyola bulunan bir odaya aldılar ve: - İşte Necip Fazıl! Der gibi bir eda ile huzuruna çıkardılar. Derinlerden bakan hummalı gözlerin hâkim olduğu sakalsız bir çehrede, içine kapanık bir hâl… Heybet hissinden ziyade, dâvasına teslim olmuş çilekeş bu insan intibaını aldım. Beni “Büyük Doğu” faaliyetimle tanıyorlar ve o tarih¬te henüz başlarında olduğum hapislerimi biliyorlardı. Bana iltifat ettiler ve aynen şu kelimeleri söylediler: “-Seni Nur Risalesine 40 yıl hizmet etmiş (sene sayısını tam hatırlamıyorum, daha az veya daha çok olabilir) kabul ediyorum!” Kendi kıymet hükümlerine göre bu gayet cömert iltifata teşekkürle mukabele edip huzurlarından ayrıldım ve ondan sonra kendilerini bir kere daha görmek fırsatına eremedim. İtiraf edeyim ki, beni 20 veya 40 yıl Nur Risalesi¬ne hizmet etmiş kabul etmelerindeki tevcih biraz garibime gitmişti. Ben Nur talebesi değildim ve olmama imkân yoktu. Benim kendisinde takdir ettiğim tek nokta küfre karşı mücadelesi ve düşman kutuplar üzerindeki iştirakimizdi. İslâmî kemâl dâvası ayrı mesele... (Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s. 244-245) Necip Fazıl, bu satırları ile kendisine rüşvet-i kelâm cinsinden iltifat eden Said Nursî’nin bu iltifatkâr tavrını garîb bulduğunu yazmaktan çekinmez.ve Said Nursî’yi bir İslâm âliminin taşıması gereken olgunluk noktasında yetersiz gördüğünü “İslâmî kemâl dâvası ayrı mesele...” sözleriyle ifade eder. Necip Fazıl: “Risale-i Nur, Kurân Tefsiri Değildir.” Nurculuk akımının en iddialı söylemlerinden birisi Said Nursî’nin eseri olan Risale-i Nur’u gelmiş/geçmiş en muhteşem tefsir olduğu iddialarıdır. Gerçekte Kur’ân-ı Hakîm’deki ayetlerden ancak % 10 kadarının yorumlandığı bir eseri Kur’ân tefsir olarak adlandırmak gerçekçi olmaz. Risale-i Nur’da sadece 620 ayetten bahsedilir ve bu sınırlı sayıdaki ayetlerden bazılarının tamamı değil sadece bir kısmı sözkonusu edilmiştir. Ancak bugün ülkenin dört bir bucağında bir araya toplanan birçok çocuk ve genç “en büyük tefsir” olan Risale-i Nur’un “okunduğunda bir cümlesi bile anlaşılamasa dahi” tekrar tekrar okunması konusunda şartlandırılırken Necip Fazıl’ın ezber bozan şu sözlerine dikkat çekmek isterim: “Nur Risalesi, bu büyük ve son derece tesirli eser, Kur’ân ilhamlarına dayalı bir İslâmi hikmet manzumesidir ve bu ölçüyle ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Ona Kur’ân tefsiri denemez. Kur’ândan mülhem denilebilir. “Nur Risalesi”ni ele alınca, onda derinliğine bir iman tefekkürü bulmakla beraber, o tefekkürden, ipek böceğinin kozası halinde iplik iplik fışkırıp dokulaşan ve olanca insan¬lığı dünü, bugünü ve yarınıyla kuşatan, onun bütün illet ve hasretlerine teşhis ve tedavi getiren, mutlak İslâm bağlılığı içinde müstakil, ezel kadar eskinin yanında da ebed boyu yenilik belirtici bir ideolocya örgüsü bulamıyor ve “Nur Risalesi”ni -5 asırlık hasretimiz-, böyle bir dünya görüşüne misal kabul edemiyoruz. (Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.256) Necip Fazıl: “Nurcular Taassub İçerisindedir” Necip Fazıl, muhatab olduğu Nur şakirdlerine bakarak kendileri hakkında “sınır tanımayan bağnazlar” şeklindeki keskin hükmünü de vermekten geri durmaz: Nurculuk- asla bir tarikat veya mezhep değildir: ve iddiaya göre ruhanî terbiye yönüyle zevkini şeriat ve hakikattan almış bir zâtın etrafındaki vecd ve bağlılık halkasın¬dan ibarettir. Bu halka içinde bazı fertlerin korkunç mübalâğaları ve üstatlarına bağlılıkta had tanımaz taassupları gözden kaçacak gibi değildir. (Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.256) Necip Fazıl’a Göre Said Nursî Necip Fazıl, sözkonusu kitabının ilgili bölümünün son satırlarında insaf ehli bir Müslüman olduğunu ispatlamak suretiyle Said Nursî hakkındaki nihaî fikrini kaydeder: Said Nursî Hazretleri, kesbi olmaktan ziyade vehbi bir ilim ve dehâ çapında bir zekâ ile nimetlendirilmiş içi vecd dolu bir insan ve nihai çapta gayesine sâdık bir mücahid olup, sürdüğü hayata nispetle bir hâl_ve ruhâni makam sahibi olması icap etse de, asıl kıymetinin tefekkürî ve ahlâki sahada aranması gereken halis bir müslüman ve ör¬neklik bir mazlumdur. Netice: Eğer İslâmî kemal mevzuunda; Sığlığına sığ Sığlığına derin Derinliğine sığ Derinliğine derin diye 4 derece kabul edecek olursak bunlardan Said Nursî Hazretlerini hangi derecede gördüğümüz kendi ken¬disine belli; onu, çocukluğundan beri kafası zonklayan ve beyni kanayan bir tahkikçi ve bu tahkik vecdiyle mücadele meydanına atılıcı bir kahraman olarak da üst derecede gör¬düğümüz açıktır. Onun, kendi sınıfı içinde bu üstün dereceye yükselme¬si için ne zâhiri ilim, ne de bâtınî feyzde bir makam sahibi ol¬ması gerekirdi. Ona, 90 yıllık hayatı boyunca hep didinmiş, kendi içini törpülemiş ve Büyük Huzuru bulamamış bir in¬san sıfatiyle, aklı akılla yenen ıstırabı, bu ıstırabın sürükle¬diği mazlumluğu ve ulaştırdığı kahramanlığı, yeterdi ve yet¬ti. (Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.256-257)”(2) NETİCE-İ KELAM: “Risale-i Nur Talebeleri”nin, “Nur Talebeleri”nin yahut bütün franksiyon ve ekolleri ile “Nurcular”ın da, rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’i “sev(e)meyişleri”nin en mühim sebebi de, yukarıda okuduğunuz, “Son Devrin Din Mazlumları” kitabındaki, rahmetli Said Nursî ile ilgili kısımlar olsa gerek. Ve tabii hepimizin de bildiği üzre “Süleyman Sami GÜNDOĞDU”nun; nam-ı diğer “Demirel”in “Mason” olduğunu, “Büyük Doğu Dergisi” Kapak Konusu” olarak, “İlk Açıklayan”ın da, rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK olması… Nasıl “Türkçülerin Rol Model Şahsiyeti”, rahmetli Hüseyin Nihal ATSIZ’lar; “Nurculuk Sayıklaması” gibi yazılarla da, “çok ağır eleştiriler” yaptı ise; nasıl ki “İslamcı İslâm Şâiri” rahmetli Mehmed Âkif ERSOY’lar bile “Safahat”ındaki, bilhassa “Fatih Kürsüsü” isimli şiiri ile de “çok ağır derecede eleştiriler”(3) yaptı ise rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK de, “Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde, esasında rahmetli Said Nursî’yi böyle değerlendirmiştir… Kaldı ki, “Büyük Türk Düşünce Adamı” ve “Milliyetçi Şahsiyet” rahmetli Nevzat KÖSOĞLU da, “Bediüzzaman Said Nursî” isimli kitabında da, “tenkidî bakışı”nı, “eleştirel görüşleri”ni de serdeylemiştir. “15 Temmuz’un Kara Kutusu Risale-i Nur Külliyatı” diyenlere de kulak vermek icap etmez mi? 06.Ağustos 2020 İsmet GÜLTEKİN metgultekin@hotmail.com Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci Dip Notlar: (1): İsmet GÜLTEKİN, “Necip Fazıl KISAKÜREK’in ‘Hakikati’ Üzerine, 1 Ağustos 2020, “facebook” hesabım… (2): Dr. Hayati BİCE, “Türk Ocakları, Said Nursî VE Necip Fazıl”, 12 Kasım 2011, www.haberiniz.com (3): İsmet GÜLTEKİN, “Vaiz: Öteki Mehmed Âkif”(*) Yahut “Mehmed Âkif” Üzerinden , “Zorakilikler”i Anlama ve Kavrama Cehdi, 2 Mart 2020, “facebook” hesabım, Sosyal Medya…

5 Ağustos 2020 Çarşamba

ŞİİR."NİK BİR HİSAR":NİKSAR

Millî Mefkûre:
Şiir:
"NİK BİR HİSAR": NİKSAR

Dânişmendlilerin Başbuğ'u,
Melik Dânişmend Gümüştekin Ahmed Gazi haykırdı:
"Nik bir Hisar..."
"Seni alacağım" dedi.
"Nik bir Hisar..."
"Seni fethedeceğim" dedi.
"Nik bir Hisar..."
"Seni Türk edeceğim" dedi.
"Nik bir Hisar..."
"Seni Müslüman edeceğim" dedi.
"Haydi hücûm Alperenlerim,
Nik bir Hisar...
Haydi hücûm Alperenlerim,
Nik bir Hisar..."
Ve Dânişmendlilerin Başbuğ'u,
Melik Dânişmend Gümüştekin Ahmed Gazi,
Alperenler Ordusu ile Nik bir Hisarı,
Biiznillah ve Nasrullah ile bir gün de fethetti ve dedi:
"Seni aldım, Nik bir Hisar...
Seni fethettim, Nik bir Hisar...
Seni Türk ettim, Nik bir Hisar...
Seni Müslüman ettim, Nik bir Hisar..."
"Kutlu olsun Alperenlerim, Nik bir Hisar...
Kutlu olsun Alperenlerim, Nik bir Hisar..."
Ve toylar; şölenler, güreşler başladı...
Ve Dânişmendliler Başbuğ'u,
Melik Dânişmend Gümüştekin Ahmed Gazi,
Alperenlere seslendi:
"Üstte gök çökmedikce"ye,
Altta yer delinmedikce"ye kadar,
"Türk" kalasın,
"Müslüman" kalasın...
Nik bir Hisar...
NİKSAR..."
Yer-gök,
Allahu Ekber nidâları ile inledi...
"Kutlu olsun Alperenlerim, Nik bir Hisar...
Kutlu olsun Alperenlerim, Nik bir Hisar...
Niksar..."
25 Temmuz 2020
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com
Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci
Not: "Nik" demek "temiz ve iyi" demek...

"TÜRKMEN ÇINAR YAPRAĞI", "HORASAN ALPERENLERİ TOPRAĞI"NDA, KARŞILIK BULDU

Millî Mefkûre:
“TÜRKMEN ÇINAR YAPRAĞI”,
“HORASAN ALPERENLERİ TOPRAĞI”NDA, KARŞILIK BULDU

Evet, “Türkmen” yani “Müslüman Türk Çınar Yaprağı”, “Horasan Alperenleri Toprağı”nda, âdeta “Dânişmendliler Toprağı”nda, “Tarikat-ı Muhammedîye Toprağı”nda, karşılık buldu, sahip buldu.
Hem de, siyasî tarihimizde ‘ilk defa’, “İl Teşkilat Başkanlığı”ndan önce, “İlçe Teşkilât Başkanı”nı bularak, sahiplenilerek…
Biliyorsunuz, bir diyârda “Çınar Ağaçları” bol ise o diyâr “Türkmen Diyârı”dır, “Müslüman Türk Diyârı”dır.
“Oğuz Soylu”, “Türkmen Soylu” ahfâdımız, seneler ötesini, âdeta “Çağlar Ötesi”ni, “Asırlar Ötesi”sini tahayyül ederek, düşünerek, “Fethettiği Topraklara”, “Türk ettiği”,”Müslüman ettiği”, “Türkmen ettiği”,”Müslüman Türk ettiği” ‘topraklara’ “Çınar Ağacı Fidanları” dikmişler; kendileri göremeseler bile “torunları” görmüşler; “ufuk ötesi”, uzun vâdeli mefkûrelerini nakşetmişlerdir.
“HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN, DİLSİZ ŞEYTANDIR…”
“2002-2020 Ak Parti Tek Başına İktidar Dönemi”, “MHP” artı “BBP” ‘Cumhur İttifakı Şemsiyesi” ile de devam ediyor.
“Dünden Bugüne” bir perspektif ile “Ak Parti Olayı”nın bidayetini, başlangıçını, ortaya çıkışını hatırlarsak, âdeta “Millî Görüş Hareketi”ne, “Erbakan Hareketi”ne, “Zorakî Doğum ile” ortaya çıkartılmış, “28 Şubat Çıktısı” bir “siyasî hareket”tir ‘hakikati’ ile karşılaşırız.
Ali BULAÇ gibi “Düşünce Adamları”mızın da ‘Sosyolojik Tesbit” olarak da vurguladıkları üzre; “Millî Görüş Hareketi”, “Erbakan Hareketi”, “1 Kök 2 Dal” şeklindeki bir ‘ağaç’ manzarası arzetmektedir. “Saadet Partisi(SP)+Ak Parti(AKP)+Yeniden Refah Partisi…”
“Ak Parti”den de, öyle “zorakî doğumlar” ile değil, gayet spontane, gayet çok doğal bir şekilde “İki Siyasî Hareket”, “İki Siyasî Parti” ortaya çıktı. Hem de “muhalefet”te olmanın, hem de “Başkaldırma”nın ‘bedelleri’ni de ödeyerek: Eski Başbakanlarımızdan Prof.Ahmed DAVUTOĞLU’nun ‘Genel Başkanı’ olduğu “Türkmen Çınar Yapraklı Amplemli” ‘Gelecek Partisi’ ile Eski Ak Partili Maliye Bakanımız Ali BABACAN’ın ‘Genel Başkanı’ olduğu ‘Şirket Yapılı ve Destekli’ ‘Demokrasi ve Atılım Partisi(DEVA)…’
Bakmayın siz “kısır tartışmalara”, “siyasî dedikodu” ve “siyasî propaganda” ‘kavga’larına…
Bir “rahatsızlık”, bir “yanlışlık” veya “arızalar” olmasa, ‘Yeni Partiler’ de denilen böyle iki ‘siyasî hareket’, iki ‘siyasî parti’ ortaya çıkabilir miydi?
Kaldı ki, “Türk Siyasî Hayatı”mızda, “Büyük Birlik Partisi(BBP)”nin ve “İYİ Parti”nin ortaya çıkışı, hadi diyelim “Siyaset Sosyolojisi” açısından da, “Milliyetçi Hareket Partisi(MHP)”ndeki “rahatsızlıklar”dan, “yanlışlıklar”dan, “arızalar”dan ortaya çıkmamış mıydı?
Bir zamanlar, “Lider Sultası”ndan, “Parti İçi Demokrasi Yokluğu”ndan dem vuranlar; görüyor ve yaşıyoruz ki, “dizginleri ve güçü ellerine geçirince”, kendileri de aynı konuma, hem de beterincesine düşüyorlar, düştüler…
İşte, senelerce “Mahallî Ölçekte”, “Terme Ölçeği”nde, “Ak Parti İçinde Mücadele” vermiş, “İlçe Başkanığı”na “Aday” olmuş “Hacı Bilâl ARSLAN”ların başına gelenler…
“Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır” buyurur Rasulullâh Efendimiz…
ELHASIL:
Hasılı, “Terme Ölçeği” gibi “Mahallî Ölçek”teki, “Yerel Ölçek”teki “Siyaset Hakikati”, “Terme Siyaset Hakikati”, hepimizin malûmu…
Geçen aylarda, mevcut “Ak Parti Terme İlçe Teşkilâtı Başkanı İbrahim AR”ın, “istifa” edip etmeyeceği konuşuluyordu.
“İktidar”ın “Ak Parti”de, “Ana Muhalefet”in “Saadet Partisi”nde olduğu; son Mart 2019 Mahallî İdareler Seçiminde, “MHP”nin de, “CHP”nin de, hattâ “İYİ Parti”nin de, ne kadar “oy” aldığı belli olmadığı-aslında sıfır oy tabiî ki…-bir “Terme Siyasî Meteoroloji Hakikati”nde, “Türkmen Çınar Yaprağı”nın, ‘Hacı Bilal ARSLAN” gibi “Eski bir Ak Partili” ile sahiplenilişi, esasında “2023’lere doğru” gittiğimiz bu süreçte, “büyük siyasî olay”dır…
Keşki, muhtelif sebeplerden bir “kenarda”, “dargın”, küskün” duran, bir düzineyi aşan “yetişmiş Terme MHP’li Ülküdaşlar” da, “20 Eylül 2020 Terme MHP Kongre Süreci”nde, “akıllarını kullanarak”, “deneme-yanılma metodu” ile de olsa, ortaya çıkarak, “Terme MHP İlçe Teşkilatı”nı aslına rûcû ettirebilseler…
“Sahipsiz olan bir memleketin batması haktır; sen sahip çıkarsan, bu vatan batmayacaktır…”
“Kazananlar, daima mücadele edenler olmuşlardır…”
Mücadele etmek şarttır…
“Allah(c.c.) hayırlı etsin.”(Âmin), diyorum…
Vesselam…
26 Temmuz 2020
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com
Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci

"AYASOFYA-İ KEBİR CAMİ-Î ŞERİF"İ, HEM "CAMİÎ", HEM "KİLİSE" Mİ OLACAK!?

"TÜRKMEN BAŞBUĞU","BÜYÜK KARTAL", "MEHEMMED", "AYASOFYA"YI, BÖYLE "CAMİÎ" OLARAK İBADETE AÇMAMIŞTI...
'AYASOFYA, HEM 'CAMİÎ', HEM DE 'KİLİSE' Mİ OLACAK?"(*)
* "AYASOFYA'NIN 'MÜZELİKTEN KURTULMASI' HEPİMİZİ SEVİNDİRDİ AMMA BU İŞİN BİR "AMMASI" VARDIR.
*"AYASOFYA'NIN SIFATINI 'CAMİÎ' KABUL EDİYORSANIZ, ŞAYED AYASOFYA 'MÜZE OLMAKTAN ÇIKARILMIŞSA' ve 'KİLİSE' DEĞİLSE, 'İKONALAR'IN İZAHI NEDİR?"

Milletimizin tarihi derindir ve sevinmenin usulünü bilir.
Bu büyük milletin bir ferdi olarak “amasız ve fakatsız” sevindik delilerinden değilim.
Sevinmek isterim fakat şuurlu olarak…
Ayasofya’nın “müze olmaktan kurtarılmasından” söz ediyorum.
Ayasofya’nın camiye çevrilmesini protesto maksadıyla Yunanistan’ın bayrağımızı yakmasını sadece densizlik değil aynı zamanda “komşumuzun” boyunu aşan bir davranış olarak görmekteyim.
Ayasofya’nın “müzelikten kurtarılmasından” memnuniyet duyanlardanım.
Ayasofya’nın camiye çevrilmesine sevinirim fakat şuurlu olarak sevinmeyi tercih edenlerdenim.
Bu hususların peşinen bilinmesini isterim.
Ayasofya, 10 Temmuz 2020 günü “müzelikten” çıkarılarak camiye dönüştürüldü.
Karar, Danıştay tarafından verildi.
Karardan hemen sonraki saatlerde Cumhurbaşkanı, Danıştay’ın bu kararına istinaden yayınladığı kararname ile Ayasofya’nın cami statüsü kazandığını ve Diyanet’e devredildiğini açıkladı.
Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararının Danıştay tarafından verildiğini ifade ettiğimizde bazı “dostlarımız” tepki gösteriyorlar.
Diyorlar ki, “Reis destek vermeseydi Danıştay bu kararı alabilir miydi?”
Bu ifadeyi kullananlar bilerek veya bilmeyerek “dolduruşa” geliyorlar.
Burada iki yönden problem var.
Birincisi; Danıştay’da dava konusu görüşülürken C. Başkanlığını temsil eden avukatlar Ayasofya’nın müze olarak kalması yönünde görüş bildirmişlerdi.
Fakat Danıştay C. Başkanlığının bu görüşüne iltifat etmedi ve Ayasofya’yı müzelikten çıkardı.
Dolayısıyla Ayasofya’nın “müzelikten çıkarılması” kararı Danıştay’a aittir.
“Reisin desteği olmasaydı Ayasofya müzelikten çıkarılamazdı” argümanının altı boştur.
Bu birincisi..
İkinci husus şöyle:
Deniyor ki, “Reisin desteği olmasaydı Danıştay Ayasofya’nın müzelikten çıkmasına karar veremezdi”.
Ne demektir “Reisin desteği ile Danıştay’ın karar vermesi?”
Danıştay, üst yargı organı değil mi?
Yargı organının “siyasi rüzgâra” göre karar vermesi düşünülebilir mi?
Bu iki maddeyle anlatmaya çalıştığım gibi Ayasofya’nın müzelikten çıkarılması meselesinde karar Danıştay’a aittir.
Bu konunun bir yönü.
Diğer bir yönü şöyle anlaşılabilir:
Ayasofya’nın camii olarak ibadete açılmasına ülkemizde itiraz edebilecek insan sayısının çok yüksek olmadığını tahmin ediyorum.
İstemeyenler vardır fakat bunların sayısı kahir ekseriyet değildir.
Ayasofya’nın müze olarak kalmasını isteyenleri nasıl anlayalım?
Bunların bir kısmı verilen eğitimle ilgilidir ve şöyledir:
Ayasofya “müze olarak kalmalıdır” diyenlerin bir kısmı 1930’lu yıllarda verilen kararları ve düzenlemeleri “değiştirilemez” olarak görenlerdir. Bu anlayışta olanların zamana bağlı olarak sayılarının gittikçe azalmakta olduğunu görmek mümkündür.
Ayasofya “müze olmaktan kurtarılmalıdır” diyenlere gelince:
Bendenizin de içinde olduğu bu kesimin çoğunlukta olduğunu görmekteyiz.
Ayasofya’nın “müze olmaktan çıkarılması” memnuniyet vericidir. Bu hususu defalarca ifade ettim.
“Ayasofya “Müze olmaktan çıkarılmalıdır” diyenlerin bir kısmı şöyle düşünüyor:
Ayasofya artık cami haline gelmiştir. 86 sene sonra ilk defa kılınan 24 Temmuz 2020’deki Cuma namazı için binlerce insanımız Ayasofya’ya akın etti.
Bu vatandaşlarımız için “Ayasofya’daki ikonalar ve Hristiyanlığa ait işaretler ne olacak” gibi endişeler pek dikkate alınmadı ve alınmıyor.
Namaz kılmaya gelenlerin bazılarının giydikleri tişörtlerin üzerinde Fatih Sultan Mehmed ile Cumhurbaşkanının resminin yan yana olması, ikonalar ile ilgili “bir şey fark etmez” anlayışını teyit eder mahiyette.
Fatih Sultan Mehmed ile şu andaki Cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan’ın tişörtte aynı kareye sığdırılması ne anlama geliyor?
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethetti ve fethin nişanesi olarak Ayasofya kilisesini camiye çevirdi. Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Danıştay’ın vermiş olduğu karar üzerine Ayasofya camiinin yönetimini Diyanet’e intikal ettirdi.
Bir kısım Ak partili dostlarımız böyle söyleyince alınıyorlar.
Alınmayın dostlar!
Ayasofya’nın “müzelikten kurtulması” hepimizi sevindirmiştir.
Fakat bu kararı Danıştay vermiştir.
Evet, Ayasofya’nın “müzelikten kurtulması” hepimizi sevindirdi ama bu işin bir “aması” vardır.
Şöyle soralım soruyu:
Ayasofya’nın “müzelikten kurtarılması” demek cami hüviyetini tekrar kazanması demek değil midir?
Evet.
O halde Ayasofya’nın “müzelikten kurtarılması” bir ibadet, inanç ve sembol meselesidir.
Kültür Bakanlığı bu konuyla ilgili bir açıklama yapmış ve demiş ki; “Kıble yönündeki ikonaların üzeri perde ile örtülecek. Meryem ve Cebrail ikonalarının üzeri örtülecek. İnsan figürü olmayan başka sembollerin kaldırılması veya üzeri örtülmesi söz konusu değil”.
Açıklama ana hatlarıyla böyle.
İnsan figürü olmayan başka semboller kaldırılmayacak veya üzeri örtülmeyecek ne anlama geliyor?
Ayasofyadaki ikonlardan birisi Fahişe İmparatoriçe ZOE nun resmî, dünyada fahişenin sergilendiği Başka bir Camii var mı?
Mesela haç işareti, inanç figürü değil mi? Bu ne olacak?
Namaz kılınan bir mekânda haç işareti olur mu?
Bu sorumuzun cevabı henüz yok.
Bir başka husus;
İbadet vakitlerinde kıble tarafındaki ikonaların üzeri “perdeyle kapatılacak” deniliyor.
Namaz vakitleri dışında ikonaların üzerindeki perde kalkacak.
Mesela bir Müslüman “namaz vaktinin” dışında Ayasofya’ya namaz kılmaya gelse; kıbledeki perdeleri kaldırılmış ikonalara müteveccihen mi namaz kılacak?
Bir başka husus; Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir Hadis-i Şerifi'nde "“İçinde köpek ve canlı resmi bulunan eve melekler girmez!” buyurmuştur. Melekler girmeyecekse demek ki orası namaz kılınacak bir yer değildir...
Tişörtlerinde Fatih Sultan Mehmed ile Cumhurbaşkanının resimleriyle Cuma namazına gelenler için kıble tarafında ikonaların olması “sakınca” teşkil etmeyebilir.
Bendeniz ibadetin “ibadet” gibi yapılmasından yanayım.
İbadette samimiyet esastır.
“İhlas” kavramı kullanılır, İslamî literatürde “samimiyet” ifadesiyle ilgili olarak.
İbadetin prensipleri bellidir.
İbadetlerin özünde “güncelleme” olmaz.
“Güncellemeyi” biraz açayım.
Mesela Ayasofya klibi yapmışlar.
Ben bir defa seyrettim internetten.
Siz de seyredin.
Müzik fonuyla başlıyor klip.
Saz çalmaya devam edilirken Kur’an-ı Kerim’in sayfaları görülüyor.
“Çalgı” fonu zemininde Kur’an-ı Kerim size Türkçe olimpiyatlarını çağrıştırmıyor mu?
Saniyeler sonra bir Kırgız bayan beliriyor elinde sazı ile.
Daha sonra Boşnak ve diğerleri takip ediyor.
Ardından Ayasofya ile ilgili şarkı başlıyor.
Fatih’in emanetine şarkılarla sahip çıkılır mı?
Şarkı veya türkü söylemek istiyorsanız Kur’an-ı Kerim’i niye karıştırıyorsunuz?
Fatih’in emaneti olan Ayasofya bir ibadet mekânı ise “şarkı ve türkü” ile “bütünleştirilmesi” şık olur mu?
Klibe devam edelim:
Arnavutça kısmında bir bayan görülüyor. Arnavut olduğu tahmin edilen bu bayanın Ayasofya’nın camiye çevrilmesiyle hangi anlamda “bütünleştiğini” ben anlayamadım.
Saz çalmasını bilen Cumhurbaşkanı başdanışmanı İbrahim Kalın’da herhalde bir izahı vardır.
Klibin ilerleyen kısımlarında kelime-i tevhid çalgılı ve vurmalı çalgılarla okunmaya devam ediliyor ve Kur’an-ı Kerim sayfaları yer alıyor tekrar.
Türkçe olimpiyatlarında da böyle çalgılı Kur’an-ı Kerim görüntüleri yok muydu?
Kimse yanlış anlamasın.
İnsanların müzik kültürüyle ilgilenmiyoruz.
Herkesin kendine göre bir tercihi olabilir. Beni ilgilendirmez.
Ama Kur’an-ı Kerim’in bir enstrüman eşliğinde takdim edilmesi kabul edilemez.
Ayasofya’nın sıfatını “camii” olarak kabul ediyorsanız, bu müzik neyin nesidir?
Şayet Ayasofya “müze olmaktan çıkarılmışsa” ve kilise değilse ikonaların izahı nedir?
Yukarıda sormuştum, bir daha sorayım:
Ayasofya’nın kıble tarafındaki ikonalar başta olmak üzere diğer figürler perdelerde kapatılıyor, denilmişti.
“Namaz vakti” dışında bu ikonalar açılacak.
Hristiyanlar bu ikonaları “ziyaret” edecekler.
Ziyaret sırasında “ayin” yapacaklar.
Üzeri hiç örtülmeyecek olan haç sembolleri zaten yerli yerinde duracak.
Bu durumda Ayasofya hem camii hem de kilise mi olacak?
Bu görüntü “dinler arası diyalogu” çağrıştırmıyor mu?
Sonuç olarak;
Ayasofya’nın “müzelikten çıkarılması” Türkiye ve İslam dünyası açısından memnuniyet vericidir.
Ayasofya Fatih Sultan Mehmed’in emanetidir.
Hatırlamak gerekir ki, Fatih Sultan Mehmed Türk’tür ve Türkler İslam ile şereflendikten sonra ehl-i sünnet anlayışını benimsemişlerdir.
Sevgili peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş bahtiyar bir Müslümandır Fatih Sultan Mehmed.
Ayasofya’yı camiye çeviren Fatih Sultan Mehmed’in emanetine ve vakfiyesine uygun davranmanın sorumluluğu milletimizin omuzlarındadır.
Ayasofya’nın müze olarak kullanılmasına rıza göstermediğim gibi kilise olarak kullanılmasına asla gönlüm razı değildir.
“Canım ne olacak, adı camii olsun yeter” diyenlerden değilim.
Bizim ülkemizde son 30-40 yıldan beri “görünmeyen kilise” uygulamasına tabi olanlar böyle isteyebilir.
“Görünmeyen kilise” şu demektir:
Adınız Müslüman olsun fakat yaşantınız tamamen Hristiyanlığa uygun olsun demektir.
Hem Müslüman olduğunuzu söyleyeceksiniz hem de kilisede mum yakacaksınız öyle mi?
Bu, olmaz.
Hz. Mevlana’nın dediği gibi: Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!
Benim midem bunu kaldırmaz...
Vesselam.
(*): Hüseyin Arif ÇAKMAK, "Ayasofya, Hem 'Camiî', Hem 'Kilise' mi Olacak?", İstiklal Gazetesi, 'Manşet' Haber, 27 Temmuz 2020