9 Ağustos 2020 Pazar

NECİP FAZIL KISAKÜREK'E GÖRE SAİD NURSÎ NECİP FAZIL KISAKÜREK’E GÖRE SAİD NURSÎ “Necip Fazıl KISAKÜREK’in ‘Hakikati’ Üzerine”(1) yazdığım yazıda, bilhassa “Sözler” diye de târif edilen “Risale-i Nur Külliyatı”nda, rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’in, “bir mısra ile de olsa” hiçbir şiirine yer verilmediğinden ve âdeta “yok” farzedilip, hiç bahsedilmediğinden dem vurmuş ve bunun sebeplerini öğrenmek iştiyâkı içerisinde olduğumu da yazmıştım. İmdadıma, “Ülkücü Yazar”larımızdan, Dr. Hayati BİCE’nin, “Türk Ocakları, Said Nursî ve Necip Fazıl”(2) başlıklı çok ehemmiyetli yazısı yetişti. “Büyük Doğu Mefkûresinin Lideri”, “Şairler Sultanı” ve “Dâvâ Adamı-Mücadele Adamı” rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK; “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabında, rahmetli “Bediüzzaman Said Nursî’ye” yer vermiş amma “eleştirel bir bakış ile” de ve asla ve kat’a “kutsamamış…” Aşağıda okuyacağınız kısımlarda, “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitaptaki “Said Nursî Hakikati”ni de okuyacaksınız: “Necip Fazıl’ın Kaleminden Said Nursî’ye “Şeriat Dışı”lık Suçlaması Necip Fazıl Kısakürek “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabının bir bölümünü başlı başına Said Nursî’ye ayırmıştır. Necip Fazıl, Nursî’nin hayat hikâyesinin önemli dönemeçlerini özetledikten sonra, sözü Said Nursî’nin en çok tartışılan Kur’ân-ı Kerim’de -sayısını da vererek Kur’ân-ı Kerim’in otuzüç yerinde- kendisine ve Risale-i Nur eserine işaret edildiğine ilişkin iddiasına getirir ve Said Nursî’nin bu iddiasını yansıtan sözlerini eserinden nakleder: “Bu mes'elede, benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuriyle Risale-i Nur’a hücum edilemez! O [Risale-i Nur], doğrudan doğruya Kur'âna bağlanmış ve Kur'ân dahi Arş-ı Azam ile bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın, o kuvvetli iple¬ri çözsün. Hem, bu memlekette maddi ve mânevi bereketi ve fevkalâde hizmeti, otuz üç Âyât-ı Kur'âniyenin işârâtı ile ve İmam-ı Ali Radiyallahu Anhın üç keramat-ı gaybiyesiyle ve Gavs-ı Âzamın kati ihbariyle tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur (Said Nursî'nin kendi şahsî eserine Kurandan hüküm ve haber çıkarması, o kadar sevdiği ve bağlı olduğu şeriate aykırıdır) bizim âdi ve kusurumuzdan mes'ul olmaz ve olamaz ve olmamalı! Yoksa bu memlekete hem maddi, hem mânevi, telâfi edilmeyecek derecede zarar olacak. Bazı zındıkların şeytaniyetiyle Risale-i Nura karşı çevrilen plânlar ve hücumlar, inşaallah bozulacaklar. Onun [Risale-i Nur] şakirdleri başkalara kıyas edilemez; dağıttırılamaz, vazgeçirilemez. Cenab-ı Hak¬kın inayetiyle mağlûp edilemezler!.. Eğer maddi müdafaadan Kur'ân menetmeseydi, bu milleti can damarı hükmünde, umumun teveccühünü kazanan ve her ta¬rafta bulunan o şakirdleri, Şeyh Said ve Menemen Hâdiseleri gibi cüz'i ve neticesiz hâdiselere bulaşmaz¬lar; Allah etmesin eğer mecburiyet derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nura hücum edilse, elbette hükümeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar! (Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.232) Bu iddialı sözleri nakleden Necip Fazıl dayanamaz ve alıntısını bitirmeden parantez içerindeki ibareyi ekler: “Said Nursî'nin kendi şahsî eserine Kur’ân’dan hüküm ve haber çıkarması, o kadar sevdiği ve bağlı olduğu şeriate aykırıdır.” Açıktır ki, Necip Fazıl burada, Said Nursî’yi İslâm şeriatına aykırı hareket etmekle suçlamaktadır. Bu ibarenin Necip Fazıl’ın yaşadığı sürece “Son Devrin Din Mazlumları” kitabının yapılan tüm baskılarında yer alması kendisinin bu ‘şeriatdışılık’ fikrindeki ısrarının ispatıdır. Necip Fazıl’ın Said Nursî ile ilgili değerlendirmesinden rahatsız olan Nurcu önderlerin konuyu Necip Fazıl’ın maneviyat yolundaki mürşidi Abdulhakîm Arvasî’nin Said Nursî’ye yönelik eleştirilerine kadar geriye götürerek âdeta bir kan davasına dönüştürmüşlerdir. Gerçekte ise, Said Nursî’nin Risale-i Nur adlı eserinin pek çok yerinde ismini vermeden “İstanbul’daki ihtiyar” kodlaması ile kendisini eserine Kur’ân-ı Hakîm’de işaret edildiği iddiasından vazgeçmeye çağıran Abdulhakîm Arvasî hakkında ağır ifadelerde bulunduğu bilinmektedir. Necip Fazıl’ın Said Nursî ile İlgili İzlenimi Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları kitabındaki Said Nursî ile ilgili bölümün “Kendisiyle Görüştüm” ara başlıklı bölümünde vefatından kısa bir süre önce hayatında ilk ve son kez görüştüğü Said Nursî hakkındaki gözlemlerini şöyle anlatır: “Bediuzzaman’ın İstanbul muhakemesi sırasında ben de, kendini yakından görmek ve İslâm yolunda çırpınan bu muhterem mücahidi göz ve kulak plânında tanımak arzusu doğdu. Otel, kapısından itibaren Nur talebeleriyle doluydu Kendimi haber verdim. Beni yukarı kata çıkardılar O katta da, hizmetine bakan talebeler… Bu gençlerin yüzlerinde zi¬yaretimden memnunluk duyduklarını ilân eden mânâlar... Beni içinde dar ve tek kişilik bir karyola bulunan bir odaya aldılar ve: - İşte Necip Fazıl! Der gibi bir eda ile huzuruna çıkardılar. Derinlerden bakan hummalı gözlerin hâkim olduğu sakalsız bir çehrede, içine kapanık bir hâl… Heybet hissinden ziyade, dâvasına teslim olmuş çilekeş bu insan intibaını aldım. Beni “Büyük Doğu” faaliyetimle tanıyorlar ve o tarih¬te henüz başlarında olduğum hapislerimi biliyorlardı. Bana iltifat ettiler ve aynen şu kelimeleri söylediler: “-Seni Nur Risalesine 40 yıl hizmet etmiş (sene sayısını tam hatırlamıyorum, daha az veya daha çok olabilir) kabul ediyorum!” Kendi kıymet hükümlerine göre bu gayet cömert iltifata teşekkürle mukabele edip huzurlarından ayrıldım ve ondan sonra kendilerini bir kere daha görmek fırsatına eremedim. İtiraf edeyim ki, beni 20 veya 40 yıl Nur Risalesi¬ne hizmet etmiş kabul etmelerindeki tevcih biraz garibime gitmişti. Ben Nur talebesi değildim ve olmama imkân yoktu. Benim kendisinde takdir ettiğim tek nokta küfre karşı mücadelesi ve düşman kutuplar üzerindeki iştirakimizdi. İslâmî kemâl dâvası ayrı mesele... (Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s. 244-245) Necip Fazıl, bu satırları ile kendisine rüşvet-i kelâm cinsinden iltifat eden Said Nursî’nin bu iltifatkâr tavrını garîb bulduğunu yazmaktan çekinmez.ve Said Nursî’yi bir İslâm âliminin taşıması gereken olgunluk noktasında yetersiz gördüğünü “İslâmî kemâl dâvası ayrı mesele...” sözleriyle ifade eder. Necip Fazıl: “Risale-i Nur, Kurân Tefsiri Değildir.” Nurculuk akımının en iddialı söylemlerinden birisi Said Nursî’nin eseri olan Risale-i Nur’u gelmiş/geçmiş en muhteşem tefsir olduğu iddialarıdır. Gerçekte Kur’ân-ı Hakîm’deki ayetlerden ancak % 10 kadarının yorumlandığı bir eseri Kur’ân tefsir olarak adlandırmak gerçekçi olmaz. Risale-i Nur’da sadece 620 ayetten bahsedilir ve bu sınırlı sayıdaki ayetlerden bazılarının tamamı değil sadece bir kısmı sözkonusu edilmiştir. Ancak bugün ülkenin dört bir bucağında bir araya toplanan birçok çocuk ve genç “en büyük tefsir” olan Risale-i Nur’un “okunduğunda bir cümlesi bile anlaşılamasa dahi” tekrar tekrar okunması konusunda şartlandırılırken Necip Fazıl’ın ezber bozan şu sözlerine dikkat çekmek isterim: “Nur Risalesi, bu büyük ve son derece tesirli eser, Kur’ân ilhamlarına dayalı bir İslâmi hikmet manzumesidir ve bu ölçüyle ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Ona Kur’ân tefsiri denemez. Kur’ândan mülhem denilebilir. “Nur Risalesi”ni ele alınca, onda derinliğine bir iman tefekkürü bulmakla beraber, o tefekkürden, ipek böceğinin kozası halinde iplik iplik fışkırıp dokulaşan ve olanca insan¬lığı dünü, bugünü ve yarınıyla kuşatan, onun bütün illet ve hasretlerine teşhis ve tedavi getiren, mutlak İslâm bağlılığı içinde müstakil, ezel kadar eskinin yanında da ebed boyu yenilik belirtici bir ideolocya örgüsü bulamıyor ve “Nur Risalesi”ni -5 asırlık hasretimiz-, böyle bir dünya görüşüne misal kabul edemiyoruz. (Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.256) Necip Fazıl: “Nurcular Taassub İçerisindedir” Necip Fazıl, muhatab olduğu Nur şakirdlerine bakarak kendileri hakkında “sınır tanımayan bağnazlar” şeklindeki keskin hükmünü de vermekten geri durmaz: Nurculuk- asla bir tarikat veya mezhep değildir: ve iddiaya göre ruhanî terbiye yönüyle zevkini şeriat ve hakikattan almış bir zâtın etrafındaki vecd ve bağlılık halkasın¬dan ibarettir. Bu halka içinde bazı fertlerin korkunç mübalâğaları ve üstatlarına bağlılıkta had tanımaz taassupları gözden kaçacak gibi değildir. (Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.256) Necip Fazıl’a Göre Said Nursî Necip Fazıl, sözkonusu kitabının ilgili bölümünün son satırlarında insaf ehli bir Müslüman olduğunu ispatlamak suretiyle Said Nursî hakkındaki nihaî fikrini kaydeder: Said Nursî Hazretleri, kesbi olmaktan ziyade vehbi bir ilim ve dehâ çapında bir zekâ ile nimetlendirilmiş içi vecd dolu bir insan ve nihai çapta gayesine sâdık bir mücahid olup, sürdüğü hayata nispetle bir hâl_ve ruhâni makam sahibi olması icap etse de, asıl kıymetinin tefekkürî ve ahlâki sahada aranması gereken halis bir müslüman ve ör¬neklik bir mazlumdur. Netice: Eğer İslâmî kemal mevzuunda; Sığlığına sığ Sığlığına derin Derinliğine sığ Derinliğine derin diye 4 derece kabul edecek olursak bunlardan Said Nursî Hazretlerini hangi derecede gördüğümüz kendi ken¬disine belli; onu, çocukluğundan beri kafası zonklayan ve beyni kanayan bir tahkikçi ve bu tahkik vecdiyle mücadele meydanına atılıcı bir kahraman olarak da üst derecede gör¬düğümüz açıktır. Onun, kendi sınıfı içinde bu üstün dereceye yükselme¬si için ne zâhiri ilim, ne de bâtınî feyzde bir makam sahibi ol¬ması gerekirdi. Ona, 90 yıllık hayatı boyunca hep didinmiş, kendi içini törpülemiş ve Büyük Huzuru bulamamış bir in¬san sıfatiyle, aklı akılla yenen ıstırabı, bu ıstırabın sürükle¬diği mazlumluğu ve ulaştırdığı kahramanlığı, yeterdi ve yet¬ti. (Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.256-257)”(2) NETİCE-İ KELAM: “Risale-i Nur Talebeleri”nin, “Nur Talebeleri”nin yahut bütün franksiyon ve ekolleri ile “Nurcular”ın da, rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’i “sev(e)meyişleri”nin en mühim sebebi de, yukarıda okuduğunuz, “Son Devrin Din Mazlumları” kitabındaki, rahmetli Said Nursî ile ilgili kısımlar olsa gerek. Ve tabii hepimizin de bildiği üzre “Süleyman Sami GÜNDOĞDU”nun; nam-ı diğer “Demirel”in “Mason” olduğunu, “Büyük Doğu Dergisi” Kapak Konusu” olarak, “İlk Açıklayan”ın da, rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK olması… Nasıl “Türkçülerin Rol Model Şahsiyeti”, rahmetli Hüseyin Nihal ATSIZ’lar; “Nurculuk Sayıklaması” gibi yazılarla da, “çok ağır eleştiriler” yaptı ise; nasıl ki “İslamcı İslâm Şâiri” rahmetli Mehmed Âkif ERSOY’lar bile “Safahat”ındaki, bilhassa “Fatih Kürsüsü” isimli şiiri ile de “çok ağır derecede eleştiriler”(3) yaptı ise rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK de, “Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde, esasında rahmetli Said Nursî’yi böyle değerlendirmiştir… Kaldı ki, “Büyük Türk Düşünce Adamı” ve “Milliyetçi Şahsiyet” rahmetli Nevzat KÖSOĞLU da, “Bediüzzaman Said Nursî” isimli kitabında da, “tenkidî bakışı”nı, “eleştirel görüşleri”ni de serdeylemiştir. “15 Temmuz’un Kara Kutusu Risale-i Nur Külliyatı” diyenlere de kulak vermek icap etmez mi? 06.Ağustos 2020 İsmet GÜLTEKİN metgultekin@hotmail.com Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci Dip Notlar: (1): İsmet GÜLTEKİN, “Necip Fazıl KISAKÜREK’in ‘Hakikati’ Üzerine, 1 Ağustos 2020, “facebook” hesabım… (2): Dr. Hayati BİCE, “Türk Ocakları, Said Nursî VE Necip Fazıl”, 12 Kasım 2011, www.haberiniz.com (3): İsmet GÜLTEKİN, “Vaiz: Öteki Mehmed Âkif”(*) Yahut “Mehmed Âkif” Üzerinden , “Zorakilikler”i Anlama ve Kavrama Cehdi, 2 Mart 2020, “facebook” hesabım, Sosyal Medya…

Hiç yorum yok: