MEHMET RIFAT ILGAZ’IN,
“ANADAN DOĞMA OSMANLICILIĞI”NDAN;
“DEVRİMCİLİĞE” UZANAN
SERGÜZEŞT-İ HAYATI ve TERME(*)
“BOYUNA GELEN HÜRRİYET
Hürriyetin ilanından hemen sonra dünyaya gelmişim... İlk hürriyet
çocuklarındanım sizin anlayacağınız.
Hürriyet çocuğu olmam, üç beş yıl sonra Vahdettin gibi bir adam
tahta çıktığı gün, hükümetin önünde «Padişahım çok yaşa!» diye bağırtılmama hiç
de engel olamadı. Hem hürriyet çocuğuydum, hem de her fırsatta nerde olursa
olsun bağırtılıyordum:
«Padişahım çok yaşaaa!...»
Sonradan olma Osmanlı değilim ben, bazı yazar arkadaşlarım gibi,
anadan doğma Osmanlı'yım. Ama Osmanlı' lığım çok sürmedi, ancak yedi sekiz
yaşıma kadar. Sonra Harbiye'nin kapatılması ile başöğretmen olarak okulumuza
gelen genç bir Harbiye'linin isteğine uyarak kırmızı fesimi yere çaldım, bir
kalpak geçirdim başıma, oldum bir Kuvay-ı Milliyeci.
Bilmeden Osmanlı oluşum bitti, oldukça bilinçli bir Mustafa
Kemal'ci oldum. Cide'de kurulan «İstihbarat Odası» nda,Harbiye'li başöğretmen
tarafından görevlendirildim. Başladım köylere dağıtılmak üzere ajansları kopya
etmeğe. Halkın istilacılara karşı açtığı savaşın bütün haberlerini
ayrıntılarına kadar karbonlu kağıtların üstünden bastıra bastıra kalem yürütüp
çoğalttım. Yalı'dan cephane taşıyan yürekli gemicilerin takalarını yüzdürdüm,
Yunan gemileri tarafından sıkıştırılanları karaya çektim. Hemşerim Rahime
Kaptan'ı da öbür kaptanlarla birlikte, bugünlerde tanıdım. Gene bugünlerde
Mehmet Akif’in şiirlerini okudum, onun inanmış sesiyle:
«Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz
Bu yol ki hak yoludur dönme bilmeyiz, yürürüz.»
«Padişahım çok yaşa» diye bağırdığım hükümet
meydanında Ferdaları, Millet Şarkılarını da okudum. Yunanlı'ları denize
döktüğümüz gün çarşı ortasında kurulmuş, defnelerle donatılmış bir sayvandan
bağırdım. Fikret'in ağzı ile:
«Ey, hak yaşa, ey sevgili millet
yaşa, varol.»
1908 de hürriyete kavuşan memleket, 1922 de istiklali öğrenmiş
oluyordu.Artık ne istilacı görecektik, ne sömürgeci. Hemen her yerde İstiklâl
Marşı'nı hem söz olarak, hem şarkı olarak tekrarlıyorduk. İstiklal Marşı'nın
önce şiirini ezberletmişlerdi bize. Başöğretmen defterlerimize yazdırıyordu:
«Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celal!»
Bu mısraı yazarken değil de yazdıktan sonra okurken ilk tokadı
yemiştim. Öğretmen yazdırırken «bir gül» ü, virgül olarak geçirmiştim
defterime:
«Kahraman ırkıma, ne bu şiddet bu celâl!"»
1926’ larda Büyük Millet Meclisi’nin bu marşı değiştirmek için
açtığı yarışmaya bu tokat yüzünden katılmış olacağım. Sonraları sınıf arkadaşım
Hilmi Özgen bir anısında yazmıştı bunu. Bana bu şiir için Ankara'dan bir
teşekkürün geldiğini de belirtmişti anılarında.
Cumhuriyet ilân edildiği gün; Terme’de, sıtmadan yatıyordum yorgan
döşek. Top seslerini yatağımda duymuştum. Cumhuriyetçiliğim, Kuvay-ı
Milliyetçiliğim gibi hızlı olmamıştı. Gene ateşli idim ama, bu ateş daha çok
sıtmadan ileri geliyordu!
Ortaokulu Kastamonu'da okurken Mustafa Kemal’in emri ile Kuva-ı
Milliye kalpağını çıkarıp şapkayı geçirdim başıma. Artık devrimci oluyor,
batının uygarlık düzeyine doğru yükseliyordum. Fes gitti, kalpak gitti derken
kaç tokat karşılığı öğrendiğim eski harfler de gitmiş, yerine Latin harfleri
gelmişti. Devrimler sürüp gidiyordu: Vereme yakalanıp da Yakacık Sanatoryumu’na
düştüğüm günlerde Mustafa Kemal öldü. Devrimlerin hızı da kırıldı.
İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Şair olmuştum. Gerçekçi, toplumcu,
devrimci şair. Kelepçeler, zincirler geldi peşinden. Savaş bitti, Misuriler
geldi. Yeniden sorgular sualler, Sultanahmet'ler, Davutpaşa’lar!..
Ve 27 Mayıs geldi, Anayasası ile birlikte. Hürriyet bir daha
geldi.
13 yıl geçmiş bu 27 Mayıs Bayramı üstünden. Bugün erken kalktım,
tam onüç yıl önce de erken kalkmıştım, çok erken. Bir gazete aldım, Orhan Kemal
roman armağanının Çetin Altan tarafından kazanıldığını yazıyordu. Geçen yıl da
Yılmaz Güney kazanmıştı.
Bu armağandan kendime bir öğünme payı çıkartarak sevindim. Orhan
Kemal İkbal Kahvesi adlı bir kitapta şöyle söylüyordu:
«İlk hikâyem, Rıfat Ilgaz'ın sorumlu müdürü bulunduğu Yürüyüş
dergisinde çıktı.»
Şu rastlantılara bakın!. Orhan Kemal ilk hikayesini Bursa
Cezaevinden göndermişti. Tam otuz yıl sonra, adına acılan roman armağanını
kazanan Yılmaz Güney de cezaevindeydi. İkinci armağanı kazanan Çetin Altan da
öyle. Şu güzel rastlantıya bakın ki 1982 de Orhan Kemal Roman Armağanını
da. Yıldız Karayel adlı romanımla ben kazandım. Hem de bir gözaltı
dönüşü...
Gazeteden okuduğum haber şöyle bitiyordu:
«Çetin Altan tutuklu olduğundan armağanı Sağmalcılar Cezaevi'nde
verilecektir.»
Başarını ve Hürriyet Bayramını kutlarım Çetin Altan! (Rıfat
Ilgaz, Cart Curt ,Çınar Yayınları, 1984, İstanbul,
s.17-20)
Dip Not:
"Her yerde İstiklâl Marşı'nı
hem söz olarak, hem şarkı olarak tekrarlıyorduk." 12 Mart 2019
NOT: Mehmet Rıfat ILGAZ, “Türk
Sağı”ndan, Yeni Çağ Gazetesi Köşe Yazarı, rahmetli Âfet ILGAZ Hanımefendi ile
de evlenmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder