7 Mayıs 2008 Çarşamba

TERME'DE ERMENİ-RUM ZULMÜ

TERME'DE

ERMENİ-RUM

ZULMÜ

Derleyen ve Yazan:
İsmet GÜLTEKİN

Terme Birlik MEFKÛRE
"Birlik Olmadan, Dirlik Olmaz."
KÜLTÜR HİZMETİ-4
TERME- 2004









SÖZBAŞI

Rabb’ül Âlemine sonsuz hamdüsenalar olsun ki, 5 yıl sonra da olsa, “internet/sanal âlemde” de “pdf formatlı” da olsa, nihayetinde, “Terme’de Ermeni-Rum Zulmü” isimli çalışmamı tamamladım ve yayınladım.
“Birlik olmadan, dirlik olmaz” şiarı ile yaklaşık 5 yıl yayın hayatı olan elli sayıdan fazla “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli mahallî gazetede şekillenen bu çalışmamı, aslında, 2004’de kağıda basılı şekilde bir “kültür hizmeti “olarak yayınlanacaktı. Ancak, her “mefkûre adamı”nın ömür boyu kurtulamadığı ve de kurtulamayacağı “parasızlık” sebebiyle, Anadolu’da VAKİT gazetesinde bastırıp yayınlatamadım. Ki, sonradan da “tek nüsha” hâlinde verdiğim çalışmam da “kayboldu…”
Sonradan yeniden derledim ve toparladım ve neticede bu okuyacağınız çalışma ortaya çıktı.Tiz zamanda “internet okyanusu”nda da olsa, nasibi olanlara ulaştırabilmek gayesiyle, yine de acele ettim elbette. Bu okuyacağınız çalışmaya da eklenecek çok önemli yazılar ve resimler, fotoğraflar vardı. İnşallah bunları da ileriki tarihlerde ve tiz zamanda eklemleyeceğim…
“Terme’de Ermeni-Rum Zulmü” isimli çalışmamla ilgili çok önemli yazılı kaynaklara sahibiz. Başta benim de Terme Lisesi yıllarımda “Tarih Öğretmenim” olan ve derin bilgisiyle zihin ufuklarımızın açılmasında bence önemli katkısı olan, hâlen İstanbul Başkent Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi olan Nuri YAZICI’nın “Millî Mücadele, Canik Sancağı’nda Pontuscu Faaliyetler(1918-1922)” eseri; bir dönem İlkokulu Terme’mizde okuyan ve ömrü hastahâne-hapishâne-dergicilik üçgeninde nihayete eren Edebiyatçı Mehmet Rıfat ILGAZ’ın kendi hayatını anlattığı, otobiyografik eseri “Sarı Yazma”;yine Gazeteci-Yazar Arslan BULUT’un “Çift Başlı Yılan”isimli eseri-ki Yeniçağ Gazetesi’nde tefrika edilen kısımları, bu çalışmamda da aynen yayınladım- ve memleketimizin “değeri” emekli Edebiyat Öğretmeni Baha Rahmi ÖZEN’in, bütün eksikliklerine ve çelişkilerine rağmen “kurgu romanı” olan ve Termemizin de “ilk romanı” olan “Depreli Hasan” isimli eseri; bazı akademisyenlerin çalışmaları ile Dışişleri Bakanlığı Arşivleri ve yine Samsun’umuzun “güzide kalemleri”nden Ali KAYIKÇI’nın “Pontus’a Darbe” isimli çalışması önemli yazılı kaynaklar…
Ayrıca çokca da abartılan” Amazonculuk/Amazonseverlik/Amazonizm” ile “Misyonerlik” konularını da hatırlatan yazılar…..
İlgililer-yetkililer geçse de, hiçbir Termeli, “Terme” deyip geçemez, geçmemeli…Çünkü Terme’miz “stratejik konuma” sahip ve bazı ecnebîlerin de “tatlı rüyâları”nı süslemekte ve hattâ “eski başkentleri” olarak görmektedirler..Ayrıca, Türkiyemizin tamamının nasıl “cennet vatan” diye tasvir edildi ise ilâve olarak topraklarımız “Altın Topraklar” da diyebiliriz…
Bu çalışmamdaki gerçek niyetimi, hepimizi bizden daha iyi bilen Rabb’ül Âlemin’ce malumdur. Temel gayelerimden biri de, yaşadığımız toprakları tanıyarak, bilerek sevebilmeye vesile olmak ve herkesin ve bilhassa da “dünya gezegeni”ndeki her Termelinin hayır duâlarını alabilmektir..
Rabb’ül Âlemin, Müslüman Türk Milleti’ni korusun ve yüceltsin.(Âmin)
Havza, 22.Nisan.2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com









TERMEMİZDE RUS/İNGİLİZ DESTEKLİ
ERMENİ-RUM ZULMÜ

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nden önceki devletimiz olan “Osmanlı Devleti”nin son zamanlarında, l9l5’lerde, güney illerimizdeki “Ermeni Tehciri / Göçü”nde, Ermenilere “soykırım” yaptığımız yalanı, en son Fransız Senatosu’nca ve Fransız Meclisi’nce kabul edildi. Amerika Senatosu’ndan son anda vazgeçilen “Sözde Ermeni Soykırımı” yalanının başka Avrupa ülkelerinin ‘Meclis’leri tarafından da kabul edilebileceği ihtimali her zaman var. Nitekim, İngiltere’deki “Soykırım Sergisi”nde, “Sözde Ermeni Soykırımı Yalanı” ile ilgili(!) resimlere de yer veriliyor..
Milletimizin beşbinyıllık tarihinde jenosid(soykırım) ve asimilasyon(kültürel eritme) olmadığına da tarih de şahid, “ortaya çıkan” devletler de şahid...Türkiyemizde, neredeyse en ücra yerlere varıncaya kadar “destekli” “Ermeni Zulmü” var, Ermenilerin yaptığı katliamlar, zalimlikler var..Milli Mücadele(İstiklal Harbi)’mizin ilk işgallerle başlayan yıllarında, Güney İllerimizde, bu zulümler, bu katliamlar, bu zalimlikler, “Fransız destekli” ağırlıklı idi de..Güzelim Termemizde de Rus ve İngiliz destekli Rum ve Ermeni çetelerinin zulümleri de belgelerle ortada...
Sarı Yani, Harigo, Kara Banayıt, Yoriga, Kara Hacik(Ermeni) gibi Pontusçu Rum çeteleri ve Ermeni çeteleri, Rusların l9l6’da Termemizi bombardıman etmeleri sonrası, Terme’deki yerli halkı yıldırmak, göçe zorlamak, nüfus çokluğu iddia etmek, Yunanistan ile birleşmek, köyleri yakmak ve gasb, cinayetler işlemek gibi ‘eylemler’ içinde bulunmuşlardır. “Terme Müdafa-i Hukuk Cemiyeti”nin kurucusu Hacı Kuzu Fevzi Efendi önderliğinde, Rum ve Ermeni çetelerinin bu “ortak eylemleri”ne bir çözüm ve tedbir olması açısından, Türk çetelerini birleştirmek, “Rum ve Ermeni Çeteleri”ni bir yolunu bulup, yok etmek hedeflenmiştir.(1)
TERME'DEKİ RUM-ERMENİ ÇETELERİNİN 'EYLEMLERİ'
İlimdağı, Çangeriş Ormanları Rum çetelerinin barınağı idi. Köylere baskınlarında Rum-Ermeni çeteleri ortak hareket ediyorlardı.1) Mihail, Gazar, Sekis isimli biri Rum, ikisi Ermeni üç çete reisinin kalabalık adamları ile Termemizin Kocaman Köyü’ne(Kocaman o tarihlerde ‘köy’ idi) yaptıkları baskında, köyün bütün mal ve hayvanatını gasbetmeleri..2) Termemizin Kocaman ve Bazlamaç Köyleri’nde(Bazlamaç’ta o tarihlerde ‘köy’ idi.) Rum çetelerinin baskını.(l920) Mal ve hayvanat gasbı..3) 25/ Şubat/ l922’de Terme merasında, Rum çetelerinin 49 hayvanı gasbı..4) l5/Mayıs/ l922’de, Rum eşkiyalarının Şeyhli köyü baskını, iki evin yanması..(2)
1920 yılı sonuna kadar 6 tür olay, ‘eylem’.. 13’ü Rum, 14’ü Ermeni tarafından gerçekleştirilmiş..”Terme Kazası Olayları Listesi”nden de(3) görüleceği üzere, iki öldürme, yol kesme, gasb ve hırsızlık ‘eylem’lerinde bulunmuşlar.Hatta şu an Salıpazarı ilçesi sınırlarında kalan Kalfalı Köyü Evliyası, halkın “Yumurtacı Evliyası” olarak bildiği evliya da, Ermeniler tarafından “şehid” edildiği bilinmektedir..
Netice: Mazlum kim? Zalim kim?.. Kızıl Moskof mu?.. Hinoğlu hin İngiliz mi?...Kara Fransız mı?..Yoksa milletimiz mi?...

TERME KAZASI OLAYLARI LİSTESİ

FAYDALANILAN KAYNAKLAR
(1): Nuri YAZICI, “Terme Tarihi”, Aydoğdu Matbaası, Samsun-l982, sh.31-39
(2): Dr. Nuri YAZICI, “Milli Mücadele’de (Canik Sancağı’nda) Pontosçu Faaliyetler”(1918-1922), Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1989, sh.55
(3): “Pontus Meselesi”, Hazırlayan: Dr. Yılmaz KURT, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları Nu.:68, sh. 257, (“Terme Kazası Olayları Listesi”, sh.261), (Resim, sh.263)
Araştırma-İnceleme:
FLAŞ...FLAŞ...FLAŞ...
RUSLAR, TERME’Yİ BOMBALIYOR!!! (*)


Haber Merkezi/(Terme Birlik MEFKÛRE): 1915 yılı Temmuz ayındaki ikinci saldırıda Terme önlerinde bulunan küçük tonajlı gemiler de Rus bombardırmanına maruz kaldılar. Terme limanında iki, Kargalı mevkiinde bir, Sancaklı mevkiinde sekiz, Çaltı mevkiinde bir, Çobanyatağı mevkiinde bir ve Kend boğazında iki tane olmak üzere toplam 15 tane muhtelif türdeki küçük tonajlı gemi hasar gördü. Gemilerin tamamı yiyecek ve eşya yüklüydü ve iki ile 28 ton arasında değişen tonajlara sahip bulunuyordu. Bunların üç tanesi sandal, dokuz tanesi kotra, bir tanesi çapar ve bir tanesi de çırnık türü gemiydi. Hasara uğrayan gemilerden bir tanesi Termeli ve diğer 14 tanesi de Karadeniz kıyılarındaki muhtelif yerleşim birimlerinde ikamet eden gemicilere ait bulunuyordu. Terme Muhasebe Müdürlüğü’nün 08 Ağustos 1915 tarihli hasar tesbit raporuna insan zayiatının bulunmadığı gemilerdeki toplam zayiat 347200 kuruş olarak tesbit edildi.
(*): Yrd. Doç. Dr. Osman KÖSE, “Rusların Samsun’u Bombardımanı (1915)”, OMÜ, Eğitim Fakültesi Derg., Mayıs 1999, Sayı: 12/2, sh. 66-67-76




MEHMET RIFAT ILGAZ'IN HAYATINI ANLATTIĞI "SARI YAZMA" ROMANINDA
İLÇEMİZDEKİ ERMENİ-RUM ZULMÜ

Gazetemizin 15 Şubat 2001 tarihli 4. sayısında yayınladığımız “Termemizde (Rus-İngiliz Destekli) Rum-Ermeni Zulmü” araştırma yazımızın ardından, geçen sayımızda gündeme getirdiğimiz edebiyatçı-yazar Mehmet Rıfat ILGAZ’ın hayatını anlattığı “Sarı Yazma” romanında da, bu konu ile ilgili “belge vesika” değerinde açıklamalara rastladık. Bu açıklamalar, nazarımızda “Sarı Yazma”nın önemini kat kat arttırırken; ILGAZ’ın kaleminden ilçemizdeki Ermeni-Rum zulmünü, halkımızla, okurlarımızla paylaşmayı da bir borç addettik. Ayrıca şu hususunda okurlarımız tarafından bilinmelerini istiyoruz. Rahmetli M. Rıfat ILGAZ’ın hayatı, ‘Sarı Yazma’dan öğrendiğimize göre, hapishanelerde, hastanelerde, basım evlerinde ve okullarda geçmiş. ILGAZ’ın çok yüksek derecede yazı yazma ve gazete-dergi çıkarma iştiyakına ise gıpta etmemek elde değil.
Şimdi M.Rıfat ILGAZ'ın kaleminden "İlçemizdeki Ermeni-Rum Zulmü"nü beraberce okuyalım:
İNGİLİZ BEZİRGANLARI
Ah bu halkları, çocukları büyükleri düşman edip birbirlerinden koparanlar. Eğer İngiliz bezirganları, denizaşırı alışverişlerin kazançlarıyla öylesine beslenip büyümeseydiler Yunanlıları kimler saldırtacaklardı üzerimize? Ermenileri de, Rumları da hükümet kurmaları için kışkırtmasalardı, halklarımızı birbirine nasıl kırdıracaklardı, Karadeniz kıyılarında, Doğu kentlerinde?...
SARI YANİ
Cide’yi on iki yaşın masalsı evreninde bırakıp Samsun’a gelmiş, üç ay kadar annemle, ağabeyimin konuğu olduktan sonra da Terme’ye gitmek üzere bir yaylıya binmiştik...Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıktığımız için yollar eşkıyalardan henüz arınmamıştı. Babam yaşlı bir kolcusunu göndermişti Samsun’a bizi aldırmak için. Kır atının üstünde yaylının önünde gidiyordu İsmail Efendi. Çarşamba’dan sonra daha tedirginleşmişti. Atını sürüp geri dönüyor, bir süre arabanın yanında yol aldıktan sonra hızlanıp uzaklarda kayboluyordu. Arabacı onun gibi ölçülü değildi konuşmada. Anlattığına göre hemen her gün bu Terme yolunda Rum eşkıyalar yol keserler, dağa adam kaldırırlardı. Daha dün, bir bakkalı soymuşlardı Çarşamba’dan dönerken. Pontusçulardı bunlar, Sarı Yani diye bir eşkıya vardı ki haraç almadığı köylü, kundaklamadığı ev kalmamıştı buralarda.
Üçpınar Yaylasında, Karakuş kayalıklarında barınırdı. Kimse yanaşmazdı onun çetelerine. Attığını gözünden nallardı bu çeteler. Terme’ye girerken bir mitralyöz bölüğünün, düzlükte tüfek çattığını görmüştük. Arabacı, atlarının dizginlerini çekip uzun uzun bakmıştı da:
“Vah zavallılar!” demişti. “Biz seferberlikte işte bunlar gibiydik. Ne üstümüzde vardı, ne başımızda!”
Ayaklarına çapullalar çekmişti askerler, dizlerine doğru dolak sarılıydı. Pantolonlarının arkaları da, dizleri de parça parçaydı. Salıverdikleri katırlar, sırtlarındaki kızaklı tüfeklerin farkında değillermiş gibi otluyordu. Cephede işleri bitince “eşkıya takibi” için görev almış olacaklardı bu kesimde. Ertesi gün hükümetin önünde iki Rum eşkıyanın uzatıldığını görünce savaştan dönen askerin ne demek istediğini anlamıştım. Çapraz bağlanmış fişeklikleri hala üzerlerindeydi. Bellerinden sarkan el bombalarını kullanmaya vakit bile bulamamışlardı. Nasıl bir baskına uğramışlardı ki Laz başlıkları bile çözülmemişti başlarında. Cepkenleri, zıpkalarıyla yelekleri, yeni dikilmiş gibi pırıl pırıldı. Yumuşak çamurlu çizmeleri, boğum boğumdu.
KUNDAKÇI RUMLAR
Arkadaşlarımdan öğreniyordum, bunlardan daha yüzlercesi vardı bu dağlarda. Köyleri bastıkları bir şey değil, kundaklayıp kaçıyorlardı. Neydi zorları hiç kimse bilmiyordu. Rum olmak Türk köylerini yakmak için gerekli bir neden olabilir miydi?
Bizim Cide’de Rum komşularımız vardı. Annem Hafız Hanımlara gittiği gibi onlara da konukluğa gider beni nedense hiç götürmezdi. Her gidişinde gördüklerini, duyduklarını anlatırdı evde. Kimisi terziydi Rum kadınlarının, kimisi yün örer, şal dokurdu. Yerli kadınlarımıza giysilerini seçmekte yardımcı oldukları kuşkusuzdu. Eğer sarı yazmayı, lacivertli, kırmızılı önlüğü, İstanbul’dan onlar alıp getirmeseler bunca kadın giysisiz kalırdı.
Nasıl da insanları birbirine düşman etmeyi başarıyorlardı büyük kentlerde, politika adamları. Nasıl bu memleketlerde oturan yabancılar, el ulaklarıyla bizi birbirimizden soğutup çıkarlarını sürdürmesini başarıyorlardı? Bir gün onların da kazınacaktı kökleri. Ama kavga gene de sürüp gidecekti. Kavganın sürüp gitmesi zenginlerin zenginliklerini sürdürmeleri için gerekliydi, yalnız bizde değil, bütün yeryüzünde.
Okul başlamıştı, ben altıncı sınıfın en gerisinde gelişi güzel oturuyordum. Sınıfta belli bir yerimin olabilmesi için ilk dönem sınavlarını atlatmam gerekiyordu. Sınıfın birincisi Keleşlerin Mehmet’ti. Birinciliği kaptırmamak için çok tutkulu görünüyordu. Bilgisini pek kestiremezdim ama, hiç de akılsız bir çocuğa benzemiyordu...
MAZHAR BEY'İN DAĞA KALDIRILIŞI
Okulun son aylarındaydık. Havalar birden ısınıvermişti. Cumhuriyet ilan edilmişti ama, eşkıyaların ayakları henüz dağlardan kesilmemişti. Her gün bir eşkıya olayı ile karşılaşıyor, Terme yaylalarında dolaşan, Ünye, Fatsa üzerinden Karağuş’a geçen, Çarşamba’dan vurup Ladik’e Erbaa’ya atlayan kimi Rum, kimi Çerkez, kimi Gürcü, türlü eşkıyaların serüvenleriyle kulaklarımız doluyordu. Celal bu eşkıya hikayelerini anlatmakla eşsizdi. Ömer babasız bir çocuktu, onu kendime çok yakın bulurdum. Mazhar, zengin bir ağanın oğluydu, uzak bir köyden gelir giderdi okula. Gözü pek, yürekli, güçlü bir arkadaştı. Benim yanımda otururdu sınıfta. Onu böylece “dümen neferi” olmaktan kurtarmış olurdum. Derste yardımını gördüğü için severdi beni. Cebinden, çantasından köy işi pestiller, cevizli helvalar, çıkarıp kimseye göstermeden vermesini başarırdı. En sevdiğim hediyesi, ipek kumaş inceliğindeki sarı erik pestiliydi.
Hiçbir ders sektirmeden okula saati saatine gelirken bir sabah ilk derse yetişemediğini, görmüş, ikinci derste de bulunamayınca, hastalandı sanmıştık. Termeli bir çocuğun hastalanması kadar doğal hiçbir şey olamazdı. Sıtma hazırdı bizler için... Mazhar ikinci üçüncü gün de gelmeyince, onun küçük sınıflardaki köylülerine sorduk. Anası, babası gizli kalması için okula bildirmemişti. Eşkıyalar dağa kaldırmıştı. Son günlerde, çeteci denilmiyor, eşkıya denilip geçiliyordu. Kemal Paşa, çeteleri kaldırdığı için, onların askerleştirildiği için dağa çıkanların iyisi olamazdı, tümü eşkıyaydı. Eşekçi’ler, Çerkez Ethem’ler, İpsiz İrecep’ler, Topal Osman’lar kalmadığı gibi, cephane taşıma bahanesiyle Karadeniz’e..............kılacaktı. Bir tuzak düzenleyeceği sezilirse Mazhar’ın babası da aynı duruma düşürülecekti.
Bu bildiriyi duyan Mazhar’ın babası istenilen parayı gaz tenekesinden çıkarıp çıkınlamıştı. Eline taflan dalı verdiği adamın karşısına çıkan eşkıyalar, bir yandan Mazhar’ın bileklerindeki ipi çözerken, bir yandan da altınları sayıp teslim almışlardı. Çok geçmeden de mitralyöz bölüğü eşkıyaları pusuya düşürmüş, içlerinden bir tek kurtulan olmamıştı.
Hükümet’in önüne ölüler uzatıldığı sabah Mazhar da yanımızdaydı.
“Hepsi bu kadar değil bunların!” diyordu Mazhar, “Bir de çetenin Reisi vardı, sarı bıyıklı...”
“Sarı Yani miydi adı?” diye sormuştum. “Sarı Yani derler benim adıma,” diye başlayan bir eşkıya türküsü öğrenmiştim. Bilmiyordu Mazhar, bu reisin adını. Onun yanında meğer hiç konuşmazlarmış eşkıyalar. İçlerinden sadece biri konuşuyormuş onunla... Çok iyi Türkçe biliyormuş, belki Rum’muş, belki de Türk... Ama mitralyöz bölüğünün komutanı bizden de, kaymakamdan da çok şeyler biliyordu. Bilmese, Mazhar’ın annesini, babasını, kardeşlerini Terme’ye çağırtmaz, köye dönmelerini bir süre yasaklamazdı.
Mazhar dağda, eşkıyalarla geze geze kararmış, adamlaşmıştı bayağı. Ayağının burnuyla yerde yatan ölülerden birini göstererek:
“Şunun doru bir atı vardı,” diyordu. “Beni hep terkisine alırdı. Bir gün mitralyöz bölüğü, Karağuş’un kayalıklarında bizi sıkıştırmıştı. Ben sanıyordum ki büyük bir savaş olacak... Dörde bölünmüşlerdi hemen, bizim takımdakiler atlarından inip geride kaldılar. Beni de ilk defa terkiden indirerek sahipsiz kalan atlardan birine bindirip önlerine kattılar. Biz arka yollardan yaylaya çıkarken bir patırtıdır koptu gerimizde. Ben dönüp geriye bakıyordum. Enseme tokat indirdi, arkamdan gelen. Elindeki mavzeri gösterdi bana. Bir daha geriye dönüp bakarsan vururum seni, demek istiyordu.”
Sormuştum Mazhar’a “geride kalanlar ne oldu?” diye.
“Ertesi gün biz bir düzlükte yemek yiyorduk, yedi sekiz çeteci dönüp geldiler. Demek en azından bir iki kişi ölmüş diye düşünüyordum. Sonra gördüm ki iki atı yedekte götürüyorlardı.”
Mazhar, köyüne hemen bir ay sonra dönebilmişti, annesi, babası, kardeşleriyle birlikte. Demek artık Rum eşkıyalar kökten temizlenmiş oluyordu. (*)

(x): Rıfat ILGAZ, “Sarı Yazma”, Roman (Otobiyografik) Çınar Yay. İstanbul 1999, Sf:78, 79, 87, 88 ve 89
İsteme Tel No: 0 212 293 23 98 - 0 212 293 23 99 Faks: 0 212 293 28 96
Memleket/ İ.Sazak GÜLTEKİN
(metgultekin@hotmail.com/ ismet_gultekin@mynet.com)





“HABABAM SINIFI”NIN MÜELLİFİ RIFAT ILGAZ’IN “SARI YAZMA”SINDA,
TERME’YE HAKARET Mİ VAR?


Memleketimiz Terme’ye, nice “şöhretli siyasîler” den başka, “şöhretli edebiyatçı, yazar, mütefekkirler ve mücadele adamları” gelmişlerdir. Rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’in verdiği “konferans”ı dinleyen, hâlâ içimizde canlı şahidler var..
“Hababam Sınıfı “filmi ile halkımızca da tanınmış olan öğretmen, edebiyatçı, yazar ve mücadele adamı Rıfat ILGAZ’ın çocukluğu ise Terme’mizde geçmiş.Onun hayatını anlattığı “otobiyografik eseri “Sarı Yazma”sının Terme ile ilgi bölümlerini, “Sarı Yazma ve Terme”, “Sarı Yazma’da Terme’de Ermeni-Rum Zulmü” başlıklı incelemeleri, “Mefkûre”mizde yayınlamıştık..Bilhassa henüz bastıramadığımız “Terme’de Ermeni-Rum Zulmü” isimli kitapçığımızın en mühim kaynaklarından biri de, ILGAZ’ın “Sarı Yazma”sı teşkil etmekte..Hattâ “Pontus –Rum çeteleri”nce dağa kaldırılan “Termeli Mazhar Bey’in fotoğrafları”na kendi çabamla ulaşmak istedim amma ulaşamadım…
Rahmetli Rıfat ILGAZ, “sürgünzede bir babanın oğlu olarak” Terme’mize gelmiş..1923 yılının Haziran’ın da…O zaman da olduğu üzre, şimdilerde de “sıtma”dan çok çekmiş..
Yine o yıllarda İlkokul altı yıl. Sınıf arkadaşları Keleşlerin Mehmet, Külahlıların Arif, Çerkezlerin Mazhar.. Ve vekil öğretmen, Hacı Kuzu’nun oğlu Mehmet..
Gerek arkadaşımız edebiyat öğretmeni Selim EROĞLU’nun ve gerekse de benim incelemelerimde “Sarı Yazma” da, Terme’mize yönelik bir “hakaret”e rastlamadık..
Ancak Cumhuriyet Gazetesinin “Kitap İlavesi”nde yer alan “Rıfat Ilgaz’ın Yaşantısı” başlıklı yazıda, “Bir dönem romanı olarak “Sarı Yazma” üst başlığı ile ILGAZ’ın Cide ve Terme hayatından kesitler yazılmış. (Hakan AKARSU, Bir dönem romanı olarak “Sarı Yazma”, Rıfat ILGAZ’ın Yaşantısı”, Cumhuriyet Kitap İlavesi, Sayı 863, s.13)
Yazılmış da…Şu cümleyi kitapçı bir arkadaşıma da okuduğumda, “memleket çocuğu” olarak pek hoş olamadık hani: “Rıfat Ilgaz’a göre Terme, insandan başka her şeyin yetiştiği bir yer…”
“Terme, insandan başka her şeyin yetiştiği bir yer” ha?!
Halbuki, yirmiye yakın “yatırı, türbesi, evliyası; nice şehidleri, belki bir o kadar hâlen yaşayan “velî kullar”ı ve nice “şöhretli insanları” bağrından çıkartmış bir memlekettir, Terme…
Belki, sizler, bizler “öfke/kızgınlık eseri “ ile çok kere “Terme, yüzünü görme” demişsinizdir..
Halbuki başka “memleket”lere gittiğimizde, “Terme”mizin “farkları” daha iyi anlaşılıyor…
Kaldı ki, rahmetli Rıfat ILGAZ’ın hayatının anlattığı “Sarı Yazma” isimli eserinde, ben ve arkadaşlarım, Terme’ye yönelik bir “hakaret” cümlelerine rastlamamışızdır..
Yine kaldı ki, “milliyetçi isen memleketini seveceksin” arkadaş!!!
“Memleket”ini “tu kaka “ edenler….
Terme, bulunduğu stratejik konumu ile bütün tarihi ile insanları ile hatta bütün ziraî mahsulleri ile sahiden sevilecek bir “memleket”tir be!!!
“Memleket”lerine muhabbetlerini müşahhas olarak da ispatlayanlara ne mutlu!!!




Yard. Doç. Dr. Nuri YAZICI: "TÜRK ÇETELERİ DE SİLAHLI MÜCADELE VERMİŞLERDİ"



Terme Birlik MEFKÛRE:"Millî Mücadelede (Canik Sancağı'nda) Pontusçu Faaliyetler(1918-1922)" isimli eserinizde , bilhassa Orta Karadeniz'deki ve dolayısiyle ilçemizdeki Pontusçu faaliyetlerden; Ermeni-Rum çetelerinin "eşkıyalık"larından, "terör"lerinden bahsediyorsunuz.
Genelde Orta Karadeniz'de, özelde Termemizde "yedi düvel"in(yedi devletin) ve uzantılarının, Ermeni-Rum çetelerinin emellerini ve faaliyetlerini özet olarak değerlendirebilir misiniz?
Nuri YAZICI:"Millî Mücadele'de (Canik Sancağı'nda) Pontusçu Faaliyetler(1918-1922)" adlı eserim doktora tezimdir. Bildiğim kadar bu alanda yapılan ilk bilimsel çalışma idi. Bu eser 1989 yılında Ankara Üniversitesi Yayınları arasında yayımlandı.
Millî Mücadele döneminde Terme'deki faaliyetler, "Terme Tarihi" adlı kitabımda anlatılmıştı. Bu faaliyetler daha çok Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetleri öncülüğünde yürütülmüştü. Ayrıca Rum ve Ermeni çetelerine karşı , Türk çetelerinin silahlı mücadelesi de görülmekteydi.

(*): Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.:1 Sayı.:12-13, 15 Kasım 2001/ 29 Şaban 1422,
Öğretmen, Eğitimci-Yazar ve Halen Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Nuri YAZICI ile "TERME TARİHİ" ÜZERİNE yapılan ropörtaj...

"Millî Mücadele'de (Canik Sancağı'nda)
PONTOSÇU FAALİYETLER-(1918-1922)"(*)

İlçemizde, 1980'li yıllarda, Terme Lisesi'nde Tarih öğretmenliği de yapmış olan ve "Terme Tarihi" eseri ile ilçemizin yerel tarihini ortaya koymaya gayret eden Nuri YAZICI'nın doktora çalışması:" Millî Mücadele'de(Canik Sancağı'nda)PONTOSÇU FAALİYETLER-1918-1922..." Toplam 116 sayfa olan eserin sonunda, Osmanlıca belgeler, Ermeni-Rum çetelerinin yaptığı zulümleri belgeleyen fotoğraflar, Canik milletvekillerinin resimleri ve yirminci yüzyılda Canik Vilayetini gösterir harita da yer almakta. Üç bölümden meydana eserin birinci bölümünden önce "Şark Politikası ve Osmanlı Devleti" ve "Etniki Eterya ve Megalo İdea" isimli "giriş" yazıları yer almakta.
Birinci bölümde ise "Mondros Mütarekesi'nden Sonra Canik Bölgesi" başlığı altında, Samsun ve Merzifon'un işgali; Pontos ve Rumluk, Pontosçu faaliyetlerin önemli simaları, Avrupa'da Pontosçu faaliyetler ve Paris Barış Konferansı'ndaki Teşebbüsler, Canik'teki nüfus durumu, Canik'te Pontosçu faaliyetlerin ortaya çıkışı, Pontosçu Rum çeteleri ve Samsun olayları konu başlıları yer almakta; Canik'teki asayiş meselesi ortaya konulmakta..
İkinci bölümde ise kongrelere ve seçimler sırasında Canik Samsun'a asker çıkarma söylentileri, Merzifon asayiş kongresi, Samsun'a Sovyet heyeti ve Samsun bombardımanı konularına yer verilmekte...
Üçüncü bölümde ise çok geniş bir şekilde "Pontosçuluğa Karşı Alınan Tedbirler ve Diplomatik Faaliyetler"i ortaya konulmakta.
Şimdilerde Yard. Doç.Dr. olan Nuri YAZICI'nın doktora çalışması olan bu eseri , bölgemiz coğrafyasının tarihî arka planını ve özellikle de "Pontosçu faaliyetler"e karşı uyanık ve şuurlu olmak isteyen herkese hararetle tavsiye ederiz.(**)
(*): "Millî Mücadelede(Canik Sancağında) PONTOSÇU FAALİYETLER-(1918-1922)", Kitap Tanıtım Servisi, Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.:2 Sayı.:17-18-19, 15 Mayıs 2002, 02 R.Evvel 1422, s.18
(**): Dr. Nuri YAZICI, "Millî Mücadelede(Canik Sancağı'nda) PONTOSÇU FAALİYETLER(1918-1922)", Ankara Üniversitesi Basım Evi, Ankara 1989
KOCAMAN ÖNÜNDE…(*)

1982 yılında Terme Lisesi son sınıfta öğrenci idim. Tarih hocamız Nuri Yazıcı idi. Nuri Bey, “Terme Tarihi” adlı kitabını çıkartmak istediğini söyledi. Bunun için derste bana, dedemle görüşmek istediğini ifade etti. Dedemden 1921 yıllarında Kocaman’da meydana gelmiş Ermeni-Rum zulümleri hakkında bilgi almak istiyordu. Ben de hocamın isteğini dedeme ilettim. Kararlaştırılan bir gün de Nuri Bey’le dedemi Kocaman’da görüştürdüm.
O zamanlarda memlekette merkezi otorite boşluğu olduğundan içerideki Ermeni ve Rum çeteleri, dış güçlerin de kışkırtması ile yerli halka zulüm ediyordu. Terme kaymakamı Rıfat Bey, asayişi sağlamak için elebaşlarını Kocaman’da imamın evinde toplantıya çağırır. Nuri Bey’in tesbitine göre 1921 yılında bu toplantı gerçekleşir. Kaymakam Bey bu toplantıda çetelere, zulümlere son vermelerini ister. Fakat Kaymakam Beyi dinlemezler. Zulümlerine devam edeceklerini söylerler. Bunun üzerine çatışma çıkar. Bu çatışmada şimdi Merkez Camii Dernek Başkanı olan Hüseyin Fidan’ın dedesi Buruk Hüseyin’i Kara Hacik kamalayarak öldürür. Kara Hacik’i de Kör Temel öldürür. Bundan başka, Serkis, Harigo ve Banayıt adlı elebaşları da öldürülür. Diğer çete reisi Yoriga kaçar.
Bundan sonra halkın güvenliği için tedbirler arttırılır. Köyü belli bir süre Jandarma bekler.
Bu olay üzerine dedem Hacı İdris Eroğlu’nun (1319-1995) Nuri Bey’e naklettiği aşağıdaki türkü-ağıt söylenir halk arasında:
Çekin kıratımı ben de bineyim.
Kaymakam istemiş O’nu göreyim.
Ahir cevabımı bugün vereyim.
Ben, beni bağladım kime ne diyem.

Kocaman önünde çevrilip kaldım
Anayı, babayı kaygıya saldım
On beş gün içinde bir tay çaldım
Ben, beni bağladım, kime ne diyem.

Kocaman önünde uzun yazılar
Düşman vurdu yaralarım sızılar
Evde ağlaşır körpe kuzular.
Ben, beni bağladım kime ne diyem.

Kara Hacik ne oldu bize
İmamın evinde kan çıktı dize
Anladım puştluk var bize
Ben, beni bağladım, kime ne diyem.

Çangeriş çıktım başım selamet
Kocaman’a vardım koptu kıyamet
Körpe kuzularım sana emanet
Ben, beni bağladım kime ne diyem.

Sarı Yani derler adıma
Doyulmaz lezzetime, tadıma
Nazlı yarim gelsin benim yanıma
Ben, beni bağladım kime ne diyem.

Kaynak: Nuri Yazıcı, Terme Tarihi, 1982, s.39

(*): Selim EROĞLU, Kocaman Önünde, Haftalık Terme Bilgi Gazetesi, Cemre Köşesi, 9. Nisan.2008, s.13, (selimeroglu55@hotmail.com)
TÜRKİYE’Yİ PİÇ VASİL, PİÇO GİBİ ÇETELERLE ÇÖKERTEMEYENLER

Piç Vasil Çetesi, Piço Çetesi, Soraklı Esaverse Çetesi, Andon Çetesi, Koprak Çetesi, Sorakya İstavri Çetesi, Andelik Çetesi, Aliko Çetesi, Kara İlya Çetesi, Kara Sava Çetesi, Vasil oğlu Yuvan Çetesi, Toton oğlu Çetesi, Deli Yani Çetesi, Kör Dimitri oğlu Kiriko Çetesi, Aris oğlu Kirako Çetesi, Aleko ve Eleni Çavuş çetesi... Ve isimlerini saymaya gerek görmediğim yüze yakın çete. Tüm bu çeteler tek bir gaye için kurulmuşlardı: Merkezi Samsun olmak üzere, Batum’un kuzeyinden İnebolu’nun batısına kadar Karadeniz kıyılarıyla,
Rize, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Gümüşhane, Karahisar-ı Şarki, Tokat, Amasya, Çorum sancaklarını ve Erzincan Sancağı’nın bir bölümünü kapsayacak bir Pontus Rum Cumhuriyeti kurmak için.
Esasen Türkiye bir kıskaca alınmak isteniyordu. Amaç, Türk’ü bulunduğu coğrafyada boğmaktı. Batıdan Yunan orduları silahsız vilayetlerimize saldıracak, Karadeniz boylarında Pontus hayali güden yerli Rumlar ve doğudan da Ermeniler.
Piç Vasil, Piço, Aleko ve bir kısmını yukarıda vermeye çalıştığım yüzlerce Rum Çetesi bu gaye ile kuruldu. Türk’ü arkadan vurmak, malı ve mülküyle birlikte vücudunu da ortadan kaldırmak, tüm Anadolu’yu Türk’e mezar yapmak için.
Peki yerli Rumları Pontus hayaline sevkeden ve onları çeteler kurup binlerce Müslüman Türk’ün kanını dökmeye sevkedenler kimlerdi? Maalesef burada da yine karşımıza Türkiye’ye yönelik bir çok ihanet odağının arka planında yer alan dost(!) Amerika çıkıyor. Devlet arşivlerinde yer alan ve kamuoyuna yeterince yansıtılmamış belgelere göre, ilk Pontus teşkilatı 1904’te Merzifon Amerikan Koleji’nde Koleji Müdürü H.C. Howayt ve yardımcılarının gizli çabaları sonucu önce dikkat çekmemesi açısından “Rum İnfanperver” (Rum Bilgisever) cemiyeti adı altında kurulmuş, bu kuruluş musıki cemiyetleriyle perdelenmiş ve 1908’de genişletilerek Samsun’da “ Müdafaa-i Meşruta” adı altında faaliyete geçirilirken, çok geçmeden de Batum’dan İnebolu’ya kadar uzanan Karadeniz bölgesi içerisinde “ Mukaddes Anadolu Rum” cemiyetleri meydana getirilmiştir.
Merzifon Amerikan Koleji’nde Pontus Rum Cumhuriyeti hayaliyle çalışacak ve Karadeniz’de çeteler oluşturacak olan Rumlar, “Rum İnfanperver Cemiyeti” adı altında faaliyet gösteren “Pontus Teşkilatı”na aşağıda tam metnini vereceğim yeminden sonra kabul ediliyorlar ve eğitimlerine başlıyorlardı: gizli Pontus Teşkilatına Giriş Yemini (Rumca dan çeviri): “Milli fikirlerimizle ilgili olan her hangi bir görevin bana verilmesinde sadakat, itaat, mahremiyet ve ketumiyetten zinhar ayrılacağıma ve hariçten duyduklarımı tamamen üstlerime tebliğ ve ihbar edeceğime ve usule aykırı hareketimde verilecek cezayı itirazsız kabul edeceğime kutsal üçlü inancımız ve şerefli milletimiz üzerine söz verir, yemin ederim.” Çevirmen: Tüfekçi Ustası Dimitraki. Çevirmen Üsteğmen Ziya.
Yeminden sonra bir takım marşlar ezberletiyorlar ve hep bir ağızdan söylüyorlardı. Marşlardan bir tanesi şu satırlarla başlıyordu: “ Sabırsız çocuklar! Silahlarınızı kuşanınız!” Dün doğuda Ermeni çeteleriyle, Batıda Yunan askerleriyle, Karadeniz bölgesinde ise Rum çeteleriyle bu ülke insanına baş eğdiremeyenler, ne acıdır ki bu gün Türkiye’nin getirilmiş olduğu acınası durumda sevinç çığlıklarını gizleyememektedirler. Evet, gerçek o ki, bizi bu günde kabul edilemez durumda Piç Vasiller, Piçolar, Alekolar, Dimitriler, getirmedi getirenlerin kim olduklarını ise her Türk vatandaşı bilmek ve bilgilenmek durumundadır. Yok eğer hala bilmiyorsak ve sadece tencerelerimizin dolmasını düşünüyorsak, o zaman da Türkiye için yapacak bir şey yok demektir...

(5): Ayhan BİLGİN, “Türkiye’yi Piç Vasil, Piço gibi Çetelerle Çökertemeyenler” Anadolu da vakit Gazetesi, 10 Şubat 2002, Pazar, S.10


YUNANLILAR ve ALMANLAR DA,
TERMEMİZİ "PONTUS" SINIRLARINA DAHİL ETTİLER
Haber Merkezi/(Terme Birlik MEFKÛRE): Yunanlılar ve Almanlar da ilçemizi "Pontus" sınırlarına dahil ettiler.Ankara Ticaret Odası(ATO) Başkanı Sinan AYGÜN gündeme getirdiği haritada, Termemiz, "Pontus" sınırları içerisinde gösterildi. Yunanistan'da hazırlanıp bastırılan bu haritada, Türkiye'mizi tıpkı Sevr'de olduğu gibi bölüp parçalara ayrılmış vaziyette.Türkiyemize sadece Orta Anadolu bırakılırken, Ege, Trakya Yunanistan'a, Termemizin de dahil olduğu Doğu Karadeniz Pontus, Doğu-Güneydoğu Anadolu Kürdistan ve Ermenistan, Hatay ile Adana da Suriye toprağı olarak gösterildi. İstanbul ise Konstantinapolis diye yer aldı.
VE ALMANLAR
Biz Avrupa Birliği(AB) hayalleri kurarken, Avrupa da, ülkemiz topraklarını paylaşım peşinde. Almanya'da kitapçılarda satılan bir atlasta, TÜrkiye haritasının yer aldığı sayfalarda, Kürdistan ve Ermenistan Türkiye sınırları içerisinde gösterilirken, Termemizin de yer aldığı Karadeniz Bölgesi'ndeki dağlar da "Pontus Dağları" olarak tanıtıldı. Yapılanın gözden kaçan bir hata olmadığı diğer sayfalarda da ısrarla aynı terimlerin kullanılması nedeniyle dikkat çekiyor. Münih kentindeki Wolfgag Kunth Yayınevi tarafından basılan atlasta Kürdistan ve Ermenistan'ın siyasî haritalar kısmında değil fizikî haritalarda kullanılması da değişik yorumlara sebep oldu.
Bütün bunlar bir kere daha göstermektedir ki, neredeyse bütün ülkeler Türkiyemizin topraklarına, vatanımıza göz dikmiş durumdalar..."Sevr" antlaşmasını yırtıp atan Türkiyemizden her yol denenerek adeta intikam alınmaktadır... (x)

(x): Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi, 6 Eylül 2003 ve Ortadoğu gazetesi, 7 Eylül 2003, Pazar

Yetkililere Soruyoruz: Kim Bu Pontusçular?
Ahmet GÜRSOY
Kendini önemli sanan akli küçük fakat cüssesi kaba adamlardan sikildik. Kaç gündür Giresun kamuoyu Osman Aga’nin mezarinin kimin ve ne maksatla tahrif edildigi ile çalkalaniyor. Meselenin ucu ulusal medyaya kadar da uzanmis durumda. Lakin tüm çabalara, yazilip çizilenlere ragmen ortada fail veya failler yok. Kim bu suçlu? Osman Aga’ya, yani tarih olana ve tarihin kendisine el uzatip, sinsice ansizin hançer batiran kim? Kisi yada kisiler mi, yoksa kurumlar mi? Resmi görevliler mi, sokak takimi mi? Suçlu kim! Giresun’un tarihsel kimligini tas üstünde görmek istemeyip kaziyani, silip süpüreni, yok edip, karalayani bilmek hakkimiz. Bilelim ve anlayalim ki, güruha haddini bildirelim. Kim bu Pontus sever,Yunan dostu adam yada adamlar? Ne validen, ne belediyeden ve ne de görüp duyandan çit çikmiyor. Devletin eli, bilgisi, fikri ve gücü bir kahpe ele haddini bildirmekten ve onu alemi cihana ifsa etmekten uzak mi? Mezar kitabesinde yazilan “Pontus” ve “Yunan” kavramlarini silmisler. Bunu silince Pontusçularla ve Yunanlilarla yapilan mücadele de böylece kitabeden kaldirilmis. Yerine bir tek Koçgiri de mücadele eden Osman Aga birakmislar. Yani demek istemisler ki, sizsin Osman Aga dediginiz (= ki Osman aga demek Giresunlular demektir) kisinin yaptigi tek basarili is, bir iç isyani bastirmaktan ibarettir. Bir baska ifade ile Osman Aga’yi (=yani Giresunlulari ve gönüllü alaylarini) kendi halkindan kimselerin yaptigi isyani bastiran,gücü kendi vatandaslarina yeten ve fakat asil düsman olan Yunan’a ve Yunan’in tetikledigi Pontusçu çetelere karsi hiçbir tesiri etkisi olmayan adam durumuna düsürmüsler. Osman Aga’ya (=yani Giresunlulara) karsi Yunanseverlik yapanlari bilmek, tüm Türkiye’ye ilan etmek ve kamuoyu önünde hesabini sormak hakkimizdir. Sayin validen ve devletimizin bilgi merkezlerinden istirham ediyoruz, bu adam yada adamlari bulunuz ve haddini bildiriniz lütfen! Osman Aga’nin (=yani bizzat Giresunlularin) hayatini ortaya koydugu ugrunda ölüme kostugu vatan topraklarinda, Yunan kursunlariyla ölen ve öldürülen, Pontusçu çetelerin yakip yiktiklari köylerde telef olup,irzina geçilen, kaziga oturtulan, hayatlarini veren mübarek sehitlerimiz ve tüm kutsal bildiklerimiz adina, milli namusumuza uzanan sinsi ve kirli eli kirmak
boynumuzun borcudur. Yetkilileri göreve çagiriyoruz, kim bu Pontus severler açiklayin!
(www.giresunışık.com,13 Temmuz.2004)

"BİR DEPRELİ HASAN VARDI"

* İlçemize ait ilk ve şu ana kadar da yazılmış tek "roman..."
Halkımızın "Kocaman Olayları" olarak hatırlayabileceği, Termemizdeki birçok "düvel"(devlet) tarafından desteklenmiş olan "Ermeni-Rum Çeteleri"nin, bir "Milis Kuvveti Başı" diyebileceğimiz "Depreli Hasan" tarafından, yedi yıl süren mücadele akabinde "yok" edilişini, edebî bir üslupla anlatan "romanımız.." Terme'nin romanı.."


Gazetemizin "Başyazarı" Baha Rahmi ÖZEN'in Kültür Bakanlığı Yayınları'ndan yeni bir kitabı daha çıktı: "Depreli Hasan..." Sayıları otuzu bulan eserlerin sahibiolan ÖZEN, ilçemizin tarihine, "Terme Tarihi"ne, yazılı eserleri ile katkıda bulunmaya, bilhassa yeni yetişen genç nesillere, yaşadıkları coğrafyayı bilerek, tanıyarak sevmeye, sevdirmeye devam ediyor.
Çünkü sevmek tanımakla başlar. Rahmi ÖZEN, "Amazonika"sı ile "Gömülü Şehir" ile "Yürek Şöleni" ile "Depreli Hasan"ı ile ilçemizi, Termemizi bilerek, tanıyarak sevmeyi öğreten âdeta "Terme Tarihi Külliyatı"nı oluşturan bir adam diyebiliriz rahatlıkla.
Gazetemizin 15 Eylül 2001 tarihli sayısının "Editör"ünde de "Depreli Hasan" romanının yayınlanacağı müjdesini okurlarımıza vermiştik. İki cilt olarak düşünülen bu eserin Termemizi anlatan kısmı, Kültür Bakanlığı'nın, "Ermeni-Yunan mezaliminin gündemde olduğu bu zamanda acilen basılıp yayınlanmalı" "rapor"u verilirken; Bafra'yı anlatan ikinci cildi ise yine aynı Bakanlık "rapor"unda "Türk-Yunan dostluğunun, yakınlığının arttığı zamanımızda, bu eserin devlet eli ile yayınlanmış olması iyi olmaz" şeklinde olunca, basılıp, yayınlanamadı. İkinci cildi bu sebeple başka bir yayınevine basılması için verilirken, ülkemizdeki "değişikliği, oynaklığı, kıvraklığı" da hayretle gözlemlemiş oluyoruz.
Osmanlı Devletimizin çöküş sürecine girmesi ile beraber, Amerika'sı, Rus'u, İngiliz'i, Yunan'ı, Fransız'ı ve Patrikhanesi tarafından her bakımdan desteklenen "Ermeni-Rum Çeteleri", yirminci asrın başlarında, ilçemizde de birçok zulümler yapmışlardı. Gazetemizi yakından takip edenler, bu zulümleri hatırlayacaklardır. En son edebiyatçı-yazar Mehmet Rıfat ILGAZ'ın kaleminden, hayatını anlattığı "Sarı Yazma" romanında da bilmem kaç tane "düvel"in desteklediği "Ermeni-Rum Çeteleri"nin zulümlerini aktarmıştık. Böyle bir "zulüm dönemi"nde, "yedi düvel"i, "yedi devlet"i uyandırmak, ürkütmek istemeyen devletimizin idarecileri, böyle bir "zulüm belâsı"ndan kurtulabilmek için, bu toprakların yetiştirdiği sayısız kahramanlardan olan "Depreli Hasan" ile anlaşıyorlar...
Neticede de "milis kuvveti" diyebileceğimiz "Depreli Hasan" ve yiğitleri, yedi yıl süren mücadeleleri sonrası "zulmü" ortadan kaldırıyorlar.
ÖZEN de romanını anlatırken ve bu noktaya geldiğinde, ister istemez , gayr-ı ihtiyari "Tıpkı YAZICIOĞLU gibi" dedi. Olayı kavrayabilmek açısından en yakın ve canlı misaldi. Ancak orada bulunanların çoğu "Recep YAZICIOĞLU" olarak algıladılar tabii.Ve de yanlış algıladılar.
Yeri gelmişken bir parantez açalım: "Devletimiz ile sivil güçler / sivil oluşumlar" arasında varılan antlaşmalar, pazarlıklar neticesi, "vatan düşmanlarının yok edilişi"ni Haluk KIRCI'nın "Bırak Eşkıya Bellesinler"e dayanarak açıklık getirmeye çalışalım...
KIRCI, kitabında, "idealist insanları"n, bilhassa "sol güçler" tarafından, 1980 öncesinde de "Amerikan uşağı", "MİT'in ve polisin adamı ve devlet adına hareket edenler" olarak "karalandıklarını", böylece verdikleri "saf-temiz-samimi mücadelelerinin küçük düşürülmek, küçümsenmek istendiğini belirterek, Abdullah ÇATLI'nın, 1980 sonrasında, "mecburiyetlere dayalı olarak , devletle birtakım ilişkileri olduğu doğrudur"(s.123) demektedir.Zaman zaman ÇATLI'nın "yalnızlaştırıldığını" ve "deşifre" edilerek zor durumlara sokulduğunu da vurgulayan KIRCI, "Devlet -sivil güçler işbirliğini"n, Osmanlı'nın son zamanlarında görüldüğünü belirtiyor.(s.123)
Ancak KIRCI, "1980 öncesinde MİT veya polis ile en küçük bir ilişkimiz söz konusu değildir..."(s.122) derken, kendisinin, 12 Eylül 1980 sonrasında da "devlet ile birtakım ilişkiler içerisinde olmadığını" belirterek şöyle diyor: Ben devlet ile çalışmaya karşıyım ve sonuçlarının iyi olmayacağını önceden tahmin edebilenlerdenim. İkincisi ÇATLI, benim katılmama asla rıza göstermezdi. Zaten göstermemiştir de....Hepsinden önemlisi ; ben devlete kırgınım. ..Devlet bütün iyi niye ve samimiyetimize rağmen, bizi inanılmaz bir biçimde ezmiştir. C-5'lerde işkencelerden geçirmiştir.Yıllarca Mamak zindanlarında akla gelmedik baskılar yapmıştır. Arkadaşlarımızı iplere gönderen devlet, bütün bunlar yetmezmiş gibi,kendisiniyerle bir etmek isteyen, askerini, polisini katleden, çocukları kurşuna dizen hainleri affetmiş, benim yine cezaevine dönmem için karar çıkartmıştır."s.147)
Bütün bunları niye yazdık? Bugün de,saf-temiz-samimî ve "idealistçesine" mücadele verenler, aynı "güçler" tarafından, yine aynı şekillerde karalanmıyorlar mı?
İkincisi, Rahmi ÖZEN, "Depreli Hasan" romanında , âdeta 1920'liyılların Abdullah ÇATLI'ları olan "Depreli Hasan" ve "yiğit ülküdaşları"nın âkıbetlerinin "nasıl" olduğunu belirtmemiş. Sadece "Depreli Hasan"a yardımcı olan "milis kuvvetleri"nin Terme'deki "temsilcileri" konumundaki "Piç Ahmet'in eceliyle öldüğünü; Keskinoğlu Mustan'ın attan düşerek ayağını kırdığını; Memişoğlu Seyit'in ise yaşlanıp çöktüğünü, köşesine çekildiğini; Rum ve Ermeni çeteleriyle mücadele edenlerden bir tek Kör Temel'in kaldığını y7azıyor.(s.28)
Sahi, "Hamidiye Alayları"nın âkıbetini az-çok bilen birisi olan, "Depreli Hasan" ve "Yiğit Ülküdaşları"nın âkıbetleri nasıl olmuştu?..

"DEPRELİ HASAN" KİMDİR?

İlçemizi anlatan ilk ve şu ana kadar da tek "roman" olan "Depreli Hasan"ın baş kahramanı, tabii ki romana isim olarak verilmiş.
"Romancı, tarihten sadece ışık alır. Sadece yazılı kaynakları zikretmiş olsa, o roman değil, tarih olur." Tarihi yazılı kaynaklardan, bu düşüncelerle istifade ettiğini belirten ÖZEN, o kıvrak, esnek, yumuşak üslubu ile ilçemizde yaşanılan "Kocaman Olayları"nı edebî bir anlayışla da aktarmış oluyor.
PEKİ, DEPRELİ HASAN KİM?
"Roman"da "Depreli Hasan"ın özellikleri ile bir çok açıklamalara rastlıyoruz. Aslen Yugoslavya'nın Depre kasabasından olan Depreli Hasan'ın vasıfları , kimliği, şahsiyeti ve özellikleri zaman zaman şöyle aktarılıyor:
"Depreli Hasan" dedikleri bu delikanlı, ata-pusata, giyime-kuşama,namusa, haysiyete, hakka,adalete düşkünlüğü, yiğitliğinin vazgeçilmez bir onuru sayardı. Yolunca, yordamınca at beslemek,ata binmek,binip sürmek, at başı çekmek, atların gözünden, gönlünden, dilinden, soyundan, sopundan anlamak, Allah'ın ona özge bir vergisiydi.
Kendini tekmil yetiştirmiş bir yiğitti. Şiiri, edebiyatı, arı, namusu, edebi, sazı,müziği, ahlakı, kitabı iyi bilirdi. Boşa nişan almayışı, vuramayacağı bir hedefe kurşun sıkmayışı,atla, silahla yarışa girmeyişi de kendince bir ayrıcalığıydı.Öyleyken, Depreli Hasan , uçan kuşu gözünden,sineği kanadından vurur, gidilecek yere herkesten önce giderdi.
Vuruculukta-atıcılıkta, atta-pusatta, böyle olan bu yiğidin; avratta-hovardalıkta,onun-bunun karısında-gelininde, kızında asla gözü gönlü olmazdı.
Yanındaki yiğitleri de öyleydi. "Fakirin, kimsesizin, haklının, garibanın yanındaydı."(s.90,91) Trakya-Rumeli yöresinde söylenilen "At Martini Bre Hasan" türküsü
ne benzer şekilde,Terme'nin kızlarının söylediği"yiğitleme"de ise DEpreliHasan, şöyle dile getiriliyorlar:
"Atsana martini,DepreliHasan;
Dağlar inlesin.
Terme yollarında, DepreliHasan;
Rumlar dinlesin.
Ata ata kurşunlar, Depreli Hasan;
Çınlasın dağlar.
Senin için diller, Depreli Hasan;
Destan söylesin."(s.106)
Romanda adı geçen Fatma bacı ise "Termeli Hasan"ın "Depreli Hasan" gibi olmasını isterken, Allah(c.c.)'a şöyle dua ediyor:"Bu oğlan aynen Depreli'ye benzesin. Zalimin düşmanı, mazlumun dostu olsun. Yiğit olsun, hakkı savunup,haklının yanında olsun.Fakirin, fukaranın, yetimin ,kimsesizin, mazlumun yanınjda olsun. Merhameti bo9l, bileği kuvvetli olsun."(s.109)
"Duyarım ki; çakallar, köpekler ve kediler,
Dağlarda mazlumun, garibin etlerini yediler.
Sizlerden ne haber var, sizin illerde ne var,
İlçenizde asayiş berkemal mi efendiler?" mısraları ile dile gelen ilçemizdeki Ermeni-Rum Zulmü'nden kurtulmak için, Samsun'a gelen Mustafa Kemal Paşa'nınj önerileri doğrultusunda,zamanın Terme Kaymakamı Rıfat Bey(Deli Rıfat) ile Hacı Kuzu Fevzi Beyler, "sivil güç"lere, "sivil oluşumçuluğa" dayanmayı yeğlediler.Böylece, "Türkler, azınlık sivil halkı askere kırdırıyor" demesinler diye, "mazlum dostu, zalim düşmanı" Depreli Hasan'dan yararlanırlar.
Depreli Hasan, "Halktan yana, Hakk'tan yana..."(s.154) İlçemizde ce "Canik Coğrafyası"nda söylenilen "DEpreli Hasan Destanı"nda ise şöyle tarif ediliyor:
"Kocaman'a vardın ki, Depreli Hasan,
Koptu kıyamet.
Sarı Yani ki; Rum'dur, Depreli Hasan;
İşi cinayet.
Kara Hacık kin dolu, Depreli Hasan;
Sen de adalet.
Kurtardın Terme'yi sen,Depreli Hasan;
Başın selamet."(s.164)
"Peşinden gidilecek adam..."(s.179) "Gönül dostu..."(s.181) "Ermeni-Rum döllerini yok eden adam..."(s.181) "Hızır aleyhisselam gibi..."(s.321)
"Dünyada zulmü engelleyenler tükenirse yıkılır bre gardaş"(s.89) sözü ise yine Depreli Hasan'a ait.
Depreli Hasan'ı, kelimenin tam anlamıyla 1900'lü yılların "DeliYüreği" olarak da tanımlayabiliriz. Depreli Hasan gibi bir yiğite,yardımcı olan "Termeli Kahramanları" ise zikretmeden geçmeyelim: Topal Osman'ın adamlarından Piç Ahmet; Keskinoğlu Mustan, Keşmiroğlu Seyit ve Kör Temel.(s.157)
"ŞU TERME'NİN YOLLARI"
Depreli Hasan, yedi yıl süren mücadelesinin ardından ilçemizdeki "Ermeni-Rum Çeteleri"ni "yok" ettikten sonra "Kocaman Olayları"nda kurtulan ERmeni-Rum Çete reislerinin zulümleri" sebebiyle 13 yıl aradan sonra ikinci defa Terme'mize gelir. Depreli Hasan'ın ikinci defa gelişi, şu mısralarla dile getirilir:
"Şu Terme'nin yolları,
Eğmiş söğüt dalları,
Kaçın Hasan geliyor,
Ermeni-Rum dölleri.."(s.334)
Artık "Termeli Hasan" ile de "Depreli Hasan" "Ülküdaş" olmuşlardır. Termeli Hasan, bu bağlamda,Depreli Hasan'ın "misyonu"nu ise şöyle özetlemektedir: "Gönüller aldınız, kalpler kazandınız, ağam. Millet, sizi Hızır bellemiştir. Dünyası yıkılmışların dünyasını yeşerttiniz. Gariplerin dualarını aldınız, sevaplar kazandınız. Bu yeter size.Adınız söylenecek, belki asırlar boyu."Bir Depreli Hasan vardı",deyip anlatmaya başlayacaklar sizi. Kimileri, "Bizi Rum'un, ERmeni'nin elinden kurtardı" diyecekler...Elem Dağı'nı kurtardı eleminden bu Hasan", diyecekler. Kimileri, "Çiftimize çubuğumuza koşmaya öküzümüz yoktu, öküz aldı, ineğimiz yoktu,sağmaya inek aldı"diyecekler. Kimileri, "O o0lmasaydı düğün yapamayacaktık" diyecekler ağam, ardından. Güzel dualarla yâd edileceksiniz.."(s.338, 339)
ELEŞTİRİLERİMİZ ve SORULARIMIZ
"DepreliHasan" romanında birçok tarihî gerçekleri de öğreniyoruz. Meselâ, "Kiliselerin nasıl cephanelik haline getirildiği" gibi.. Ayrıca yaşadığımız coğrafyayı bilerek, tanıyabilmeve sevebilmede,kısmende olsa bir takım meseleler anlatılıyor. Meselâ, Simenit Gölü'nün oluşumu gibi.. Salkım Söğüt gibi... Çarşamba'da dillere destan olan Dudu Kız ile Termeli Hasan'ın aşkı gibi.. Ve Rıdvan Paşa Cami'nin yapılışı gibi..."Kavak Dibi"nin anlamı gibi...
Romanın bazı yerlerinde, meselâ sayfa 191'de,bizim "Kubadoğlu Cüneyt Bey(rh.a.)"; sürekli "Cüneyd-i Bağdadî" olarak aktarılıyor..Rahmi Bey,neye dayanarak "Cüneyd-i Bağdadî"diyor, bizim "Kubadoğlu Cüneyt Bey'e?!" "Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler "isimli çalışmamızda, bu durumu dile getirmemize rağmen,neden "es" geçiliyor ki?..
Depreli Hasan ve yiğitlerinin ortadan kaldırdığı Ermeni-Rum eşkıyaları için Ermeni-Rum kızlarının yaktıkları ağıtlara, "Ermeni-Rum döllerine yakılan ağıtlara", ne diye yer verilmiş?..(s.158,159)
Terzioğlu Ali Efendinin ağzından, ilçemize gelmiş olan DepreliHasan'a, öncelikli olarak, ilçemiz tarihi anlatılırken , ne diye sadece "Amazonlar" anlatılıyor?(s.142,143,144,145,146,147,148,149,150 ve 151) "Müslüman" Depreli Hasan'a "Amazonları" anlatmak, "Amazon propagandası(!)" gibi geliyor bize..
Ayrıca, Depreli Hasan'ın âkıbeti nasıl oldu? "Termeli Hasan", aşkı uğruna selde boğulurken,ne derece DepreliHasan'ın yolunda olabildi? Depreli Hasan,Terme'ye ikinci gelişinde, "Kocaman Olayları"nda kurtulan Yorga gibi Ermeni-Rum çete reislerini "yok" etti mi?(**)


Dip Notlar:

(*): Haluk KIRCI, "Bırak Eşkıya Bellesinler", Burak Yayınları, 2. Baskı,Temmuz 2000 İstanbul..İsteme adresi: Burak yayınları İstanbul Kitap Kültür Merkezi Büyük Reşit Paşa Cad. 22/15 Laleli/İSTANBUL, Tel/Faks: 0 212 527 05 77
(**): Rahmi ÖZEN, "Depreli Hasan", Kültür Bakanlığı Yayınları,Birinci Baskı, Ankara, 2001(Kültür Bakanlığı Yayınlarının Satış Noktalarından temin edebilirsiniz.)

"DEPRELİ HASAN" ROMANI ÜZERİNE(*)

Ünlü yazarımız Baha Rahmi ÖZEN Bey'i kutluyorum. Yazdığı çok önemli tarihî büyük eser "Depreli Hasan" romanını tek başına yazdığı için tebrik edip, kutluyorum.
"Depreli Hasan" kitabı çok büyük önemli roman. Temenni ederim ki okusun gözü gören her insan.Okusun da baksın ki "Depreli Hasan" nasıl bir kahraman? Ne güzel günler ve ne kara günler görmüş bu vatan.?
Evet, şunu söyleyeyim ki, Baha Rahmi Bey, çok büyük eser, çok zarurî bir roman yazmış. Çok okudum, inceledim, çok etkilendim. Kanımca bu eseri ancak bir "ilim heyeti" , " profesörler kurulu" yazabilirdi. Bu kadar tarihî bilgiyi bir kitaba toplamak, çok büyük uğraş, çok büyük hüner, çok büyük marifet.
"Depreli Hasan" romanı aynı zamanda bütün Caniğin romanı ve bütün Türkiye'nin tarihî vakıaları, Türkiye'nin ve dünyanın gözleri önüne seren bir "gerçekler manzumesi" ve abidesi. Ve "Depreli Hasan" romanı, öyle akıcı üslupla, öyle güzel, arı, temiz Türkçe ile yazmış..Türkçemiz zaten çok güzel, çok zengin, çok kibar, çok ince, nazik bir dildir. Rahmi ÖZEN Bey'in kaleminden daha da güzelleşmiştir. Zaten çok iyi bir Edebiyat Öğretmeni olan Baha Rahmi Bey, öyle güzel yazmış ki, yerine göre icap ettiği yerleri çok güzel şiirlerle de donatmış ve süslemiştir. Tam bir âşık edası ile yazmış.Roman da ne güzel kelimeler, en uygun cümleler, çok uyumlu satırlar, yerli yerinde, köşe taşları yerine oturtulmuş."Brova" yazara...
FİLM OLMASI GEREKEN KONULAR
Kitabı bir eline aldın mıydı, sanki bir bardak şerbet istersin ki, iki hamlede içip bitiresin. Elinden bırak bırakabilirsen.
Şimdi gelin tarihî olaylara, vuku bulan çok önemli hadiselere.."Depreli Hasan" romanında öyle önemli olaylar var ki: Fevkâlede dizi filmler olurlar. Sayın yazar senaryolarını öyle yazmış ki, kalmış sadece rejisörün ezberlemesi, aktörlerine oynaması..
Bu film olması gereken çok önemli konulardan birisi, Terme ve Çarşamba'yı ve Caniği haraca kesen, soyup soğana çeviren, iliklerine kadar sömüren, hatta bu canım ovaları mahveden Urum ve dolayısiyle Ermeni eşkıyaların, herşeyi çalıp-çırpıp, bol bol yiyip, birer dinazor olmalarıdır ki...Asil Türk Milleti'nin çok fazla olan hoşgörüsünü, insan severliğini ve misafirperverliğini alabildiğince istismar etmişler. "Depreli Hasan"dan ve yardımcılarından ve "Deli" dedikleri "Deli Kaymakam"dan Allah(c.c.) razı olsun ki; Canik halkını o zalimlerine dayanılmaz zulmünden kurtarmışlar. Zaten yiğidin iyisi biraz "deli" olur. Kadının iyisi de biraz "tembel" olur. Kaymakam Bey de yiğidin iyisi imiş.
İkinci film olacak konu, Ermeni'den dönme Raduvan Paşa'nın güzel kızı Dudu ile Fatma Bacı'nın ve Garip Cafer'in oğlu Hasan oğlanın aşkları ki âdeta müthiş bir kara sevda. Arzu ile Kanber gibi Ferhat ile Şirin gibi. Ferhat, Şirin için dağlar yarmkış, kayalar delmiş ve Aamasya şehrine su indirmiş. Yine de nasip olmamıştı, muradına eremediler. Bakıyorum da, benim Nurperi ve Aynur ve Nurgüzel'le olan kara sevdam...Hasan oğlan ve Dudu kızın sevdası yanında daha az sönük kalır.
BENİM KARA SEVDAM
Şimdi sayın okurlarımızın hoşgörüsüne sığınarak, bu üç güzelle ilgili üç kıta şiir, her güzele bir kıta "ah!" edip yazıyorum:
Pırıl pırıl parlıyor ülkeler yıldızı
Nur peri komşumun çok güzel kızı
Beni â şık etti kaşı ile gözü, bal şeker sözü
Yüreğime döktü "ah!" bir mangal közü
Yaktı ateşlere kömür köz etti bizi.

Gözlerim yaş dolu başımda duman
Bilmem melek midir, yoksa bir insan?
Bağlamayı elimden bırakmıştım ben
Yeniden elime aldırdı telle sazı

"Ah!" Nurgüzel, seni bal diye yerim
Yalvarırım sana bana gel diye
Koklanırım seni konca gül diye
Gelin olur sen ellere gidersen
"Ah!" eder ağlarım Nurgüzel diye.

Aynur bağdan gül der bana
Bir konca gönder bana
Güldükçe yüzünde güller açıyor
Gül yüzünden gül ver bana.

Aynur allar giymiş ben de karalı
Ben şehid düşmüşüm Aynur yaralı
Sanki dersin yaşayan bir ölüyüm
Aynur'un hasreti beni vurdu vuralı

Senin için ben dağlara çıkarım
Nurgüzel'in düğününe ben de bakarım
Kurşun yağmuruna sizi tutarım
Akar gider al kanımız sel diye.

URUM EŞKIYALARI
Biz şimdi Urum eşkıyalarının ülkemizi yağmalayıp, tahrip edip, yağmalamasına ki, bu olacak şey değil. Bu eşkıya zümresi, kurtlar yiyen, kuşları ağlatan bir ırktır, bunlar. Bu Urum eşkıyaları, Türkiye'de halka yaptıkları bu korkunç zulümlerin %1'ini Rusya'da yapsalar, Ruslar, topla vururlar; bu Urum eşkıyalarının bu zulümlerinin %!'ni Almanya'da yapsalar, Almanlar "kuduruk" diye öldürürler; bu zulümlerin %1'ini Fransa'da yapsalar, giyotinle başlarını uçururlar; %1'ini Amerika'da yapsalar, Amerikalılar elektrikli sandalyeye oturttururlar... Bizim Türkiye'de bu kadar herzeleri nasıl yerler? Bunun birinci sebebi, ecnebî hayranlığı, ikinci sebebi ecnebîlere insan haklarını çok aşırı derecede tanınması ve şunlar:"^Neyime lazımcılık" ve "Bana ne?" ve "Beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın" düşüncesi...
Olmaz böyle şey. Bütün tarihler şu gerçeği göstermiştir ki, asil Türk Milleti, birlik-beraberliğini müuhafaza ettiği zaman, el ele, gönül gönüle, sırt sırta, omuz omuza olduğu zaman, aşamadığı engel, giremediği kale, ulaşamadığı zafer kalmamıştır.
O kanlı zalimlerin birer kurşunluk işi var idi. Meselâ, Allah'a şükür, ben, askerde, "keskin nişancı" oldum idi. Ben olsaydım, onların geçtiği yollara pusu kurar, bir leşten ibaret olan, Allah korkusu olmayan kalplerinden vurur, yuvarlardım. Ölmeyenin kafasına birer kurşun daha sıkardım. O halde Terme-Çarşamba ovalarında benim yüzlerce "Keskin nişancı"m vardır. Neden vurulmamıştır? "Neyime lazımcılık" var ya ve "Bana ne?", "Beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın", ondandır.
Amma Raduvan Paşa'nın Konağı önünde Türk Birliği toplanınca, çok zalim paşa, nasıl yola ve hizaya geliyor, Hasan oğlanı topluluğa teslim ediyor?...İşte böyle olmalı...Bak, ne demiş atalar, nur içinde yatalar, demişler ki; "Birlikten kuvvet doğar", "Bir elin nesi var, iki elin sesi var"
Bu "insan azmanı" canavar Rum eşkıyaları, Türkiye'nin her tarafında, aynı herzeleri yemişlerdir. "Türk kardeş, Türk kardeş" demişlerdir; Türk'ün ayağının altına gizlice sabun sürmüşlerdir. Yunanlılar ve Dünya Kiliseler Birliği ile...Ve dağlardaki Urum eşkıyası ile koordineli bir şekilde el ele, birlikte çalışmışlardır. Şu şüphesiz ki, Ermeni'yi eşkıya yapıp ayağa kaldıranlar da Yunanlılardır ve şu da şüphesiz ki P.K.K.'yi kuran, geliştiren, otuzbin veya otuzbeş bin Türk'ün ölümüne sebep olan ve dolayısiyle anarşiyi, anarşiyi bastırana kadar Türkiye'nin yüz ve yüz elli milyar dolar masrafına da onlar sebep olmuşlardır.
Şimdi ben bir Türk vatandaşı ve bir Türk şairi olarak, asil milletimizden, yüce devletimizden ve kahraman ordumuzdan bir isteğim, bir dileğim var: Bu düşman dolu dünyada şanımızla, şerefimizle yaşamamız için, Türk Millî Birliği'nin çok sağlam tutulması, pekiştirilmesi ve zaferler abidesi kahraman ordumuz, her askerimizi mutlaka "keskin nişancı" yetiştirilmesi...Şöyle ki, asker her attığını düşürmeli ve vurduğunu şişirmeli, havada uçan kuşu gözünden vurmalı. Hedefine varmayan kurşun millî servetten zarardır, ziyandır.
Türkiye'de millî birlik
Tek çare tek çıkar yoldur
Adaletle huzur dirlik
Kaymaktır, şekerdir, baldır.

Türkiye ekmek kapımız
Vatana kurban hepimiz
Ben söyleyeyim siz yapınız
İyi olmazsa beni as öldür.

Âşık İsmetî çok gülmez
Devlet Baba böyle olmaz
Anarşist insanlık bilmez
Anarşiyi yurttan kaldır.

Elem Dağlarında bir baykuş öttü
Milletin derdine baykuş dert kattı
Görülmemiş yağmur dağları tuttu
Garip Hasan, Güzel Dudu sellere gitti.

Rıdvan Paşa'nın kızı gitti sellere
Aşkı sevdaları ümitler gitti yellere
Bu zulümler ibret oldu insan ellere
Rıdvan Paşa'nın zalimliği düştü dillere.

Türk Milleti ulu çınar
Yüce Allah(c.c.) aşkı ile yanar
Çok büyük bir zaafı var
Düşmanlara kolay kanar.

Kahramandır dünya tanır
Kötü diyen diller utanır
Kahvesi içilir ekmeği yenir
Asil Türk şundan aldanır
Kendisi gibi doğru sanır.

Rıdvan Paşa'nın kızını coşkun seller aldı
Hasan ile güzel Dudu'nun muradı gözünde kaldı
Anne babalarını acı feryatları yürekler deldi
Sevenleri ayıranlar çok nadim çok pişman oldu
Raduvan Paşa efkârından başını dağlara saldı.
Bugün son söz: Okuyanı, dinleyeni, yazanı rahmetinle ihya eyle ya Gani(c.c.)(amin)

(*): Âşık İsmetî (TOSUN), "Depreli Hasan" Romanı Üzerine, Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.:2, Sayı:25-26-27, 15 Ocak 2003,12 Zilkade 1423, s.9




"DEPRELİ HASAN"(*)

Yazar Baha Rahmi ÖZEN bu kitabında; şu an belki çoğunuzun bilmediği Terme'nin gizemli tarihine; o insanı hayran bırakan üslubuyla ışık tutmaktadır. Yazar romanına Amazonların Terme'ye yerleşmesinden bahsederek başlar ve sonra Rum'un, Ermeni'nin, Laz'ın, Çerkez'in, Türkmen'in, Gürcü'nün bir arada kaygısız, nizasız, dertsiz, tasasız, uzun yıllar yaşadığından bahseder.
"Doksan Üç Harbi" denilen savaşa, Terme ve yöresinden kırk atlı gönderilir. Bunların içinde; Karaçalı Köyü'nün en köklü, en kültürlü, en varlıklı ailelerinden yetmiş yaşına yanaşmış Kadıoğlu Necip Bey ve yirmi dört yaşındaki oğlu Rahmi de vardı. Rahmi'nin köyde bir nişanlısı vardı onu bekleyen. Savaşın üzerinden yedi yıl geçer ama geri gelen sadece birkaç yaralı vardı. Giden onca yiğide ne olduğunu kimse bilmezdi. Nasıl dönsünler? Savaş bir değil, iki değil, üç değil. Her taraf savaş. Dört bir yandan ateşler içinde. İnsan oğlu kendi etini yiyor. "Doksan Üç Harbi , Balkan Harbi, Çanakkale Savaşları ve İstiklâl Savaşı" birbirini takip etmiş; insanlar, ersiz-erkeksiz, oğulsuz-uşaksız, bacısız-kardeşsiz kalmışlar.
Terme'de Trabzon Rum Metrepolliği'nin yönetiminde bir Hıristiyan Kilisesi vardı. Bu kilise; Sarı Yani, Kara Banayit, Horigo, Kara Hacik, Yargo, Serkiz ve Kara Miya gibi Rum ve Ermeni çetebaşlarını silahlandırır ve onlara halka zulüm etmelerini söyler. Her bir ırkı Terme'de hakimiyet kurma konusunda kışkırtır. Bu eşkıyalar Terme ve yöresindekilere öyle zulümler öyle işkenceler eder ki, duyunca insan ürperir. Şu anki durumuna şükreder.
Karaçalı Köyü'nden Kadıoğlu Necip Bey'in o şaşaalı zenginliği kaybolur gider. Necip Bey'in torunu Cafer ve karısı Fatma , ellerinde kalan tarlaları ekip biçmeye, karınlarını doyurmaya çalışırlar. Kadıoğullarının damadı olan Terme Müftüsü Mehmet Efendi, gözüne Cafer'in elindeki tarlalara kestirir ve "hakkımdır" diye almak ister. Hükûmeti peşine takar ve köye gelir. Cafer ve karısı karşı çıkmaya başlayınca Jandarmalar kollarına kelepçeleri vurur ve yola düşer.
Terme ve yöresinde Depreli Hasan diye bir yiğidin adı dolaşır. Fakirin, güçsüzün, ezilenin yanında olan çok güçlü bir yiğit. Terme Kaymakamı Depreli Hasan ve arkadaşlarını, başta Sarı Yani olmak üzere halka işkençe eden bütün çete başlarını yakalamaları için görevlendirir.
Depreli Hasan yolda Jandarmalar arasında sürüklenen Cafer'i ve karısını görür ve onları Jandarmanın elinden kurtarır. Yerlerini de onlara iade eder. Fatma'nın bir oğlu olur ve adını Depreli Hasan koyar. Oğlunun büyüdüğünde Depreli Hasan gibi bir yiğit olması için sürekli Rabbine dua eder. O sırada Depreli ve arkadaşları Terzi oğlu Ali'nin evinde toplanırlar. Kaymakam da oradadır. Rum ve Ermeni çeteleri ile bir antlaşma yapılacak, eğer bu çeteler bir kalleşlik yapacak olurlarsa Depreli Hasan ve arkadaşları onları doğduklarına pişman edecekler.
Sarı Yani ve çetesi o gece Terzi oğlu Ali'nin evini ateşe verir ve kaçarlar. Depreli ve arkadaşları peşlerine düşer, onları yakalar ve öldürürler. Depreli, onların leşlerini Terme'nin sokaklarında gezdirir ve bugünkü Terme İlköğretim Okulu'nun olduğu yere atar.
Fatma'nın oğlu Hasan Ermenilerin ve Rumların işkencesine dayanamayıp bir gece azığını alır ve Çarşamba'ya gider. Orada bir hancının yanında çalışmaya başlar.
Hasan büyür ve Radovan Paşa'nın kızı Dudu'ya sevdalanır. Paşa bunu duyar, "Davul dengi dengine" der ve Hasan;"Kocaman Baskını"nda Deprelinin elinden kurtulan Yargo'ya verir. Yargo onu Elem Dağı'na hapseder. Hasan tam iki yıl hiç dışarı çıkmadan orada hapis olur. Saçı sakalı birbirine karışmış, günlerini hep Dudu kızı düşünerek geçirir.
O sırada Terme'de öyle bir kuraklık vardır ki insanların dudakları kurumuş, hayvanların susuzluktan dilleri dışarı çıkmış vaziyette dolaşırlar. Halk o kadar bunalır ki, kuraklığın sebebini Radovan Paşa'nın Hasan'ı hapsetmesine bağlar ve birgün tüm Terme halkı, Radovan Paşa'nın evinin önünde toplanır. Radovan Paşa'dan Hasan'ı serbest bırakmasını isterler. Eğer yapmazsa da o dillere destan hanın yerle bir edileceğini söylerler. Radovan Paşa çaresiz kabul eder ve Yargo'ya Hasan'ı serbest bırakması için haber salar. Ağlamaktan gözleri kör olan Fatma Bacı, oğlunu öpe koklaya bağrına basar. ,
Günler böyle geçerken kuraklıkta insanları canlarından bezdirmeye devam eder. Hasan da Dudu kızı hiç unutamaz ve henüz on dokuz yaşında olmasına rağmen yerini-yurdunu bırakıp askere gider. Dudu kız da hep Hasan'ı düşünür. Radovan Paşa da bu sırada boş durmaz ve Dudu'yu Niksar Bey'inin oğluna nişanlar. Ve düğün hazırlıklarına başlarlar. Kara haber Hasan'a ulaşır ve askerden kaçarak Terme'ye gelir. Ne yapsa da bu düğüne engel olsa bir türlü kestiremez. Bir an Depreli Hasan gelir aklına. O bile başına gelenlere kesin yardım ederdi, diye düşünür. Depreli Hasan da, Vayna'da hapsedilmiştir. Hapisten çıkar ve yedi yıl önce zulümden kurtardığı Terme halkını ziyarete gelir. Bunu duyan Radovan Paşa, düğün alayını koruması için onu ve arkadaşlarını görevlendirir. Hasan da Depreli'nin gelişini duyar ve onu bulur, derdini anlatır, bir plan yaparlar. Düğün alayı Terme'den Niksar'a doğru yola çıkar. Depreli'nin yanında Fatma bacının oğlu Hasan da vardır. Kuraklık yüzünden yeşil ırmağın suyu kurumuştu. Kestirme olsun diye ırmak yatağından gitmeye karar verilir. Gece de orada geçirilir. Herkes uykuya daldıktan sonra Hasan Dudu kızla birlikte gizlice Elem Dağı'nın eteklerine doğru yol alırlar. Düğün alayı bunu duyar ve peşlerine düşerler. Dudu kızla Hasan'ın buluşma sevincini korku ve hüzün böler.
İki yıldır insanları yakıp kavuran kuraklık son bulur. Gün doğmuş olmasına rağmen Terme'nin üzerindeki kara bulutlar ortalığı karanlığa boğar. Bu bulutlar yeryüzüne öyle bir yağmur boşaltır ki herşeyi önüne katar. Toz toprak, insan hayvan birbirine karışarak yeşil ırmağa dolar. Dudu kız ve Hasan'ın cesetleri de sular çekildikten sonra bir taşın üzerinde el ele tutuşur vaziyette bulunur. Radovan Paşa sanki vicdan azabı çekmek için sağ kalmıştır. Delirir...Varını yoğunu satar. Cami ve bugünkü adıyla Rıdvan Paşa Camii ve çeşmesini yaptırır. Rabbine onu affetmesi için dua eder.
Yaşadığımız yörenin tarihinin bu şekilde muhteşem bir anlatımla dile getirilmesi gurur verici bir olaydır. Yazar bir çok farklı olayı, açık-seçik, birbirine karıştırmadan şiirsel bir üslupla dile getirmiş. Sanki dört yüz sayfalık bir şiir kitabı, aynı zamanda bir roman. Ben bu kitabı okurken sanki bir film izliyormuş gibi hatta ondan da öte her karakterin sıkıntısını, mutluluğunu bizzat yaşıyormuş gibi oldum. Başta yöre halkımız olmak üzere Türkiye'nin böyle bir muhteşem esere ve bu eseri bize sunan sayın Baha Rahmi ÖZEN gibi çoık kıymetli bir yazara sahip olmanın gururunu yaşadığımdan eminim. Umarım kurduğum aciz cümlelerle bu güzel esere ve değerli yazarımıza haksızlık etmemişimdir.
Bütün samimiyetimle bu eseri okumanızı tavsiye ediyor ve saygılarımı sunuyorum.
(*): Hilâl YAZICI(Terme Anadolu Meslek Lisesi), Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.: 2, Sayı.:28-29-30-31, 15 Mayıs 2003, s. 15

TERME'NİN İLK ROMANI
"DEPRELİ HASAN" ROMANI ÜZERİNE(*)


* " Şaheser bir roman.. Doğup büyüdüğü, gençlik yıllarını geçirdiği Terme-Çarşamba ovasını bundan daha güzel tasvir edecek, yöre insanını bundan daha güzel anlatacak bir kalem düşünemiyorum..."

Daha önce Millî Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı tarafından birçok eseri yayımlanan romancı, tiyatrocu, öykücü Baha Rahmi ÖZEN, bu kez yine Kültür Bakanlığı Yayınları arasında yayımlanan çok enfes bir romanla çıktı okuyucularının karşısına. "Roman değil; sanki bir yudum su "Depreli Hasan" Bir yudum su da öyle rastgele çeşmelerden akan su değil.
Hani şair ayrılığı anlatmak için demiş ya; "Çeken bilir ayrılığın derdini..." İşte aynen öyle. "Depreli Hasan" romanını da ancak okumakla anlar insan. Öyle bir derin kaynaktan akıyor ki; içten içesiniz gelir. Dudaklarınızı bir kere değdirmeyin o musluğa...Hiç bırakmadan habire içersiniz kana kana...
Enfes bir dil ürünü o. Artık eser demiyeceğiz "Depreli Hasan" romanı söz konusu olunca..."Şaheser" diyeceğim.
Doğup büyüdüğü, gençlik yıllarını geçirdiği Terme-Çarşamba ovasını bundan daha güzel tasvir edecek, yöre insanını bundan daha güzel anlatacak bir kalem düşünemiyorum.
"Depreli Hasan" romanı yöreyi bir "mitolojik aşklar coğrafyası" haline getirerek tarihin derinliklerinde o yörede bir zamanlar yaşayıp adlarını yaşadıkları serüvenlerle "Dünya Edebiyatı"nın mitolojik sahnelerine geçirmeyi bilen Amazon güzeli Hippolite'nin Heraklit tarafından bir zamanların Temyskra, şimdilerin Terme Çayı üzerindeki hazin kılıç darbesiyle Terme Çayı sularına gömülüşünün mitolojik öyküsünü hatırlatarak başlar, yörenin en meşhur âşıkları Hasanoğlan ile dudu kızın Çarşamba'yı ikiye bölüp akan Yeşilırmak sularına gömülmesiyle eserin 1. cldi sona erer.
"İŞTE SİZ BÖYLE BİR COĞRAFYANIN ÇOCUKLARISINIZ"
Keşke sona ermese...Keşke hep devam etse...Eseri, baştan sona okudum ve susuzluğumu gideremeden dudaklarımı sayfaların sona erişiyle; gelen kaynaktan çekmek zorunda kaldım.
Bu şaheser roman, çok olgun bir kalemin ucundan ak sayfalara yöre insanlarının ak duygularını solumuştur. Tarih, aşk, mitos, doğa, sevgi, kahramanlık, zulüm, işkence, iç-içe...Ama disiplinli. Ama Türk Dili'nin en can alıcı sözcükleriyle bir edip yazarın kalemi sayfaları nakışlamış...Sayfalara düşen her nakış, okuyucusunun beynine anında düşüyor. "Depreli Hasan"ı okuyanlar sanırım hiç unutamayacaklar. Olaylar, hadiseler, kurgu ve tarihî gerçekler bir devrin haykırışı, ak duyguların, ak yüreklerin tercümanı...
Bugüne değin, mitolojik öyküsü tarihin nice bir derinliklerine uzanan Terme-Çarşamba ovasının bir romanı yazılmamıştı. "Depreli Hasan" adlı şaheser bu eksikliği tümüyle gidermiş bir destan özelliğindedir. Bu şaheser roman, acılı aşkların, acılı duyguların, tarihe bir gizlilikle düşmüş kanın, bu topraklara kendini seve seve fedâ etmiş binlerce canın ruhunu şâd ediyor. Yöre insanını, yöre aydınını, "İşte siz böyle bir coğrafyanın çocuklarısınız!", diye irşâd ediyor.
Yöresinin tarihini, coğrafyasını çok iyi bilen gözlemci yazar Baha Rahmi ÖZEN; tarih ve mitoloji ile birlikte "Depreli Hasan" kurgusunu çok büyük bir ustalıkla perçinleştirmiş eserine...Konular, sizi hiç bıktırmadan akıp götürüyor, sevdalı olduğunuz iklimlere. Ve siz okuduğunuz her sayfada, Türk Dili'nin güzelliklerini, akıcılığını, manilerini, atasözlerini, halk deyimlerini görüyorsunuz ya da önünüze açılmış geniş bir pencereden nice geçmiş devirleri, Terme-Çarşamba Ovasının su dolu, bereket dolu, masal dolu yeşil ovasını seyrediyorsunuz. Ve kendinizi bu manzaradan hiç koparmak istemiyorsunuz..."Depreli Hasan" şaheseri, dinlenmek için, rahatlamak için, beynini ve yüreğini doldurmak için okunacak bir destandır.
İki güzel kasaba ovanın içinde.Biri Terme, öteki Çarşamba. Biri Amazonlar diyarı, öbürü Teksaslar...Ve her iki güzel nehir, bu iki güzel kasabanın tam ortasından akıyor. Ve Yeşilırmak, türkülere, destanlara konu oluyor... "Çarşamba'nın ortasından akıyor ırmak" ve "Çarşamba'yı sel aldı."
Terme'yi ikiye bölen Termodon Nehrinin öyküsü daha müthiş...
Aşkları dillere destan olan Paşa kızı Dudu ile Hasanoğlan, Yeşilırmak sularında aşkları uğruna müthiş bir kuraklığın sonunda gelen müthiş bir yağmur sularının, Elem Dağ tepelerinden aşağı birike birike gelerek Yeşilırmak eteklerinde atlarıyla birlikte gelen sel sularıyla hayatları son bulurken, halk, "Çarşamba'yı sel aldı" türküsünü anonim edebiyata geçirerek destanın yazılmasında etkin oluyor.
"GÖMÜLÜ ŞEHİR-YÜREK ŞÖLENİ-AMAZONİKA"

Öte yandan, Baha Rahmi ÖZEN'in Terme'yi anlatan ötemi eserleri "Gömülü Şehir", "Yürek Şöleni", "Amazonika"da dile getirdiği Amazon güzeli ve Terme'nin ilk Amazon kraliçesi Hippolite'nin Terme'yi ikiyi ayıran Termodon suyu üstünde kurulmuş Termodon Köprüsü üstünde Heraklit ile olan düellosu...Bu tarihî-mitolojik öyküye yakışır bir kurgu ile başlayıp yine ilerde bir mitos'a dönüşecek öykü ile eserin 1. cildinin son buluşu, okuyucunun ağzına değdirdiği lezzetin sonu gelmeden ayrılışı, bu güzel şahesere üstünlük kazandırıyor.
Hele hele yörenin simgesi durumuna gelmiş Elemdağı olayları....Yazar eserini, yörede hâlen söylenilen manilerle, kahramanlık şiirleriyle süslüyor:
"Arabanın tekerinde çmazı var
Elemdağ'da tilkiler var, tazı var
Olur mu hiç kahbeleri yaşatmak
Depreli'nin bu millete sözü var."
Gibi erkekçe seslenişi ile "Depreli Hasan"ın kahramanlık dolu yüreğindekileri;
"Hep yol kesti, adam gibi kavgaya girmedi.
Boğaz kesti, ırza geçti, namus nedir bilmedi.
Evler yaktı, yollar kesti, canlar yedi, kin kustu.
Yiğit gibi at sırtında döğüşerek ölmedi."
Gibi güzel dizeleriyle Rum eşkıyası Sarı Yani'nin karakterini, karanlık dolu yürek yapısını, zulümlerini ortaya koyuyor.
Romanın baş kahramanı "Depreli Hasan", yörede çok tanınmış yiğit biridir. Müslüman Türk halkına kin kusan, yolunu kesen, kadınların boğazlarını ve bileklerini kesip altınlarını gasp eden bir eşkıyanın baş düşmanıdır. Halktan, fakirleri yedirir, içirir, giydirir, düğünlerini yapar, cenazelerini kaldırır. Yazar ÖZEN, onun karakterini şu dizelerde eserinde ne güzel ifade ediyor:
"Fakirin, fukaranın öküzü yoksa
Depreli'nin aşı olmuş ne çıkar?
Devrilip yok olan ulu bir kök ise
Baykuşlar ötüşür, yürekler yanar."
Ne enterasandır ve ne güzel rastlantıdır ki; bu romanda iki Hasan, iki Radovan ve suda boğulan iki güzel kız vardır.
Hasan'lardan biri Yugoslavya muhaciri Depreli'dir. Ve adı "Depreli Hasan"dır. Öbürü Hasan oğlandır. Hasan oğlan , çok sevdiği Radovan Paşa'nın kızı Dudu'dan ayrılıp askere giderken yasak aşkınız şu dizelerle dile getirir:
"Elâ gözlüm ben bu elden gidersem
Ağıt yak arkamdan bak melûl melûl"
Ve;
"Ay doğmuştu üstüne
Gökyüzünün kızıydı
Dudu kızdan ayrılmak
Hasan'dan bir sızıydı."
Dizeleri, sulara gömülen ve destanlara konu olan erimsiz bir aşkı anlatan en güzel dizelerdir.
Bir zaman olur ki; ovanın bağrına düşüp çöreklenen kuraklık, ovada ne var, ne yoksa hepsini yakıp kavurur. Tam iki yıl sürer. Toprak çatlar "su! su!" diye inler. Terme-Çarşamba ovasında yaşayan halk yağmur dualarına çıkar. Eser içinde müthiş bir güzellikle anlatılan yağmur duası sanki destan içinde ayrı bir destan özelliği kazanmış:
""Hey Allahım! Önceleri böyle miydi bu ova?
Kavruldu, çatladı lime lime topraklar!
Su kalmadı kuyularda, bulutlarını gönder!
Tohumlar çimlenmedi, yandı gitti yaprak!"
Dizeleri ovanın sancısını ne güzel ifade ediyor.
Dudu kızın Hasan oğlan ile kaçışları sırasında sel suları kendilerini alıp götüreceğini anlaması üzerine söylediği;
"N'olaydı da Hasan oğlan n'olaydı?
Ecel, senden önce bana geleydi,
Keşkem bu hallere düşmeseydik de
Verem gelip ikimizi yere sereydi!"
Destansı söyleyişleri bu aşkı daha da trajediye dönüştürüyor...
Yazarını tebrik ediyorum. O güzel kalemden Türk Edebiyatı'na daha güzel eserler beklemek, gayri, Türk insanının hakkıdır, diyorum.

(*): Aybala TÛBA(19 Mayıs Üniversitesi), Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.:3, Sayı:39-40-41, 15 Şubat-15 Mart 2004/ 24 Muharrem 1425, s.10



Debreli Hasanlar çıksın ortayaEmin Çölaşan, "Hükûmet Güneydoğu'daki bazı üst düzey yetkililerinin talebine rağmen, bütçede para yok gerekçesiyle yolları asfaltlamıyor. Bu yüzden, mayınlar toprak yola teröristler tarafından kolayca gizleniyor. Vatan evlâtları şehit oluyor" diye yazdı. Araştırdık, hiçbir makamdan hükûmete böyle bir talep ulaşmamış. Bence Çölaşan, kendisine mesaj gönderen üst düzey görevlilerin isimlerini derhal açıklamalı. Debreli Hasanlar, terör konusunu dahi istismar edebiliyor.Gün geçmiyor ki, maksatlı bir haber veyahut yorum gazetelerde yer almasın. Özellikle, bazı sütunlar, bu gibi konularda hayli verimli. Emin Çölaşan'ın 22 Temmuz tarihli yazısından okuduğumuza göre, PKK'nın mayınlı terör eylemlerinin başarıya ulaşmasının sorumlusu hükûmetmiş. Çünkü Tayyip Erdoğan, Moğolistan'da Orhun Anıtları'na giden 45 kilometrelik yolu inşa ediyormuş da, Güneydoğu'nun yollarını yaptırmıyormuş.Çölaşan, bazı üst düzey güvenlik görevlilerinin gönderdiği bir mesajı sütununda yayınladı. Bu mesajda şöyle deniliyor: "Mayın asfalt yola konulmaz. Çünkü yolun kazıldığı belli olur. Mayın toprak ve stabilize yollara konur. Zira kazdıktan sonra, üzerini örtüp saklamak kolaydır ve belli olmaz. Güneydoğu'da çok sık kullandığımız bu tür yolların asfaltlanması için ilgili makamlara defalarca başvuruldu. Her seferinde aldığımız yanıt aynıydı: 'Bütçede para yok' Bütçede Moğolistan'da yapılan gıcır gıcır asfalt yollar için para var. Güneydoğu için para yok. Bu gerçekleri lütfen köşenizde duyurun. " Emin Çölaşan "gerçekleri (!)" iki defa (22 Temmuz ve 24 Temmuz'da) köşesinde duyurdu. At martini Debreli Hasan Aynı gazetede yazı yazan Ahmet Hakan, Emin Çölaşan'ın bu iddialarını sütununa taşıdı ve hükûmetten cevap beklediğini söyledi. Biz de kendi imkânlarımızla iddiaları araştırdık ve gerçeği yansıtmadığı bilgisini edindik.Söz konusu yorum/haber, zaten provokasyon kokuyordu. "Ben yalanım" diye bas bas bağırıyordu. Zira, mayınlı terör eylemleri toprak yolların asfaltlanmasıyla sona erecekse veya böyle bir uygulama kolayca gerçekleşebilecekse, zaten Genelkurmay Başkanlığı, hükûmet dirense bile bu projeyi hayata geçirmeye çalışır, iktidar razı olmadığı takdirde de halka şikâyet yolunu seçerdi.Bizim yaptığımız araştırmalar, hükûmete, yolların asfaltlanması istikametinde bir başvurunun yapılmadığı şeklindedir.Şimdi Emin Çölaşan, kendisine gönderilen mesajdaki üst düzey askeri görevlilerin isimlerini açıklamalı. İsimleri açıklanan bu kişiler de, "Kime başvurdular, kimden olumsuz cevap aldılar", bu hususları kamuoyuna duyurmalı.O mesaj, Türkiye'nin Moğolistan'da 45 kilometrelik yol yapacağı haberi üzerine uydurulmuş gibi görünüyor.Türkçemizde "At martini Debreli Hasan" diye bir söz vardır. Acaba burada Debreli Hasan kim? Gerçekten Emin Çölaşan'a böyle bir mesaj ulaştı mı? Ulaştıysa, mesajın altında bazı üst düzey güvenlik görevlilerinin imzası var mıydı? Üst düzey güvenlik görevlileri Debreli Hasan rolüne soyunduysa, ne gibi bir maksat güdüyorlardı? Türkiye açık bir toplum; demokratik bir toplum. Bu yüzden, gerçekler er geç gün ışığına çıkacak. Moğolistan'daki yol Gene ilgililerden öğrendiğimize göre, zaten bu hususlar gazetelere de yansımıştıKarakurum şehrinden, Orhun vadisindeki Göktürk Anıtları'na giden 46 kilometrelik ham yolun yapılması, daha önce Türkiye tarafından verilen bir sözün yerine getirilmesinin gereği. Bu suretle, kendi geçmişimize sahip çıkılmış, dünya devletlerinin çeşitli alanlarda varlık gösterdiği bir ülkeyle ihmal edilmiş dostluk ilişkisi yeniden canlandırılmıştı. Bölünmüş yollar AK Parti'nin Emin Çölaşan'a gönderdiği duble yollarla ilgili açıklama, yazarı tatmin etmemiş.AK Parti diyor ki: "Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine 2.5 yılda, 985 kilometre yeni bölünmüş yol yapıldı. Çalışmaları devam eden bin kilometrelik yol da 2006 sonunda tamamlanacak. Ayrıca 260 kilometre uzunluğunda il yolu da bitirildi ve hizmete açıldı. " Kısacası durum şu: AK Parti iktidara gelinceye kadar Doğu ve Güneydoğu'da sadece 531 kilometre bölünmüş yol mevcuttu. 2006 sonuna kadar (iktidarın ilk 4 yılda) ilâve olarak yapılacak bölünmüş yol uzunluğu + bin 985 kilometre. 4 misline yakın bir artış söz konusu.Emin Çölaşan kendisine verilen rakamları beğenmemiş "Duble yol masalı ile karşıma çıkmayın" diyor AK Parti yetkililerine. Çünkü mayınlar duble yollarda değil, toprak yollarda patlıyor. Bu konuda izahat istiyor. İddia ve gerçek Madem, Çölaşan bir iddiayı ortaya attı ve önemli bir tartışma başlattı, derhal şikâyetçi olan üst düzey görevlilerin isimlerini açıklamalı. Bu üst düzey görevlilere göre, hükûmet, Doğu ve Güneydoğu'daki duble yolları neredeyse 4'e katlıyor, ama, vatan evlâtlarının şehit olmasını engelleyecek diğer yolları asfaltlamıyor.Kasıt mı! İhanet mi! Herkes iddiasının arkasında durmalı. İmam Hatipler, başörtülü kızlar gibi konularda yalan yanlış haber ve yorumlar çıkıyor gazetelerde. Ama terörü psikolojik harekâtın malzemesi yapmak, zihinleri yalanla yoğurmaya çalışmak çok daha ciddi bir olay. Müfettiş meselesi Diğer yalanlara alıştık. Meselâ adam yazıyor: "4 bin 322 Kur'an kursu ve bu kurslarda okuyan 155 bin 285 çocuk, Diyanet'in 59 müfettişi tarafından denetlenebilir mi?" Peki, 11 milyon ilk öğretim talebesi nasıl 3 bin ilk öğretim müfettişi tarafından denetlenebiliyor? Diyanet'in her bir müfettişine 2 bin 500 civarında Kur'an kursu öğrencisi isabet ederken, ilk öğretim müfettişine isabet eden talebe sayısı 3 bin 500'ü geçiyor. Kaldı ki, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in dediği gibi, muhteva denetlemesini Diyanet müfettişleri daha doğru yapabilir.Dikkat! Bu denetimler, kaçak değil, yasal olan Kur'an kurslarının denetimidir. Kaçak Kur'an kursları zaten emniyetin ve savcılığın konusu. Terör istismarı mı? Gördüğünüz gibi, bu gibi iddiaların neresini tutsanız elinizde kalıyor. Ama bu defa, konu terörle ilgili. İstismara gelmeyecek bir durum söz konusu.Görelim bakalım, "AK Parti stabilize ve toprak yollara asfalt dökmediği için yavrularımız şehit oluyor" diye yakınan üst düzey görevliler kimmiş? Şeffaf bir toplumda karnından konuşanlar gün ışığına çıkarılır. Ve Debreli Hasanlar, mahcup duruma düşer.(www.tercüman.com, 26.07.2005




EFSANE YARBAY MEHMET KORKUT EKEN

Türk Silâhlı Kuvvetleri(TSK) Özel Harp Dairesi Özel Birlikler Eski Komutanı, Kıbrıs Barış Harekâtı'nda Özel Birlikleri ile Etkin Rol Oynayan, O yıllarda PKK'nın İşini Bitiren, Özel Tim'cileri Yetiştirren, Üstün Hizmet ve Feragat ile Kıbrıs Gazilik Madalyası Sahibi, Millî İstihbarat Teşkilatı(MİT) Eski Görevlisi, Emekli Yarbay(Efsane Yarbay) Termeli Mehmet Korkut Eken:
* "İdealleri", "davaları" ve hatta "ülkeleri uğruna" can ve kan verip de bugün "mezar"larda ya da "hapislerde" yaşayan nice memleket evlâdı"ndan biri...
"Hapisteki Kahraman"
Türkiye Termeli Mehmet Korkut EKEN'i, 3 Kasım 1996'da Balıkesir'in Susurluk İlçesinde bir kamyon ile Mercedes'in çarpışması sonucu meydana gelen kazanın ardından tanıdı. Kazaya karışan Mercedesin içindeki Polis Müdürü Hüseyin KOCADAĞ ve Milletvekili Sedat BUCAK'ın yanında "katliam sanığı" Abdullah ÇATLI bulunuyordu. Bu durum, "derin devlet" olgusunu da gündeme getirdi.
1995 yılında genç bir teğmen olarak göreve atılan ve daha sonra Türk Silâhlı Kuvvetleri Özel Birlikler Komutanlığı görevinden "Yarbay" rütbesindeyken "emekli" oloa, ardından MİT'te çalışan ve son olarak da Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Birimini kuran Mehmet Korkut EKEN'in adını Susurluk'taki kazaya kadar yalnızca dostlareı ve birlikte çalıştığı arkadaşları biliyordu. Bir anda Türkiye'nin gündemine giren kaza sonrası başlayan adlî süreçte Cumhuriyet Savcısı'nın iddianamesinde, "cürüm işlemek üzere silâhlı teşekkül oluşturmak" suçlamasıyla sanıklar arasında yer aldı.DGM'de yargılandı ve "Çete Lideri" olduğu gerekçesiyle 6 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tüm bunlar yaşanırken sessizliğini koruyan EKEN, "Susurluk Kazası" ve ardından yaşadıklarını bütün açıklığı ile anlattı.
Soru: Korkut EKEN için yeni bir dönemin kamuoyunun ise onu tanımasının miladını oluşturan Susurluk kazası, söyleşimizin de başlangıcını oluşturuyor. Susurluk kazası size neyi ifade ediyor?
EKEN: Benim bu davanın kapsamına girmem dört kişinin ifadeleri sonucu oldu. Bu kişiler MİT Eski Daire Başkanı Mehmet EYMÜR, İstihbarat Dairesi Eski Başkan Yardımcısı Hanefi AVCI, Hakkı YAMAN NAMLI ve Haluk KIRCI'dır. Susurluk'taki kazayı bende herkes gibi gazete ve televizyonlardan öğrendim. Sanık olduğumu öğrenmem de aynı şekilde oldu. Açıkcası bu durum benim için şaşırtıcı idi.
Soru: "Cürüm işlemek üzere silâhlı teşekkül oluşturmak" suçundan Yargıtay tarafından da onanan altı yıl hapis cezası aldınız. Siz "çete" oluşturdunuz mu? Sizce "çete" nedir?
EKEN: Öncelikle şunu belirtmeliyim. Şu anda hapis kararı kesinleşmedi. Karara itiraz ettik. Hukukî mücadelemiz sürüyor. Tashih-i Karar başvurusunda bulunduk. Ben kararın da bozulacağına inanıyorum. Türk adaletine güveniyorum. Şimdiye kadar kötü birşey yapmadım. Devlet ne görev verdiyse onu yaptım. Çeteye gelince; ben gerçekten bazı şeyleri oluşturdum ve kurdum. Polis Özel Harekât Tim'lerini eğittim, yetiştirdim. Önemli operasyonlarda sevk ve idare ettim. Eğer eşkıyaya karşı devlet görevi gereği yasal çalışmalar yapmak "çete" kurmaksa, ben bunu yaptım. Bu çeteyse, o zaman özel birliklerde, istihbarat teşkilatlarında eleman yetiştiren herkesin yargılanması lazım. Yanlış şeyler oluyor.
Soru:Siz hiç hata yapmadınız mı? Bu kadar uzun süre doğru ile yanlış çok ince çizgilerle birbirlerinden ayrıldığı görevlerde bulundunuz. Hata yapmış olmaz mısınız?
EKEN: 37 yıldır bu devlete hizmet ediyorum ve Ankara'nın batısında hiç görev yapmadım. Sürekli terörle mücadelenin içinde bulundum. Silâh nerede patladıysa oradaydım. Bu süre içerisinde bize ne görev verildiyse onu yaptık. Bunun için ne gerekiyorsa da onu yerine getirdik. Ancak şunu kesin olarak söyleyebilirim ki hiçbir zaman herhangi bir kişi, grup ya da topluluğa yarar sağlanacak faaliyetin içinde bulunmadık.Biz bizi yetiştiren devlete ve Türk milletine karşı görevimizi yapmaya çalıştık.
Soru:Bunlara rağmen 6 yıl hapis cezasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
EKEN: Bir yanlışlık olduğuna, düzeleceğine inanıyorum.Devlete küskünlük olmaz. Kimseye kızgın ya da kırgın değilim. Bu ülkeyi seven herkesi çok seviyorum. Benim endişem kararın bundan sonrakilere kötü örnek olacağıdır. Terörle mücadele çok hassas bir konudur. Burada görev yapanlara cesaret vermek gerekmektedir. Ancak üzülerek söylemeliyim ki bizlerin bu duruma düşürülmesi gelecekte bu görevi yapacak kişliler üzerinde olumsuz etkiler bırakabilir.
Soru: Geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz?
EKEN: Vatan hizmetine atıldığımda bu vatan, bu milşlet ve bu devlet için canımı vermeye bayrağım, namusum ve Allah'ın üzerine yemin etmiştim. Ne mutlu bana ki, bu güne kadar yeminimden en ufak bir şekilde geri adım atmadım ve hep yeminime sadık gerçek kahramanlarla çalıştım. Türk Silâhlı Kuvvetleri'nde de, Millî İstihbarat Teşkilatı'nda da böyle oldu. Bu can bu tenden çıkmadıkça, bizi hiçbir kuvvet millete, devlete ve vatana hizmet ten asla alıkoyamayacaktır. Bu yolda karşılaştığımız zorluklar kendi adımıza bizi hiçbir zaman üzmemiş, yıldırmamıştır. Kişisel anlamda da her subayın gönlünde "Türk Silâhlı Kuvvetleri Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası", "Başarı Madalyası" almak yatar. Bunlara sahibim, bu anlamda daha ne hedefim , olabilir ki?!
Soru: Suçlu olduğunuza inanıyor musunuz?
EKEN: Eğer suçlu olduğumu bilsem bunu tüm Türkiye'ye haykırırım.Ama bizim hiçbir günahımız yok. Benim üzüldüğüm tek noktada bu. Yasadışı işlerin içinde bulunmuş olsam üzülmezdim, bunu kabullenirdim ancak bunun kırıntısı bile yok. Çünkü biz yanlış bir şey yapmadık.
Soru: Sizin kamuoyunda tanınmanıza ve daha sonra hapis cezasına çarptırılmanıza neden olan Susurluk kazasındaki kişiler hakkında ne düşünüyorsunuz?
EKEN: Öncelikle bu kişiler millete hep kötü işler yapmış kişiler olarak anlatıldı. Ben kimsenin avukatlığını yapmak istemiyorum ancak bu kişiler hep vatana, millete hizmet etmiş önemli insanlardır. Bucak Aşireti'nin başındaki kişi Sedat BUCAK PKK'ya karşı mücadelede hep devletin yanımnda olmuştur. Bucaklar, yüzlerce şehid vermesine rağmen devletin kendilerine sahip çıkmaması nedeniyle bir süre çekildiler. Sonra ben kendim gidip kendileriyle konuştum ve ikna ettim. Onların silâh kaçakçısı olduğu, uyuşturucu ticareti yaptığı söyleniyor. Onlar o kadar zengin ki bu söylenenlerin hiç birini yapmalarına gerek yok. PKK'ya karşı kullandıkları kurşunları bile kendi paralarıyla alıyorlar. Abdullah ÇATLI'ya gelince, kendisi MİT'e çalışmıştır ve önemli görevleri yerine getirmiştir. O, Bakan odalarına kadar girerdi. Oysa ben şimdi onu tanıdığım için cezaevine giriyorum. Hüseyin KOCADAĞ ise benim gözümde bir kahramandır. Benim ilk yetiştirdiğim grupta yer alıyordu. Daha sonra Güneydoğu'da yararlı işler yaptı. Ancak bu kişiler millete yanlış anlatıldı. Önemli bir tarihî hata yapılıyor.
Soru: Mercedes'tekilerin yan yana bulunmaları sizce normal mi?
EKEN: Ben o araçta bulunan Gonca US kişiler dışındakileri tanırım. Bu kaza gereğinden çok abartıldı. Şimdi birkaç kişiyle yan yana olmaktan çekinir oldum. Çünkü "yeni bir çete kuruldu" denilebilir. Bu kişiler zaten birbirleri ile bağlantıları olan birbirlerini tanıyan kişiler. Abdullah ÇATLI'yı tanımayan yok ki. Biz "tanıyoruz" dediğimiz için hapse mahkum edildik. Oysa bir çok kişi tanımasına rağmen bunu kabul etmedi. Biz bunu yapamayız.
Soru: Şimdi Yargıtay tarafından da onaylanan 6 yıllık hapis cezanız var. Eğer tashih-i karar isteğiniz de reddedilirse cezaevine gireceksiniz. Ancak bir yandan da Samsun'da bazı belediyeler ve sivil toplum teşkilatları tarafından "hizmetlerinizden dolayı" ödül almak üzere geldiniz. Burada çelişki yok mu? Siz ne düşünüyorsunuz?
EKEN: Yargı kararına saygı duyuyorum. Ancak benim için daha önemli bizim hakkımızda Türk milletinin kanaatidir. Sayın Saygı ÖZTÜRK tarafından Star Gazetesi'nde benimle yaptığı ropörtajın ardından 25 binden fazla destek mesajı geldi. Bu günde hemşehrilerimle birlikteyim. Onlar teveccüh etmişler, bizi hatırlamışlar. Yaşadığıömız olaylardan sonra bu büyük milletten gördüğüm ilgi ve destek beni mutlu ve minnettar kılmıştır.
Soru: Hakkınızdaki hapis kararı kesinleşmesinin ardından cezaevine girip çıktıktan sonra yeniden görev verilirse tavrınız ne olur?
EKEN: Bu kararla ilgili olarak kırgınlık, kızgınlık söz konusu değil. Biz 37 yıl boyunca bu vatana, millete ve bayrağa hizmet etmişiz. Görev adamıyız. Millet için bize yine görev verilirse yaparız. Bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonrada görevden kaçmak gibi bir şey söz konusu olamaz.
Soru: Neden hep sustunuz? Kamuoyunda çeşitli iddialar ortaya atılırken neden konuşmadınız?
EKEN: Biz askerler az ama öz konuşuruz. Yaptığımız işlerden bir çoğu vatanın güvenliğini ilgilendiriyordu. Bunları açıklamak doğru olmaz. Zaten yanlış da yapmamıştık. Hiç bize sorulmadan, yargısız infazlar gerçekleştirildi. Ancak yaşadığımız olaylardan sosnra bu büyük millet bize çok destek oldu. Bu millet kim ne derse desin gerçeğin farkında.
Soru: Son olarak siz Samsun'un Terme İlçesi'ndensiniz. Burası size neyi ifade ediyor?
EKEN: Terme, benim memleketim. Bütün akrabalarım orada. Babamın mezarı da Terme'de. Sık sık Terme'ye giderek yakınlarımı ziyaret ederim. Buradan kopmam mümkün değil. Hemşehrilerim de bugün de olduğu gibi her zaman bana sahip çıkmıştır. Ülkenin her yanından destek alıyorum ve bizi davet ediyorlar. Ancak ben memleketimi seçtim ve buraya geldim. Hemşehrilerimle birlikte olmak çok güzel.(*)
(*): Ömür ÜNVER, KORKUT EKEN ile ROPÖRTAJ, Halk Gazetesi(SAMSUN), 18 Şubat 2002, Pazartesi, s.6(Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.:2 Sayı.: 17-18-19, 15 Mayıs 2002/ 02 R.Evvel 1422, s. 14, 15)

MEHMET KORKUT EKEN KİMDİR?
Samsun'un Terme ilçesi nüfusuna kayıtlı olan Korkut EKEN, 1945 yılında Ankara'da doğdu. 1963 yılında Kara Harp Okulu'na girdi. Hava İndirme Tugayı'nda görevli ken 20 Temmuz 1974'de paraşütçü birlikler ile Kıbrıs'ta ilk görev yapan askerler arasında yer aldı. 1978 yılında Özel Harp Dairesi, Özel Birlikler Komutanlığı'na atandı. PKK terör örgütü ile mücadelede görevlendirildi. Yaptığı çalışmalardan dolayı Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin en önemli madalyası olan "Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası" ile "Başarı Madalyası" ve bir çok takdirname aldı. 1981 yılından 1986 yılına kadar Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Özel Harekât Timleri'nin teşkili, teçhizi ve eğitiminde görev aldı. 1987 yılında Yarbay rütbesindeyken kendi isteği ile emekliye ayrıldı ve MİT'te Güvenlik Dairesi Başkan Yardımcısı olarak göreve başladı. 1988 yılında MİT'ten emekliye ayrıldı. 1993 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü'nde çalışmaya başladı. 1996 yılına kadar Özel Harekât Timlerini yetiştirdi ve bunlarla birlikte operasyonlara katıldı. Korkut EKEN evli ve üç çocuk babası.


EFSANE YARBAY MEHMET KORKUT EKEN

Türk Silâhlı Kuvvetleri(TSK) Özel Harp Dairesi Özel Birlikler Eski Komutanı, Kıbrıs Barış Harekâtı'nda Özel Birlikleri ile Etkin Rol Ouynayan, O yıllarda PKK'nın İşini Bitiren, Özel Tim'cileri Yetiştirren, Üstün Hizmet ve Feragat ile Kıbrıs Gazilik Madalyası Sahibi, Millî İstihbarat Teşkilatı(MİT) Eski Görevlisi, Emekli Yarbay(Efsane Yarbay) Termeli Mehmet Korkut Eken:
* "İdealleri", "davaları" ve hatta "ülkeleri uğruna" can ve kan verip de bugün "mezar"larda ya da "hapislerde" yaşayan nice memleket evlâdı"ndan biri...
"Hapisteki Kahraman"
Türkiye Termeli Mehmet Korkut EKEN'i, 3 Kasım 1996'da Balıkesir'in Susurluk İlçesinde bir kamyon ile Mercedes'in çarpışması sonucu meydana gelen kazanın ardından tanıdı. Kazaya karışan Mercedesin içindeki Polis Müdürü Hüseyin KOCADAĞ ve Milletvekili Sedat BUCAK'ın yanında "katliam sanığı" Abdullah ÇATLI bulunuyordu. Bu durum, "derin devlet" olgusunu da gündeme getirdi.
1995 yılında genç bir teğmen olarak göreve atılan ve daha sonra Türk Silâhlı Kuvvetleri Özel Birlikler Komutanlığı görevinden "Yarbay" rütbesindeyken "emekli" oloa, ardından MİT'te çalışan ve son olarak da Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Birimini kuran Mehmet Korkut EKEN'in adını Susurluk'taki kazaya kadar yalnızca dostlareı ve birlikte çalıştığı arkadaşları biliyordu. Bir anda Türkiye'nin gündemine giren kaza sonrası başlayan adlî süreçte Cumhuriyet Savcısı'nın iddianamesinde, "cürüm işlemek üzere silâhlı teşekkül oluşturmak" suçlamasıyla sanıklar arasında yer aldı.DGM'de yargılandı ve "Çete Lideri" olduğu gerekçesiyle 6 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tüm bunlar yaşanırken sessizliğini koruyan EKEN, "Susurluk Kazası" ve ardından yaşadıklarını bütün açıklığı ile anlattı.
Soru: Korkut EKEN için yeni bir dönemin kamuoyunun ise onu tanımasının miladını oluşturan Susurluk kazası, söyleşimizin de başlangıcını oluşturuyor. Susurluk kazası size neyi ifade ediyor?
EKEN: Benim bu davanın kapsamına girmem dört kişinin ifadeleri sonucu oldu. Bu kişiler MİT Eski Daire Başkanı Mehmet EYMÜR, İstihbarat Dairesi Eski Başkan Yardımcısı Hanefi AVCI, Hakkı YAMAN NAMLI ve Haluk KIRCI'dır. Susurluk'taki kazayı bende herkes gibi gazete ve televizyonlardan öğrendim. Sanık olduğumu öğrenmem de aynı şekilde oldu. Açıkcası bu durum benim için şaşırtıcı idi.
Soru: "Cürüm işlemek üzere silâhlı teşekkül oluşturmak" suçundan Yargıtay tarafından da onanan altı yıl hapis cezası aldınız. Siz "çete" oluşturdunuz mu? Sizce "çete" nedir?
EKEN: Öncelikle şunu belirtmeliyim. Şu anda hapis kararı kesinleşmedi. Karara itiraz ettik. Hukukî mücadelemiz sürüyor. Tashih-i Karar başvurusunda bulunduk. Ben kararın da bozulacağına inanıyorum. Türk adaletine güveniyorum. Şimdiye kadar kötü birşey yapmadım. Devlet ne görev verdiyse onu yaptım. Çeteye gelince; ben gerçekten bazı şeyleri oluşturdum ve kurdum. Polis Özel Harekât Tim'lerini eğittim, yetiştirdim. Önemli operasyonlarda sevk ve idare ettim. Eğer eşkıyaya karşı devlet görevi gereği yasal çalışmalar yapmak "çete" kurmaksa, ben bunu yaptım. Bu çeteyse, o zaman özel birliklerde, istihbarat teşkilatlarında eleman yetiştiren herkesin yargılanması lazım. Yanlış şeyler oluyor.
Soru:Siz hiç hata yapmadınız mı? Bu kadar uzun süre doğru ile yanlış çok ince çizgilerle birbirlerinden ayrıldığı görevlerde bulundunuz. Hata yapmış olmaz mısınız?
EKEN: 37 yıldır bu devlete hizmet ediyorum ve Ankara'nın batısında hiç görev yapmadım. Sürekli terörle mücadelenin içinde bulundum. Silâh nerede patladıysa oradaydım. Bu süre içerisinde bize ne görev verildiyse onu yaptık. Bunun için ne gerekiyorsa da onu yerine getirdik. Ancak şunu kesin olarak söyleyebilirim ki hiçbir zaman herhangi bir kişi, grup ya da topluluğa





TERME'DE ERMENİ TERÖRÜ(*)

02 Kasım 1916'da, sabaha karşı 4 Rus torpidosu Terme açıklarına geldi ve kasabayı bombaladı. Ruslar, bombardımanın ardından bir kısmı Rum ve çoğunluğu Ermeni olmak üzere 100(yüz)9 kişilik bir kuvveti Terme'ye çıkardı. Civarda hazır olarak bekleyen 200 kişilik Ermeni Çetesi de bunlara katılarak , mevcutları 300'ü aştı. Bu eşkıya grubu, bütün gün boyunca, Terme'yi talan etti, evleri yaktı ve aynı günü akşamı gemilerine döndü. (1)
Ermeni çetesinin bütün bir gün boyunca süren yağma ve talan faaliyetinin hemen ardından Terme'de, Kaymakam Halil HAKİ'nin Başkanlığı'nda ve Belediye Reisi, Nüfus Müdürü, Düyun-ı Umumiye Memuru ve Ticaret Reisi'nin aza olduğu "Terme Harik Komisyonu" kurulmuş ve tahribatın tesbitine çalışılmıştır. Komisyon, 06 Aralık 1916'da çalışmalarını tamalayarak bir rapor tanzim etmiştir. Rapora göre, Terme'de resmi mahiyette bulunan Adliye, Jandarma, Polis, Telgrafhane, Liman Dairesi, Belediye, Düyun-ı Umumiye Dairesi, Reji İdaresi Ambarı, Zükur ve İnas Mekteb-i İbtidaileri, tümüyle yanmıştır.
Rus bombardımanı neticesinde 5 kişi ölmüş ve 2 kişi de yaralanmıştır. Ermeni eşkıyaları 2 kişiyi öldürmüşler, gün boyunca yaptıkları yağma ve talan sonucu mağaza, dükkan, kahve, otel, han gibi yerler zarar görmüştür. Toplam maddî zararın 3.100.000 kuruş olduğu belirtilmekteydi.(2)Raporda maddî zarara uğrayan toplam 189 kişi ve kurumun, hangi cins ve ne kadar mal ve mülkünün zarar gördüğü, bunun maddî olarak değeri, bir tablo ile de gösterilmiştir.(3)

(*): Önder DUMAN, "Birinci Dünya Savaşı Sırasında Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki Ermeni Terörü Faaliyetleri", Samsun, 2002, OMÜ, Basılmamış Yüksek Lisans(master) Tezi
(1): Birinci Dünya Harbi'nde Türk Harbi Kafkas Cephesi, c.:II, s.299
(2): Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar'da ve Anadolu'da......1, s.290-291
(3): Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar'da ve Anadolu'da.....1, s.291-303


DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI ARŞİVLERİNE GÖRE
İLÇEMİZDEKİ RUS-ERMENİ MEZALİMİ

Bundan 198 yıl önce, Eylül 19l6'da, Ruslar Termemizi topa tutmuşlardı. Rus bombardımanlarından ilçemiz kısmen zarar gördü. Evler yıkıldı, hayvanlar telef oldu. Ruslar'dan ve Rus bombardımanını fırsat bilen ilçemizdeki Ermeni-Rum Çeteleri is eşehrimizi kasıp kavuruyorlardı. Şehrimizi yakıyorlar ve soyuyorlardı. Bir kısmı da Rus gemilerine de çıkıyorlardı. Hatta Türk kadınlarını bile "kaldırıyorlardı."
19 yaşındaki Termeli Türk kadını Satı Hanım, "kaldırılan" Türk kadınlarımızdan biriydi. Baskınlar, Rus bombardımanları ve yangınlar, ilçe halkımızın zihninde derin izler bırakmış, ağıtlar yakılmıştı.
"O Rus'un gemileri
Hem ileri, hem geri
Rus gözün kör olsun
Ağlattın gelinleri"

"Edirne'nin hamamı
Yandan çıkar dumanı
Bir tek yavrum var idi
Oldu düşman kurbanı"

"Gemi geldi bağırıyor
Kaymakamı çağırıyor
Kaymakamın karısı
Hüngür hüngür ağlıyor"(1)

RUSLAR, ERMENİ EŞKIYASI DA ÇIKARMIŞLAR
Dışişleri Bakanlığımıza ait internet adresinden(http:/www.mfa.gov.tr/turkce/gruph/hg/hga/33.htm) öğrendiğimiz "Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar'da ve Anadolu'da Ermeni Mezalimi1 (1906-1918)" başlıklı yazıda, Rus donanmalarının ilçemizi topa tuttukları, Eylül 1916 tarihinden 4 ay sonra 3 Ocak 1917 yılında düzenlenen "Arşiv Belgeleri"nden, bu seferde Rus donanmalarının ilçemize Ermeni eşkıyaları çıkardığını da öğreniyoruz.
"Rus Donanmasının Terme'ye Çıkardığı Ermeni Eşkıyasının Yaptığı Mezalim" ara başlıklı yazıda, Rus donanması tarafından ilçemize çıkarılan Ermeni eşkıyalarınca 9 insanımızın şehid edildiği, iki kişinin yaralandığı ve 19 kişinin de bir kısmının kendi isteği ile bir kısmının da esir olarak götürüldüğü, ayrıca 3 milyon 100 bin kuruş(3.100.000 kuruş) kıymetinde maddî zarar verildiğinin tesbit edildiği belirtiliyor. İlçemizden götürülen Termeli Müslüman esirlere karşılık Ruslardan da 20 kişinin tutuklandığı, şehid ve yaralılarımıza tazminat alınmasının temini için 9 Rus'un daha tutuklanmasına ve tazminat miktarının belirlenmesine karar verildiği ifade ediliyor.
ŞEHİDLERİMİZİN İSİMLERİ
Eylül 1916'da, Rus donanmasının ilçemize çıkardığı Ermeni eşkıyası tarafından şehid edilen Termelilerin isimleri ise şöyle:
1- Hacı Kanberoğlu Keziban
2- Çolak Hasan'ın kızı Havva
3- İsmail Bey oğlu Bekir
4- Hacı Hasan oğlu Kemal Kerimesi Hatice
5- Hopalı Bektaş oğlu Dursun zevcesi Binnaz
6- Miliç'teki Ermeni çeteleri tarafından şehid edilen Beyastan oğlu Yusuf..
İlçemizdeki mevcut Ermeni-Rum çetelerinden de, Rus donanmasının çıkardığı Ermeni eşkıyalarına katılanlar olduğu anlaşılıyor.
Ayrıca, Rusların ilçemizden Hacı Ali oğlu Hasan'ın bakire kızı Firdevs ve dayı oğlu Hasan kerimesi Satiye'yi cebren götürdükleri vurgulanıyor.
Neticede, 9 şehid, 2 yaralı, 19 esir. Tarih 15 Kanunievvel 1332/ 15 Aralık 1916
Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ait raporda ise bu durum şöyle ortaya konuluyor:
"15 Aralık 1916'da kaleme alınmış yüce makamınızın pusulası Emniyet Genel Müdürlüğü'nün ikinci şubesinden alındı. Ermeni eşkıyası tarafından Terme'de vuku bulan taarruzda asker de dahil olmak üzere 9 şehid ve 2 yaralı zayiatımız olduğu ve 19 kişinin esir götürüldüğü zikri geçen pusulanıza ek olarak konulmuş cetvelin değerlendirilmesinden anlaşılmıştır. Esir edilen Müslümanlara karşılık Rusya tebasından 20 şahsın tutuklandığı anlaşılmakta ise de şehid aileleri ve yaralılar için tazminat alınması için tutuklama icrası tertip olunduğundan bu 20 kişiden başka bunlardan ayrıca 9 şahsın tutuklanmasıyla uzak yerlerden (diyarlardan) birine gönderilmeleri ve şehid aileleri ile yaralılar için alınması lazım gelen tazminat miktarı da takdir ve tahmin olunarak tutukluların isimleri ile birlikte hapishaneye bildirilmeleri temenni olunur. Tutuklanan 20 kişi arasında bulunan Nikola Kakolidis, Gabriyel Katanof isimlerindeki şahısların hastalıkları ilerlemiş oldukları Amerikan elçiliğinden bildirilmiş ve bu yüzden tutuklanan 60 yaşlarındaki Jor, Korubakalis ismindeki şahıs da hastalığının seyri artmış olduğundan bunların yerine sıhhatli insanların tutuklanması için gerekli halin meydana çıkması tabi olduğu yüce makamınızın iradesidir. Maddî hasar üç milyon yüz bin kuruş kıymetindedir. Sebep olunan zarar ve ziyanı ödemenin ne suretle icra ettirilmesi münasip olacağını tayin için müsteşar beyefendiye takdim edilmiştir.
PUSULA HUKUK MÜŞAVİRLİĞİ'NE HAVALE BUYRULDU
Askerler büyük muharebede ölmediklerinden ve esir gidenlerden kendi istekleriyle ittihak edenlerin ayrımı mümkün olmadığından hepsi hakkında aynı mukabeleye karar verilmiştir.

NETİCE
Rusların ilçemizi bombardımanı hakkındaki bilgilerimiz, Nuri YAZICI'nın, 1982'lerde yayınladığı "Terme Tarihi" kitabına dayanmakta idi. Başta da belirttiğimiz üzere, bu bilgilere ilaveten Dışişleri Bakanlığı'nın internet adresindeki "Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslarda ve Anadolu'da Ermeni Mezalimi" başlıklı yazının ilçemize ait "Rus Donanmasının Terme'ye Çıkardığı Ermeni Eşkıyasının Yaptığı Mezalim" kısmından öğreniyoruz ki, kızıl moskof, ilçemizi sadece topa tutmakla, ilçemizdeki Ermeni-Rum çetelerini cesaretlendirmekle kalmamış, bizzat kendi gemileri ile fiilen Ermeni eşkıyaları bile çıkarmış...

(1): Nuri YAZICI,"Terme Tarihi", 1982, Samsun, s.31‘PONTUSÇULUK UYARILARI’
Geçtiğimiz ay içerisinde (Aralık 2001) devletimizin , bölgemizin etkili ve yetkililerinin yaptığı “Pontusçuluk Uyarıları”na şahit olduk…

Genel ve yerel basına yansıyan açıklamalardan öğrendiğimize göre, bu konudaki ilk açıklamayı, Giresun Jandarma Bölge ve Garnizon Komutanı Tuğgeneral Baki ONURLUBAŞI’ndan geldi. Tuğgeneral ONURLUBAŞI; Doğu Karadeniz yöresinde Pontusçuluk faaliyetlerinin tekrar hortlamaya başladığını, yöre insanının bu konuda dikkatli ve uyanık olması gerektiğini belirterek şu açıklamalarda bulundu:”Pontusçuluk hayallerini hayata geçirmeyi arzulayan Rumların Trabzon’u merkez seçerek yörede birtakım bölücü faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu bölücü hareketin bizzat Yunanistan’daki dernekler tarafından desteklenmektedir. Yunanlı yazar Yorgo Andreyadis’in, Pontusçuluk hayalini dile getirdiği kitapları, yöreye gizlice sokulup, dağıtılmaktadır. Yöreye Rumlar tarafından turizm gezisi adı altında düzenlenen bazı turlarda, Pontusçuluk propagandası yapılmaktadır. Trabzon’un, Tonya ve Sürmene ilçesinde, 20-30 kadar fakir öğrenciyi, “Eğitimlerine yardımcı olacağız” diyerek Yunanistan’a götürenlerin asıl amacını gayet iyi biliyoruz. Bu, Rumların yıllardır yöre üzerinde gizliden gizliye yürütmüş oldukları Pontusçuluk hayallerinin hayata geçirilmesinin ince planlarından biridir.
Yunanistan’ın Trabzon’a konsolosluk açmak istemesinin en önemli nedeni, yöre üzerindeki Pontusçuluk hareketlerine yardımcı olmaktır. Yunanistan Başkonsolosu’nun sık sık yapmış olduğu Doğu Karadeniz gezisinin temelinde de bu Pontusçuluk düşüncesi yatmaktadır.”(1)
Ramazan Bayramı dolayısıyla Trabzon’un Beşikdüzü ilçesinde halkımızla bayramlaşan Adalet Bakanı Hikmet Sami TÜRK’e Tuğgeneral ONURLUBAŞI’nın “Pontusçuluk Uyarıları”nın hatırlatılması üzerine, Adalet Bakanı TÜRK de, şu açıklamalarda bulundu:”Bildiğiniz gibi Karadeniz içinde Fener Patriği’nin ve önde gelen işadamlarımızın bulunduğu bir gemi turu yapılmıştır. Bu gemi Trabzon’a yaklaştığı zaman limanda içindekiler için bir folklor gösterisi yapılacaktı. Ama gemideki anonsta “Pontus Folkloru” gibi bir ifade kullanıldığı için bundan vazgeçilmişti. O zamandan beri, zaman zaman üzerinde durulan bir konu hâline gelmiştir. Hassasiyeti anlıyorum. Ama evhamlar içinde olmamak gerekir. Yeniden Pontus Rum Devleti’ni diriltmeye kimin gücü yeter? Burada doğmuş insanların, sonra yaşadıkları yerleri ziyaret etmelerini ben yadırgamıyorum. Pontus Rum Devleti, bırakın Cumhuriyet döneminde, Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethinden sonra kalkmıştır.
VALİMİZ DE UYARDI…
Bütün bu “Pontusçuluk Uayrıları” kervanına Samsun Valisi Muammer GÜLER de katıldı. Samsun yerel basınına akseden açıklamalrda GÜLER şunları ifade etti:”Samsun’da ve çevresinde yıllardan beri Hıristiyanlık ve Pontus propagandası faaliyetleri hakkında çeşitli duyumlar almaktayım. Pontus devleti kurma hayali içerisinde olan insanlar var. Bu girişimler Avrupa Birliği(AB) kapısındaki Türkiye’de gelecek nesillerle hesaplaşmanın yollarıdır. Bunların temelinde bin yıldan beri “Bu topraklarda ne işiniz var?” diyemeyenlerin, “Haçlı Seferleri” ile bunları yapamayanların, bu topraklar üzerinde bağısızlıklarını ilan edemeyenlerin getirdiği oyunlardır.
Bu oyunlara karşı uyanık olmalıyız. Biz, canımızla, kanımızla bu toprakların bin yıldır sahibiyiz. Ama bu toprakların sahibi olmayı hak etmek daha çok bu toprakların hakkını vermekle, daha çok zenginleşmekle, daha çok eğitimle olur. Çünkü bunlar, millî değerlerinin farkında olmayan; kültürsüz insanları bulurlar. Bizim, bu oyunlara karşı birlik ve beraberlik içerisinde olmamız lazım. Çünkü Pontus hayali içersinde olan insanlar var.
Bizi en zayıf tarafımızdan yakalamaya çalışanlar olabilir. Özellikle din görevlilerimiz, üniversitemiz, bu konuda hassas olacaktır. Biz, tarihimizden utanmıyoruz, gurur duyuyoruz ama geçmişte bu topraklar üzerinde yaşayan insanların ne sıkıntılar çektiğini gençlerimizin bilmesi lazım. Bizi kendi milletimizden, inançlarımızdan saptırmak isteyenlere karşı gözümüz açık olmalı. Eğer millî değerlerinize bağlı değilseniz, kültürünüzü tanımıyorsanız, “küreselleşme” üzerinizden çığ gibi geçer.”(3)
VE ALBAY DA UYARDI…
Ve nihayet, Giresun İl Jandarma Aalay Komutanı Albay Aydın BACIK’ta, “Pontusçuluk Uyarı”nı sürdürdü. Albay BACIK’ın yerel basına yansıyan açıklaması ise şöyleydi:”Pontusçuluk faaliyetleri maskeleniyor. Çıkarlara uygun, masum olarak değerlendiriliyor. Ama bunların altında başka unsurlar çıkabilir. Pontusçuluk faaliyetleri devam ediyor.”(4)
Öte yandan, İstanbul/Küçükçekmece Garnizon Komutanı Albay Ali Güngör ÖNGÖREN, Avrasya Bir Vakfı tarafından düzenlenen “AB Kıskacındaki Kıbrıs” konulu konferansta yaptığı konuşmada, “Pontus-Rum davasını savunan Karadenizli 35(otuzbeş) gencin hâlen Yunanistan’daki kamplarda “terör eğitimi” gördüğünü “, söyledi. Albay ÖNGÖREN, “Yunanlılar tarafından Karadeniz Bölgesi’ne düzenlenen turizm seferlerinin Pontus-Rum sevdasını canlandırma amacını taşıdığını” savundu.(5)
“Terme Birlik MEFKÛRE” olarak devletimizin ve askeriyemizin ilgili ve yetkililerinin yaptığı ve yukarıda zikrettiğimiz bölgemizdeki “Pontusçuluk Uyarıları”nın sağduyu sahibi insanlarımız tarafından mutlaka dikkate alınması ve yeni yetişen nesillerimizin de bu meselelere karşı şuurlu olmasını istiyoruz.
Hassaten Termelilerin de…Çünkü bu meseleye vâkıf olan insanlar da bilmektedir ki, bilmem kaç tane “düvel”in, (devletin) uzantıları, “Pontus’un merkezi olarak Terme’yi de düşünmektedirler…”
“CARTE DU PONT” haritası, Dr. Yılmaz KURT’un “Pontus Meselesi” isimli, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yayınlanan kitaptan alınmış olup, bölgemizde kurulmak istenen Pontus devleti’nin muhtemel haritasıdır…
DİP NOTLAR:
(1): Anadolu’da VAKİT Gazetesi, 06 Aralık 2001
(2): Yeni ŞAFAK Gazetesi, 19.Aralık.2001
(3): Halk Gazetesi, Karadeniz’in En İyi Bölge Gazetesi, Pontus Uyarısı(Manşet)
Yaşar ASLAN, 23.Aralık.2001, Pazar
(4): Karadeniz Gazetesi, 30.Aralık.2001, Pazar
(5): Zaman Gazetesi,
“KARADENİZ’İ RUMLAŞTIRMA HAREKÂTI’NIN İÇ YÜZÜ!. ÇİFT BAŞLI YILAN”IN HATIRLAT- TIKLARI!..°…Araştırma Servisi/(REFLEKS):“Yeni Çağ” gazetesi Arslan BULUT imzalı , 17.07.2005/06.08.2005 tarihleri arasında, 18 gün süren yukarıdaki başlıklı bir yazı dizisini yayınladı..Samsun’un bazı yerel/bölge gazetelerinde, “Atatürk Hayranı Yunanlılar, 600 kişilik turist kafilesi ile geldiler”, türü haberleri okuyunca (Halk Gazetesi, 19 08.2005), BULUT’un konu ile ilgili “en taze” yazısını “hatırlatmak” da elzem oldu..Millî Mücadele yıllarında, 1919’larda, Trabzon’da yayınlanan mahallî gazetelerde, “Mustafa Kemal ve Arkadaşları için”, “o dönemin milliyetçileri için”, “Yunanlılardan daha tehlikeli düşman” tanımlarının yapılmış olduğunu okumak, şu konjonktür ağırlığında ve resmî konsept gözlüğünde, “günümüzün gerçek milliyetçileri”nin de aynı tanımla, “Yunanlılardan daha tehlikeli düşman”tanımlanması ile “bazı mahfillerce” tanımlandığını da “hisseder gibi “oluyorum..“Karadeniz’de yeni bir bilinç oluşturma, yeni bir bilinç inşası”nın ise yine “taşeron Yunanistan”a, bu sefer de , birinci dereceden “CIA-Barış Gönüllüsü-ABD’liler” tarafından yapıldığını anlıyoruz..Zaten “tarih şuuru”na sahip olanlar, “dün”lerde de “bu meseleyi” yine “Avrupa’nın Piçleri Amerikalılar” tarafından tezgâhlandığını, “ilk Pontus tonlantısının bile Amerikalı öncülüğünde, Sinop İnebolu’da yapılmış olduğunu” da hatırlıyorlardır elbet..“ABD’nin, Yunanistan’ın Trabzon’da ‘üs’ talepleri…”“ABD’deki Pontus lobileri…”“Trabzon’daki bazı Sivil Toplum Kuruluşları(STK)’nın ABD’ce finanssı…”“Trabzon eski valisi İsmet Gürbüz CİVELEK’in de “Devletin Valisi” olarak, bu operasyonlara “alet” oluşu…”“Ve sorular: “Trabzon Valisi nasıl oluyor da, ABD’nin istihbarat birimleriyle irtibatlı IRI ile bir toplantı düzenleyebilir?Nasıl olur da NED’den 20 bin dolar aktarılan bir konferansa ön ayak olabilir?Nasıl olur da Trabzon Valisi iken CIA görevlisi Graham FULLER’in iştirak edeceği bir toplantının düzenleyicisi olan Stratejik Araştırmalar Vakfı’nın üyesi olabilir?Demek ki ABD, yıllar önce Trabzon’da “başka üsler ‘ kurmuş!....”diyor BULUT..Arslan BULUT’un bu yazı dizisinden de anlıyoruz ki, “Türkiye’yi yönetenler”, rahmetli Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU’nun bir mısrası ile “vatanı iki pula satıyorlar!!!”“Kirli ilişkiler…Karanlık ilişkiler…”Yüce KATIRCIOĞLU’nun da kapanan “Muhalif”dergisinde yazdığı bir yazısındaki şu ifâdeyi hatırlamamak elde değil:”Türkiye’yi yönetenler süper ihanetler içerisindeler!!!”“Fi Emanillah” yaşıyoruz be!!!BULUT, yazı dizisinde, Yunanistan’ın “Sözde Pontus Soykırımı”nı da “kabul” ettiğini de hatırlatıyor..”Yunanistan 19 Mayıs Gününü, “Pontus Soykırımını Anma Günü” olarak kabul eden bir yasa tasarısını, 24 .Şubat 1994 tarihinde Yunanistan Parlementosu’nda oy birliği ile kabul etti.Kabul edilen bu yasa, 7 Mart 1994 tarihinde Yunanistan Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir..”BULUT’un yazı dizisinde, “sözde Pontus Soykırımı” iddiaları da “ilmen” çürütülüyor…Ve tarih boyunca da “taşeron” olmaktan kurtulamamış “Yunanistan” ise bu sefer de daha belirgin olarak, “ABD’nin” yanı sıra, yine “İngiltere’nin, İsrail’in ve AB ülkelerinin de” taşeronluğunu “üslenmiş olduğunu da anlıyoruz…“Çift başlı yılan”ın, “Fener Rum Patriği’nin asası’nın “çift başlı yılan”ı çağrıştırdığını vurgulayan BULUT, “misyonerlik faaliyetleri hakkında da”, “Bütün yurttaki misyonerlik faaliyetlerinin amacı, Türkiye’yi Rumlaştırmak ve “İncil Ülkesi” yapmaktır” tesbitinde de bulunuyor..“Ve İsrailli Turistler Karadeniz Yaylalarında…” başlıklı yazı dizisinin bölümünde ise, THY’larının AKP iktidarı zamanında Trabzon-Tel Aviv seferlerine de başladığını, “İsrailli rehberler, Türkiye’de izinsiz çalışıyorlar.. Bitki zenginliğimiz araştırırlarken, “durum değerlendirmesi toplantıları” da yapıyorlar…”, diyor.“Karadeniz’li gençlere Ariel Şaron Çengeli” başlıklı kısımda ise, bugün İsrail’de çalışan 400 bin işçinin ekseriyetinin “Karadenizli Gençler”den oluştuğunu, , Şaron’un, “Yahudi sayılmak için Yahudi bir anadan doğma şartını yumuşatmaya” çalıştığını da belirtiyor..Âdeta “dünyanın kokuşmuşluğu”nu “Şaron’ca algılayan”lar, “dürüst, namuslu, güvenilir Karadeniz Gençleri” ne de “göz koymuş” oluyorlar tabiî…Ve bu “gençler”in, bir takım “uyum jenerasyonları” ile “ hevesli bir Siyonist hâline dönüştürme” niyetleri de “deşifre” ediliyor…Geçen aylarda, “Trabzon’daki hadiseler” de, bir grup İsrail’li turistlerin Karadeniz’i ziyaretleri ertesi meydana gelmişti..Bakalım, “Atatürk Hayranı Yunanlı turistlerin Karadeniz gezisi” sonrası, “Karadeniz Bölgesi’nde neler seyredeceğiz?”“Seyredeceğiz”, diyorum, çünkü ….“Türkiyemizi bir ahtopat ağı gibi “saran “süper devlet kuşatması”na, ve “tezgâhladığı alçakça ve kalleşçe oyunlarına” karşı, bence, “bizlerin” de yapabileceği “işler” var elbet..En azından “yeni bilinç oluşturma” ve her türlü “şer’liğe/fesatlığa” karşı, “mazimizi, tarihimizi uyandıran” ve “ilmî deliller”le “cevaplar verebiliriz.Maalesef “bu cevapları”, “çöken üniversitelerimiz” veremiyorlar!!!Meselâ, BULUT’un bu yazı dizisinde, “yeni bilinç oluşturma propagandaları”nda “çokca” kullanılan, “sahiplenme”yle ilgili olarak; “Yunanistan’ın psikolojik harekâtı”na karşılık olarak; “Karadeniz Bölgesi’ndeki”, “tulum’un, “çifte düdük”ün, “Avar Türklerinin enstrümanları”; “Bağlamanın da, Kemençenin de atasının, Korkut Ata’nın kopuzları; Bağlamanın atasının telli kopuz, Kemençenin atasının da Korkut ata’nın yaylı kopuzu” olduğunu, “Kopuzun bugünkü Türk bağlamalarının atası” olduğunu “ilmen “de bilirsek; biz lerin de söylecekleri olur o zaman..”Süper Devlet’in psikolojik hârekatları”nın da en azından “şuurunda” oluruz be!!!“Yunanistan’ın ajan turistlerinin, ‘inanç turizmi” değil, siyasal Hıristiyanlık” yaptıklarını, “İnanç turizminin Vatikan kaynaklı, dinlerarası diyalog badanalı, yeni bir Sevr tezgâhı” hatırlatmalarını da aynı yazı dizisinde okuduk..Yakında yayınlanamayan kısımları ile “bir kitap” hâline de gelecek olan, “Yeni Çağ” gazetesi yazarı Arslan BULUT’un, “Karadeniz’i Rumlaştırma Harekâtı’nın İç Yüzü: Çift Başlı Yılan” başlıklı yazı dizisi, “Türk’ün gözü ve Türk’ün gözlüğü” ile “hâdiselere” bakabilmenin de önemini dercediyor bence.. Rabbim cümlemizi “ehl-i küfre faydalı budala” olmaktan muhafaza eylesin, vesselam…
Karadeniz`e Kuşatma
Fener papazı, Vatikan etiketli, dinlerarası diyalog maskeli yeni bir "Serv" tezgahını piyasaya sürme çalışmalarını hızlandırdı.Amaç Karadeniz`i ele geçirmek...
....Yüzyılın ikinci Rumlaştırma operasyonunda son durumun fotoğrafı....Karadeniz''de papaz defilesi!.Türkiye''nin AB''ye taviz üzerine taviz vermesiyle birlikte özellikle Yunanlı papazlar, hemen her gün bir Karadeniz ilinde boy gösteriyor..Giresun''da, Trabzon''da, Rize''de sanki her gün papaz defilesi yapılıyor!.Trabzon''daki Santa Maria Kilisesi''nin Pazar ayinlerine katılan bazı kişilere maddi destek sağladığı ve her ay 100 dolar verdiği halk arasında konuşuluyor.Bir kaynak, "Sadece Trabzon''da 2000''e yakın kişi Hıristiyan oldu" diyor..İnanç turizmi, bölgede, "Vatikan kaynaklı, dinler arası diyalog badanalı, yeni bir Sevr tezgahı" olarak görülüyor.Yunanistan, bölgede bir Hıristiyan azınlık çekirdeği oluşturmaya ve Avrupa''nın müdahalesini talep etmeye çalışıyor..Orman köylerinde profesyonel çekimler yapan Yunanlı grubun kasetlerine el konuldu.Kasetlerde, sözde turistlerin eski Osmanlı tapuları ile birlikte arşiv çalışması yaptıkları ve bunları "toprak talebi" için kullanacakları değerlendiriliyor..Salına salına geziyorlar!.Önce Giresun''de ortaya çıkan ve burada Anaforoğlu Ahmet Bey''in papaz kıyafetleri ile gezmelerine izin vermediği papazlar, daha sonra Rize''de ve sonra da Trabzon''da ortaya çıktı.Tepki üzerine ortadan kayboldular.Rum papazlar özellikle kırsal kesimlerde gezinerek, Rum kökenli Türk vatandaşlarını araştırdıklarını söylüyor!.Patriğin toprak talebine AB''den imzala baskısı.Mondros''tan hemen sonra, İngiltere desteğinde Anadoluyu Rumlaştırma çabalarına başlayan Yunanistan, şimdi de benzer bir çalışma yürütüyor!.İlk işareti Patrik Bartholomeos 7 Mayıs 2000 günü, "Türkiye''nin AB''ye üyeliği, Anadolu''da önceden var olmuş Hıristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir" sözleriyle verdi..Bugün ise AB''nin Türkiye için Katılım Müzakereleri Çerçeve Taslağı''nın 9''uncu maddesi, Türkiye''nin daha önce imzaladığı AB yükümlülükleriyle örtüşmeyen uluslararası anlaşmaların geçersiz olacağını öngörüyor..Yunanlı papazlar ve turistlerin Karadeniz''deki arşiv çalışmaları, Lozan''ın ve bağlı olarak nüfus mübadelesi anlaşmasının geçersiz sayılarak, Hıristiyanların Türkiye''ye geri döneceği güne hazırlık ve toprak talebi için yapılıyor!.
18.07.2005 (www.yenicag.com, 18.07.2005)
Arslan BULUT araştırdı yazdıKaradeniz'i Rumlaştırma harekâtının içyüzü -18-
ÇİFT BAŞLI YILANFaik Ahmet Barutçu, İstikbal gazetesinden, Trabzon halkını böyle uyarıyordu:"Hükümetten hayır yok; işi kendimiz halledelim!" İzmir işgal edilmiş, Trabzon''a Rum göçmenler yerleştiriliyordu. Trabzon halkı o dönemde bütün yurda örnek teşkil edecek bir ciddiyetle mücadeleye başladı! Ya bugün? Trabzon''un Trabzonspor''dan başka ne gibi bir gündemi var? Barutçu, ""Evimizin huzurunu, refahını ihlale gelen bu yabancı Rumları içimize sokmamak lazımdır.. Gözümüzü açalım. Uyku ve gaflet zamanı değildir. Sonra gözümüzü hiç açamayacak vaziyetler karşısında kalırız!" diyordu."Hükümetten hayır yok. Bu iş ancak halkımızı alakadar ve endişelendiren bir iş olduğundan milletçe nazarı dikkate alınmak ister ve memleketimizin bize ait olduğunu gösterecek surette çarelere başvurulması gerekir." 1967''den beri, Trabzon şehri Trabzonspor ile yatıyor, Trabzonspor ile kalkıyor. Gerçi bir Rum takımı ile karşılaşması zaten Trabzonspor''u kendiliğinden gündeme getiriyor ve getirmelidir ama, halkın en önemli konusu her zaman Trabzonspor olunca, bütün meseleler, ikinci üçüncü plana itiliyor. Bölge gazeteleri, rekabet yüzünden ve halkın ilgisine cevap verebilmek için sayfalarının yarısını spora (futbola) ayırıyor! Ancak Trabzon ve Doğu Karadeniz''in meseleleri, çıbanlar patladığında basının gündemine giriyor. Türkiye''nin en aktif insanlarının yaşadığı bu şehir, bir futbol topunun peşinde bütün meselelerini öteliyor! Üstelik, Trabzon basınında halkı çeşitli konularda uyaran gazeteciler, derin devletin adamı olmakla suçlanıyor. Keşke derin devlet olsaydı ve bu kadar milliyetçi olsaydı! Trabzon üzerinde akıl almaz oyunlar oynanıyor, Çernobil''e Sosyal Çernobiller ekleniyor, bunlar halkın gündeminden uzak tutuluyor!Bu itibarla, İstiklal Savaşı döneminde Trabzon ve Giresun basını nasıldı, biraz hatırlatmak istiyoruz:Ömer Sami Coşar''ın, hazırladığı İstiklal Savaşı Gazetesi''nde dönemin Trabzon ve Giresun basınından da konumuz ile ilgili birçok haber öne çıkarılmıştır. Bu haberlerden bazıları şöyle. 17 Mayıs 1919 Cumartesi:-Mustafa Kemal Paşa, dün Samsun''a gitti.-Trabzon''daki Rum matbaası bir Türk gazetesini basmıyor. İzmir''in işgali üzerine şenliklere başlayan yerli Rumlar, Pontosçulara karşı Trabzonluları uyanık bulunmaya çağıran İstikbal gazetesini 2 gündür boykot ediyor. Faik Ahmet Bey tarafından çıkarılmakta olan gazetenin, "Vatandaşlar uyku zamanlarında hiç değiliz, dikkat edelim" şeklinde Trabzonluları devamlı ikaz etmesini Trabzonlu Rumlar affetmediler ve gazeteyi basmayı reddettiler. Rumca yayınlanmakta olan Faros ve Ebuhi gazeteleri ise İzmir ve havalisinin Yunanistan''a verilmesi karşısında sevinçlerini gizlemeye bile lüzum görmediler. 20 Mayıs 1919 Salı:. -Giresun ve Trabzon''da mitingler yapıldı: Giresunlular, Pazar günü Belediye Reisi Osman Ağa''nın başkanlığı altında büyük bir miting tertip ederek İzmir''in Yunanlılar tarafından işgal edilmesini protesto etti. Camlı Çarşı''da Camii Şerife''de toplanan binlerce Giresunlu, Amerika, İngiltere, Fransa ve İtalya''ya gönderilmek üzere protesto telgrafları hazırladı. Şehirdeki Rumların Pontos faaliyeti içinde bulunmaları büyük gerginliğe sebep oluyor. Işık gazetesi, Giresun limanına gelen Yunan Kızılhaç gemisine yerli Rumların Zito sesleri ile karşıladığını, çalgıcı Panayot''un idaresindeki orkestranın devamlı Yunan marşları çaldığını, ellerinde Pontos bayrakları olduğunu yazdı. Trabzon''da İstikbal gazetesi nihayet yayınlanabildi. İstikbal''in haberine göre, 16 Mayıs günü Trabzon''un ileri gelenleri belediye dairesinde toplanarak İzmir''in işgalini şiddetle protesto etmeye karar verdi.. 26 Mayıs 1919 Pazartesi: -Giresun''a dönen Rumlar! Işık gazetesi, Yunan gemileri ile Rusya sahillerinden gelen Rumların silah ve cephane getirdiklerini bildiriyor. Gazetede İbrahim Hamdi Bey, "Sarıklısı, sarıksızı hepiniz birleşirseniz, pişman olmazsınız. Türk''ün aklı sonradan gelir darbımeselinin hatırlatılmasına artık ihtiyaç yoktur. Hiç olmazsa mezar taşlarımıza ''Namusu ile ölmüştür, Milleti için ölmüştür'' cümleleri kazılsın" diye yazdı. 2 Haziran 1919 Pazartesi: -Giresun''da Işık gazetesi suçluyor: "Zenginlerimiz ihanetli uykuda devam ediyor. İzmir''e karşı vazifemiz, iki telgraftan ibaret mi olmalıydı!"Aynı gazetede Giresun''daki Rumlara açık bir mektup yayınlandı ve mekteplere çekilen Yunan bayraklarının indirilmesi ihtar edildi, 14 Haziran 1919 Cumartesi: -Yunan''ın Anadolu''yu Rumlaştırma Planları: Dünyadaki Rumların Anadolu''ya hicret etmelerinin sağlanması için hazırlık yapılıyor. Rusya''daki Rumlar da Anadolu''ya getirilecek. Atina''da yayınlanan Elefteros Typos gazetesi, "Daha işin başındayız. Yunanistan''dan Mısır''a ve ABD''ye olan göç dalgası durdurulmalı, bu göç dalgasına istikamet olarak Anadolu gösterilmelidir. Bolşevik yayılması sebebiyle, Rusya''dan da çok sayıda Rum gelecektir. Bunlar da Anadolu''ya yerleştirilmelidir" diye yazdı. -Merzifon''da Rumlar 6 neferimizi katletti. 26 Haziran 1919 Perşembe: -Türkiye''nin İçişleri Bakanı Ali Kemal, milliyetçilere "aşağı tabaka" dedi. Entente gazetesine beyanat veren bakan, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Yunanlılardan daha tehlikeli düşman olduğunu ileri sürdü. -Trabzon ile Samsun''a Rum muhacirleri gönderiliyor: Bölgeden gelen haberlere göre, Trabzon ve Samsun havalisinde Rum çoğunluk vücuda getirmek için Rusya ve diğer taraflardan celbedilmiş Rum muhacir yekunu artmaktadır. Ege Denizi''ndeki adalardan Rum ahalisinden de büyük gruplar, Rusya ve Romanya''ya gidecekmiş gibi gemilerle Karadeniz''e sevk edilmekte, ancak Karadeniz''e çıktıktan sonra Trabzon Limanı''na indirilmektedir. İleri gazetesi, hükümetin konuyla ilgili raporları değerlendirmek için toplanacağını bildirdi. 5 Temmuz 1919 Cuma: -Trabzon''a Rum muhacir akını endişe yaratıyor: İstikbal gazetesi, "Hükümetten hayır yok" diyerek Trabzonluları Rusya''dan gelen bu istilaya karşı memleketlerini korumaya davet ediyor. Faik Ahmed Bey''in makalesinde şöyle deniliyor: "Trabzon''a çok sayıda Rum getiriliyor. Bunların avdeti sulhün bir neticesi gibi görünüyorsa da bunların arasında memleketimize külliyen yabancı ve kısmen Trabzon''u çocukluğunda terk ederek Rusya''ya gitmiş ve orada yerleşmiş ecnebi Rumlar da vardır. Bu alelacele muhacir akınına ''muhacirlerin iskanı'' süsü veriliyor. Tehcir edilmiş Rumların işleri ile muhacirlerin Osmanlı topraklarına iadeleri meseleleri ile uğraşmak için Yunanistan tarafından İstanbul''a bir heyet gönderildi. Bu heyet, Yunan siyasi komiserliği ve Patrikhane heyetleri mütemadiyen çalışıyor.Anadolu''ya tetkik heyetlerinin çıktığı bir sırada Yunan milletinin aklın hudutlarına sığmayan hayal ufuklarında hakimiyetleri altında tutmak istedikleri memleketimizde Rumların çoğaltılmasının ne gibi maksatlarla icra edilmekte olduğu gizlenmesi kabil olmayacak kadar aşikardır. Biz her işimizi hükümetin halletmesini beklememeliyiz. Zaten mütarekeden sonra İstanbul''da kurulmuş olan bütün hükümetler aciz ve daima zaaf içinde olmuşlar ve milli hakimiyetimizi tehlikeye düşürmüşlerdir.Hükümetten hayır yok. Bu iş ancak halkımızı alakadar ve endişelendiren bir iş olduğundan milletçe nazarı dikkate alınmak ister ve memleketimizin bize ait olduğunu gösterecek surette çarelere başvurulması gerekir." Trabzon gazetesi, İzmir''in işgalini ve katliamları hatırlattıktan sonra hükümetin siyasi protesto vermekten başka bir işi yapmadığını de belirterek şu ifadelere yer verdi: "Kendi kendimizi aldatacak, uykuya sevk edecek zamanda olmadığımız için hakikatleri milletten gizlemeden söylemek lazım gelir. Evimizin huzurunu, refahını ihlale gelen bu yabancı Rumları sulh akdine kadar içimize sokmamak lazımdır. Hemşehrilerimin dikkatini celbederim. Gözümüzü açalım. Uyku ve gaflet zamanı değildir. Sonra gözümüzü hiç açamayacak vaziyetler karşısında kalırız!" -BİTTİ-UYAN! 7 Temmuz 1919 Pazartesi: -Trabzon İstikbal gazetesinde Amasya''dan M. Sadık adlı şairin "Uyan" başlıklı bir şiiri yayınlanmıştır:Kıblegahın gitti elden ey sevgili millet uyan.En nihayet gaip oldu İzmir''in de ey Türk uyan:Pamal edip zilletleri insanlığa azmeyle de;Ecdadının tabi olup ahvaline tekrar uyan!Hiç görmedi tarih bunu, al bayrağın bak simsiyah.Mahveyliyor düşman bizi hiç durmadan haşmetipenah,Fatihlerin, Yavuzların ervahı da bak giryebar.Sabreyleme artık yeter biz düşman zilletpenah!Mahveyliyor ümidini hem çiğniyor namusunu:Razı mısın pür anane şanlar saçan tarihini,Bir serseri itmam edip atsın yere en sonra da,Ah söylemem, feryad eder ruhum benim vicdanım.Azm ile gel tahlisine ahfad bizi telin eder.Fevt eyleme fırsatları tarih bizi takbih eder.Yükselmeyen milletleri hiç şüphesiz madun eder.Telin eder, takbih eder, madun eder, terzil eder.Durmaz zaman ahkamını icra eder, artık uyan:Veled-i Abdullah meselesi! Can Dündar''ın kaynak gösterdiği Lowry, 1486-1583 yılları arasında Trabzon şehrinde yaşayan "veled-i Abdullah"ların ihtidâ etmiş Rumlar olduklarını ileri sürmektedir. Doç. Dr. Hanefi Bostan''ın araştırmasına göre, zikredilen döneme ait tahrir kayıtlarında Lowry''nin iddia ettiği gibi baba adı Abdullah olanların din değiştirerek Müslüman olduklarına dair hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Oysa o dönemde dönmeler, kesinlikle "muhtedi" olarak kayda geçiriliyordu. Osmanlı''nın dönmelerin dönme olduğunu saklamak gibi bir politikası yoktu. Cumhuriyet döneminin aksine dönmelerin dönme olduğunun deftere yazılması şarttı ve yazılıyordu. Halil Sahillioğlu, Bursa''da bulunan kölelerle ilgili yaptığı araştırmada, "Abdullah oğlu diye kaydedilen şahıslar, fiilen köle veya azatlı kimselerdi. Muhtedi olanlar ise bu deyimin de ilâvesiyle belirtiliyordu" demektedir.Ayrıca, 15 ve 16.yüzyıllarda Trabzon sancağı sınırları dahilinde yaşayan gayrımüslimler arasında Türkçe adlar taşıyanlara tesâdüf edilmektedir ki bunlar Kıpçak/Kuman Türkleridir. Zaten, Trabzon''un fethinde bile Trabzon ordu komutanı "Altemur nam kafir" değil miydi? Bunların kendi soydaşları gibi sonradan Müslüman olduğu söylenebilir. Zaten, Trabzon etrafındaki yaylalarda yerleşmiş ve Dede Korkut destanına konu olmuş Türkmen boyları da onlardan birkaç yüzyıl önce Müslüman olmuş değil miydi? SON SÖZ: Dizinin tamamı kitap olarak yayınlanacak. Değerli okuyucular… "Karadeniz''i Rumlaştırma Harekatı''nın içyüzü: Çift Başlı Yılan" araştırmasının sonuna geldik. Aslında araştırma daha uzundur; dizi yazıda, yaklaşık üçte biri yayınlanmıştır. Bu dizi yazı başladıktan sonra, Milliyet gazetesinde Can Dündar, bizim 9 yıl önce başka bir dizide kullandığımız "Çırpınan Karadeniz" başlığı altında, eski "Barış Gönüllüsü" ve CIA uzmanı bir profesörden alıntı yaparak Trabzonluların yarısının Rum olduğunu iddia etti. Yunanistan''ın Karadeniz üzerindeki "yeni bir etnik grup yaratmak" stratejisinin son operasyonuydu bu. Gerekli bilimsel cevapları yayınladık. Dizinin yayını, biraz da bu sebeple uzadı. Derken Sabah gazetesinde Abdurrahman Yıldırım''ın "Şimdi de Karadeniz krizi" başlıklı dizi yazısı yayınlanmaya başlandı. Tabii dizi devam ettiği için olumlu veya olumsuz bir değerlendirme yapamadık. Ancak gazetelerin, Karadeniz''e olan bu ilgisi, bizim zamanlamamızın yerinde olduğunu gösteriyor. Neden Doğu Karadeniz de başka bir bölge değil? Sadece bu ilgi bile Doğu Karadeniz''de bir şeyler olduğunun kanıtı.."Dizi kitap olarak çıkacak mı?" diye soruluyor. Evet, "Çift Başlı Yılan", yayınlayamadığımız bölümleri ile birlikte 250-300 sayfalık bir kitap olarak yayına hazır durumdadır. Saygılarımla.
06.08.2005 Okuma : 68 Karadeniz`i Rumlaştırma Harekâtının İç Yüzü - Arslan BULUT araştırdı yazdı - 17 -
ÇİFT BAŞLI YILANSanki Pontusçulara zemin hazırlanıyor! Mehmet Bilgin, "Postmodern Pontosculuk faaliyetlerinin hedefi olan Karadeniz bölgesi, ekonomik olarak sahipsiz bir vaziyettedir" diyor.* Karadeniz Bölgesinde sanayi, nakliyecilik, hayvancılık, meyvecilik çökmüş, sahile yakın kesimlerde ise sadece fındık, çay ve tütün yetiştirilmekte bu ürünler de düşük bedellerle vebir seneye varan ödeme programlarıyla işlem görmektedir. * Ekonomik politikalar köylüyü sefalet içinde yaşamaya mahkum etmiştir. Özellikle gençlerin çoğu işsiz. Geçmişte sorunlarını göç ederek çözmeye çalışan bölge halkı ekonomik kriz sebebiyle bu imkanı da yitirmiştir. * Dağlar gibi biriken sorunları çözmek için hiçbir ciddi çaba sarf edilmemektedir. Her yerde aranan Trabzon tereyağının ünü bilinmektedir ama ''Trabzon Tereyağı'' etiketiyle Hollanda''dan ithal edilen yağlar piyasaya sürülmektedir. "Doğu Karadeniz Tarihi" kitabı yazarı Mehmet Bilgin, "Postmodern Pontosçuluk" başlıklı makalesinde şöyle diyor: "Postmodern Pontosçuluğu klasik Pontosculuktan ayıran en önemli unsur artık Türklerin elinden alınmak istenen Doğu Karadeniz bölgesinde Rum kalmamasıdır. Postmodern Pontosçuluk, Doğu Karadeniz Bölgesinden mübadele anlaşması ile Yunanistan''a göçen Doğu Karadenizli göçmenler arasında Yunanistan toprağına adım attıkları andan itibaren başlatılmıştı. İngiltere Kraliyet ailesinin sağladığı fonlarla araştırma enstitüleri kurulmuş ve Anadolu''dan gelen göçmenlerle görüşmeler yapılıp onların geldikleri yerlerde yaşadıkları savaş hatıraları derlenmiş, getirebildikleri folklorik, etnoğrafik ve dini materyallerin yanı sıra belge, fotoğraf gibi dokümanlar derlenip tasnif edilmişti. Anadolu''daki günlük hayatlarına ve kültürlerinin dil, folklor ve etnografyasına dair bu bilgilerin derlenip saklanması için o gün Yunanistan şartlarının çok ilerisinde olan bir çalışma başlatılmıştı. Bu çalışmalar kısa sürede meyvesini vermeye başlamıştı. Bu konularda yapılacak araştırmalar için araştırma merkezleri, arşivler kurulmuş, süreli yayınlar ve kitaplar yayınlanmaya başlanmıştı. Günümüzde Batı Anadolu ve Karadeniz Bölgesinde yürütülen Yunanistan kaynaklı iddia ve faaliyetlerin temelini bu çalışmaların oluşturduğunu konu ile ilgili yayınları izleyenler bilmektedir.. Tabloya söyle bir göz atalım; Yunanistan''la zaten bir Kıbrıs meselemiz vardı'' Buna Ege ilave oldu, şimdilerde ise İstanbul''daki Patrikhane''ye Vatikan statüsü tanınması ortaya çıktı, Batı Anadolu ve Doğu Karadeniz Bölgesi gibi konuların da ısıtılmakta olduğunu görüyoruz. Yani Kıbrıs ve Ege''de taviz versek bile Yunanistan''ın dostluğunu kazanmamız mümkün değil. Anadolu üzerinde yeni talepler için zemin hazırlanmaya başlanmış bile.. Geçmişin tecrübesi ile geleceği görmek hiç de zor değil.Yunanistan''dan Doğu Karadeniz''e turist olarak bazı gruplar gelmekte ve bu gruplar içinde bölgede belli bir hedefe yönelik faaliyetler icra etme amacını taşıyan ve genelde aynı kişilerden oluşan bir ekip bulunmaktadır. Ekipte yer alan ve Türkiye''yi onlarca kez ziyaret etmiş bulunan bu kişiler, bölgede Rumca konuşabilen köyleri ziyaret ederek hediyeler vermekte, özellikle işsiz gençlerle temas sağlamaktadır. Postmodern Pontosculuk faaliyetlerinin hedefi olan Karadeniz bölgesi, ekonomik olarak sahipsiz bir vaziyettedir. Karadeniz Bölgesinde sanayi, nakliyecilik, hayvancılık, meyvecilik çökmüş, sahile yakın kesimlerde ise sadece fındık, çay ve tütün yetiştirilmekte bu ürünler de düşük bedellerle ve bir seneye varan ödeme programlarıyla işlem görmektedir. Uygulanan ekonomik politikalar yüzünden köylü sefalet içinde yaşamaya mahkum edilmiştir. Ülkeyi kasıp kavuran ekonomik kriz sanayiyi vurmuş. Özellikle gençlerin çoğu işsiz. Geçmişte sorunlarını göç ederek çözmeyeçalışan bölge halkı ekonomik kriz sebebiyle bu imkanı dayitirmiştir. Boşalmış köylerde yaşamak zorunda kalanların birçoğu kış aylarını geçirebilmek için kasaba merkezlerine inmek zorundalar.Dağlar gibi biriken sorunları çözmek için hiçbir ciddi çaba sarf edilmemektedir. Hayvancılık öldürülmüş, bir zamanlar her yerde aranan Trabzon tereyağının ünü bilinmektedir ama ''Trabzon Tereyağı'' etiketiyle Hollanda''dan ithal edilen yağlar piyasaya sürülmektedir. Daha 25 yıl öncesine kadar bölgede 32 çeşit armut, 18 çeşit elma, 11 çeşit erik ve narenciye türleri yetişmekteydi. Hepsi de yöredeki iklim şartlarına uygun olan ve hastalıklara dayanıklı türlere dayanan meyvecilik,Tarım Bakanlığının geçmiş yıllarda dağıttığı yabancı menşeli fidanların bölge iklimine uygun olmaması ve geleneksel meyveciliğin geliştirilip, modern depolama, ambalajlama ve pazarlama organizasyonları ile ulusal ekonomiye açılmaması sebebi ile yok olmuştur. Bu gün bölgede neredeyse yok olan meyvecilik, Osmanlı döneminde özellikle Rusya''ya yapılan ihracatta önemli bir yer tutmaktaydı. IMF uygulamaları çerçevesinde bölgedeki tütün üretimine de önemli bir darbe vurulmuştur. Bölgede özel ormancılık, hayvancılık ve meyvecilik bir master planla canlandırılabilir, bölge ekonomisine istihdam sağlayacak sağlıklı alternatif kaynaklar kazandırılabilir. Böylesi zenginliklerimiz değerlendirilmek için beklerken halkın sefalet çekmesini kabul etmek mümkün değil.Postmodern Pontosculuk olarak tanımladığımız organize hareketlerin bir yönünün, geçmişte yaşananlardan dolayı Türkiye''yi dünya kamuoyu önünde soykırım iddiaları ile suçlu duruma düşürüp, tazminat ödemeye mahkum ettirmek olduğunu biliyoruz. Diğer yönü de Karadeniz Bölgesinden Yunanistan''a göçen Ortodoks Türklerin bu gün bile çözemedikleri kültür ve kimlik sorunlarının üstünü örtebilmek.Bildiğimiz gibi, son yıllarda Rusya''dan göçenlerle birlikte, Karadeniz göçmenlerinin sayısı Yunanistan nüfusu içinde önemli bir miktara ulaştı. Çözülemeyen sorunlardan dolayı Yunanistan''daki ulus devlete yönelebilecek tepkileri bu tür organizasyonlarla Türkiye üzerine çevirerek, onları aşırı milliyetçi bir baskı altında tutmak Yunanistan''ın izlediği politikaların ana çizgisini oluşturmaktadır. Postmodern Pontosculuk faaliyetlerinin üçüncü hedefinin de bölgede yeni bir etnik grup oluşturmaya yönelik olduğunu söylemek için kahin olmak gerekmez. Yunan tarafının ''bölge ile kültürel bağlarımız var'' iddiası ve bu iddiayı özellikle Türk tarafında olan kişilerle dile getirmeye çalışması olayın sistematik, orta ve uzun vadeli hedefleri olan bir faaliyet olduğunu göstermektedir. Konu bu çerçevede değerlendirilirse tedbir için de ilk adım atılmış olur." Doğu Karadeniz''de eskiler, yaylalara kademeli olarak çıkardı. Köy, 1000 metre yükseklikte ise, önce 1500 metredeki mezraya çıkılır, burada birkaç hafta geçirildikten sonra 2000 metredeki yaylaya gidilirdi. Bu, tecrübelerle edinilmiş bir sağlık önlemiydi.. Doğu Karadeniz halkı, bu örnekte olduğu gibi, bölge üzerindeki oyunları çözecek sağduyuya da sahiptir. Doğu Karadeniz''de Azerbaycan Türkçesi!Gani Gönüllü''nün "Doğu Karadeniz''de Azeri Türkçesi ve Güneş Duası" başlıklı bilimsel incelemesinin sonuç bölümünde şu değerlendirme yapılır: "Bugün Türkiye''de Karadeniz ve Karadenizli deyince akla gelen; ''uşak'', ''haçan'', ''haboyle'' ve benzeri kelimeler başta olmak üzere, Karadeniz''e has pek çok mahalli kelime Azerbaycan Türkçesi''nde de mevcuttur. Güney Azerbaycan''ın en önemli şehri olan Tebriz''de yazılmış Haydar Babaya Selam şiirindeki kelime ve dil benzerlikleri de önemli bir gösterge durumundadır. Azerbaycan Türkçesi ile Doğu Karadeniz ağzı arasındaki yapı benzerliklerinin azımsanamayacak kadar fazla olduğu gösterilmiştir. Son olarak Güneş Duası geleneğinin Trabzon ve Rize ile Azerbaycan arasında ortak bir kültür kodu olduğu tespit edilmiştir.Tespit ettiğimiz Azerbaycan dil ve kültür özelliklerinin; basın, yayın, eğitim ve benzeri öğrenme yöntemleri ile Doğu Karadeniz''de edinilmesi mümkün olmadığına göre göçlerle buralara gelmiş olduklarını kabul etmemiz gerekiyor. Bu noktada, Tebriz''de yoğun olarak yaşayan Türklerin, Doğu Karadeniz''e gelmiş oldukları halde, tebası oldukları Akkoyunlu ismiyle anılmış olmaları ihtimali akla geliyor. Verilen bilgiler ışığında, İslam öncesi dönemdeki göçlerle gelen Kıpçak ve Kuman unsurlardan sonra, Doğu Karadeniz''e gelen Müslüman Oğuz Türklerinin önemli oranda Azerbaycan kökeni taşıdıklarını söyleyebiliriz." GÜNEŞ DUASI GELENEĞİGani Gönüllü''nün incelemesine göre Doğu Karadeniz ile Azerbaycan Türkleri arasında ortak olan bir kültür kodu da, Trabzon''da "Kuskuçura" denilen bir gelenektir. Kuskuçura, Doğu Karadeniz''in yağışlı havasından bezginliğe düşen çocukların bir araya gelmesi, hep birlikte şarkı söyleyip dua ederek ev ev dolaşması ve güneşli hava istemesidir.Ömer Şen''in "Trabzon Tarihi" adlı araştırmasında tören ise şu şekilde anlatılıyor: "Tören; yayla ve obanın gençlerinin akşamleyin toplanıp işbölümü yapmasıyla başlar. Tören topluluğu; gece çıra veya feneri tutan çırakmancı, kemençe , toplanıp yiyeceklerin konacağı kapları veya kazanı taşıyanlar, horoncular ve diğer katılımcılardan oluşturulurdu. Topluluk kemençe eşliğinde türkü söyleyerek ve horon oynayarak yaylanın evlerini birer birer ziyaret ederler, evlerin kapısında yere çömelerek kuskuçura törenlerinde söylenmesi gelenek olan tekerleme türküleri söylerlerdi.... Bu şekilde pek çok evden toplanan yiyecekler bir yerde toplanır, verilen un, yağ, kaymak ve peynirlerden "lap" veya "hoşmeri" adlı yemek hazırlanır ve birlikte yenirdi." Ahmet Caferoğlu, Güneş Duası geleneğinin Türkiye''de sadece Trabzon ve Rize''de bulunduğunu ifade ediyor ve bunun karakter ve şekil itibariyle tamamiyle Azerbaycan''dakinin aynı olduğunu, bunun da eski Türk dini bakiyesinden başka bir şey olmadığını belirtiyor.
05.08.2005 Okuma : 269 Karadeniz`i Rumlaştırma Harekâtının İç Yüzü - Arslan BULUT araştırdı yazdı - 16 -
ÇİFT BAŞLI YILANRum sevdalılarına bilimsel cevaplar! "15 ve 16.yüzyıllarda Trabzon şehrinde nüfus ve iskan hareketleri"ni Trabzon Tahrir Defterleri ve Trabzon Şer''iyye Sicilleri''ni inceleyen Doç. Dr. Hanefi Bostan, o dönemde Trabzon şehrinde yaşayan Müslüman nüfusun Türk kökenli olduğunu ispatladı. Kaldı ki Trabzon''da yaşayan Kumanlar Peçenekler gibi Hıristiyanlar da Türk idi! Can Dündar, bir CIA uzmanının kitabından alıntı yaparak bugünkü Trabzonluları Hıristiyan asıllı ve Rum diye ilan eder ve böylece Yunanistan''ın "Karadeniz''de yeni bilinç inşası" stratejisine hizmet ederken, konuyu "15 ve 16.yüzyıllarda Trabzon şehrinde nüfus ve iskan hareketleri" başlığı altında inceleyen Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan''dan hiç söz etmedi! Can Dündar, bir CIA uzmanının kitabından alıntı yaparak bugünkü Trabzonluları Hıristiyan asıllı ve Rum diye ilan eder ve böylece Yunanistan''ın "Karadeniz''de yeni bilinç inşası" stratejisine hizmet ederken, konuyu "15 ve 16.yüzyıllarda Trabzon şehrinde nüfus ve iskan hareketleri" başlığı altında inceleyen Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan''dan hiç söz etmedi! Oysa, Lowry''yi araştırıp okuyan, Hanefi Bostan''ı da okumalıydı! Bu, en azından meslek ahlakının gereğiydi! Tabii milli ahlak taşımayan insanlarda meslek ahlakı aramak boşuna!Can Dündar, sadece Lowry''nin görüşlerini esas alarak Milliyet gibi bir gezetede, Trabzonlulara Rum kimliği biçmeye kalkışmıştır! Üstelik Hanefi Bostan da Trabzon Tahrir Defterleri, Trabzon Şer''iyye Sicilleri ve öbür arşiv malzemelerini esas almıştı ve bütün kayıtları incelemişti: * "Fetihten sonra Trabzon şehrinin nüfusu ile ilgili bilgi veren ilk arşiv malzemesi 1486 tarihli Mufassal Timar Defteri''dir. 1520 tarihli İcmal Defteri, ve 1515 ilâ 1532 tarihleri arasındaki kayıtları ihtiva eden Timar Sicil Defteri, 1554 tarihli Mufassal Tahrir Defteri ve 1583 tarihli Mufassal Tahrir Defteri incelendiğinde; 1486''da şehirdeki tahmini Müslüman nüfusu 2.025 kişi iken 1583''te 6.100 kişiye yükselmiştir. 97 yıllık sürede Müslüman nüfusu yaklaşık yüzde 200 oranında artmıştır. Zikredilen tarihler arasında Hıristiyanların tahmini nüfusu ise 5.550 kişiden 4.901 kişiye düşmüştür. Bu dönemde Hıristiyan nüfusu yaklaşık yüzde 13 oranında azalmıştır.Yaklaşık bir yüzyıllık dönemde şehirdeki Müslüman nüfusu yüzde 200 artarken Hıristiyan nüfusu neden yüzde 13 oranında azalmıştır? * Şehirdeki Hıristiyan nüfusun ihtidası mı söz konusudur?(1486-1583 tarihleri arasında geçen yaklaşık bir yüzyıllık zaman diliminde şehrin Hıristiyan ve Müslümanlardan oluşan toplam tahmini nüfusu 7.575 kişiden 11.000 kişiye yükselerek yaklaşık yüzde 45 oranında artmıştır.) Soruya cevap verebilmek için, fetihten önce Trabzon şehrinin nüfusunun ne kadar olduğunun tespiti gerekmektedir.* Trabzon''u 1436-1438 yılları arasında ziyaret eden İspanyol Seyyah Pero Tafur, şehrin nüfusunun yaklaşık 4.000 kişi olduğunu yazmaktadır. Arşiv malzemesinin verilerine göre, fetihten yirmi beş yıl sonra şehirdeki Hıristiyan nüfus 5.550 kişiden ibaretti. Hıristiyan nüfusun bir bölümünün fetih sırasında İstanbul ve başka yerlere sürgün edildiği göz önüne alınırsa fetihten önce şehir nüfusunun 6.000 kişiye yakın olduğu yanlış bir tahmin olmaz.* 2.Mehmed Han, Trabzon''un fethi akabinde İmparator David''i ailesini, akrabalarını ve ileri gelen yöneticileri ile zenginleri çoluk çocukları ile birlikte İstanbul''a sürdü. Bunların dışında bir kısım halkı İstanbul''a sürdüğü ve bir kısım genci kendi hizmetini görmek üzere saraya aldığı ve bir kısmını da Yeniçerilere dahil ettiği dönemin müverrihlerinin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır.* Trabzon şehrinden sürülen gayr-i müslimlere karşılık bir kısım Müslüman Türk de Trabzon''a sürülerek Hıristiyanlardan boşaltılan yerlere yerleştirilmiştir. Trabzon şehrinden sürülen Hıristiyanlar ve buraya yerleştirilen Müslüman Türklerin sayısı hakkında dönemin müverrihleri kesin bir sayı vermemektedir. * Sürgün edilenlerin aileleriyle birlikte nüfusları yaklaşık olarak 400-500 dolayında idi. Bunların dışında bazı müverrihlere göre 800 veya 1500 genci Fatih''in İstanbul''a gönderdiği ve bunlardan başka bir çok kişiyi farklı yerlere sürdüğü düşünülürse, Trabzon şehrinden başka yerlere sürülen Hıristiyanların sayısı 2.000 ilâ 2.500 kişiye ulaşmaktadır. Bu da fetihten önceki şehirdeki nüfusun üçte birini oluşturuyordu.Fetihten sonra Trabzon şehrinde Hıristiyan nüfusla ilgili ikinci bir sürgün hadisesi 1515-1553 yılları arasında olmuştur. Bu ikinci sürgün hadisesi sırasında Hıristiyan nüfus Bendereğli (Karadeniz Ereğlisi), İstanbul, Niğbolu ve Tokat''a sürülmüştür. * 1515-1516 tarihli Tahrir verilerine göre ve Bender Ereğli''de 6 hâne "Trabzonî" diye anılan bir Hıristiyan nüfus bulunmaktaydı.1528-1529 tarihli ve 370 numaralı Tapu Tahrir Defteri''nde Niğbolu sancağına tabi Lofça kazasının mahalleleri arasında "mahalle-i Trabzonluyan" adında bir mahalle bulunmaktadır. 1540 tarihli İstanbul Tahrir Defteri''nde yer alan bilgilere göre Trabzon''dan İstanbul''a 18 hanesi Ermeni olmak üzere toplam 297 hane Hıristiyan sürülmüştür. Evliya Çelebi, Kanunî Sultan Süleyman''ın emri ile tesis edilen Yeniköy kasabasının 3.000 kadar evden (hâneden) oluştuğunu ve burada yaşayan halkın tamamının "Trabzonlu" olduğunu belirtmektedir.Yine Evliya Çelebi, Arnavutköy''de 1.000 kadar Rum ve Yahudi evi bulunduğunu ve "Rum Hıristiyanların çoğunun Lâz olduğunu" kaydederken, Robert Mantran bunların "Trabzon kökenli Rumlar" olduklarını ifade etmektedir. Evliya Çelebi''nin verdiği bilgiler ve Mantran''ın değerlendirmeleri göz önüne alınırsa 16.asırda İstanbul''un Yeniköy ve Arnavutköy kasabalarında Trabzon sancağından sürülen yaklaşık 3.500 hane Hıristiyanın yaşadığı anlaşılmaktadır. Bunların çoğunun Trabzon sancağının kaza ve nahiyelerinden ve bir kısmının da Trabzon şehrinden sürüldükleri düşünülmektedir.* 1515-1553 yılları arasında gerçekleşen dışa yönelik ikinci iskân hareketinde 3.000-4.000 Hıristiyan, Trabzon şehrinden başta İstanbul olmak üzere başka sancaklara yerleştirilmiştir. Nitekim 1518 tarihli bir kayıtta Trabzon şehrindeki Hıristiyan nüfus yaklaşık 6.850 kişi iken, 1520-1532 tarihleri arasındaki kayıtları içeren defterlerde 6.000 düşmüş, 1554 tarihli Tahrir Defteri''nin verdiği bilgilere göre de 3.500''lere inmiştir. 1518-1554 tarihleri arasındaki arşiv malzemesinin içinde Trabzon şehrindeki Hıristiyan nüfusun 2 hane dışında ihtida ettiğine dair bir kayıt olmadığına göre eldeki bu bilgileri başka türlü yorumlamak da mümkün değildir.* İçe yönelik iskân gelince; 1486 tarihli Mufassal Timar Defteri''nde yer alan bilgilere göre, Trabzon şehrine ilk iskân edilen Müslüman Türklerin büyük bir çoğunluğu sürgün yoluyla geriye kalanı da kendi istekleriyle yerleşmişlerdir. Sürgün yoluyla iskân emrini 2.Mehmed Han vermiştir. Sürgün yoluyla Trabzon şehrine yerleştirilen Müslüman Türkler 202 hane olup bunlar Niksar, Sonisa, Kalanik, Lâdik, Amasya, Bafra, Osmancık, İskilip, Çorumlu, Gümüş, Merzifon, Tokat, Samsun şehri, Samsun nahiyesi, Turhal, Zile, Göl-Canik, Satışmış-Canik, Kağala ve Gedegare gibi Orta Anadolu şehir ve kasabalarındandı.* Trabzon şehrine kendi istekleriyle yerleşen Müslüman Türkler 56 hâne olup bunların nereli olduklarına dar kayıtlarda bir bilgi bulunmamaktadır. Trabzon kalesinde görev yapan toplam 118 nefer Müslüman kale muhafızı da başka sancaklardan getirtilip görevlendirilmiştir.* Bu bilgiler ışığında fetihten sonra Trabzon şehrinde takip edilen iskân politikası sonucunda yaklaşık 2.000 kişiden oluşan bir Müslüman Türk grubu şehre yerleştirilmiştir.Müverrih Osman''ın verdiği bilgiye göre 1514 yılında Safevîlerin üzerine sefere çıkan Sultan Selim''e kılavuzluk eden Ferruhşad Bey''den başka 12 Akkoyunlu beyi bulunmaktaydı. Bu 13 beyle birlikte sayısının ne kadar olduğu bilinmeyen Akkoyunlu ahalisi, 1501''de Tebriz''in Şah İsmail tarafından işgali üzerine bu şahsın zulmünden kaçarak Trabzon sancağına iltica etmişlerdir. * 1486-1520 yılları arasında Müslüman Türk nüfusunun çoğalması gerekirken yaklaşık 2.000''den 1.700 kişiye düşmüştür. Bu dönemde Müslüman nüfusun azalmasında, bilhassa Safevî ve Kölemenlerle savaş hali bulunması dolayısıyla ahali naklinin durması, buna mukabil Trabzon dışına hane nakli gibi sebepler rol oynamış olmalıdır.* Trabzon şehrine Müslüman Türk nüfusunun yerleştirilmesi ile ilgili üçüncü iskân hareketi 1554 tarihli tahrir kayıtlarında yer almaktadır. Bu deftere göre şehre yeni yerleştirilen Müslümanlar 297 hane ve 51 mücerredden ibarettir. Şehre yeni yerleştirilenler arasında 4 hâne yeni Müslümana rastlanmaktadır. Bu yeni Müslüman olanlar, dışarıdan şehre yeni yerleşen gayr-i müslimler içinde zikredilmektedir. 1554-1564 tarihli kayıtlarda Trabzon şehrine yaklaşık 1550 Müslümanın yerleştirildiği anlaşılmaktadır.* Şehre dördüncü kez Müslüman-Türk nüfusunun yerleştirilmesi ile ilgili bilgilere 1583 tarihli tahrir kayıtlarında da rastlanmaktadır. 1554''te 574 hâne ve 142 mücerredden meydana gelen şehirde Müslüman nüfusu 1583''te 1.134 hâneye çıkmıştır. 1583 tarihli defterde bulunan bir kayıtta Torul''a bağlı Akdağ Yaylası''nda yaylacılık yapanların Trabzon şehrinde "sâkin olan Yörükân taifesinin konageldikleri yurtları" olduğu vurgulanmaktadır. Dördüncü iskân hareketi sonucunda yaklaşık 850 kişiden oluşan bir Müslüman-Türk nüfusu Trabzon şehrine yerleştirilmiştir.* 1518 tarihli bir kayıtta Trabzon şehrindeki Hıristiyan nüfusla ilgili bilgi verilirken bu nüfusun bir kısmının dışardan gelip şehre yerleştiği belirtilmektedir. Ancak bunların sayısı konusunda bilgi verilmemektedir. * 1554 tarihli tahrirde yen alan kayıtlara göre 112 hâne ve 66 mücerredden oluşan yaklaşık 650 kişilik bir Hıristiyan nüfus şehre yerleştirilmiştir. Şehre yeni iskân edilen Hıristiyan nüfustan bir hâne ve bir mücerredi Karamanlı, bir hanesi de Canikli olduğu belirtilirken geriye kalan büyük çoğunluğunun hangi sancaktan getirilip Trabzon şehrine yerleştirildiği belirtilmemektedir. (Hıristiyan Karamanlılar ve Caniklilerin etnik olarak Türk olduğu kesindir.)* 1583 tarihli kayıtlara göre de şehre 30 hâne, yaklaşık 150 kişilik bir Hıristiyan nüfus yerleştirilmiştir. Bu son Hıristiyan grubun nereden getirilip şehre yerleştirildiği konusunda bilgi verilmemektedir. Toplam 15 dönme vardı* 1486-1583 yılları arasında yaklaşık bir yüzyıllık dönemde şehirde 8''i erkek ve 2''si kadın olmak üzere toplam 10 kişinin ihtida ederek Müslüman olduğu anlaşılmaktadır. 1486 tarihli kayıtlarda 1 kişi, 1554 tarihli kayıtlarda 4 kişi, 1556-1566 tarihleri arasında 3''ü erkek ve 2''si kadın olmak üzere toplam 5 kişi ihtida ederek Müslüman olmuştur. Görüldüğü üzere ihtida olayının Müslüman nüfusun yükselişine ve Hıristiyan nüfusun düşüşüne pek etkisi olmamıştır. * 15 ve 16.yüzyıllarda Trabzon şehrinde yaşayan Müslüman nüfusun Türk kökenli olduğu açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır."YARIN: Postmodern Pontusçuluk!
Karadeniz`i Rumlaştırma Harekâtının İç Yüzü - Arslan BULUT araştırdı yazdı - 15 -
ÇİFT BAŞLI YILANMilliyet üzerinden Yunan operasyonu!"Karadenizlileri Rumlaştırmak" Yunan istihbaratının ABD destekli stratejisiydi. Şimdi bu stratejiye uygun propaganda, eski barış gönüllüsü ve CIA uzmanı bir tarihçinin uydurmalarına dayanarak Can Dündar''ın kaleminden Milliyet gazetesinde yayınlandı! Dündar, "1523''ten 30 yıl sonra Trabzon sakinlerinin yaklaşık yarısı Müslüman olmuştur. Belki de bu travma, onları milliyetçilikte en ileri saflara taşımış, bölgeye gelen papazları kovalayacak bir nefrete dönüşmüştür" diyerek, kötü niyetini açıkça sergiledi! Trabzon ve çevresinde incelemeler yaparken, Belediye Başkanlığı''nın önünde gazeteci Can Dündar ile karşılaştım. Birkaç metre öteden sempatik bir selam verdi. Kendisine "Trabzon''a hoş geldiniz" dedim ve Trabzonlu olduğumu ev sahibi sayılmam gerektiğini belirterek hem bu sıfatla, hem de meslektaş olarak bir ihtiyacı olup olmadığını sordum. Yanındaki Doğan grubu muhabirlerinden biri, "Biz de ev sahibiyiz, siz de Trabzon''a hoş geldiniz" dedi. Dündar teşekkür etti ve ayrıldık. Daha sonra, Akçaabat Köfte Lokantası''nda ve Lişer Yayla şenliklerinde de Dündar''ı ve çalışma arkadaşlarını uzaktan gördüm. Can Dündar, Karadeniz izlenimlerini "Çırpınan Karadeniz" başlığı altında Milliyet''te yayınlamaya başladı. Tabii önemli tespitleri var. Ne tesadüf ki, 13-16 Nisan 1996 tarihlerinde Akşam gazetesinde benim de "Çırpınan Karadeniz" başlığıyla bir dizi yazım yayınlanmıştı! Yanlış anlaşılmasın, "Niçin benim eski başlığımı kullandı?" demek istemiyorum. Bu, kendisinin bileceği iştir. O dizi yazı, tirajı 1 milyondan fazla olan Akşam gazetesinde yayınlanmıştı..Mesele, aynı başlığı 9 yıl arayla kullansak bile, konuya nasıl baktığımızdır. Karadeniz''e bir Türk gibi mi bakıyorsunuz, bir Yunanlı gibi mi? Mesele budur! "Gazeteci gibi bakıyorum" denilirse, bir CIA uzmanının görüşlerini yayınlayıp, Türk araştırmacıların tarihi tespitlerinden hiç bahsetmemek de meslek ahlakına yakışmaz! Sonuçta bir istihbarat operasyonunda kullanılmış olursunuz! Dündar''ın ilk yazısı, gezisinin ve yazısının hedefini özetliyor: Trabzonluların Rum dönmesi olduğunu ispatlamak! Hem de CIA uzmanı bir Amerikalının araştırmasını esas alarak! Lowry, "Barış Gönüllüsü" idi! "CIA uzmanı" derken, elbette bildiklerimiz var! Önce Heath W. Lowry''yi tanıyalım. Heath W. Lowry, 1960''lı yılların başında Türkiye''de Barış Gönüllüsü olarak görev yapmıştır! İstanbul''da evi vardır!Bu ne demektir? "Barış Gönüllüsü"sıgatı, Lowry''nin CIA içinde aldığı ilk unvan ve ilk dış görevdir.! Sözde barış gönüllüleri, Türkiye''deki Kürt meselesinin hızla büyümesini sağlamıştır! Demek ki, Lowry''ye de daha o zaman, Karadeniz bölgesi verilmiş! Lowry, daha sonra Princeton Üniversitesi''nde "Osmanlı ve Modern Türk Etütleri" dalında Mustafa Kemal Atatürk Kürsüsü başkanı oldu, aynı zamanda Yakın Doğu Etütleri Programı''nın da başkanlığını yaptı. 1980''li yıllarda "Institute of Turkish Studies"in müdürlüğünü ve A.B.D. Dışişleri Bakanlığının Ulusal Dışişleri Eğitim Merkezi Türkiye Bölümü Kürsü Başkanlığı görevini sürdürdü! Ermeni meselesinde de Türkiye''ye destek verdi! Veya öyle kabul ediliyor! Pentagon''da Cengiz Çandar ile kitap yazdı Heath W. Lowry, Pentagon''ın desteğinde, Cengiz Çandar, Alan Makovsky, Ziya Öniş, Philip Robins ve M. James Wilkinson ile birlikte, "''Turkey''s Transformation and American Policy" (Türkiye''nin dönüşümü ve Amerikan Politikası) başlıklı kitabın yazımında, ABD''nin eski büyükelçisi Abramowitz''in editörlüğünde çalıştı! Kitabı Pentagon''un desteklediğini Cengiz Çandar yazmıştı... Abramowitz ise Amerikan derin devletinin ve CFR''nin önemli aktörlerindendir! "ABD, yazarları maaşa bağlar"Bu tür konularla ilgili olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök''e 8 Temmuz 2003''te "ABD''nin Irak harekat planlarına Türkiye üzerinden ama Türkiye''nin çıkarları adına değil, Amerikan çıkarları adına yaklaşanlar var. Bir psikolojik harekat uygulanıyor. Yalan haberler üretiliyor. Sadece bu konuda değil, bütün milli meselelerde, Türkiye''nin direncini kırmaya çalışanlar var. İki televizyon kanalı sabahtan akşama kadar bu yönde yayın yapıyor. Bu, Türkiye''ye yönelik bir psikolojik harekatsa, bununla nasıl mücadele edeceksiniz?" diye sorduğumda, "Amerika böyle bir olaya başladığında, iki üç sene önceden başlıyor. Belli yazarları maaşa bağlıyor, belli yazarlara yazılar yazdırıyor, kitaplar yazdırıyor, medya kuruluşları vasıtasıyla psikolojik harekatlar yapıyor. Ancak psikolojik harekat, her zaman topyekun bir faaliyet olarak karşımıza çıkmaz, belli hedefe ulaşmak için de bu tür harekatlar yapılır" diye cevap vermişti. "Nokta hedeflere mi yönelirler?" diye sorduğumda "Evet. Burada bizim yapmamız gereken, Türk Silahlı Kuvvetleri''ni her şarta hazırlamaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri, her yönden çok iyi durumdadır... Her türlü faaliyetimiz, bir planlama faaliyetine katıldığımızdaki davranışlarımız dahi gıpta ile karşılanıyor..." değerlendirmesini yapmıştı. Şimdi, Heath W. Lowry''nin bulguları ile Can Dündar üzerinden, Trabzon''a yönelik bir nokta operasyon ile mi karşı karşıyayız, okuyun, siz değerlendirin? Lowry''nin iddiaları Dündar, konuya Karadenizlilerle ilgili sosyolojik değerlendirmeler yaparak, yani asıl önemli olan sözleri kamufle ederek giriyor: "Temel artık Temelcan oldu" manşeti ve "Abdullah''ın oğulları" ara başlığı altında, "İsim meselesi önemli... Bir kentte ne olup bittiğini kentte yaşayanların isimlerinden ''okumak'' mümkün çünkü...'' diyerek "Princeton Üniversitesi öğretim üyelerinden, tarihçi" Prof. Heath W. Lowry''nin, Boğaziçi Üniversitesi tarafından da basılan "Trabzon Şehrinin İslamlaşma ve Türkleşmesi (1461-1583)" kitabından örnekler veriyor. Dündar, şöyle diyor: "Lowry, şehirdeki erkek isimlerinden yola çıkarak 1461''deki fetih sonrası Trabzon''un dönüşümünü kanıtlar. Yöntemi basittir: Osmanlı''da İslam dinine dönenlerin (''mühtedi''lerin) çoğunluğu baba adı olarak, babasının asıl adını vermek yerine ''Abdullah''ı yazdırır. Yeni ismi, ''Abdullah''ın oğlu'' olarak kayda geçer. Bu bilgiyle Prof. Lowry, 15 ve 16.yüzyıllara ait Trabzon Tahrir Defterleri''ni inceler, yetişkin evli erkek Müslümanların adlarını baba adlarıyla karşılaştırır. Buna göre 1553 yılında Trabzon''da 570 yetişkin Müslüman erkekten yalnızca 2''sinin kendi adı Abdullah iken, 163''ünün baba adı Abdullah olarak kayıtlıdır.30 yıl sonraki defterde durum şöyledir:Şehirde 1134 evli erkek vardır. Bunlardan yalnızca 1''inin adı Abdullah''tır. Ama 256''sının baba adı Abdullah olarak kayda geçilmiştir.Prof. Lowry''ye göre bu, ''Hıristiyan geçmişin hatırlatılmasının rahatsızlığından kaçınmak içindir.''1523''te yüzde 85''i Hıristiyan olan Trabzon, fetihten sonraki 120 yıl içinde büyük dönüşüm yaşamış, sürgün tehdidi karşısında kentin çoğu Rum nüfusu, doğup büyüdükleri kenti terk etmektense İslama dönmeyi tercih etmiştir.Nitekim 1523''ten 30 yıl sonra kent sakinlerinin yaklaşık yarısı Müslüman olmuştur.Belki de bu travma, onları milliyetçilikte en ileri saflara taşımış, bölgeye gelen papazları kovalayacak bir nefrete dönüşmüştür.Fetih sonrası yaşanan ''isim ihtilali''nin bir benzerine tanık oluyoruz bugün...Karadeniz, yüzyıllardır en popüler olan, fıkraları dillerde dolaşan isimlerini değiştiriyor artık...Trabzon Nüfus Müdürlüğü kayıtlarına göre, 2000''den bu yana yani son 5 yıldır şehirde çocuğuna Fadime ismi koyan tek bir aile yok.Temel yok, Temelcan varTemel adı koyan, sadece 1 aile var." Neden Yunan operasyonu? Can Dündar''ın kötü niyetli olduğu, Trabzon''daki milliyetçi çıkışları bile, bu çıkışları yapanların Rum kökenli olmalarına bağlamasından belli değil mi? Dündar, Lowry''nin araştırmasını hemencecik doğru kabul ederek, bu konuda başka hiçbir kaynağa başvurmadan meseleye girer gibi yapıyor ve çıkıyor! Ama ardında bir sürü soru işareti bırakarak? Peki bu tür konular, böyle mi yazılmalıdır? Trabzon tarihi ve kimliği, sadece bir Amerikan derin devlet görevlisinin tespitleri ile mi belirlenecek ve Türk gazetecileri buna alet mi olacak? Can Dündar, burada bir nokta operasyonda kullanıldığını bilmeyecek kadar cahil veya saf biri değil. Eserlerinden belli! O halde asıl sebep nedir ki, Milliyet gibi bir gazete vasıtasıyla, Karadeniz ve Trabzon üzerinde böyle bir Yunan operasyonu yapılabiliyor? Ve daha önemlisi, Bogaziçi Üniversitesi''nin bu CIA ajanı ile ne gibi bir ilişkisi vardır ki, kitabı 1981''de Türkiye''de bastırmıştır? Ya Bilkent Üniversitesi, ya Türk Tarih Kurumu yetkilileri, bu görevlinin aslında ne yapmaya çalıştığını bilmiyor mu da her fırsatta, bu "tarihçi"yi bilimsel toplantıya davet ediyorlar? Bu, ABD destekli bir Yunan operasyondur. Çünkü Karadeniz''i Rumlaştırmak için tasarlanmış "Yeni bilinç inşaası"na bundan daha iyi harç taşınamaz! Biz bu araştırmanın başlığını "Karadenizi Rumlaştırma Harekatının İçyüzü" diye koyarken Can Dündar, gündemimizde yoktu ama, Genel Yayın Müdürümüz Hayri Köklü, bir konuşmamızda "Yerli misyonerler de Trabzon''da geziyor" demişti. Haklıymış! Şimdi CIA uzmanı Lowry''nin iddialarına bakalım. (Biz, bu çalışmada, Yunanistan''a Rum diye gönderilen Hıristiyanların da büyük çoğunluğunun etnik olarak Türk olduğunu, yani onların Hıristiyan Türkler olduğunu tarihçilerin tespit ettiği bilimsel verilerle 29 ve 30 Temmuz 2005 tarihli bölümlerde ortaya koyduk. Dolayısıyla hepsini tekrar yayınlamamız gerekmez.) Hüseyin Mümtaz''ın Lowry hakkındaki daha önceki bir değerlendirmesine göre, "Lowry demektedir ki; özelde Trabzon şehri, genelde ise bütün bölge Fetihten önceki millî karakteri bozulmadan İslâmlaştırılmış, fakat Türkleştirilmemiştir.Bu tezi Hanefi Bostan, bilimsel bir makale ile çürütmüştü. (Bostan''ın tespitlerini de yarın özetle yayınlayacağız) Karadeniz''de bugün tek Rum yoktur. Hıristiyanken Müslüman olanlar varsa, onların daha önceden pagan Türk olmadıklarını, Doğu Roma zamanında Hıristiyanlaştırılmadıklarını, M.S. 530''daki iskân ile bölgeye gelen Hıristiyan Bulgar Türklerinin veya MS 12''nci yüzyılda Hıristiyanlığı kabul eden 40.000 Kuman ailesinin soyundan gelmediklerini ispata kâfi gelmez..Bir devir Hıristiyan olmaları, onların Türklüklerine mâni değildir ki..Dünyadaki bütün Hıristiyanlar Rum mudur ki, o devirde Trabzon''da bulunan Hıristiyanlar Rum olsun?Ve Türkler o devirde sadece Müslüman mıydılar? Hıristiyan Türkler yok muydu? Trabzon''da en fazla 5 - 6 köyde konuşulan ve Pontusça denilen farklı dil de Rumca değildir.Rumca olsa, o köylüler Yunanistan''a gittiklerinde sadece bölgeden göç edenlerle değil fakat bütün Yunanlılarla anlaşabilirlerdi. Yine o dil Rumca olsa bölgenin tarihi ile ilgili olarak Yunan devlet TV''si tarafından çekilen belgesellerde (!) ''yunanca alt yazı''ya ihtiyaç bulunmazdı.. Demek ki Yunanlılar da o beş - altı köyde konuşulan dili anlamamaktadır..Peki o halde gerçek nedir?Dil konusunda Mesut Çapa şöyle diyor:''Köylü, hâttâ şehirli Rumlar yalnız Türkçe konuşurlardı. (Rum demek Yunanlı demek değildir, Rum; Doğu Romalı demektir) Şehirlerde Rumca bilenler de yabancı ve Rum okulları sayesinde bu dili yeni öğrenmişti.'' Dolmanın dolmasis, musakka''nın musakkas haline gelmesi; rembetiko''nun bizim Ege kıyılarından duygular çağrıştırması; buzuki''nin kemençeye benzemesi son derece tabiîdir ve bir gıpta hissinin sonucudur.80''li yıllarda bir gün, o zaman görev yaptığım Edirne''de Belediye''nin önünden geçerken park etmiş iki Yunan otobüsü gördüm. O yıllarda sınırın hemen öte tarafındaki Yunanlılar, Türk tarafı çok daha ucuz olduğu için alış-verişe Edirne''ye gelirlerdi.Yolcularının dönüşünü bekleyen şoför ve muavinlerinin kendi aralarında Türkçe konuştuklarını duyunca Batı Trakya Türkü zannederek yanlarına yaklaştım ve sohbete başladım.. İlk cümlelerde de tabii büyük bir hayal kırıklığına uğradım.. Çünkü muhataplarım Yunanlı idi. O halde neden Türkçe konuştuklarını sorduğumda ise aldığım cevap hayli enteresandı. ''Bizim orda'' demişlerdi ''Herkes Türkçe bilir..''Şaşırmıştım. Karşımdakiler 20 - 25 yaşlarında kimselerdi, Yunanlı idiler ve Türkçe konuşuyorlardı.. Ama bizim Doğu Trakya''da o yaşta olup ta Yunanca bilen kimse yoktu..Trabzon''un Yunanca Trapezus''dan geldiği ifade edilir. Bu tür bir aidiyet de genel olarak kabul görür. Trabzon''un yine eski adlarından ''Tibarende'' ise hiç söz konusu edilmez.. Kim bilir belki bölgenin ilk sakinlerinden Turanî Tibarenler''e ait olduğu için böyle davranılır.." YARIN: Doç. Dr. Hanefi Bostan''ınTahrir Defterleri Araştırması
03.08.2005 Okuma : 289 Karadeniz`i Rumlaştırma Harekâtının İç Yüzü - Arslan BULUT araştırdı yazdı - 14 -
Böyle bir Karadeniz ve İstanbul istiyorlar!Yunanistan''daki Pontus dernekleri, ceşitli yayınlarda alenen Karadeniz bölgesini "Pontus haritası" ile gösteriyor. İstanbul''daki Ayasofya müzesini ise minarelerinden arınmış ve çevresi açılmış olarak resmediyorlar. Sonzamanlarda ise Ermeni soykırımı iddialarının dünyada prim yapmasından faydalanarak Pontus Soykırımı iddiasında bulunuyorlar. Yine soykırım masalıAtatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Araştırma Görevlisi Salim Gökçen, "Fener Rum Patrikhanesi ve Pontusu Canlandırma Hayali" başlıklı bilimsel makalesinin son bölümünde "Pontus soykırımı" iddialarını şöyle değerlendirir:"Doğu Karadeniz Bölgesi''nde, Mütareke döneminde, yoğun bir şekilde çetecilik faaliyeti gösteren Pontus çetelerinin sayısı 25 bin civarınaydı. Samsun ve dolaylarında yoğunlaşan bu çetelerin, Yunanistan''ın, milli kuvvetleri arkadan vurma stratejisi içinde, Yunanistan ordusu ile koordineli bir şekilde hareket ettikleri görülmektedir.Mütareke döneminde, Pontus çeteleri ile savaşacak yeteri kadar kuvvet bulunmadığından bu çetelerin üzerine gerektiği kadar gidilememiştir. Mustafa Kemal Paşa''nın 24 Nisan 1920''de TBMM''de yaptığı konuşmada; Pontus meselesini çözmekle görevli kuvvetlerin büyük bir komuta altında birleştirilmesi gereğini vurgulaması üzerine, Pontusçuluk faaliyetlerini köklü bir şekilde halletmek amacıyla 9 Aralık 1920''de Merkez Ordusu kurulmuş, komutanlığına da Nurettin Paşa tayin edilmiştir. 1923 yılının ilk aylarına kadar sürdürülen mücadele neticesinde Pontus çetelerinin isyanı tamamen bastırılmıştır. Bu olaylar sırasında Pontus çeteleri tarafından 1.814 Türk öldürülmüş, 3.713 ev yakılmış, 1.800 civarında gasp ve soygun olayı gerçekleştirilmiştir. Buna karşılık bu mücadele sırasında 1.118 Rum çeteci öldürülmüştür.Yunanistan son günlerde, sözde ''Ermeni Soykırımı'' iddialarının dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırması ile birlikte ''Pontus Soykırımı'' masalını gündeme getirmekte ve dünyanın dört bir yanında yaşayan soydaşlarını da yanına alarak, bunu Türkiye aleyhine propaganda malzemesi olarak kullanmayı sürdürmektedir.Yunanistan''da Sosyalist PASOK partisi, ilk kez 1981''de iktidara geldikten sonra Pontus konusu, partinin Türkiye''yi parçalama politikasının bir malzemesi oldu. Pontus konusu şimdi yaşadığımızı sandığımız dostluk döneminde bir de ''Soykırım'' sözcüğüyle beslenerek gündemdeki yerini ''Pontus Soykırımı'' olarak aldı.Yunanistan; aynı zamanda, kurduğu ve kurdurduğu Pontus dernekleri vasıtasıyla turizm mevsimlerinde Doğu Karadeniz Bölgesi''ne "Unutulmayan Kaybolan Vatanlara Gezi" adı altında periyodik geziler de düzenleyerek olayı canlı tutmaya çalışmaktadır.Yunanistan''ın Pontus konusundaki en çarpıcı faaliyeti, bu amaçla kurdurduğu derneklerdir. Yunanistan, yurt içi ve dışında toplam 200 civarında Pontus derneği kurdurmuştur. Yunanistan''da, bu dernek ve federasyonlar vasıtasıyla periyodik olarak ülke içinde ve dışında uluslararası ''Pontus Helenizmi Kongreleri'' düzenlenmektedir. Bu kongrelere Başbakan dahil üst düzey devlet görevlileri bizzat katılmakta ve teşvik etmektedirler.Yapılan bu kongrelerde ve yayınlanan kitap, makale ve bildirilerde Türkler''in 350 bin Pontuslu''ya soykırım uyguladığı iddia edilmektedir. Bu soykırımın iki aşamada gerçekleştiği; birincisinin 1916-1918 yılları arasında I. Dünya Savaşı sırasında, ikincisinin de Türk Milli Mücadelesi döneminde 1919-1923 yılları arasında olduğu iddia edilmektedir. Ayrıca, Türkiye''de yaşayan 700 bin Pontuslu''dan 350 bininin katliam ve sürgün metotlarıyla yok edildikleri ve ancak 180 bininin Yunanistan''a dönebildiği belirtilmektedir. Türkiye''nin bu soykırımı tanıması ve tazminat ödemesi talep edilmekte, bununla birlikte Türkiye''nin Pontus Soykırımı''nı tanımadığı müddetçe Avrupa Birliği''ne kabul edilmemesi için Avrupa ülkeleri nezdinde propagandalar yapılmaktadır. Ayrıca konu ile ilgili olarak Yunanistan içinde, Avrupa Parlamentosu merkezinde, İngiltere''de Almanya ve Moskova''da çeşitli sergiler düzenlenmektedir.Bu iddialara rağmen bilindiği üzere, Mütareke döneminde Doğu Karadeniz bölgesinde 250-260 bin civarında Rum yaşamaktaydı. Justin Mc. Carthy''e göre bu rakam 260 bin 313''tür. Dolayısıyla 350 bin Rum''un yaşamadığı bir bölgede 350 bin kişinin soykırıma uğradığını iddia etmek hayal ürünü olmaktan ileriye gitmemektedir. Bununla birlikte mübadele yoluyla Yunanistan''a giden Pontuslular''ın sayısı 1928 Yunanistan Nüfus Sayımı istatistiklerine göre 182 bin 169''dur. Bu rakama 1922''den itibaren 1928''e kadar ölenlerin sayısı da eklendiğinde miktar 200 bin civarında olmaktadır. 1922-1928 yılları arasında ABD, Kanada ve Avustralya gibi ülkelere göç edenler de eklendiğinde rakam 210 bin civarına ulaşmaktadır. Yaklaşık 260 bin insandan 210 bini Yunanistan ve diğer ülkelere göç ettiğine göre kaç kişinin öldüğü veya kaybolduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Bütün bu iddiaların yanında Türkler''in kaybı hiç hesaba katılmamaktadır. Pontus bölgesi olarak iddia edilen yerlerden Kastamonu ve Trabzon''daki savaşlar olmasaydı 1922 yılında yaşaması gereken nüfus ile yaşayan nüfus arasında büyük farklar bulunmaktadır. Türkler''in kaybı oldukça fazladır. Bu kayıp Türk nüfusun önemli bir kısmının, ''Pontuslu çeteler''in ellerinde hayatlarını yitirdikleri gerçeği inkâr edilemez bir olgu olarak önümüzde durmaktadır.Bütün bu tarihi ve ilmi gerçeklere rağmen, Türkiye ile gerginlik ve sürtüşmeyi milli bir politika haline getiren Yunanistan, ''19 Mayıs'' gününü sözde ''Pontus Soykırımını Anma Günü'' olarak kabul eden bir yasa çıkarmıştır. 24 Şubat 1994 tarihinde Yunanistan Parlamentosu''nda oybirliği ile kabul edilen bu yasa, 7 Mart 1994 tarihinde Yunanistan Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak, yürürlüğe girmiştir.PATRİKHANE ABD''NİN DE ÜSSÜ!Bugün ABD, Robet Kolej''de yetiştirdiği kadrolarla yetinecek durumda değil, acelesi var... Bu yüzden Fener Rum Patrikhanesi''ne yuvalanarak, İstanbul harekatının bir bölümünü oradan idare etme yolunu seçti. Patrik Bartholomeos''un Fener Rum Patrikhanesi''nin 12 kişilik Sen Sinod Meclisi''ne 6 yabancı metropoliti tayin etmesi, bunun ilk adımıdır.ABD''nin Gürcistan''daki darbeden sonra Kafkasya''ya da yerleşmeye başladığı hatırlanacak olursa, yeni paylaşım çoktan tamamlanmış görünüyor...Serdar Kuru''ya göre, "Bu planlamada iki gücün paylaşamadığı tek yer İstanbul''dur. İstanbul''un ortak yönetimli global bir merkez olması düşünülmekte... Hong Kong tipi bir şehir devlet olarak planlanan İstanbul; Avrupa-Asya-Ortadoğu üçgeninde büyük güçlerin ortak faydalanacağı bir finans-kapital merkezi olarak işlev görecek.Plan kapsamında İstanbul''da Rum Patrikhanesi de global düzeyde hizmet verecek bir Ortodoks Vatikanı olacak. Yeni Ortodoks Patriği bir yabancı olacak ve Patrikhane bu operasyonla globalleştirilerek Türkiye''nin kontrolünden çıkarılacaktır."Nitekim, ABD''nin Ankara Büyükelçisi Edelman, Fener Patriği Bartholomeos''u "Cihan Patriği" anlamına gelen "ekümenik" sıfatıyla bir kokteyle davet etti. Bu davet üzerine Başbakan Erdoğan da bir genelge ile resmi sıfatlı hiç kimsenin bu dâvete gitmemesi talimatını verdi. ABD Ankara Büyükelçiliği özür dilemek yerine küstahlıkta bir adım daha ileri gitti ve sözcüsü Jozef Pennington''un ağzıyla, "Davet yapılacak, istemeyen gelmez" dedi. ABD sözcüsü de "Bunu not ettik" diye açıklama yaptı.Azınlık Vakıfları AİHM''e gitti!Konuyla ilgili son gelişme ise şuydu:Avrupa, Lozan Antlaşması ile getirilen kısıtlamalara rağmen, azınlık vakıflarının "mülkiyet hakkı ihlali ve ayrımcılık" başvurusunu kabul ederek esastan incelemeye aldı.Türkiye''deki Müslüman olmayan dini azınlıklara ait vakıflar hakkında son iki yılda gerçekleştirilen yasal düzenlemeleri yetersiz bulan Avrupa, Lozan Antlaşması''yla vakıflara getirilen kısıtlamaları delmeye hazırlanıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi''nin (AİHM), Lozan Antlaşması''nda Müslüman olmayan dini azınlıkların vakıflarına ilişkin hükümler hakkında kritik bir kararı gündemde. Strasbourg Mahkemesi, "Yedikule Surp Pirgiç Ermeni Hastanesi Vakfı" tarafından Türkiye''ye karşı yapılan "mülkiyet hakkı ihlali ve ayrımcılık" başvurusunu kabul ederek esastan incelemeye aldı. Osmanlı döneminde 1832''de kurulan vakıf, AİHM''ye yaptığı başvuruda, Türkiye''de Müslüman olmayan dini azınlıklara ait vakıfların mülk edinmeleriyle ilgili mevcut yasal düzenlemelerin Lozan Antlaşması''yla kısıtlandığını öne sürdü ve bu durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi''nin ayrımcılıkla ilgili 14''üncü ve mülkiyet hakkıyla ilgili 1 numaralı protokolüne aykırı olduğunu belirtti.Azınlık vakıfları emlakların peşindeTürkiye''de bulunan 120 cemaat vakfı da daha sonra 1300 gayrimenkulün kendilerine verilmesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi''ne başvurdu.Bu haberlerden de anlaşıldığı gibi,"Çift başlı yılan"lı asa taşıyan Fener Rum Patriği Bartholomeos''un, 7 Mayıs 2000 günü, Orta Anadolu''da bir eski kilisede düzenlediği ayinden sonra, "Türkiye''nin AB''ye üyeliği, Anadolu''da önceden var olmuş Hıristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir. Eğer AB üyeliği bunu müsait kılarsa ve Hıristiyanlar yaşadıkları bölgelere tekrar yerleşirse, o zaman Patrikhane de o bölgelerde bulunan kiliselerin yeniden ayine açılmalarını düşünebilir" sözleri bir bir hayata geçirilmektedir.Çift başlı yılan, Anadolu''da önceden yaşamış Hıristiyanların tekrar eski mülklerine dönmesini tasarladığına ve bu yolda ABD ve AB desteğini de arkasına aldığına göre, bütün Türklerin daha uyanık olması gerekir. YARIN: Balıkesir ve Antalya''dan iki örnek
02.08.2005 Okuma : 272 Karadeniz`i Rumlaştırma Harekâtının İç Yüzü - Arslan BULUT araştırdı yazdı - 13 -
ÇİFT BAŞLI YILANABD başkanlarından Woodrow Wilson''un Sevr Antlaşması''na da esas teşkil ettiği iddia edilen ilkelerinin 12 maddesi, "Şimdiki Osmanlı İmparatorluğu''nun Türk ülkelerinin egemenliği güvenlik içinde sağlanmalı, fakat hâlen Türk yönetimi altında bulunan diğer unsurların hayatı kesinlikle özerklik yönünde her türlü engelden uzak olmalı ve gelişmelerinin sağlanması güvence altına alınmalıdır" şeklindeydi. Ermeniler Büyük Ermenistan, Yunanlılar Megalo İdea ve Pontus emellerine Wilson prensiplerini dayanak yapmaya çalışıyordu. Bugün de Ermenistan, bu temsili resimde çizildiği gibi, Wilson''un Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu''yu kendilerine verdiğini iddia ediyor. Tabii Yunanlıların gözü de "Portus projesi" çerçevesinde aynı topraklarda olunca,durum bir konediye dönüşüyor! Bu komedi, www.tallameniantale.com adlı sitede sergileniyor. Şimdiki Rumlaştırma yöntemi: Bilinç inşası!Yunanistan, Wilson İlkeleri''nin "Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki azınlıklar, çoğunlukta oldukları bölgelerde müstakil devlet kurabileceklerdir'' şeklindeki 12''nci maddesine fiili ve siyasi bir dayanak oluşturmak istiyordu. Tanzimat''la başlayan Rumları Türkiye''ye göç ettirme faaliyeti, Mondros mütarekesinden sonra iyice hızlanmıştı. İstanbul''a yerleştirilen Rumların sayısı 200 bindi. Temmuz 1919''da Trabzon''a çoğu silahlı 8.000''den fazla Rum gelmişti.Karadeniz''deki misyoner faaliyetlerinin amacı Anadolu''nun ABD ve AB desteğinde "bilinç inşası" yöntemleriyle Rumlaştırılmasıdır. Kemençeden horona kadar her şeye sahip çıkıyorlar ki bölge halkı şüpheye düşsün ve kimlik bunalımı yaşasın! Yunanistan''ın Karadeniz bölgesinde bugün papazlar ve ajan turistler gezdirerek ne yaptığını anlamak için geçmişte ne yaptığını bilmek gerekir. Bu konuda www.turk-yunan.gen.tr adlı İnternet sitesinde de tamamı yayınlanan "Kordos Komitesi" ve "Göçmen Rumlar" başlıklı iki bilimsel makale, Yunanistan''ın ve destekçisi ABD, İngiltere, İsrail ve Avrupa Birliği ülkelerinin aslında bugün de benzer taktikleri izlediğini göstermektedir:"Yunanistan Tanzimat''tan başlayarak, Anadolu''da ideallerinin yoğunlaştığı bölgelerde Rum nüfusunun çoğunluğunu sağlamak için büyük çabalar sarf etmiştir. Birinci Dünya Savaşı, bu çabaları kısmen kesintiye uğratmıştır. Çünkü, Marmara kıyılarındaki bazı Rum köylerinden Çanakkale Boğazı''ndan Marmara''ya giren İtilaf donanması gemilerine yardım yapılması, buradaki köylülerin daha içerilere nakledilmesini gerektirmiştir. Ayrıca, savaşın yoğunlaştığı bazı yörelerdeki Rumlar değişik yerlere göç etmişlerdir. Mondros Mütarekesi''nden sonra ise, başta Patrikhane olmak üzere, Rum dernek ve örgütleri, göç eden Rumların eski yerlerine dönmeleri ve bunlara ek olarak dışarıdan bazı Rum ve Yunan halkının İstanbul, Batı Anadolu ve Kuzeydoğu Karadeniz Bölgelerine yerleştirilmeleri için büyük gayret göstermişlerdir. Böylece, bu üç bölgede Rum çoğunluğu sağlayarak ve Wilson İlkeleri''nin 12.Maddesi ''Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki azınlıklar, çoğunlukta oldukları bölgelerde müstakil devlet kurabileceklerdir'' şeklinde tercüme edilerek, fiili ve siyasi bir dayanak oluşturulmak isteniyordu.Yunanistan, Mondros''tan hemen sonra, daha önce başka yerlere -özellikle, Rusya''ya, Adalar''a, Yunanistan''a ve Anadolu''nun içlerine- göç eden Rumların tekrar eski yerlerine dönmeleri için büyük çalışmalara girişmiştir. Bu hem siyasi bakımdan, hem de yapılacak bir işgal esnasında kullanılabilecek insan gücüne sahip olma bakımından önem taşıyordu.Kordos Komitesi veya Rum Muhacirin Cemiyeti''nin yürüttüğü, Rumları göç ettirme çalışmaları, büyük bir düzen ve sistem içinde yapılıyordu. Metropolitler, çoğunluğu sağlayabilmek için nereye ne kadar Rum göç ettirmek gerektiğini hesaplıyorlar, raporla durumu merkeze ve hatta doğrudan Yunanistan''a bildiriyorlardı.Megalo İdea''nın merkezi olması sebebiyle, İstanbul, Yunanistan için büyük önem taşımaktaydı. Resmen olmasa da fiilen işgal altında bulunması buradaki Yunan ve Rum çalışmalarını kolaylaştırıyordu. Bu sebeple Yunanistan, ilk planda İstanbul''daki Rum nüfusun artırılması yolunda çalışmalar yaptı. 18 Nisan 1918''de Politis, Yunan Dışişleri Bakanı''na bir mektup göndererek, Bolşevik ordusu önünden kaçan onbinlerce Yunan mültecinin Yunanistan''a değil, İstanbul''a gönderilmesini istiyordu.Sadece İstanbul''a Mondros''tan sonra yerleşmiş Rumların sayısı 200 bin kadar tahmin ediliyordu. Bu yoğun göç dalgası, Kordos Komitesi tarafından organize edilmiştir. 200 bin kişinin bir kısmının, diğer bölgelere gönderilmek üzere İstanbul''a geldiği düşünülebilir.İstanbul ve çevresine Rum göç ettirme çalışmaları 1921''e kadar devam etmiştir. Patrikhane, 9 Mart 1921''de Kocaeli''nden İstanbul''a Rum göçmenler getirtmiş ve Londra''ya bir telgraf çekmiştir. Ati Gazetesi''nin 17 Ocak 1919 tarihli haberine göre; Kemerburgaz''a çok sayıda göçmen Rum yerleştirilmiştir.Yunanlılar, Trakyalı Rumlardan 2.000 aileyi İskeçe''ye, 3.000 aileyi Gümülcine''ye, 3.000 aileyi Dedeağaç''a, 1.500 aileyi de Sofulu''ya yerleştirmek için hazırlamışlar ve bunlara üç aylık yiyecek ve nüfus başına yüzer Frank vermişlerdir. İkinci ve üçüncü kafile olarak da 20 bin ailenin hazırlandığı belgelerden anlaşılmaktadır.Yunanlılar sistemli bir şekilde Trakya''yı Rumlaştırmak için çalışıyorlardı. 1919 yılının sonlarına gelindiğinde, özellikle Dedeağaç ve Karaağaç arasında kalan Meriç Nehri''nin sağ yakası Yunan göçmenleriyle dolmuş, bunlara Atina Bankası''nca maddi yardım da sağlanmıştır.Karadeniz bölgesinde ise; Samsun Metropolit vekili Eftimios Zilos''un yönettiği Pontus Cemiyeti ve Kordos Komitesi ile ortaklaşa çalışan bir Rum Göçmenleri Örgütü kurulmuştu. Mondros''tan 50 yıl öncesine kadar bu bölgelerdeki Hıristiyan nüfus, Müslüman nüfusun ancak onda biri kadar olmasına rağmen, 1918''lere kadar Samsun''a dışarıdan 30.000 Rum getirilmişti. Böylece, toprağı bulunmayan bu göçmen Rumlarla birlikte, bölgede 180 bin Müslüman''a karşılık 60 bin Hıristiyan olmuştu.İstanbul''da toplanan göçmen Rumların nakledildiği yerlerin başında Trabzon ve Karadeniz bölgesindeki diğer bazı yerleşim birimleri geliyordu. Bölgeye getirilen göçmenler, İstanbul''dan ziyade Batum kanalıyla Rusya''dan geliyorlardı. Osmanlı Hükümeti''nin görevlendirdiği ''İlk Tahkik Heyeti''nden Erzurum Mebusu Ziya Bey''in Trabzon''dan 22 Ağustos 1919''da çektiği telgrafta; Rumların, Samsun ve Trabzon''da çeteler kurup, bunları göçmen ismiyle Rusya''dan ve diğer bazı yerlerden getirdikleri Rumlarla takviye ettiklerine dikkat çekilmektedir.Dikkat çeken önemli bir konu da, Rum terör örgütleri üyelerinin ''göçmen'' adı altında yerleştirilmesidir. Temmuz 1919''da Trabzon''a çoğu silahlı olmak üzere göçmen sıfatıyla 8.000''den fazla Rum gelmiştir.Karadeniz bölgesinde Rum nüfusunu artırmak için yapılan göçleri organize eden şahıslardan birisi de Trabzon Metropoliti idi. Metropolit Hrisantos, başka yerlerdeki Rumların Trabzon''a hicret etmelerini sağlamaya çalışıyordu.Rumların yoğun olarak göç ettirildikleri bölgelerden biri de Batı Anadolu idi. Yunanistan tarafından yapılabilecek bir çıkarma için en uygun bölge olan Batı Anadolu''da Rum-Yunan çoğunluğunu sağlamak maksadıyla Tanzimat''la birlikte başlayan Rumları göç ettirme faaliyeti, 1918''lerden sonra iyice hızlanmıştı. Ocak l918''de İzmir''de 2.000 kadar Ayvalıklı Rum göçmen toplanmış, Aralık 1918 sonlarında ise, Anadolu''nun iç bölgelerine sevk ve iskan edilen Rum göçmenler İzmir ve çevresine dönmüşlerdi.Yunanistan ve Ege adalarından pek çok Rum, kendilerine arazi ve çiftlik verileceği vaadi ile Batı Anadolu''ya göçmeye başladı.Yunanlılar, yerli Rumlardan oluşturdukları çetelerle Türkler üzerinde büyük bir yıldırma faaliyetine girişerek, onların göç etmelerine sebep olmuşlar, boşalan yerlere de Rum göçmenlerini yerleştirmişlerdi.15 Mayıs 1919''dan sonra gerçekleşen Yunan işgali sırasında 150 bin civarında Türk, kendi topraklarını terk etmek zorunda kalmıştı. Yunanistan''dan getirilen Rumların sayısı 25 bin civarında idi. Ayrıca, Bursa, Ankara, Konya, hatta Gelibolu, İzmit gibi yerlerden metropolitler vasıtasıyla Rum gençleri İzmir''e getiriliyordu."Anadolu''nun 1919 şartlarında nasıl Rumlaştırılmak istendiğini bilmeyenlerin, "Karadeniz''de tek bir Rum yok, o halde niçin meseleyi abartıyorsunuz" dediklerine, hatta bunların Venizelos gemisi Karadeniz''de gezdirildiği zaman gösterdiğimiz tepkiyi abartılı bulduğuna tanık oluyoruz. Bu insanların, bugünkü Pontusçuluk faaliyetlerine niçin önem verdiğimizi anlamaları mümkün değildir! Bugün Karadeniz''de ve bütün Türkiye''de uygulanmak istenen misyoner faaliyetlerinin amacı Anadolu''nun yeni yöntemlerle Rumlaştırılmasından başka bir şey değildir. Kemençeden horona kadar her şeye sahip çıkıyorlar ki bölge halkı şüpheye düşsün ve kimlik bunalımı yaşasın! Çift başlı yılan başlıklı asa taşıyan Fener Rum Patriği Bartholomeos''un 7 Mayıs 2000 günü, söylediği "Türkiye''nin AB''ye üyeliği Anadolu''da önceden var olmuş Hıristiyan toplulukların yaşadığı bölgede yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir" sözleri ve Karadeniz başta olmak üzere bütün yurttaki misyoner çalışmalarının hedefi Türkiye''yi Rumlaştırmak, "İncil ülkesi" haline getirmektir!Tabii, bu çalışma Ermeni meselesini ve diğer bölücülük hareketlerini içermiyor. Hepsini birlikte değerlendirirsek, hür ve bağımsız kalmanın, insan şeref ve haysiyetine yakışır bir hayat sürmenin, Türk Milleti''ne çok görüldüğü anlaşılabilir ve ancak o zaman halkın da bu tehditlere karşı zamanında önlem alması mümkün olabilir!YARIN: Lozan''ı dava ettiler
Arslan BULUT araştırdı yazdıKaradeniz''''i Rumlaştırma harekâtının içyüzü -12-
"Anadolu toprakları;baştan sona Türktür" 1922''de Atatürk''ün emriyle basılan "Pontus Meselesi" adlı kitap şöyle başlar: "Dünya kamuoyu bilmelidir ki, Anadolu toprağı baştan sona Türk''tür. Anadolu''nun ilk sakinleri tarihin gösterdiğine nazaran Turanlılardır." Fransız arkeolog Jackues De Morgan der ki, "Anadolu ve Kafkasya''nın asli ve kadim ahalisinin on bin seneden beri Turanlı olduğu söyleniyorsa da, bu hakikat, tarihin kaydedebildiği M.Ö. dört bin yıl evvelinden beri böyledir." 1922''de Atatürk''ün emriyle basılan "Pontus Meselesi" adlı kitap şöyle başlar:"Her şeyden evvel dünya kamuoyu bilmelidir ki, Anadolu toprağı baştan sona Türk''tür. Türkler Anadolu''ya Ertuğrul Gazi, hatta Selçuklu ile gelmiş değildir. En eski ve meçhul zamanlardan beri Anadolu''da Türk ırkı vardır. Anadolu''nun ilk sakinleri tarihin gösterdiğine nazaran Turanlılardır. Değil yalnız Anadolu, hatta Irak ve Filistin bile en kadim devirlerde Ari veya Sami olmayıp Turani bir kavimle meskun idi. Bunu arkeoloji ilmi ortaya çıkaracaktır. Sümerlerin Türk olduğunui ispat eden meşhur Alman şarkiyatçısı Frits Hommel''dir. Hommel, bugün Luvr müzesinde bulunan çıkık elmacık kemikli Sümer kadın heykeline dikkat çeker ve M.Ö. üçüncü ve dördüncü bin yıllar arasında Irak''ta yaşayan Sumerlerin Turani kavim olduğunu belirtir. Lisanları da anne, oğul, dingir gibi kelimelerle sabittir ki Türkçedir. Medeniyetleri yüksektir. Hititlerden kalan eserler, Yazılıkaya, Ayasuluğ, Karabel Abidesi, Gavur Kalesi yazıtlarından anlaşıldığı üzere dillerinin Türkçe olduğunu gösterir. Anadolu''da bulunan ve Avrupa müzelerine alınan eserler de Hititlerin Türklüğünü gösterir, Mısır tasvirlerindeki Hitit resimleri daha ziyade İskitler ve Moğolları andırmaktadır.Hammurabi kanunları ile ilgili tabletleri Luvr müzesine kazandıran Fransız arkeolog Jackues De Morgan der ki, ''Anadolu ve Kafkasya''nın asli ve kadim ahalisinin on bin seneden beri Turanlı olduğu söyleniyorsa da, bu hakikat, tarihin kaydedebildiği M.Ö. dört bin yıl evvelinden beri böyledir.'' Rum ve Ermeniler ise Anadolu''ya sonradan gelmişlerdir. Türkler, kendi dinlerinden sonra Museviliği ve Hıristiyanlığı da kabul etmişlerdir. Türk tabiatında ve tıynetinde imha ve asimile etmek siyaseti bulunsaydı, bugün Anadolu ve Trakya kıtalarında tek bir Hıristiyan kalmazdı. Nasıl ki, İspanyollar, İspanya''da tek bir Müslüman bırakmadı! Fakat, Türkler böyle bir siyasetten nefret eder. Hıristiyanların Türk idaresinde zulüm gördüğü iddiası batıldır. Aksine, her milletin ve her taifenin yararına, sırf kendi zararına olarak ezilen, asıl Türk idi! Pontus cemiyetinin ele geçirilen bayrağı, cemiyet işaretleri tamamıyle Yunan bayrağı ve işaretleridir. Özellikle Pontus cemiyetini kuran ve yayanlar doğrudan Fener Patrikhanesi yetiştirmeleridir ki esas olarak Etniki Eterya''nın fesatlık ruhuyla doluydular.Yunanistan''dan sonra Türkiye dahilindeki en kudretli tahrik ve teşkilat merkezi patrikhanedir. Esasen patrikhane, asırlardan beri Türk hakanlarının kendisine gösterdiği cemilelerin ve hayırhahlığın daimi bir nankörüdür. Evet, Türk milleti ana vatanında talihin bırakmaya mecbur ettiği diğer kıtalarda olduğu gibi muntazam ve mükemmel çete teşkilatıyla doğudan ve batıdan hücuma uğrayarak yok edilecekti. Batı''dan Yunan orduları, silahsız vilayetlerimize salınacak, Karadeniz boylarında, hile, iğfal ve cinayetle teşekkül eden Pontus hükümeti de arkadan vurarak katiller ordusuna destek olacaktı. Batı''dan gelen Yunanistan ile, arkadan peyda olacak bu yeni Yunanistan''ın ortadaki Türk vilayetlerini esaret altına alması ve imha etmesi, beş on senelik bir zaman meselesinden ibaretti. Vesikaların birincisini teşkil eden harita, Pontus cumhuriyeti namıyla teşekkül edecek yeni Yunanistan havzasını ve hududunu gösterir. Bu harita, Paris''te Lambesis matbaasında basılmış ve Samsun metropolithanesinde ele geçirilmiştir. Haritada görüldüğü gibi, yeni Cumhuriyet merkezi Samsun olmak üzere, Batum''un kuzeyinden İnebolu''nun batısına kadar Karadeniz sahiliyle, Lazistan, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Kastamonu, Kangırı (Çankırı), Yozgat, Sivas, Gümüşhane, Şebinkarahisar, Tokat, Amasya, Çorum livalarını ve kısmen Erzincan sancağını içine almaktadır. Türk memleketinin en feyizli topraklarını ele geçirme hülyaları, 1904 senesinde Merzifon Amerikan kolejinde faaliyet sahasına geçmiştir. Merzifon kolejinde bulunmuş ihtilal şiirleri, Türk öldürmeyi cennete kavuşmak için en kati çare olarak telkin etmiş, iğfal edilmiş Rum gençleri büyük bir heves ve hülya içinde kanlı ihtilal için çalışıyor.Trabzon, Samsun, Amasya ve diğer metropolitlerin teşvikiyle, Pontus Rumlarından birçokları Yunan ordusu saflarına katılmış ve Pontus taburu namıyla Yunan ordusunda bölükler, taburlar kurulmuştur. Bu işte en önemli rolü Trabzon metropoliti Hrisantos oynamıştır. ATATÜRK''E GÖRE PONTUS Konuyla ilgili en hayati bilgiyi Nutuk''ta Atatürk vermiştir:Atatürk Nutuk''ta Pontus meselesini şöyle özetler:"Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi''nde kurulan Mavri Mira Hey''eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızılhaç''ı ve Resmî Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Hey''eti''nin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Hey''eti tarafını,olan yönetilen Rum okullarının izni teşkilâtları, yirmi yaşından yukarı gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyor. Ermeni Patriği Zazen Efendi de, Mavri Mira Hey''eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve İstanbul''daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.1840 yılından beri; yani üç çeyrek yüzyıldan beri, Anadolu''nun Rize''den İstanbul Boğazı''na kadar uzanan Karadeniz bölgesinde, eski Yunanlılığın diriltilmesi için çalışan bir Rum topluluğu vardı. Amerikalı Rum göçmenlerden Rahip Klematios adında biri, ilk Pontus toplantı yerini şimdi halkın Manastır dediği bir tepede İnebolu''da kurmuştu. Bu teşkilâta bağlı olanlar, zaman zaman birbirinden ayrı eşkıya çeteleri kurarak faaliyet gösteriyorlardı. Birinci Dünya Savaşı sırasında da, dışarıdan gönderilip dağıtılan silâh, cephâne, bomba ve makineli tüfeklerle, Samsun, Çarşamba, Bafra ve Erbaa Rum köyleri sanki bir silâh deposu durumuna gelmişti.Ateşkes Anlaşmasından sonra, bütün Rumlar Yunanlılık millî davası ile her tarafta şımardığı gibi, Etniki Eterya Cemiyeti''nin propagandacıları ile Merzifon''daki Amerikan kuruluşlarının manevî destekleri ile eğitilip yetiştirilen, maddî bakımdan da yabancı hükûmetlerin silâhlarıyla güçlendirilip cesaret verilen bu bölgedeki Rumlar, bağımsız bir Pontus hükûmeti kurma emeline düştü. Bu maksatla genel bir ayaklanma hazırladılar. Dağlara çekildiler; Amasya, Samsun ve dolayları Rum Metropolit''i Yermanos''un idaresinde düzenli bir programla çalışmaya başladılar. Bir yandan da Samsun''daki Rum komitecilerinin başkanı olan Reji Fabrikası Müdürü Tokomanidis, İç Anadolu ile haberleşme sağlamaya çalışıyordu. Bazı yabancı hükûmetler, Pontus hükûmetinin kurulması için yardımcı olacaklarına söz verdiler. Samsun ve dolaylarındaki Rum nüfusunu arttırmak için de, Rusya''daki Rum ve Ermenileri Batum''da topladılar. Onları, Türk Kafkas ordularından alınıp Batum''da depo edilen silâhlarla donatarak, sahillerimize çıkarmaya başladılar. Çetecilik etmek üzere, sahillerimize çıkarılabilecek birkaç bin Rum''u Sohum''da Haralambos adında bir adamın başına topladılar. Batum''da toplananların da Haralambos''un etrafında toplananlara katılmaları sağlanıyordu. Bunlar, memleketimiz içinde, Samsun''daki bazı yabancı devlet temsilcileri tarafından korunuyor ve silâhlandırılıyordu. Kıyılarımıza çıkan bu çeteler, göçmenleri besleme maskesi altında, yabancı hükûmetler tarafından yedirilip giydiriliyordu. Yabancıların Kızılhaç hey''etleri arasında gelen subayların da örgüt kurmak, çetelerin askerî öğretim ve eğitimi ile uğraşmak ve gelecekteki Pontus hükûmetinin temelini atmakla görevlendirildikleri anlaşılıyordu. 4 Mart 1919 tarihinde, İstanbul''da Pontus adıyla yayınlanmaya başlayan bir gazetenin başmakalesinde Trabzon ilinde Rum cumhuriyetinin kurulmasına çalışmak maksadıyla yayınlandığı ilân edilmişti.Yunanistan''ın bağımsızlığını kazanma gününe rastlayan 7 Nisan1919 günü, her yerde ve özellikle Samsun''da gösteriler yapıldı. Yermanos''un küstahça davranışları Rumların düşünce ve emellerini açığa vurdu. Bafra ve Çarşamba dolaylarındaki yerli Rumlar, sık sık kiliselerde toplanıyor, örgütlenmelerini ve donatımlarını artırıyorlardı. 23 Ekim 1919 tarihinde, Doğu Trakya ve Pontus için merkez olarak İstanbul kabul edilmişti.Venizelos, İstanbul''un merkez olarak kabul edilme konusunun daha sonraki bir tarihe ertelenerek, bunun yerine Pontus hükûmeti kurulması düşüncesini ortaya atmış ve İstanbul Patrikhanesi''ne buna göre talimat vermişti. Aynı zamanda, İstanbul''da gizli bir Yunan polis teşkilâtı kurmakla görevlendirilen Albay Alexandros Zimbrakakis tarafından Pontus jandarma teşkilâtını düzene sokmak üzere Eyfel adlı Yunan torpidosuyla, bir subaylar hey''eti de gönderilmişti. Türkiye''de bu türlü işler olurken Batum''da da 18 Aralık 1919''da Pontus Rum Hükûmeti adıyla bir hükûmet kurulmuş ve teşkilâtlanmaya başlamıştı.19 Temmuz 1920''de de Batum''da, Karadeniz, Kafkas ve GüneyRusya Rumları tarafından Pontus meselesi ile ilgili bir kongre toplandı.Bu kongrenin raporu üyelerden biri vasıtasıyla İstanbul''da Rum Patrikliği''ne gönderildi. Pontusçular 1920 yılının sonlarına doğru çalışmalarını büsbütün artırarak iyiden iyiye ortaya çıktılar. Bizi, ciddî tedbir almaya mecbur ettiler. Dağlarda kurulan Pontus teşkilâtı şöyleydi : a) Birtakım çete başlarının emrinde silâhlı ve savaşçı kuvvetler, b) Bunların beslenmesine hizmet eden üretici Pontus halkı, c) Yönetim ve güvenlik kuvvetleri ile şehirlerden ve köylerden yiyecek sağlamakla görevli ulaştırma kolları.Çetelerin çalışma bölgeleri birbirinden ayrılmıştı. Pontus eşkıyasının kuvveti başlangıçta 6.000 - 7.000 silâhlı idi. Daha sonra her taraftan katılanlarla 25.000''e yaklaştı. Bu kuvvet yeterli küçük birliklere ayrılarak çeşitli yerlerde barınıyordu. Pontus çetelerinin bütün işleri, İslâm köylerini yakmak, Müslüman halka karşı akıl ve hayale sığmaz zulümler yapmak, cinayetler işlemek gibi kan içici bir sürünün yaptıklarından başka bir şey değildi.Biz, Anadolu''ya çıkar çıkmaz, Türk halkını dikkat ve uyanıklığa davet ettik. Doğabilecek tehlikelere karşı tedbirler almaya başladık. Merkezi Sıvas''ta bulunan 3'' üncü Kolordu, yalnız, çeşitli bölgelerde gözüken çeteleri takip ve ortadan kaldırmakla uğraştı. Trabzon bölgesinde dolaşan Köroğlu adındaki Rum çetesiyle, Eftalidi çetesi ve öteki çeteler, merkezi Erzurum''da bulunan 15'' inci Kolordu tarafından takip edilerek ortadan kaldırılıyordu. Bir taraftan da Pontus eşkıyasının dönüp dolaştığı yerlerde, halk silâhlandırılarak millî teşkilât kuruldu." YARIN: Anadolu''ya Rum göçleri!
30.07.2005 Okuma : 292 Karadeniz`i Rumlaştırma Harekâtının İç Yüzü - Arslan BULUT araştırdı yazdı - 11 -
Pontus kavramı Yunanlılaştırıldı!Rumlaştırma 1800''lerde başladı 1800''lerde tıkpı bugünkü gibi Avrupa''nın Osmanlı''ya baskısıyla başlatılan reformlar sürecinde, Karadeniz''de Pontus kavramının Yunanlılaştırılmasına girişildi. Yunanistan''dan Karadeniz illerine öğretmenler ve papazlar getirildi. 1822''de üstteki Pontus haritası çizildi. Rumlar gittikçe zenginleştiği için, yüzlerce kilise ve köşk inşa ettiler. Bölgede bulunan kiliselerin çoğunluğu, 1800''lerden sonra inşa edilmiştir. Türk evleri ahşap olduğu için, yangınlarda çoğu yok oldu. Pontus kitabında "Taofilaktu''nun köşkü" denilen bu bina da Trabzon''da 1902 yılında inşa edilmişti. Bugün hala ayakta. Pontus kavramı Yunanlılaştırıldı!Neal Ascherson, "Pontus akımı, Trabzon''a 1800''lerde Batı''dan geldi. Bütün Pontus, okul kurma akımından yararlandı ve Trabzon''a klasik Yunanca konuşan, İstanbul ve Atina''da eğitim görmüş, yeni bir öğretmenler kuşağı geldi" diyor."Pontus kavramını yeniden ürettiler. Öğretmenler ve okul programları Atina''dan geliyor, beraberinde Karadeniz Rum/hristiyan topluluklarını ''Yunan'' ulusuyla bağlantılandıran yeni Yunanlılık kavramını da getiriyordu." Necati Demir''in "Canik" araştırmasına göre coğrafyacı Dimeşkî (ö.1327); Sinop, Trabzon ve çevresini tanıtırken bu yörede konuşulan dilleri Türkçe, Arapça, Farsça ve Ermenice olarak saymıştır. Rumca veya Helenceden bahsetmemiştir. Trabzon ve çevresinde Rumca yazılmış dikkate değer anıt veya yazılı kitabeye de rastlanmamıştır. Bu, Trabzon il merkezinde bile Rumcanın anlaşma dili olmadığının bir delili olsa gerektir. Demir şöyle diyor: "Yaklaşık on yıldır bölgede saha araştırması yapmaktayız. Trabzon il merkezinin dışında tek bir Rum mezarlığına bile rastlanmamıştır!Trabzon, 1204''te Trabzon Devleti kurulana kadar, çeşitli Türk boyları tarafından Türk vatanı yapılmış idi. Trabzon Devleti kurulduğunda halkı yine, sahildeki birkaç küçük ticarî koloni hariç, Türk idi. Trabzon Rumları sur içerisinde ve şehir merkezine yakın yerleşim yerlerinde yaşamaktaydılar.Trabzon, Türkler tarafından Osmanlı topraklarına katıldığında başkomutanları Altemur isimli bir Türk idi. Ordularının Kuman/Kıpçak, Peçenek ağırlıklı olmak üzere Türklerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Kaynaklardan anlaşıldığına göre çevredeki Müslüman Türkmen beyliklerine karşı savaşanlar Hıristiyan Türkler idi. (Belki de Türkmen boylarının Trabzon''u asırlarca fethedememesinin asıl sebebi buydu. Karşılarında kendileri gibi savaşçı Türkler vardı.)Bütün bunlardan daha ilgi çekici olanı kiliselerin tuttukları kayıtlarda açıkça görülmektedir. Trabzon Rumlarının önemli bir dinî merkezi Maçka Vazelon Manastırı''dır. Bu manastırda bulunan kilise kayıtlarında Rumca isim yüzde 47.3''tür. Bu yöredeki Türklerin Hıristiyan olduktan sonra çoğunlukla Rum isimleri aldığı kayıtlarda sabittir. Bu durum da göz önüne alındığında, Trabzon Rum Devleti döneminde bile, kilise gibi bir kurumda Rum kökenli insan sayısının tahminen yüzde 25-30 civarında olması, gerçekleri bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.Trabzon''da 4 bin Rum vardı Şehirdeki ticaret hayatında ve kilise kayıtlarında Hıristiyan Türklerin sayısının yüksek olması dikkate alındığında, fetihten önce bölgedeki gerçek Rum nüfusunun tamamının 4.000''den çok daha aşağı olduğu rahatlıkla söylenebilir.Osmanlılar halkı dinlerine göre vasıflandırdığı için Hıristiyan Türkler devlet içinde ayrı bir grup sayılmış, dolayısıyla Hıristiyan Türkler, Hıristiyan olan başka milletlere kendilerini daha yakın saymışlardır. Batılı Devletler ve Rusya bunu iyi değerlendirip bölgedeki Hıristiyan Türklerin kimliğini belirlemiş, onları hep kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Özellikle 19.yüzyılın sonlarından itibaren bölgedeki Hıristiyan Türkleri, soydaşlarına karşı kışkırtmış, büyük çaplı huzursuzluklar çıkarılmıştır.Selçukluları Malazgirt Savaşı''nda karşılayan Bizans ordusu içinde Kuman /Kıpçak ve Peçenek askerlerinin önemli bir yer tuttuğu bütün tarih kitaplarında açıkça belirtilmiştir. Bu durum o devirde Anadolu''nun büyük bir bölümünde Türklerin oturduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır.Peçeneklerin M.Ö. VI. yüzyıldan itibaren Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi''ne yerleştikleri anlaşılmaktadır. Canik kelimesinin Peçenek kelimesinin bozulmuş biçimi olduğu görülmektedir. 1204''te Trabzon''da kurulan devletçiğin temel nüfusunun Hıristiyanlaştırılmış Türkler, özellikle Peçenekler olduğu açıktır. Trabzon devleti başkanına Canik kralı denmesinin sebebinin, devlet nüfusunun Peçeneklerden oluşmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Peçenekler, Trabzon''da kurulan devletçiğin silahlı kuvvetlerini oluşturmakta, ticaret hayatını yürütmekte olduğu açıktır."Mehmet Bilgin''e göre ise, Trabzon devletinin nüfus ağırlığını daha çok Kumanlar oluşturmaktaydı.OBA İSMİ VE KURT DEDEİ. Gündağ Kayaoğlu, "Maçka''nın tarihçesi ve Örnekalan köyü" adlı incelemesinde, "Maçka yöresinde ''Oba'' sözcüğüyle anılan bütün yerler Türk yerleşme bölgeleridir. Seloba, fırınoba, Büyükoba (furoba) gibi.. Yine ''göl'' sözcüğünün bulunduğu yaylalar da Türk yerleşme yerleridir. Çağıl-göl (Çakıl göl), kuru-göl vb. Kesin olan Maçka dolaylarında Türk yerleşmelerinin çok eski olduğudur. Bu Türk boylarının önemli bir bölümü Giresun-Vakfıkebir-Akçaabat üçgeni üzerinden dağ-yayla yoluyla gelmiştir. Bunların çoğu "Çepni" denen konar-göçer Türk boyudur. Bu göçlerin Ortaçağ boyunca sürdüğünü yazılı kaynaklardan öğreniyoruz. Örnekalan köyü sakinlerinin Kafkaslardaki Türk boylarından olduğunu düşündürecek pek çok geleneksel adetler vardır. Ayrıca köyümüz ve çevresinde dedenin babasına ''Kurt dede'' denilmektedir ki bu da Türk kültürünün en derin işaretlerinden biridir" diyor.Neal Ascherson, "Karadeniz Rumlarının inanılmaz serüveni" başlıklı incelemesinde şöyle der:"Pontus Rönesansı'', Trabzon''a Batı''dan geldi. Şehirde Avrupa konsoloslukları ve yarım düzine Yunan bankası vardı. Bütün Pontus, okul kurma akımından yararlandı ve modern eğitimle birlikte, Yunancaları Pontus diyalekti değil klasik Yunanca olan, İstanbul ve Atina''da eğitim görmüş, yeni bir öğretmenler kuşağı geldi.İlk kez entellektüeller Pontusçuluğa etnik milliyetçi anlam yüklediler. Bu ''köken'' ve ''kök'' gerektiriyordu. Anthony Bryer, ''Haldiyalı öğretmen Triantaphyllides, oğlunu Perikles adıyla vaftiz ettirdi ve onu Atina''ya gönderdi, oğul 1842''de döndüğünde Trabzon''da Phrontisteron okulunda Ksenophon ve klasik Yunancayı öğretecekti.... 1846''ya gelindiğinde okul müdürleri Gümüşhane''ye hayali ''Argyropolis'' adını takmışlardı.Ulus inşaasının tipik bir örneği olarak öğretmenler Pontus''u yalnız Bizans''ı değil Perikles Atinasını da kullanarak yeniden ürettiler. Öğretmenler ve okul programları Atina''dan geliyor, beraberinde Karadeniz Rum-hristiyan topluluklarını ''Yunan'' ulusuyla bağlantılandıran yeni Yunanlılık kavramını da getiriyordu.Bu hiç de Ege Denizindeki kuru yarımadaya sıkışmış küçük Yunanistan ulusçuluğu değildir. 1844''de Yunanistan parlamentosunda bir konuşmacı yeni kimliği açıklar: ''Yunanistan Krallığı Yunanistan değildir. Krallık Yunanistan''ın yalnızca en küçük ve en fakir parçasını oluşturmaktadır.... Yunanlı yalnızca Yunanistan''da yaşıyan değildir, o aynı zamanda Yanya, Serez, Edirne, Konstantinapolis, İzmir, Trabzon, Girit ve Yunan tarih ve ırkı ile bağlantılı her yerde yaşayan herkestir... Helenizmin iki ana merkezi vardır: Yunanistan Krallığı''nın başkenti Atina ve bütün Yunanlıların hayali olan şehir.''1923''te Trabzon''un son metropoliti Khrysantos''un 164.000 Pontus Rumunu ''eve'' Yunanistan''a - kendilerine fizik, iklim, siyaset ve dil bakımından yabancı bir ülkeye- götürebilmesini sağlayan da buydu. Ama artık itiraf etmeli ki gidecek başka yerleri de kalmamıştı."PONTUS KOMEDİSİ2002 yılında yaptığım Balkanlar gezisinde bizzat tanık oldum ki, Türk-Yunan sınırından itibaren İpsala''dan sonra 50''nci kilometreye kadar oluşturulan adı konulmamış tampon bölge, Kafkaslar''dan gelen "Pontuslular"a verilmiş!Gürcistan''dan gelip de Dedeağaç bölgesine yerleştirilenlere kilise yapmak istemişler, "Biz cami isteriz!" cevabı ile karşılaşmışlar... Gümülcine''ye bağlı Şapçı köy de Kafkasya''dan getirilenlerin ahşap evlere yerleştirildiği köylerden biri... Bunlara Pontuslu diyorlar ama, gelenlerin çoğunluğunun Yunanlılık veya Rumluk ile ilgisi yok! Yunanistan, kazdığı kuyuya düşmüş durumda..."Pontusluyum" diyene, Yunanistan''ın ev ve tarım arazisi veya büyük-küçükbaş hayvan verdiğini duyan gelmiş. Yunan hükümeti, "Pontus''tan Gelen Soydaşları Karşılama ve Uğurlama Merkezi" diye bir kurum oluşturmuş. Göçmenlere verilen talimat, yerleştikleri bölgede bulunan Türkleri rahatsız ederek kaçırmak... Fakat, Pontuslu denilenlerin bir kısmı, Yunanlılar için "Gavur" diyor! İçlerinde Gürcüsü de var, Azerbaycan Türkü de var, Rus''u da var... Tabii, Kafkasyalı diğer Türk gruplarından gelenler de...Toplam 1.5 milyon kişi getirilmiş Kafkaslardan. Önce Selanik''te kısa bir eğitimden geçirilmişler, sonra Türkler''den boşaltılmak istenen sınır köylerine gönderilmişler. Ama, onlar Türkler ile iyi geçiniyor. Yine Arnavutluk''un Kuzey Epir bölgesine bitişik noktalarda sınırı açmış Yunan hükümeti... Selanik ve Atina, Arnavut dolmuş... Bunları da bir süre sonra köylere yerleştirmişler.Şobolas adlı Yunanlı gazeteci, bir televizyon tartışmasında, klasik bir tabiri kullanmış ve "İ polis ealo" demiş... "Şehir elden gitti" anlamına geliyormuş. Yunan kültüründe şehir, devlet demek... Türkçesi, "Memleket elden gitti" demek istemiş ve eklemiş, "Adı Yunanistan olan yabancı bir ülkede yaşıyoruz..."YARIN: Atatürk''e göre Pontus
Karadeniz`i Rumlaştırma Harekâtının İç Yüzü - Arslan BULUT araştırdı yazdı - 10 -
Pontus devletinin arması ay-yıldızdıM.Ö. 298''de Amasya merkezli olarak kurulan Pontus devletinin kurucusu ve hanedanı Pers, tebaası Anadolu''nun yerli kavimleriydi. Bu kavimler, Halibler, Haldiler, Kolhlar, Tibarenler, Mosinekler, Makronlar, Diriller ve İskitlerdi.Pontus''un ordusu milliydi, armalarında ay yıldız vardı.Goloğlu''na göre Pontus devleti, Anadolu''nun yerli devletidir.Komnenos''un 1245''de kurduğu Trabzon krallığının nüfusu ise Hıristiyan Peçenek ve Kuman Türkleri''nden oluşuyordu.Pontus meselesi nedir? Mübadelede Yunanistan''a gönderilen Pontuslular, etnik olarak Yunan kökenli miydi? Ayrıca diğer bölgelerden giden Ortodoks Karamanlıların etnik kökeni neydi, Anadolu''ya nereden gelmişlerdi. Karadeniz''de Yunan hevesleri nereden kaynaklanıyordu? Bu ve benzeri sorular cevaplandırmak için tarihi bir inceleme şarttır.Biz bu incelemeyi, tarihi kaynakları değerlendirerek yaptık. Ancak tamamını bu dizi yazı içinde yayınlamak mümkün değil. Dolayısıyla konuyu özetle anlatalım:TBMM''NİN 1922''DE BASTIRDIĞI PONTUS MESELESİ KİTABITürkiye Büyük Millet Meclisi, Pontus meselesinin ne kadar büyüdüğünü görerek, 1922 yılında hem Türk hem dünya kamuoyunu bilgilendirmek için Ahmet Ağaoğlu''nun nezaretinde "Pontus meselesi" adlı bir kitap bastırmıştır. Kitap Arap harfleri ile basılmıştır. Latin harfleri ile kitabı Arap alfabesinden aktaran, notlu ve tenkitli şekilde hazırlayan ise 2002 yılında Dr. Yusuf Gedikli olmuştur. Kitabı Bilge Karınca yayınevi basmıştır.Gedikli''nin kitabın başına koyduğu bilimsel araştırması, kaynak olarak daha çok Mahmut Goloğlu''nun Trabzon Tarihi ve Pontos kitaplarına dayanır.Buna göre, Perslerin Pont bölgesi genel valisi Üçüncü Mihirdad, M.Ö. 298''de Pontus devletini ilan etti, M.Ö. 280''de başkent Amasya''da krallık tacını giydi. M.Ö. 183''te başkent Sinop''a taşındı. Pontus devleti, M.Ö. 63''te Doğu Roma tarafından yıkıldı.Pontus devletinin kurucusu da hanedanı da tebaası da Yunanlı değildi. Kurucusu ve hanedanı Pers, tebaası Anadolu''nun yerli kavimleriydi. Bu kavimler, Halibler, Haldiler, Kolhlar, Tibarenler, Mosinekler, Makronlar, Diriller ve İskitlerdi. Yunanlılar ise sahil kesimlerinde ticari koloniler kurmuştu.Pontus''un ordusu milliydi, armalarında ay yıldız vardı.Goloğlu''na göre Pontos devleti, Anadolu''nun yerli devletidir.Gedikli, şöyle diyor: "1204''te Latinler Haçlı seferi sırasında İstanbul''u işgal edip yağmalayınca, daha önce şehirden kaçan Prens Aleksi Komnen, akrabası Gürcü kraliçesi Tamara''nın askeri yardımıyla Trabzon''da bir devlet kurdu, Kastamonu ve Ereğli''yi de ele geçirdi.Fatih''in Trabzon''u fethine kadar, çevresi Türkmen boşları tarafından sarılan Trabzon devletinin Komnenos hanedanı, her dönem kızlarını Türkmen beylerine vererek ayakta kaldı.Trabzon''un asırlarca fethedilememesinin sebebi, etrafının sarp ve geçit vermez dağlarla kaplı olmasından, ayrıca Trabzon kalesinin tahkimli olması, Türkmenlerin deniz gücünün bulunmaması, kralların 8 hanedan kızını Türkmen beylerine vermesi gibi olaylardır. Bu evlilikler Dede Korkut Destanı''na da geçmiştir. Dede Korkut hikayelerindeki Kanturalı Bey''in, Akkoyunlu Tur Ali Bey olması ihtimaldir.Trabzon devleti, kendisini bir ara imparatorluk olarak tanıtmak istediyse de, yaşamak için kızlarını komşu beylere vermek sorunda kalan bir devletin imparatorluğundan bahsedilemez."ORTODOKS TÜRKLERİN KÖKENİGedikli''ye göre Ortodoks Türkler hakkında araştırmalarıyla tanınan Janos Eckmann, Karamanlıların Doğu Roma ordusunda askerlik yapan Türklerin torunları olduğunu, bunların mübadeleden önce sayılarının 1 milyonu bulduğunu belirtir. Fatih''in İstanbul''u fethinden sonra Anadolu''dan Samatya''ya getirdiği insanlar Ortodoks Türklerdir. Samatya kilisesi, Türkçe konuşan fakat Yunan alfabesi kullanan Ortodoks Karamanlılara aittir. Zafer Karaca''nın incelemesine göre, 1553''te İstanbul''u ziyaret eden Dernschwan, burada Karamanlıların yaşadığını teyid eder.Eckmann, Karamanlıların Trabzon-Fırat-Toros-Silifke hattının batısında olduğunu, ayrıca Balkanlarda, Besarabya, Kırım hatta Suriye''de olduklarını söyler ve Türkçe konuştuklarını belirtir. Karamanlılar da kendi dillerine ''Türk dili'' demekteydi.1626 tarihli 27 numaralı, Kayseri şeriyye sicil defterinde Ortodoks Türklerin adları şu şekilde kayıtlıdır: "Sapanverdi, Malkoç Bey, Devlet, Karagöz veled-i Topçu, Arslan veled-i Budak, Ayhatur, Aydoğdu, Bolad veledi Tatar, Gülistan, Budak veled-i Tenriverdi, Tenriverdi veledi-i Sultan, Kılıç, Karagöz, Tatan veled-i Satılmış, Hüdaverdi, Allahverdi, Göğercin, Karaoğlan."Samatya kilisesi kitabesinde, Araboğlu, Aslanides, Zarifoğlu, Stephan Vuduroğlu gibi Türkçe soy isimler vardır. Ankara''da, İsparta''da Konya''da ve Trabzon''da yapılan araştırmalar da aynı sonucu vermiştir.2.Meşrutiyetten sonra Helen propagandasına girişen Fener Rum Patrikhanesi, Ortodoks Türklerin isim ve soy isimlerini değiştirme kampanyası başlatmıştır. Bu çerçevede, Arslanoğlu soy adının yerine Leondiyadis, Pamukoğulları yerine Vanvakidis, Çakıroğulları yerine Palatanidis gibi soyadları almak mecburi kılınmıştır. Patrikhane, Kayseri''de de de bir papaz okulu açarak,Yunanistan''dan papazlar ve profesörler getirmiş, yetimhanelere önem vermiştir. Böylece yeni doğan Ortadoks Türk çocuklarına Yunan isimleri verilmeye başlanmıştır.Mübadele ile Yunanistan''a giden 1 milyondan fazla Ortodoksun çoğunluğu Türk idi. Ortodoks Türkler içinde dünyaca ünlü Elia Kazan da vardı. Kazan, ana tarafından Şişmanoğullarına, baba tarafından Kazancıoğullarına mensuptur.Türkçe konuşan Ortodoksların Türk olduğunu Yunanlılar da bilmektedir. Yunanlılar, mübadelede Türkiye''den göçen Ortodokslara ''Türkosporos'' yani ''Türk tohumu'' demiştir ki, bu doğrudur.1918-1922 yılları arasında isyana kalkışan Orta Karadeniz Ortodoksları da Türktü. Zira isimlerine, sülale isimlerine ve lakaplarına bakınca Türk oldukları anlaşılmaktadır.Demek ki bugünkü Yunan milletini oluşturan fertlerin önemli bir kısmı doğrudan Türk asıllıdır, hatta Yunan etnogenezini oluşturan unsurların birincisi Türklüktür. Cumhuriyetten sonra, Samsun belediye reisliği yapan Hasan Umur, Samsun''da On Beş Sene adlı eserinde, "Birinci Dünya Savaşı sırasında Samsun ve Bafra havalisinde bizzat yaptığım araştırmada buralardaki Hıristiyanların Rumca bilmedikleri, öz Türkçe konuştukları, kiliselerde Türkçe dua ettikleri, adetlerinin, kıyafetlerinin, yaşayışlarının Türkçe olduğunu görmüştüm. Yalnız Hıristiyanlık, Türk çocuklarına milliyetlerini unutturmakla kalmamış, Türklüğe de amansız düşman haline getirmişti" der.ORTODOKS KARAMANLILAR KİMDİ?2004 yılında Bursa Türk Ocağı''nın düzenlediği Kazakistan-Kırgızistan gezisinde, Kazım Mirşan ile Bişkek''te tanışan Alman filolojisi uzmanı Kırgız bilim adamı Prof. Dr. Amangeldi Abdulcabbaroviç Karamanlıların kökenleri hakkında, şu bilgileri vermişti:"Atalarımız Hunlar, Mongolya steplerinde yaşıyordu. Çinlilere galip geldiler. MS 3.yüzyılda kuraklık oluştu. Hunlar Batıya akın etmeye başladı. Ordu millet idiler. 371''de öndeki Türk orduları İtil''i geçti. Hun hakan, Haylundur kabilesinin de reisi olan Balamber idi. (Balamir) 10 tümeni vardı. (100 bin asker) İtili geçince Alanlarla savaştı. Alanlar, Çeçen İnguş ve Osetlerin atalarıdır. Don nehrini geçince Karpatlara kadar uzanan coğrafyada yaşayan Gotlarla karşılaştılar. Tuna''ya kadar uzanıyorlardı.Bugünkü Romanya''nın ortalarına kadar. Gotlar 300 yıldır oradaydı. İskandinavya''dan gelmişlerdi. Doğu Gotlara Ostrogotlar deniliyordu. Başlarında Ermanarih vardı. Don''dan Dinyester''e kadar hakimdi. (Moldavya)90 yaşındaydı ve 160 bin askeri vardı. Roma''yı 3 kere yenmiş, Konstantinopol''e ulaşmış biriydi.Alman destanlarında adı yaşayan odur.Bulgaristan ve Romanya''da Batı Gotları, yani Vizigotlar yaşıyordu. Kralları Atanarih idi. Onun da 10 tümeni vardı. İki Got devletinde 3 milyon insan yaşıyordu. 10 kişiye bir asker düşüyordu.Balamir, Alanları yendi ve kendi bünyesine kattı. 80 bin kişilik orduyla Don''u geçti. Ordunun 50 bini Hunlardan, 30 bini Alanlardan oluşuyordu.Balamir, savaş hilesi ile Ermanarih''in ordusunu kuzey Dinyester''e (Ukrayna''ya) sürdü. Kendi ordusunun iki katı olan Ermanarih''in ordusunu yendi.Hunlar gotları burada 100 yıl idare etti. Dilleri eski Hun dili idi.Türkçe kelimeler bu 100 yıllık zaman içinde Almanca''ya geçti. Haylundurlar, Turgutlurlar daha sonra Macaristan''dan Anadolu''ya gelip yerleşti. Karaman, Sıvas ve Konya''ya yerleştiler. Onlar Tanrı dinindeydiler. Bu göç MS 560-600 yılları arasında gerçekleşti."Bu tespitlerden, ana dili Türkçe olan Karamanlıların, Hunların içindeki Oğuz boyları olduğu, Attila''nın Hun devleti dağıldıktan sonra, Doğu Roma tarafından Anadolu''ya yerleştirildikleri ve Hıristiyan oldukları anlaşılıyor. (Osmanlı tarihindeki Karamanoğulları, Selçuklu göçleri ile Anadolu''ya gelen Avşar Türkmenleridir.)Necati Demir ise "Canik" adlı araştırmasında şöyle der:"Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki Doğu Roma devleti, 523''te İncil''i Türkçeye çevirtip Türkleri Hristiyanlaştırmaya başlamıştır. Hristiyanlaştırılan Türklere daha sonra yine İncil vasıtasıyla Grekçe ve başka diller öğretilmiştir.Bryer''in verdiği bilgilere göre 1366''da III. Aleksi, 2000 yaya ve süvarilerden oluşan kuvvetlerle Maçka''ya bağlı Fikanoy''a (Ocaklı köyünün yaylası) sefer düzenler. 1367''de Chaldiya''ya kadar ilerler. Bu seferlerin amacı güneyden Trabzon''a 30-40 km''ye kadar yaklaşan Türkmenlere göz dağı vermektir...Bütün bunlar göstermektedir ki Trabzon Devleti, coğrafya bakımından, sadece Trabzon ve il merkezine yakın çevresine hâkim idi.Trabzon''u 1436-1438 yılları arasında ziyaret eden İspanyol Seyyah Pero Tafur, yukarıda da söylendiği gibi, şehir nüfusunun yaklaşık 4.000 kişi olduğunu yazmaktadır. Anthony Bryer ise 4.000 veya 5.000 kişi civarında olabileceği düşüncesindedir.YARIN: Yunan rüzgarının sebebi! Karadeniz`i Rumlaştırma Harekâtının İç Yüzü - Arslan BULUT araştırdı yazdı - 9 -
Gerek 1995''teki "Vahiy ve Çevre" gerekse 1997''deki "Karadeniz''i kurtaralım" operasyonlarını, o sıralarda görev yaptığımız Akşam ve Ortadoğu gazetelerinde kamuoyuna duyurmuştuk. Trabzon''daki Yunan operasyonlarını dolaylı olarak ABD yönlendiriyor ve destekliyor...ABD''nin Trabzon''da üs istemesinin sebebi ne?Venizelos gemisinin 1997 yılında, Trabzon''a gönderilmesi kararı sadece Yunanistan 4.Kolordu Komutanlığının değil, ABD''deki Pontus lobilerinin Pentagon''la yaptıkları görüşme sonucu alınan bir karardı.Muharrem Bayraktar, 4 ve 5 Mayıs 2004 tarihli Yenimesaj gazetesindeki inceleme yazısında, Mustafa Yıldırım''ın "Sivil Örümceğin Ağında" adlı ünlü kitabından da faydalanarak "ABD neden Trabzon''da üs kurmak istiyor?" diye sormuştu:"Trabzon''da üs kurma talebi bir anda ortaya çıkmış bir gelişme midir? Yoksa bunun bir ''tarihi altyapısı'' var mıdır? ABD, neden Yunanistan''ın Trabzon''a konsolosluk açılmasını istemektedir?Trabzon''daki metruk Katolik kilisesi hangi ''gizli elin'' talimatıyla bugün dörtdörtlük faaliyette olan bir kilise haline getirilmiştir! Trabzon''da son yıllarda ortaya çıkan bazı sivil toplum örgütleri hangi dış yardımlarla toplantı üstüne toplantı düzenlemektedirler! Ve ''hangi localar'' Trabzonlu gençlere İngiltere ve ABD kapısını açmak için mahalli gazetelere ilanlar vermektedir?"CIA Yöneticisi William Colby''nin su sözleri çok ilginçtir:''Örtülü operasyonlara dönmeye gerek yok. Örtülü operasyonla uygulanmış bir çok program (artık şimdi) oldukça açık biçimde ve sonuç olarak (hiç) itirazsız gerçekleştirilmektedir''ABD''lilerin Türkiye''de uzun zamandan beri yakın dostları ile çok önemli faaliyette bulundukları aşikardır. Bu yakın dostları genellikle mantar gibi türeyen (ya da türetilen) sivil toplum örgütleri içerisinde yerleşmiş durumda.Bu nedenle ABD''nin bugün artık tamamen ''örtüsüz'' yapılan ''örtülü operasyonlarının'' olağan bir hale bürünmüş olmasını görmek ve devletin bu konuda bırakın bir şey yapmayı bu faaliyetlere önayak olması insanı derinden düşündürüyor.Bu bağlamda ABD''nin Diyarbakır''a yönelik de, İstanbul''a yönelik de, Trabzon''a yönelik de talep ve stratejileri yeni değildir.ABD Trabzon''a üs kurulmasını durduk yere mi istiyor! Trabzon''a yönelik başka incelemeleri, destekleri var mıdır?27-28 Nisan 1995''te Ankara''da Sheraton Oteli''nde ''Demokrasi ve Kimlik'' konulu bir konferans düzenlenir. Konferansa CIA istasyon şeflerinden RAND uzmanı Graham Fuller de katılmıştır.Toplantıyı düzenleyenlerden biri ABD''deki Cumhuriyetçi Partiye bağlı ve CIA''nın bir uzantısı olan NED''den fonlanan IRI (Republican Institute) adlı bir kurum idi.Diğer kurum ise Stratejik Araştırmalar Vakfı idi.IRI ve SAV''ın ortaklaşa düzenlediği bu toplantıya NED''den 20.000 dolar para aktarılmıştı. (Bkz. Project Democracy, M. Yıldırım, sayfa 120)Peki bu Stratejik Araştırmalar Vakfı''nı kimler kurmuştu ve amaçları neydi?Stratejik Araştırmalar Vakfı''nın kurucu ve üyeleri arasındaGökhan Çapoğlu, Selim Yaşar, Kazım Yalçınoğlu, Cengiz Erol ve İsmet Gürbüz Civelek ön plana çıkıyordu.Peki bu isimlerden İsmet Gürbüz Civelek kimdir? Civelek, toplantının yapıldığı tarihte, daha sonra ABD üssü yapılmak istenen Trabzon''un valisidir. (Civelek daha sonra vefat etmiştir)Sav''ın eski başkanı Selim Yaşar''ın Aydınlık dergisine yaptığı açıklamadaki şu sözleri dikkat çekicidir:''Graham Fuller''in davet edildiği konferans hem Genel Kurul''da alınmış bir karardı, hem de Yönetim Kurulu kararında İsmet Gürbüz Civelek''in de imzası vardı'' (Aynı eser, sayfa 123) .Stratejik Araştırmalar Vakfı Başkanı''nın IRI''dan gelen paralarla ilgili sözleri de çok önemlidir:''Trabzon Valisi İsmet Gürbüz Civelek''in genel sayman olarak bütün ödemeleri yaptığı...''Türkiye''nin liberal liderlerinden Mesut Yılmaz''ın ANAP''ının kontenjanından Trabzon''a vali olarak atanan bir isim hakkındaki bu bilgiler insanı çok şaşırtıyor?Trabzon valisi nasıl oluyor da, ABD''nin istihbarat birimleriyle irtibatlı IRI ile bir toplantı düzenleyebilir? Nasıl olur da NED (National Endowment For Democracy)''den 20 bin dolar aktarılan bir konferansa ön ayak olabilir? Nasıl olur da Trabzon Valisi iken CIA görevlisi Graham Fuller''in iştirak edeceği bir toplantının düzenleyicisi olan Stratejik Araştırmalar Vakfı''nın üyesi olabilir?ABD, eğer bugün Trabzon''a üs kurmak istiyorsa bilin ki yıllar önce bu ilde ''Başka üsler'' kurmuş olmasının rahatlığıyla bu talepte bulunuyor.Daha sonra vefat eden İsmet Gürbüz Civelek''in Trabzon Valiliği döneminde Yunanistan''dan yola çıkan Venizelos gemisinin rotası Trabzon''dur. Geminin içi papaz ve metropolitlerle doludur. Fener Rum Patriği Bartholomeos da gemidedir.Venizelos gemisi sözüm ona ''çevre'' amaçlı bir gezi düzenlemiştir ama gerçek amaç Trabzon''daki Pontus çalışmalarına büyük bir ivme ve imaj kazandırmaktır.Bu geminin Trabzon Limanı''na yanaşmaması ve yolcuların inmemesi için Trabzon''da çalışmalar başlar. Vatansever duyarlılığı olan çevreler İsmet Gürbüz Civelek''e ''bu geminin amacının çevre gezisi olmadığını, papazların uluslararası Pontus faaliyetlerinin bir uzantısı olarak Trabzon''a geldiklerini, buna izin verilmemesini'' söylerler.Ancak Vali Civelek bu taleplere kulak asmaz. Trabzon''dan Meryem Ana Kilisesi''ne kadar olan güzergahı polis koridoruna alarak Venizelos yolcularının ziyaretlerini serbestçe yapmalarına zemin hazırlar.Bunun üzerine Trabzon''daki milliyetçi gruplar (MHP, Türk Ocakları, Ülkü Ocaklarına mensup gençler) limana akın eder ve gemiyi protesto ederler. Venizelos yolcuları limandaki nümayişi görünce gemiden inmez."Ankara''dan gelen telefonVenizelos gemisi Trabzon Limanı''nda bekler ve Bartholomeos, Rahmi Koç ve 400 kadar Yunanlı Papaz, limana bile çıkamazken ilginç bir gelişme olur. Bu konudaki kendi bilgilerimizi vermeden önce Bayraktar''ın incelemesine devam edelim:"Dönemin Trabzon MHP il yöneticilerinden birinin (ismi bizde mahfuz) cep telefonu çalar. Telefonun diğer ucunda MHP Genel Başkan yardımcılarından biri vardır. (Onun ismini de vermeyelim).MHP Genel Başkan Yardımcısı Trabzonlu MHP yöneticisine, ''ABD''nin Ankara Büyükelçisi Mark Parris MHP Genel Merkezini aradı ve ABD yönetiminin Trabzon limanındaki Venizelos gemisine yapılan eylemden rahatsız olduğunu bildirdi, MHP''nin devreye girerek protestoları önlemesini, papazların Trabzon''a girmesini sağlamasını'' istedi" der. Telefondaki ses ''Eylemden desteğinizi çekin, limandan ayrılın'' der.Ancak MHP''li il yöneticisi genel merkezin bu isteğini reddeder. Eylem devam eder. Ve Venizelos yolcuları, Trabzon''a giremeden limandan ayrılır.Acaba ABD yönetimi Trabzon limanına yaklaşan bu gemi ile neden bu kadar ilgilenmiştir?Bu soruların cevabı açıktır. Çünkü Venizelos gemisinin Trabzon''a gönderilmesi kararı sadece Yunanistan 4.Kolordu Komutanlığının değil, ABD''deki Pontus lobilerinin Pentagon''la yaptıkları görüşme sonucu alınan bir karardır.Bu gezi ile neyin amaçlandığını Bartholomeos''un 7 Mayıs 2000 yılındaki şu sözleri ortaya koyacaktır: ''Türkiye''nin AB''ye üyeliği Anadolu''da önceden var olmuş Hıristiyan toplulukların yaşadığı bölgede yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir.''Patriğin hayali nettir: Anadolu''dan giden bütün Rumlar geri dönsün.Bu projenin en önemli sacayaklarından biri Trabzon''dur. ABD de bu projeyi yoğun bir şekilde desteklemekte, bunun için lobi çalışmaları yapmaktadır.Kıbrıs''ı Rumlaştırma çalışmalarını yürüten sivil toplum örgütlerinin başında İngilizlerin kurduğu Conflit Resolution Center (İhtilaf Çözme Merkezi) örgütü içinde Türklükleri ve Müslümanlıkları eritilen Kıbrıslı gençler geliyordu.Bu örgütlerin benzerlerinin Trabzon''da da faaliyette olup olmadığı araştırılmalıdır. Zira geçtiğimiz yıllarda Trabzon''da yerel gazetelere ilan veren bazı ''localar'' Trabzonlu gençlere İngiltere ve ABD''de ''özel eğitim'' sağlanacağını açıklayan duyurular yayınladılar.Bu duyurular sonrası kaç gencin ''devşirilmek üzere dışarı gönderildiği araştırılmalıdır.ABD''nin Trabzon''a üs kurmak istemesi hem Türkiye''de hem bölgede kurmak istediği hakimiyet için çok önemlidir.ABD, Trabzon''daki üs ile, hem Kafkasya''daki stratejileri için yakın bir kontrol noktası, hem Ortadoğu istilası için güvenli bir harekat merkezi, hem de Anadolu''nun Rumlaştırılması için önemli bir yer elde etmeyi planlıyor.Bunun için de yıllardan beri çalışıyor.Uyuyanlara duyurulur."Bayraktar''ın naklettiği olayı, biz olay tarihinde her gün takip etmiş ve konuyla ilgili devamlı yayın yapmıştık. Konunun MHP ile ilgili bölümünü de araştırmıştım. Ancak benim birinci ağızdan edindiğim bilgi, Ankara''dan arayan MHP yetkilisinin, Venizelos gemisine müdahale edilmemesi talebinin doğrudan Amerikalılardan geldiği şeklinde değildi. Benim edindiğim bilgiye göre talep MHP yöneticisine Amerika''da bulunan bir cemaat liderinden gelmişti. Dönemin Trabzon MHP İl Başkanı Muhammet Öztürk, resmi olmayan ve telefonla bildirilen bu uyarıyı dikkate almamış ve Venizelos gemisindeki papazlara geçit vermemiştir!Ayrıca ben de Venizelos gemisi Türk sularını terk ettikten sonra, o sırada Kurultaya hazırlanan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli''ye "Bu konuda biz üç aydır yayın yapıyoruz, Trabzon halkı ayağa kalktı ama sizden hiçbir tepki duymadım. Niçin sessiz kaldınız?" diye sormuş ve Bahçeli''den "Trabzon MHP teşkilatının ve Ülkü Ocakları''nın tepkisi bizim tepkimizdir. Yine İstanbul Ülkü Ocakları''nın tepkisi bizim tepkimizdir" cevabını almış, bu cevabı aynen yayınlamıştım. Hatta, Venizelos gemisinin hamisi konumundaki Rahmi Koç''a bir mesajının olup olmadığını sorduğumda da Bahçeli, Koç''un Türk Milleti''nin hassasiyetleri doğrultusunda faaliyet göstermesini istemişti.YARIN: Pontus meseles nedir?
27.07.2005 Okuma : 311 Karadeniz`i Rumlaştırma Harekâtının İç Yüzü - Arslan BULUT araştırdı yazdı - 8 -
Kemençe de tulum da horon da Türk''ün malı Doğu Karadeniz halkı içinde etnik kimliği konusunda şüpheye düşen çok sayıda insan var. Bu şüphe, medyada özellikle kemençenin ve horonun son zamanlarda sanki Yunan kültürü ürünü imiş gibi tanıtılmasından da kaynaklanıyor. Oysa horon ve kemençenin, mübadeleden sonra Doğu Karadeniz''den giden insanlar tarafından Yunanistan''a taşındığı kesin. Kemençenin Korkut Ata''nın yaylı kopuzunun Kuman Türklerinde aldığı bir format olduğu biliniyor. Horon da, Türk folklörünün tipik bir örneği. Bu konuda bilimsel araştırmaları olan Balkar Türkleri''nden Muhtar Kudayev, bana bütün Türk oyunlarında kolların kartal kanadı gibi yukarı açıldığını ve buna Kafkaslar''da "Aslanbiy" denildiğini söylemişti. Koreograf ve folklor uzmanı Balkar Türkü Muhtar Kudayev, “Türk halklarında folklorun temeli birdir. Birliği gösteren, bütün halk oyunlarında koreografinin aynı olması ve aynı manevi kültürü yansıtmasıdır” demişti. Karaçay-Balkar halk oyunları, düğün adetleri ve Karaçay-Balkar halk oyunlarının kozmik felsefe ile ilişkisi konularında 5 eseri olan ve 25 Türk lehçesinde bitki ve hayvan isimleri ile Türk folklorunun bağlantısı üzerinde çalışan Kudayev "Balkarlar’da bir dans var, Arslanbiy deriz... Yani Arslan oyunu, Arslan dansı... Bu oyun bütün Türk halklarında var. Sadece Kırgız, Kazak, Türkmen veya Azerbaycan Türkleri gibi çok bilinen Türk boylarında değil, Stavropol’da yaşayan ve toplam sayıları 14- 15 bin kadar olan Turhmenler’de, Kumıklar’da, Nogaylar’da, Çeçenleşmiş Karabulaklar’da, Altaylar’da, Polonya’da 12 köy halinde yaşayan Karaimler’de de Arslanbiy var... Ama kimsenin dikkatini çekmemiş.-Arslanbiy, yalın hareketlere dayanır ve bütün Türk halklarında aynı hareketler vardır..." diye bilgi verince "Benzer hareketleri bizzat gösterebilir misiniz?" diye sormuştum. Kudayev, yerinden kalkıp Arslanbiy’in temel özelliklerini gösterince hareketleri Ege yöresinin zeybeğine ve Karadeniz horonunda kolların havaya kaldırılışına benzettiğim için ben de kalkıp zeybeğin kartal duruşunu ve horunu göstermiştim.... Kudayev, “Işte bu hareketler” demişti. Kolların kartal kanadı gibi açılması Ege zeybeğinde neyse, Karadeniz horonunda da aynıdır. Diğer taraftan mübadele öncesinde Yunanistan''da ne kemençe biliniyordu ne de horon. Bu durum, Doğu Karadeniz''den kemençe ve horon kültürü ile birlikte Yunanistan''a giden, ana dili Türkçe olan fakat din olarak Hıristiyan olanların çoğunluğunun etnik köken olarak Rum olmadığını, fakat Hıristiyan oldukları için Yunanistan''a gönderildiklerini ispatlar! Çünkü Rum olsalar, buradayken kemençe ve horonu benimsemezlerdi. KEMENÇE VE TULUM KİMİN? Bugün Karadeniz üzerinde nasıl bir oyun oynanmakta olduğunu bilmeyen yeni nesiller, mübadele sırasında Hıristiyan diye Yunanistan''a gönderilenlerin torunlarının elinde bir Türk çalgısı olan kemençeyi görünce şaşırıyor... Kemençenin Türk çalgısı olduğunu bilmeyen Karadenizliler var! Onlara, Mehmet Bilgin''in deyişiyle "Bakınız, bazı kültürel ögeler, yüzyıllar geçse de kaybolmaz... Tıpkı kopuzun, bağlamanın kaybolmadığı gibi" diyeceğine kemençeyi bir Rum çalgısı olarak gösterenler var. Oysa, bağlamanın da kemençenin de atası, Korkut Ata''nın kopuzlarıdır. Bağlamanın atası telli kopuzdur... Kemençenin atası da Korkut Ata''nın yaylı kopuzudur... Almatı''da Kazakistan Halk Çalgıları Müzesi''ni ziyaret eden herkes yaylı kopuzun atasını, yani kemençenin atasını görebilir ve müze müdürü Hasem Kerimcanoğlu''ndan konuyla ilgili bilgi alabilir. Karadeniz kemençesinin bir benzerine, Özbekistan''da, kadim Türk yurdu Buhara''da bugün de rastlayabilirsiniz... Çünkü oralardan gelmektedir... Buhara''da tarihi medreselerin önünde müzik aletleri satan bir çalgıcıya elindek aletin ne olduğunu sorduğumda "kemençecik" demişti...Lozan''da karar verilen mübadeleden sonra kemençeyi, Yunanistan''a götüren, Trabzonlu Hıristiyanlardır. Mehmet Bilgin''in Doğu Karadeniz Tarihi adlı kitabında belirttiği gibi "Zaten 1924''ten önce Yunanistan''da tek bir kemençe bile yoktu, horon da bilinmezdi. Yunanistan''a götürülen ilk kemençelerin, Trabzon''da hangi kemençeciden satın alındığı bile bellidir. Yunanlılar, olimpiyatlarda Karagöz''ü Karagiozis, Hacivat''ı Hacıvatis yaparak sahip çıktı. Nasrettin Hoca''ya da sahip çıkıyorlar. Bakarsınız, Karacaoğlan''a, Yunus Emre''ye de sahip çıkarlar. Onlar sahip çıkıyor diye bütün değerlerimizden vaz mı geçeceğiz?" Son Eurovision şarkı yarışmasında birinci olan Yunanlı şarkıcının kemençe ve horon figürlerine kullanması da aslında Yunanistan''ın bir psikolojik harekatıdır ve Türkiye''de de etkili olmuştur. Öyle ki kemençeyi Yunan çalgısı, horonu Yunan oyunu zannedenlerin oranında artış olmuştur. Bunu kendi gözlemlerimde ben de fark ettim! 17 Aralık 2001 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan bir habere göre, Trabzon''un Sürmene ilçesinde, 40 yıldan beri kemençe imalatı yapan Hasan Sancak, bir Fransız televizyonuna belgesel konusu oldu. Sancak, görüştüğü çok sayıda Yunan dostunun olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu: "Trabzon''a gelen pek çok Yunan bana uğrar. Onlarla zaman zaman Türk-Yunan meselelerini konuşuruz." Kemençe imalatına Yunanistan''da devam etmesi için teklif aldığını söyleyen Sancak, "Kemençe Orta Asya Türk kültürünün bir ürünüdür. Kemençe imalatını Yunanistan''da sürdürmem doğru olmazdı. Bu nedenle bu teklifi reddettim" dedi. Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi,Yunanistan, kemençeyi kendisine mal etmek için Türk kemençe imalatçıları ve ustaları üzerinde de bir operasyon yürütmektedir. Zaten birçok kemençe ustasını Yunanistan''a davet ettikleri, bunlardan birkaçını "ikna" ettikleri de bilinmektedir. TULUM VE ÇİFTE DÜDÜK KİMİN SAZI Ahmet Çakmak''ın konu ile ilgili bilimsel makalesinden bilgiler vermeye devam edelim: " Orta Asya Türklerinde şaman baksıların kullandığı saza ''kopuz'' da denir. Kopuz bugünkü Türk bağlamasının atasıdır. İçi boş bir teknesi ve uzun bir sapı vardır. Tel yerine kıl kullanılır ve ilk dönemlerde mızrapla değil ''yay''la çalınırdı. Kopuzun Anadolu da aldığı bir şekilde bugün Türk halk müziğinin temel sazlarından biri olan ''kabak kemanesi''dir (kemençe de denir) . Teknesi içi boş bir kabaktır ve iki karış sapı, burguları vardır. Tellidir ve yayla çalınır. Kemençe de temel yapısı itibariyle bir ''kemane''dir. Sapı kısadır, teknesi uzun ve ağaçtır, tellidir ve yayla çalınır.Bağlama ,kabak kemanesi ile çalınan ezgiler makam denilen ses dizgileri itibariyle, aynı seslerden oluşur. Karadeniz ezgilerinin de bütün bölgelerde olduğu gibi ''yerel'' özellikleri vardır. Kısacası hem bağlamanın hem de kabak kemanesinin atası kopuzdur. Rosanyi''nin Dünya Tarihinde Türklük adlı eserinde verdiği bilgiye göre kemençe, Kuman Türklerinde erkek ismi olarak da kullanılmıştır. Kumanların Lazları da içine alan bölgenin etnik oluşumunda etkin bir unsur oldukları da bilinen bir gerçektir.Önemli birer Türk sazı olan ve yine Pontus''a mal edilen ''tulum'' ve ''çifte düdükle'' ilgili araştırmalar bu sazların bölgenin etnik oluşumunda etkin olan Avar Türklerinin enstrümanları olduğunu göstermektedir. L.Rosanyi, ''Macar Arkeolojisinde Hunlar, Avarlar, Macarlar'' adlı eserinde ''Arkeologia Hungaria'' eserinin yazarı Barth''ın görüşlerine yer vererek çifte düdüğün mazisini anlatır. ''Bu alet müzik folklorunun güzel bir tabakası gibi Ural-Altaylıların, yahut Pretürklerin en eski müşterek medeniyet mahsullerinden biridir.'' Rosanyi devam eder: ''Anadolu''nun bilhassa Trabzon ile Artvin vilayetleri çevresinde halen yaşayan ve halk arasında Tulum ismiyle anılan bu çalgı bile, çok eski bir Türk icadıdır. Ve bu Türk çalgısının icat tarihi milattan önceki yüzyıllara dahi uzanır. Buna en yakın canlı misal ise, Anadolu''daki tulum çalgılarında görülen çift-düdük şeklinin aynısına, 1933 yılında Macaristan''in Szolnok vilayetinde Avar Türklerine ait olduğu tespit edilen bir mezarda rastlanmasıdır.'' M. Ragıp Kösemihal, Avar gaydası, yani tulum ile ilgili olarak şu izahatta bulunmuştur: Dolmabahçe Sarayı Müzesinin Avarlar bölmesinde asılı ve Macaristan kazılarında bulunan bir takım izlere göre restore edilerek çizilmiş Avar gayda ve düdüklerinin resimlerini gidip görmek herkes için mümkündür Avarların bir kolunun Trabzon taraflarına indiğini bildiğimiz için bu buluşların değeri büsbütün artıyor, çünkü çalgıların tarihi, o göçlere kadar çıkıyor..'' Çift-düdük halen yine Türkistan''da yaşamaktadır. Esasında tulum kelimesi Türkçe''dir ve bütün Türk lehçelerinde bu kelime mevcut olup, ''içi çıkarılmış davar derisi'' demektir. Anadolu''da tulum ve tuluk peynirlerinin varlığından haberdarız. Bu hususlardan da anlaşılacağı gibi Yunanca''da görülen ve ''şişkinlik'' manasına gelen Tilimos-tulum (os) kelimesi dahi doğrudan doğruya Türkçe''den Yunanca''ya geçmiş bir kelimedir. Bu itibarla, Türk icadı olan tulum çalgısı, Türkler vasıtasıyla Avrupa''ya kadar getirilmiş ve İskoçya''ya kadar uzanmıştır. Bir diğer unsur ise bölgenin geleneksel kıyafetidir. Karadeniz bölgesi erkek kıyafeti, Türk icadı olan ''pantolon'' ile başlar ve bellerindeki Sarkaçlı Avar kemeriyle devam eder. Bu kemer örnekleri Macaristan''da da bulunmuştur. Karadeniz Türkçesi, Azeri Türkçesiyle çok büyük benzerlik gösterir. Hıristiyan olan Türkler ise her zaman dini öğrendikleri dili benimsemişlerdir Ortodoks olan Bulgarların Slavca konuşması gibi hatta Anadolu''da dini terimler Farsça''dır abdest (ab-i dest) gibi... Anadolu Türklerinin Farsça''yı tamamen benimsememesi ise bölgeye olan sürekli Türk akınlarından olmuştur. Karadeniz Bölgesinde Rumca konuşan ve hatta Pontus isyanında rol alan Hıristiyanların soyadları buna ilginç birer örnektir; Pehlivanoğulları, Öküzoğullar, Hırçınoğulları, Şahinoğlu, Arslanoğlu, Kırbaşoğulları, Dumanoğulları, Karayamalı vb. Ayrıca Türk adları taşıyorlardı; Şahin, Melik, Çakır, Duman vb. gibi... Hıristiyanların adının Rumca olması da ırken Rum oldukları anlamına gelmiyordu. Tıpkı Papa Eftim ailesinin, Hıristiyan Ortodoks ve isimlerinin Rumca olmasına rağmen kendilerinin Türk olması gibi. Pontus bölgesi Kafkaslardan Kastamonu''ya kadar uzanan çok geniş bir coğrafi bölgedir. Ve bu bölgenin insanlarının yaşadığı kültür, konuştuğu dil, genetik özellikleri tamamen Turanlı ve dolayısıyla Türk''tür. Fakat oynanmak istenen oyun her zamanki gibi güçsüz, zayıf, sözü geçmeyen, kendine güveni olmayan bir Türkiye meydana getirmektir. Bunu ise ancak yiğit Türk Milletini parçalara bölerek başarabileceklerini tarihten ders alarak çıkarmışlardır. Ve bu amaçları uğruna Yunanlılar 176 dernek, vakıf, cemiyet, örgüt... kurmuşlardır. Belki de siz bu yazıyı okurken bir yenisi daha kuruluyordur."
26.07.2005 Okuma : 126
Karadeniz`i Rumlaştırma Harekâtının İç Yüzü - Arslan BULUT araştırdı yazdı - 7 -
Misyonerlik de Çernobil gibi!Trabzon Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu'nun makam odasında Volkan Konak ile karşılaştık. Volkan Konak, artık beste yapmıyor, Çernobil felaketinin etkilerini araştırıyor. Onunla konuşurken misyonerlik faaliyetlerinin de manevi kansere sebep olduğunu düşündüm... Zira hastalıklı hücreler hızla yayılıyor. Trabzon Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu'nu, hem kayınbabası Dr. Celalettin Algan'ın vefatı sebebiyle başsağlığı dilemek hem de misyoner çalışmaları hakkında bilgi almak üzere ziyaret ettim. Merhum Dr. Celalettin Algan akrabamız olduğu için, onun kızı ile evli olan Volkan Canalioğlu da damadımız oluyor. Ancak kendisiyle daha önce hiç görüşmemiştik. Volkan Bey'i, Trabzon Spor Yazarları Derneği Başkanı İhsan Öksüz ve işadamı Murat Dayıoğlu ile birlikte ziyaret ettik. Biz gittiğimizde Maçkalı sanatçı Volkan Konak ve Araklılı avukat Sibel Suiçmez de ordaydı. Volkan Konak, televizyonlarda canlı yayınlarda söz verdiği gibi, Karadeniz bölgesinde il il, ilçe ilçe, köy köy, kanserden ölenlerin araştırmasını yapmak ve bu ölümlerin Çernobil'le ilgisi olup olmadığını ortaya çıkarmak için çalışmalara başlamış durumda. Özellikle Trabzon'da herkesin taşın altın elini koyması için kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Volkan Konak, nüfus idarelerinden, Çernobil'den itibaren ölenlerin ölüm sebeplerini istiyor. Bir nüfus idaresinde, bir vatandaşın ölüm sebebi olarak "Eçel" gösterilmiş. Volkan Konak, "Eçelin ölüm sebebi olduğunu da öğrenmiş olduk" diyor. Konak, "DİE, bu araştırmayı yaptırdı ama açıklamıyor, diye düşünüyorum. Kanserden ölen yedi kişiyi ben gömdüm. Bunların ikisi, kendi yaşam tarzları sebebiyle kanser olmuşsa bile diğer beş kişiye ne oldu? Çernobil patlamasının Japonya'ya atılan atom bombasının bin misli daha fazla güce sahip olduğu açıklanmıştı. Bir ara, KTÜ'den bir bilim adamı, fizikçi Doç. Dr. Belgin Özlü Hanım, kanserden ölenlerin bulunduğu evlere bazı kutular koymuş ve gelip almıştı. Bu evlerde ne ölçümü yapıldı? Ben bir vatandaş olarak ve Bilgi Edinme Yasası gereği, devletin bu konudaki bütün bilgileri açıklamasını istiyorum. Biz bilimsel bir çalışmayı organize ediyoruz. ODTÜ, İstanbul Tabipler Odası işin içinde. Aslında bu çalışmayı KTÜ'nün yapması gerekir. Trabzon'un anahtarı Volkan Canalioğlu'nun elindedir. Geçecek önümüze bu işi çözeceğiz" dedi. Volkan Konak'ı dinlerken misyonerlik faaliyetlerinin de manevi kansere sebep olduğunu düşündüm... Zira hastalıklı hücreler hızla yayılıyor. Bu arada toplantıya katılan bir bilim adamı, Maçka Lisesi'nde yapılan sağlık kontrolünde, kız öğrencilerin yüzde 85'inde, erkek öğrencilerin yüzde 75'inde guatra rastlandığını, bunun sebebinin tam olarak hala açıklanmadığını belirtti. Volkan Konak, "Artık başta kanser olmak üzere Karadeniz insanının canına mal olan sebep nedir, Çernobil midir, Tuna'dan akan zehirler midir, yoksa zehirli variller midir, bunların açıkça ortaya çıkarılması; biz abartıyorsak bunun da anlaşılması gerekir. Bunun için bilimsel çalışma şart. Ben işimi gücümü bıraktım, bu işle uğraşıyorum. Çünkü bir müzisyen olarak tam beş aydır gitar çalamıyorum.." diye konuştu. Volkan Canalioğlu'nun bu çabaya destek vereceğini hissettik. Canalioğlu'na misyoner çalışmalarını sorduğumda ise bu konudaki tepkilerin, turizmi baltalayacağından endişe ettiğini anladım. Trabzon'da işsizlik birinci sorun ve herkes Belediye Başkanı'ndan iş istiyor! Bu arada hukuka aykırı talepler de geliyor. Bir eski tanıdığı mesaj geçmiş, "Paşkanum, dorbillan ortaokul tiplomasi alabilur miyum?" diye sormuş. Başkan cevap geçmiş: "Dorbillan alamazsın ama torpille alabilirsin!" Turizm endişesi ağır basıyorMaçka Belediye Başkanı Ertuğrul Genç'i ziyaret ettim ve misyoner çalışmaları hakkında bilgi istedim. Onda da turizm endişesinin ağır bastığını fark ettim. Öyle ki, daha önceki Maçka Belediye Başkanı Ömer Yıldız ve İstanbul Bahçelievler'in eski Belediye Başkanı Saffet Bulut'un uzun yıllar süren bir aradan sonra yeniden başlattıkları Soğuksu yayla şenliklerine şimdiki Belediye Başkanı Ertuğrul Genç'in tam destek verdiğini, yine Uluslararası Maçka Kültür Sanat Festivali düzenleyerek turizme ivme kazandırmaya çalıştığını gördüm. Ertuğrul Genç, Maçka CHP ilçe teşkilatının az sonra başlayacak kongresine davet etti. Salonda olgun insanlardan oluşan bir topluluk vardı. Konuşmalardan, hepsinin "ulusal bilinç" sahibi olduğu belli oluyordu. Misafir olarak kongrede bulunan Maçka MHP İlçe Başkanı Sedat Reis'e, Taka gazetesi Medya Grup Başkanı Salih Çamoğlu'na ve bana özel ilgi gösterdiler. Fotoğrafta Başkan Genç, Soğuksu Şenliği'nde...Soğuksu Yayla şenliklerinde bayram heyecanıHaydi kızlar horona..Geleneksel Soğuksu Şenlikleri, bizim Ocaklı köyünün yaylalarından Lişer'de yapılıyor. Çocukken, büyüklerimizden eski şenliklerin hikayesini dinlerdim. Soğuksu'dan içen "Bütün hastalıklarım burada kalsın" diye dua eder. Suyun yanındaki ağaca da çaput bağlar ve dilekte bulunur. Bilindiği gibi yaylacılık bir Türkmen geleneğidir. Doğu Karadeniz'de yerleşik bütün Türk boyları, bu geleneği sürdürmektedir. Hayvancılık çok zayıflamış olsa da hala devam ediyor. Haziran ortalarında sığırlar süslenir, "burunca"ları takılır ve büyük bir heyecan içinde yaylaya göç başlar. Soğuksu Şenlikleri'nde her yıl mutlaka bir kız kaçırma olayı yaşanır. Bu defa kız kaçmadı galiba ki ben duymadım. Fakat, yediden yetmişe bütün Maçkalıların ve misafirlerin Soğuksu heyecanını gözlerinden okumanız mümkündü. Burada, gençler birbirini tanıyor, analar oğullarına kız beğeniyor. Anaların genç kızları süzüşünü bir görseniz... Delikanlılar kendilerine pek özenmiyor ama genç kızlar, en güzel elbiselerini giyerek geliyor Soğuksu'ya ve mutlaka horon halkasına giriyorlar. Bizim ailenin büyüklerinden 77 yaşındaki Osman Bulut da horon halkasındaydı. Belki de bu dağlarda yaşayanların en büyük bayramı Soğuksu... Sabahın erken saatinden itibaren, davul zurna eşliğinde horon halkaları kuruldu. Osman Hoca'dan Kör Yusuf'a, Kara Haydar'dan Saffet Genç'e kadar yerel sanatçılar, halkı kemençe ve bağlama eşliğinde coşturdu. Gazeteci Kenan Aydoğdu'ya bölge sorunlarına gösterdiği ilgiden dolayı plaket verildi. 2000 metre yükseklikte tansiyonu yükselenler de oldu ama doktorlar görev başındaydı. Soğuksu'dan dönüp eve girdiğimizde aynaya baktık, yüzümüz sis arasından bile etkili olan güneş ışınlarından kıpkırmızı olmuştu. Sonra Maya Çimeni'ne indik, Kenan Bulut'tan kemençe, Selim Bulut'tan türküler dinledik ve akşam üstü, bizim ailenin; kurt dedemin ve büyük babamın geleneği olduğu üzere, yaylanın en yüksek tepesindeki taşlara çıkıp, karşı dağdaki Büyükoba'nın üstünden günbatımını seyrettik. Tabanca dükkanıTrabzon Valiliği'nden yeni çıkmıştım. Biraz yürüdüm, az ileride bir dükkanın vitrininde cep telefonu gibi sergilenen tabancalar gördüm. Ömer Hacıoğlu'nun Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Trabzon Silah Sanayii, Trabzon'da bir satış temsilciliği açmış. Temsilci Salih Zeki Durmuş, İstanbul ve Ankara'da da mağazalarının bulunduğunu, Trabzon'da sadece polislere, subay ve astsubaylara satış yaptıklarını belirtti. Ruhsatlı silah alan sivillere, silahları Ankara'dan veriliyormuş. Zigana T ve Zigana M16 tabancaları, başka markalarla birlikte Genelkurmay Başkanlığı'nın ihalesini kazanmış. Subay ve astsubaylara, beylik tabanca olarak Zigana tabancaları da veriliyor. Zigana T'nin fiyatı, 1595 YTL.
25.07.2005 Okuma : 771 Arslan BULUT araştırdı yazdıKaradeniz''''i Rumlaştırma harekâtının içyüzü -6-
Papazlar, Trabzon''da Truva atı inşa ediyor!. * Yunanlı turistler ve papazların, Doğu Karadeniz''de Truva atları oluşturmaya çalıştıkları, ancak henüz atın parmak ve tırnaklarını inşa edebildikleri ifade ediliyor.. * Tonya''da bir köyde 17 kişilik toplantı yapan papazların ağırlığı bu ilçeye verdiği anlaşılıyor. Toplantıya katılanlar, resmi makamlar tarafından isim isim biliniyor. Maçka''dakibazı köylerde de benzer bir faaliyet var.. * İtalyan Katolik Santa Maria kilisesi, üç dört sene öncesine kadar misafirhane, hatta otel olarak kullanılıyordu. Türkiye''yi tanıtıcı turizm kitaplarında bile bu kilise, Trabzon''daki oteller tanıtılırken üçüncü sırada gösteriliyordu! Şimdi kilisede yoğun bir inşaat faaliyeti var.. * Profesyonel bir grubun el konulan çekimlerinden, sözde turistlerin bir çeşit arşiv çalışması yaptıkları ve bunları Pontus yaygarası çerçevesinde "toprak talebi" için kullanacakları anlaşılıyor. Çünkü bu çekimler sırasında, ellerinde eski Osmanlı tapuları bulunduruyor, bu tapuları kameralara göstererek, evin veya kilisenin şimdiki halini de birlikte tespit ediyorlar.. Trabzon''daki misyoner faaliyetleri ile ilgili olarak özel kaynaklarımdan edindiğim bilgiler şöyle: Tonya Belediyesi''ni ziyaret eden papaz grubundan üç ay kadar önce gelen başka bir papaz grubu, sivil kıyafetlerle ismi bizde bulunan bir köye gitti. Burada bir evde toplam 17 kişinin katıldığı bir toplantı yapıldı! Toplantıya katılanlar, resmi makamlar tarafından isim isim biliniyor! Bu ve benzeri faaliyetlerden, papazların, ağırlığı Tonya''ya verdikleri anlaşılıyor. Münferit veya gruplar halinde gelen turistlerin bavullarının çokluğu ve ağırlığı dikkat çekiyor. Mesela 4 kişilik bir grubun, 9-10 büyük bavulu oluyor ve bu bavullar yerden kalkmayacak kadar ağır. İçinde kitap var! Yani İncil! Gittikleri her yerde dağıtıyorlar. Amerikalı, İngiliz, Yeni Zelandalı, Avustralyalı, Filipinli turistlerin durumu bu. Ortodoks Yunanlılar ise genel olarak Maçka''nın Sümela, Vazelon ve Kuştul manastırlarını ziyaret ediyor. Grup olarak gelen turistlerin seyahat acentalarında listeleri oluyor. Gezileri sırasında TÜRSAB kokartlı rehberler bulunması bir zorunluluk. Ancak Trabzon''da yeterli rehber yok! Var olan 4 rehber de kendi şirketlerini kurunca, ehliyetsiz kişiler rehberlik yapmaya başlamış. Bu arada rehberlerden birinin Hıristiyan olduğu biliniyor.. Santa Maria Kilisesi otel kabul ediliyor!. Misyoner turistlerin bir kısmı şehir merkezinde faaliyet gösteriyor ve fırsat bulunca İncil hediye etmeye çalışıyor. Bu arada şehir merkezinde faaliyette bulunan İtalyan Katolik Santa Maria kilisesi, üç dört sene öncesine kadar misafirhane, hatta otel olarak kullanılıyordu. Türkiye''yi tanıtıcı turizm kitaplarında bile bu kilise, Trabzon''daki oteller tanıtılırken üçüncü sırada gösteriliyordu! Şimdi kilisede yoğun bir inşaat faaliyeti var. İnşaattan dolayı misafir kabul edemiyorlar.. Define umutları. Arsin Yanbolu''ya, Santa harabelerine giden gruplar da var. Define amaçlı imiş gibi gelenler ve bu bahaneyle arkadaş bulup köylere gidenler var. Köylere kadar giden münferit gruplar, ya geleneksel misafirperverlikten, ya da "define için geldilerse paylaşırız" diye düşünülmesi yüzünden, halk tarafından pek sorgulanmıyor. Halk arasında eski binalardan, hatta mezarlıklardan define çıkarıldığı söylentileri var ama bunları doğrulayacak hiçbir bilgi yok. Lozan Antlaşması gereği, oradaki Müslümanlarla mübadele edilerek, yani değiştirilerek Yunanistan''a gönderilen Hıristiyanlardan hayatta olan bazıları, yıllar önce Trabzon''a gelip eski evlerini görmek istiyordu. Bunlardan biri, misafir edildiği köyde, "Biz o zaman çok fakirdik, hatta savaş şartlarından dolayı açlık çekiyorduk. Dolayısıyla buradan giderken altınları gömmemiz söz konusu değildir. Çünkü altınımız yoktu. Ama bakır eşya bırakmış olanlar vardır" demiş. Bu diyaloğu birinci ağızdan dinledim.. Bir başka olayda ise dedesine ait eski Hıristiyan evlerinden birinin önünde ağlayan Yunanlı turiste, evin şimdiki sahibi, "Ula ne ağlayisun. Definenun yerini söylersan yarisi senundur" demiş. Bizimkinin çocukları, babalarına adamın niye ağladığını güçlükle izah etmiş!. Diyalog yöntemleri. Aynı kişi, geçtiğimiz günlerde böyle bir grup ile Maçka''nın bir köy kahvesinde karşılaştı. Turistlerin birinin elinde eski bir fotoğraf bulunuyordu. Fotoğraf, köyün ünlü ailelerden birine mensup üç Türk ile, Yunanistan''a gönderilen üç Hıristiyan''ı bir arada gösteriyordu. Türk köylü, aralarında yaşlı bir kadın da bulunan ve biri Türkçe bilen Yunanlılara, fotoğraftaki Türklerin ölmüş olduğunu söyledi. Daha sonra, grup üyeleri "eski Rum evlerini" merak ettiklerini belirtti ve küçük kameralarla çekim yapıp gittiler! Turistlerin çoğu, daha önce gelenlerin yaptığı çekimleri seyrederek, gezecekleri köyler hakkında bilgi edinerek geliyor ve "Şurada eski bir değirmen olacaktı, şu tepede bir kilise vardı" gibi sözlerle halkı etkilemeye çalışıyor!. El konulan çekimlerde ne vardı?. Yunanlı turistlerin bölgede Truva atları oluşturmaya çalıştıkları, ancak henüz atın parmak ve tırnaklarını inşa edebildikleri ifade ediliyor. 2 yıl önce Yunanistan''daki Pontus derneklerinin organizasyonu ile gelen bir grup, izinsiz olarak orman köylerinde profesyonel çekimler yaptı. Tonya, Çaykara ve Gümüşhane''deki tarihi mekanlarda, yöre halkı ile röportajlar yaptılar veya hazırlanan program gereği kendileri konuştular. İncil ve cd dağıttılar. Bu ekip hakkında güvenlik yetkililerine ihbar yapılınca, kasetlere el konuldu. Kasetlerin izlenmesinden sonra anlaşıldı ki, bölge halkından da birçok kişi, Yunanlılara bilinçsiz konuşmalar yapmış! Sonuçta bu ekibe Türkiye''ye giriş yasağı konuldu. Bir yıl sonra aynı ekibin başındaki kişinin kardeşi ve arkadaşları Trabzon''a gelerek Papaz kıyafetleri ile Uzunsokak''ta volta attı! Profesyonel çekimlere bir defa el konulunca daha sonra gelen ekipler küçük kameralar getirmeye başladı. İzlenen çekimlerden, sözde turistlerin bir çeşit arşiv çalışması yaptıkları ve bunları Pontus yaygarası çerçevesinde "toprak talebi" için kullanacakları anlaşılıyor. Çünkü bu çekimler sırasında, ellerinde eski Osmanlı tapuları bulunduruyor, bu tapuları kameralara göstererek, evin veya kilisenin şimdiki halini de birlikte tespit ediyorlar. Çalışmalar sırasında, bazı vatandaşların pervasız konuştuğu, "Buralar zaten sizun idi" gibi sözler sarf ettiği, el konulan çekimlerden anlaşılıyor!. Sözde rehberler. Tonya''da E.B adlı kişi, yetkisi olmadığı halde bu tür gruplara sözde rehberlik yapıyor. Sık sık Yunanistan''a da giden E.B. bu yolla ekonomik durumunu iyice toparlamış.. Maçka''da da aynı şekilde Yunanistan''a gidip gelen Y.T. adlı kişi, yetkisi olmadığı halde Yunanlı gruplara rehberlik ediyor, yapılan toplantılarda birkaç arkadaşı ile beraber istavroz çıkardığı da çekimlerde gözlenen olaylardan biri! Vaftiz edildiği de söylenen bu şahıs, yetkisiz rehberlik yaptığı için jandarma tarafından kısa bir süre gözaltında tutuldu. "Arkadaşlarım geldi, gezdiriyorum" deyince serbest bırakıldı.. Çocuk başına10 bin dolar. Bütün Doğu Karadeniz''de istihbarat faaliyetinde bulunan Yunanistan''ın gönderdiği ajanlarının, bölge insanlarından, 10 bin dolar karşılığında çocuklarını talep ettiği, "Okutup size geri göndereceğiz" dediği, resmi görevlilerin halk arasında yaptığı araştırma sonucunda edinilen bir bilgi! Yine Santa Maria Kilisesi''nin Pazar ayinlerine katılan bazı kişilere maddi destek sağladığı ve her ay 100 dolar verdiği halk arasında konuşuluyor. Santa Maria kilisesinin geçtiğimiz aylarda çok yakışıklı ve genç bir papazı gençler arasında çalışmakla görevlendirdiği, bu papazın çok sayıda genç kıza Hıristiyanlık telkin ettiği biliniyor. Misyoner papazların üniversite ve lisede okuyan başarılı öğrencilere çengel attığı ve gençler arasında Hıristiyanlığı kabul edenlerin sayısının tahminlerin çok üzerinde olduğu belirtiliyor.. İsrailli turistler, Doğu Karadeniz yaylalarında!. Trabzon ve Doğu Karadeniz''deki İsrailli turistlerin durumu, tek kelime ile acaip! Türk Hava Yolları, Başbakan Tayyip Erdoğan''ın İsrail gezisinden sonra Trabzon-Telaviv arasında uçak seferleri başlattı. Birinci grupta 110 kişi, ikinci grupta 90 kişi, üçüncü grupta ise 60 kişi geldi. İsrailli turistler, önce Zigana Tatil köyünde veya Maçka''daki Sümela Oteli''nde toplu olarak kalıyor ve Trabzon''daki turizm şirketleri ile bağlantılı olarak rehber de alıyordu. Türk Hava Yolları zarara uğrayınca Telaviv-Trabzon seferlerini iptal etti. İsrailliler 20-25 kişilik gruplar halinde yine Trabzon''a gelmeye devam ediyor. Bu turistlerin hangi yollarla Trabzon''a geldiklerini araştırdığımda ise Trabzon Havaalanı''na haftada iki defa İsrail uçaklarının indiğine dair bilgi aldım. İsrailli turistler, arazi araçları kiralıyor ve yaylalara çıkıyor. Başlangıçta rehber alanlar varken, İsrail''den gelen turist rehberleri artık her yeri öğrendiği için şimdi rehber de almıyorlar. Yaylaları gezdikten sonra, Gümüşhane üzerinden Van''a geçenler de var. İsrailli rehberler, böylece Türkiye''de izinsiz çalışmış oluyor. Trabzon yaylalarını, Zigana''yı, Ayder Yaylasını gezdikten sonra Artvin Yusufeli''ne geçiyorlar. İsrailli turistlerin yüksek orman köylerinde ve yaylalardabitki ve taş örnekleri de topladığı bildiriliyor. Tabii sadece bitki ve taşlarla ilgilenmedikleri belli. Bu arada kaldıkları otellerde her akşam, bir durum değerlendirmesi toplantısı yapıyorlar ve bu toplantılara garsonları dahi sokmuyorlar!. Karadenizli gençlereAriel Şaron çengeli!. Trabzon, 2003 yılında, bir "Yahudi planı" ile çalkalanıyordu. Karadeniz gazetesi, konuyla ilgili manşet haberinde şöyle diyordu "Karadenizli gençler üzerinde büyük oyunlar oynanıyor. Bu oyunları oynayan da; son zamanlarda savaşlar ve evlenmelerin azalması sebebiyle nüfusu büyük ölçüde azalan İsrail... İsrail Başbakan''ı Ariel Şaron''un, geçtiğimiz günlerde İsrail''de din adamlarıyla yaptığı toplantıda, ''Yahudi sayılmak için Yahudi bir anadan doğmak'' şartını yumuşatmaya başlamasıyla korkunç planın ilk aşaması devreye konulmaya başlandı.Şaron planında, İsrail''de soyun kadınlarla devam ettiği, aileye bağlı, gelenek, görenek, örf ve adetlere dayalı bir soy ile İsrail''in şu anki nüfus kaosundan kurtulabileceği ve bunun da en iyi örneğinin Türkiye olduğu savunuldu. İngiliz The Guardian Gazetesi Şaron''un planıyla ilk etapta İsrail''e alınan işçi sayısının 40 bine yükseldiğini bunun başını da işsiz Karadenizli gençlerin çektiğini ifade ediyordu.. Artan Arap nüfusuna karşı İsrail nüfusunun sürekli olarak azalmasının büyük handikap olduğu ifade edilirken, İsrail''de sol kanatta yer alan Merete Partisi ve İçişleri Bakanı Eli Yişari''nin lideri olan Şas Partisi''nin de bu plana ''olur'' verdiği bildirildi.. Öte yandan Trabzon Esnaf Odaları Birliği Başkanı Halil İbrahim Kalfaoğlu, konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada, bu duyumların doğruluğuna dikkat çekerek, ''Bu duyumlar bizim kulağımıza geldi. Bunlar doğrudur. Çünkü aynı şeyi ABD, Green Card adı altında yaptı. Bugün İsrail''in aradığı gençlik, dürüst, aileye, anaya ve babaya bağlı bir gençlik tipidir. Karadeniz gençliği buna en iyi bir örnektir. Çünkü Karadeniz insanı bu özellikleriyle bütün dünyada bilinmektedir. Bırakınız anayı babayı, Karadeniz insanı komşusuna ve akrabasına da bakıyor. İşte İsrail böyle bir gençlik arıyor. Biz sürekli olarak gençlerimize iş verilsin, esnaf olsun, dükkanlar açık olsun, iş yerleri kapanmasın diyoruz. Karadenizli gençler damızlık gibi kullanılamaz. Buna müsaade etmememiz gerekir'' dedi. Şaron planının ''uyum jenerasyonu'' başlıklı bölümünde, ilk göçmen neslinin İsrail''deki Yahudiler''le intibak konusunda güçlük çekmiş olmasına rağmen takip eden nesillerin hevesli birer siyonist olmaları üzerinde durularak Almanya''da bulunan ikinci nesil Türklere dikkat çekildi.". İSRAİL BÜYÜKELÇİSİNİN GEZİSİDiğer taraftan İsrail''in Ankara Büyükelçisi Pinchas Avivi, ailesiyle birlikte Doğu Karadeniz gezisine çıktı. Büyükelçi Avivi, 17 Temmuz 2005 günü Anadolu Ajansı muhabirine yaptığı açıklamada, ''''Rize gezisi programımızda yoktu. Kaçkar Dağları''nı ve çay bahçelerini merak ettiğimiz için bir günlüğüne Rize''ye geldim ve burayı çok beğendim'''' dedi.. Daha önce de Amerikan ve Alman Büyükelçileri, aileleri ile birlikte Doğu Karadeniz gezisi yapmıştı…Bu arada, Trabzon''un Maçka İlçesi''ndeki Lişer şenliğine yaklaşık 40-50 jiple katılan Sabancı holdinge bağlı ekipte, yabancılar da dikkat çekti
Arslan BULUT araştırdı yazdıKaradeniz''i Rumlaştırma harekâtının içyüzü -5-
Trabzon''un direnci kırılmak isteniyor. Karadeniz Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Temel Korkmaz, Trabzon üzerindeki olayları, şöyle değerlendiriyor:. "Ayasofya Camii''ni ve Sümela''yı ibadete açmak istiyorlar! Bunlara ''düşünce bayiliği'' yapan ''alçak bukalemunlar'' da yok değil. Ayasofya müzedir, Sümela ise bir gezi ve ören yeri. Şehrimize gelip de ibadet yapmak isteyen, halen faaliyette bulunan kilisede ibadet yapabilir. Yurdumuzun her köşesini kiliselerle donatacak değiliz. İnanç turizmi adı altında bu tür faaliyetleri meşrulaştırmak isteyenlere Trabzon halkı izin vermez. Bunu bildikleri için, TAYAD eyleminden sonra medya vasıtasıyla Trabzon halkını psikolojik olarak linç etmek istediler ama başaramadılar" diyor. Korkmaz''ın belirtitği gibi aslında bu tür faaliyetlerle yapılmak istenen şey, milli direnç gücü çok yüksek olan Trabzon''u yumuşatmak. Tabii, özellikle TAYAD eylemi sırasında, medyanın Trabzonluları linç girişimi ile suçlamasının da bu direnci kırmaya dönük olduğu belirtiliyor. Trabzonlulara karşı bir linç! . aradeniz Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Temel Korkmaz şöyle diyor:. "Aslında bu, Trabzonlulara karşı yapılan bir linçtir. Olayı çıkaran polise ''faşist'' diye hakaret eden militanlara ilk tepkiyi gösteren bir simitçidir. Müdahale üzerine, militanlardan biri göğsünü açıp sarı kırmızılı TAYAD tişörtünü gösterince uzaktan birisi ''PKK bayrağı açıyorlar'' diye bağırdı. Bunun üzerine yaygara koparıp slogan atan militanlara, sözlü olarak müdahale edenler çoğalınca, bir dükkana sığındılar. Bu sırada sadece bir kişiye yumruk atılmış. Olay yerine gelen muhabirler de televizyonlarına haber atlatmak amacı ile ilk duyum olarak ''Uzun Sokak''ta PKK bayrağı açtılar'' diye haber verince, herkes oraya yığıldı. Uzun Sokak Trabzon''un en kalabalık yeridir. Sokağın sadece bir kilometrelik bir bölümünde dükkanlarda bulunan esnaf ve müşterilerin aniden dışarı çıkması ile zaten 5 bin kişi toplanır. Polis gelene kadar militanlara kimse müdahale etmedi. Daha sonra kalabalığı yatıştırmak için ben de megafonla konuştum ve kimsenin burnu kanamadı. Bu durumda bile Trabzonluların linç girişimi ile suçlanması Trabzonlulara yapılan bir linçtir!". Trabzonlu erin kaçırılması. Meydan Parkı''ndaki ikinci olaydan sonra valilik, burada basın açıklaması yapmayı yasakladı ama, söz konusu dernekler, yasağı birkaç defa deldiler. Polis bu eylemlere müdahale etmedi! Böylece Trabzon''da devlet otoritesi ile aşık atılabileceği gösterilmiş oldu!. Demek ki Anadolu''da devlet yetkilileri artık "Avrupa Birliği ne der?" diye, kanun hakimiyetini sağlamaktan bile çekiniyor!. Diğer taraftan, PKK''nın özellikle Trabzonlu Coşkun Kırandi adlı bir eri kaçırması üzerinde de duruluyor ve bunun tesadüf olmadığı değerlendiriliyor.. Bu ne sürat: Ayasofya ve Ortahisar''a bir yıl içinde çevre düzenlemesi.... Ayasofya''da devlet rekoru!. Devlet, Trabzon''daki Ayasofya müzezinin etrafını bir yıl içinde kamulaştırdı, arazi sahiplerine kamulaştırma bedeli olarak devlet sertifikası verdi ve çevre düzenlemesini tamamladı!. Trabzon''da da bir Ayasofya müzesi var. Devlet, bir yıl içinde müzenin etrafını kamulaştırdı, arazi sahiplerine kamulaştırma bedeli olarak devlet sertifikası verdi ve çevre düzenlemesini tamamladı!. Bu arada Ayasofya''nın etrafındaki gayrımenkullerin yüksek fiyatlarla hızla el değiştirdiği bildiriliyor. Buradaki binaları satın alan kişilerin amacının ne olduğu bilinmiyor! . Bütün yurtta Selçuklu ve Osmanlı eserleri yitip giderken Ayasofya için bu kadar süratle sonuca gidilmesinin elbette bir sebebi olmalı!. Aynı şekilde kiliseden camiye çevrilmiş olduğu bilinen Ortahisar Camii''nin etrafında da kamulaştırmalar yapıldı, çevre düzenlemesi aynı süratle tamamlandı. Maşallah demek gerekiyor! Eski Trabzon evlerinden birkaçı da restore edildi. Evlerden biri Kanuni Vakfı''nın kullanımına verildi.. Çukurçayır Beldesi Belediye Başkanı''nın da Boztepe''deki eski Ermeni kilisesinin restorasyonunun ve çevre düzenlemesinin yapılarak turizme açılmasını istediği belirtiliyor. Aslında çok kişi, eski kiliselerle ilgili böyle düşünüyor. Çünkü ekonomik ihtiyaçlar öne çıkıyor. Vakıflar Bölge Müdürü Yakup Aktürk''ün son açıklaması ise yüreklere biraz su serpiyor. Aktürk, vakıf mallarından elde ettikleri kira bedellerinin bu yıl 1 trilyona ulaştığını ve 2005 yılı içinde tarihi eserlerin restorasyonu için 2 trilyon civarında harcama yapacaklarını söyledi. Aktürk''ün verdiği bilgiye göre, Ahi Evran, Musa Paşa, Ortahisar Fatih Camii, Emir Mehmet Türbesi, Yenicuma Camii, Gülbahar Hatun Cami ve Türbesi, Taşkıran Beldesi Camii, Borçka Düzköy Camii, Yusufeli Kılıçkaya Beldesi Camii, Gümüşhane Süleymaniye Küçük Camii ve Gümüşhane Çağırgan Baba Türbesi''nin onarım ihaleleri yapıldı ve restorasyon çalışmaları başlatıldı. Bunların dışında hayırsever vatandaşların gerek bireysel olarak katkıları gerekse kurdukları dernekler aracılığı ile yaptıkları yardımlarla 18 eski eserin onarımı da devam ediyor.. Başbakan Tayyip Erdoğan, Tanjant Yolu''nun açılışı sırasında, işadamlarına, yol boyunca harap olmuş eski konakları göstererek, "Satın alın ve restore edin" diye tavsiyede bulunmuştu.. Trabzon''da da yurdun çeşitli bölgelerinde olduğu gibi, tarihi mekanları satın almak için faaliyet gösterenler var. Hatta bir holding temsilcisinin bu işlerle uğraştığı, tarihi evleri satın aldığı biliniyor.. Trabzon Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu, bu konuda "Tanjant Yolu''ndaki tarihi konak ve binaların büyük çoğunluğu özel mülk. Bu binaların restore edilmesi için ya sahiplerine destek verilir ya da devlet tarafından restore ettirilir ya da işadamları tarafından satın alınıp restore ettirilir ve turizme kazandırılır. Bu konuda hükümetle ortak bir çalışma içine girebiliriz" diyor.. Restorasyon denilince kimilerinin aklına nedense hiç Türk evleri gelmiyor. Atatürk köşkünün etrafındaki eski Hıristiyan evlerinin restorasyonu söz konusu ediliyor. Bazı vatandaşlar, "İşadamlarına çağrı yapıp ''Satın al restore et'' demek doğru bir yaklaşım değil. Sen niye ev sahiplerine destek vererek restore ettirmiyorsun?" diye soruyor.. Trabzon Limanı''ndaki özelleştirmenin perde arkası hala tartışılıyor.... Ermenistan''ın gözü Trabzon Limanı''nda!. Trabzon''da Trabzonlu bazı işadamlarına da tepki var! Trabzon''a demiryolunun gelişinin Trabzonlu bazı işadamları tarafından engellenmesi ve limanın köhneliği gibi konular hala sıcaklığını koruyor. Trabzon Limanı özelleştirilmiş ve Tayyip Erdoğan''ın Belediye Başkanlığı döneminden beri ihale verdiği Albayraklara devredilmiş ama, halk bu özelleştirmeye de şüphe ile bakıyor. "Küçük Liman, özelleştirme dışında idi ama onu da limana dahil ederek Albayraklara verdiler" diyorlar. 1991 yılında İzak Alaton, Amerikalı ve Avustralyalı Yahudi işadamları ile ortak bir şirket kurmuş ve Trabzon Limanı''nı almak istemişti. Hedef, Trabzon Limanı''nı Ermenistan''a açmaktı. Dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Ankara''da Ermeni yetkililerle gizli görüşme yapmış, bu görüşmeyi Sabah gazetesi yayınlamıştı. O tarihte biz Tercüman Gazetesi''nde Trabzon Limanı''nın yabancılara verilmesine karşı çıkmış ve "Trabzon''da işadamı yok mu?" demiştik. Trabzon basını ve halkı bu çağrıya destek vermiş ve Alaton''u çok özel "alkışlar" la Trabzon''dan uğurlamıştı! Herhalde, hükümet bu itirazları dikkate alarak, Trabzon Limanı''nı yerli bir işadamına devretti. 2004 yılı başında DYP İstanbul İl Başkanı Ertan Uygun, Yeniçağ''a yaptığı açıklamada, "AKP''nin, Doğu Karadeniz''den Ermenistan''a bir de liman tahsis etme hazırlığı içinde olduğunu biliyoruz. Muhtemelen Trabzon Limanı''nı Ermenilerin de kullanımına açacaklar. İşin en ilgi çekici yanı ise Türk medyası bu konuda sessiz" demişti. Trabzon Limanı''nın Ermenilere açılıp açılmaması, tabii ki Ermenistan''ın soykırım iddiaları ve toprak talebinden vazgeçmesine ve işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesine bağlı ama AB, bu konuyu bile neredeyse Kopenhag kriteri yapacak! Neyse ki Başbakan Tayyip Erdoğan son Bakü ziyaretinde, "Kopenhag kriterleri arasında ''Türkiye''nin Ermenistan''a kapılarını açması gerekir'' diye bir kural yok" dedi de bu konu şimdilik rafa kalktı!
22.07.2005 Okuma : 365
Arslan BULUT araştırdı yazdıKaradeniz'i Rumlaştırma harekâtının içyüzü -4-
Trabzon Valisi''ne mektup yazan Orhan Kılıçoğlu, "Sümela''da ayin"e tepki gösterdi.. İnanç turizmi dediğiniz siyasal Hiristiyanlıktır!". "Gelsinler, Sümela''da ayin yapsınlar. Bundan rahatsız olmayız. Yüzyıllar önce atalarının, cedlerinin, dedelerinin yaşadığı yerleri, ibadet ettikleri mekanları ziyaret edip ayinler tertip etsinler, bu çok doğaldır ve neticede bu bir inanç turizmidir, rahatsızlık duymuyorum" diyen Trabzon Valisi''ne halk arasında tepki büyüyor!. Orhan Kılıçoğlu, valiye yazdığı mektupta, "O papazların cedleri bu topraklarda hiç bulunmadı! İnanç turizmi, Vatikan kaynaklı, dinler arası diyalog badanalı, yeni bir Sevr tezgahıdır. Bu bir siyasal Hıristiyanlıktır! Yunanistan, bölgede bir Hıristiyan azınlık çekirdeği oluşturmaya ve Avrupa''nın müdahalesini talep etmeye çalışıyor" dedi.. Trabzon Valisi Hüseyin Yavuzdemir''in basına "Sümela''yı ibadete açılalım" başlığıyla yansıyan tutumu ile ilgili olarak Orhan Kılıçoğlu, kendisine bir mektup gönderdi. Kılıçoğlu, valiye yazdığı mektubunda özetle şöyle dedi: "Sayın Vali, size bu yazıyı yasal olmamasına rağmen, Yunanlı papazların Maçka''daki Sümela müzesinde ayin yapmalarını hoş karşılayıp desteklemenizden dolayı yazıyorum. Malumunuz olduğu üzere, İçişleri Bakanlığı açıklamasında belirtildiği gibi, ''Sümela, kilise olmayıp müze ya da tarihi ve turistik bir mekandır.'' Mülki amir sıfatıyla, ''Gelsinler, Sümela''da ayin yapsınlar. Bundan rahatsız olmayız. Yüzyıllar önce atalarının, cedlerinin, dedelerinin yaşadığı yerleri, ibadet ettikleri mekanları ziyaret edip ayinler tertip etsinler, bu çok doğaldır ve neticede bu bir inanç turizmidir, rahatsızlık duymuyorum'' şeklinde talihsiz sözler sarfettiniz. Sayın ve kıymetli valim. Siz, papazlardan rahatsızlık duymayabilirsiniz, ancak onların sinsi maksatlarını çok iyi bilen ve dikkatle takip eden bizler endişeliyiz ve rahatsızız. ''İnanç turizmi'' Vatikan patentli, iğrenç bir tuzaktır! Dinler araksı diyalog ihanetinin bir alt birimidir! Ve inanç turizmi denilerek, yurdumuzda ne kadar kilise kalıntısı varsa hepsinin onarımını bize yaptırarak, bu sayede Anadolu''nun bir İncil coğrafyası olduğunu fiilen göstermek ve buradan hareketle birtakım oyunlar tezgahlamak peşindedirler. İnanç turizmi, Vatikan kaynaklı, dinler arası diyalog badanalı, yeni bir Sevr tezgahıdır. Bu bir siyasal Hıristiyanlıktır! Batı''da Hıristiyanlık çökmüş ve insanların yüzde 75''i kiliselere uğramazken, bir çok kilise bu yüzden kapanmış ve işyerine, diskoya çevrilmişken bu papazlar neden kendi ülkelerinde çöken Hıristiyanlığı ayağa kaldırmak için çalışmıyor da Anadolu''ya geliyorlar. Çünkü Anadolu, ollara göre bütün Hıristiyanların ortak vatanıdır, kutsal toprağıdır. İşte siyasal Hıristiyanlık budur. Yabancı ülkelerin gizli servislerinin en çok ilgilendiği iki ilimizden biri Trabzon, diğeri Diyarbakır''dır. Çünkü bu iki ilimizi iki ayrı başkent olarak düşünmektedirler. Sayın Valim, Yunanistan''da bütün Karadeniz''den toprak talebinde bulunan Pontus derneklerinin toplam sayısı 176''dır. Yunanistan ayrıca kendi topraklarında 31 Ermeni derneği yanında Türkiye''de cinayetler işleyen 38 bölücü terör örgütüne yataklık etmekte, mali destek vermektedir. Kıbrıs Rum kesiminde Türkiye aleyhine faaliyet gösteren dernek sayısı ise 70''dir. Son yıllarda,Türkiye''de ''Lozan''ı inkar, Sevr''e davetiye'' anlamına gelen AB savdasından cesaret alarak Pontus meselesini yeniden gündeme taşıyan Yunanistan, ajanları vasıtasıyla sürdürdüğü araştırmalarda bir tek Pontuslu olduğunu kabul eden insan bulamayınca bu defa Karadeniz insanı üzerinde ''Papaz merkezli yeni bir strateji'' uygulamaya başlamıştır. AB''ye uyum yasaları ve dinler arası diyalog ihanetinin neticesinde oluşturulan tek taraflı hoşgörü ortamı işte bu ajan papazlara rahat çalışma imkanı vermektedir. Yunan Dışişleri Bakanlığı da, içine düşürüldüğümüz bu zafiyet ve acziyetten istifade ile, Karadeniz Bölgemizdeki mevcut Pontus ve Hıristiyanlığa ait eski kilise ve tarihi eserlerin bir envanterini istemek cüretinde bulunabilmiştir. Daha acı olanı, bu envanter valiliklerce tanzim edilerek Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından Şubat 2005''te Yunan hükümetine gönderilebilmiştir! Bizim Dışişleri Bakanlığımız ise 500 yıl hükümran olduğumuz Yunanistan topraklarında bulunan cami, mescit, medrese, bedestan, kale, vakıf, çeşme, han, hamam gibi tarihi eserlerin bir envanterini istemeye aklına bile getirmemiştir! Bir tek Rum''un dahi bulunmadığı Karadeniz bölgemize gelerek, yasak olmasına rağmen Sümela''da ayin tertipleyen papazlar, sizin de rahatsızlık duymamanız sonucu, hiçbir İslami bilgiye sahip olmayan, ekonomik sıkıntı içinde başıboş bırakılmış insanlarımıza önce Hıristiyanlık anlatılıyor, sonra bu insanlarımıza Rum kökenli veya Pontuslu oldukları telkin ediliyor ve bir azınlık çekirdeği oluşturulmaya çalışılıyor. Son aşamada, Yunanistan, yaratılan bu sözde azınlığın haklarından bahsederek, Batı''nın Türkiye''ye müdahalesini talep edecektir. Karadeniz Bölgemize, Türkler, ilk defa M.Ö. 3500 yıllarında, yani Malazgirt''ten 4500 yıl önce İskitler, Kimerler, Kumanlar, Kıpçaklar ve ardından Çepni Türkmenleri olarak gelmişler ve burayı yurt tutmuşlardır. Tarihçi Heredot da bu bilgileri vermektedir. 5500 yıldır Türklerin vatanı olan bu bölgenin neredeyse her ferdine ayrı bir kimli uydurularak, Türk insanına Pontus kimliği giydirilmek isteniyor. Ancak Yunanlı dedikleri, asla ve asla Rum değildir. Rum, Romalı demektir ve daha çok dönemin coğrafyasını ve vatandaşlık bağını ifade eder. Yunanlılar ise asla Romalı değildir. Roma''nın hükümranlığı altında yaşayan küçük bir topluluktur. Ancak son yüzyıllarda Rumluk iddiasıyla Roma''nın varisi olmak istiyorlar. Yunan 4.Ordusu''nun Selanik''teki karargahının başlıca vazifesi, Trabzon ve çevresi üzerinde Pontus stratejisini uygulamak ve oradan gelen istihbaratı, yeni stratejiler için değerlendirmektir. Yunanistan, bu meseleyi askeri bir disiplin dahilinde sürdürmektedir. Ya biz ne yapıyoruz? Yunanistan''dan gelen her papaz ve sözde turist, söz konusu karargahın talimatları doğrultusunda bölgemizde faaliyette bulunmaktadır. Geri döndüklerinde de aynı merkeze rapor vermektedirler. Sayın valim, işte sizin Yunan gizli servislerinin ve ordusunun talimatları doğrultusunda hareket eden bu papazların ayinlerinden rahatsızlık duymadığınızı belirterek gazetelere, ''gelsinler, dedelerinin, atalarının, cedlerinin ibadet ettiği yerlerde ibadet etsinler, kırkmayın, taşları alıp götürecek değiller'' diye beyanlarda bulundunuz! Birincisi, geçmişte buralarda ayin yapanlar, bu gelen papazların atası, dedesi, ceddi değildi. İkincisi, Çanakkale''ye ve İzmir''e de taş toprak almaya değil, temelli kalmaya, istila etmeye gelmişlerdi! Sayın Valim, ünlü tarihçi Kazım Mirşan, Karadeniz''deki mağaralarda eski Türk yazıtlarını buluyor. Niçin bunlarla ilgilenmiyorsunuz da bugünkü Yunanlıların, Bizans, İskender, Pontus, hatta eski Yunanlılarla tarih ve kan bağı bulunmadığını bile bile, onları bizim topraklarımızla tarihi açıdan irtibatlandırıyorsunuz? Bugünkü Yunanistan, Doğu Roma değildir, Doğu Roma''nın varisi de değildir, çünkü tarihten silinmişlerdir. Bugün kendisini Yunanlı diye tanıtanlar aslında Sırp, Arnavut, Slav karışımı melez bir ırktır. Dolayısıyla, gelen papazların cedleri Karadeniz topraklarında yaşamamıştır. Yunanlı tarihçilerden Yorgos Kordatos bile, ''Yunanlıların Pontus ile hiçbir alakası yoktur. Yunanlıların Pontus ile alakaları, Atinalı tüccarların gemileriyle gelip Trabzon bölgesinden çaldıkları inekleri Atina ve Mısır''a götürüp satmalarından ibarettir'' demektedir. Bugün, kuşatılmış ve tarihten silinmek istenen Türkiye Cumhuriyeti''nin sorumlu mevkilerinde bulunanlar her zamankinden daha dikkatli olmalı ve muhtevasını kavrayamadıkları kelimeleri telaffuz etmemelidir!". Balıkesir/Ayvalık''tan Mustafa Urlu yazıyor…. "Sadece Karadeniz''de değil, yurdunher köşesinde papazlar dolaşıyor!". Bildiğiniz üzere bugünlerde Yunanistan''dan pek çok turist günübirlik turlar ile ilçemize gelmektedir. Bu Ayvalık için sevindirici bir olayıdır. Ancak bu turistik ziyaretler esnasında bizim asla tasvip edemeyeceğimiz olaylar da meydana gelmektedir. Yunan din adamları, ilçemize dini kıyafetleri içinde gelmekte ve bu şekilde ilçemizde gezmektedirler. Söz konusu bu durum anayasamızın, ''laik devlet'' tanımına ve kılık kıyafet yasasına aykırıdır. Bugün bu yasalar sebebiyle bizim imamlarımız dahi cenaze törenleri hariç ibadethaneler dışında dini kıyafetleriyle dolaşamazlar. Durum böyle iken bu kuralların Hıristiyan din adamlarına uygulanmaması bir çifte standarttır. Bu durum günümüzde artan misyonerlik faaliyetleriyle ilintili olarak düşünülebilir. Ancak bunu bu düzeye indirgemek hata olur. Çünkü bu, misyonerlikten öte Türk halkının bu topraklar üzerindeki egemenlik hakkına doğrudan tecavüzdür. Bu ülkede uygulanan kuralları Türk milleti belirlemiş ve onaylamıştır. Dışarıdan gelen birilerinin hatta içeridekilerin bile bu kurallara uymamasına tahammül etmek mümkün değildir. Bu ülke herkesin isteğince at oynatabileceği boş bir meydan değildir. Bu ülkede bulunan herkes bu ülkenin kurallarına uymak zorundadır. Bırakınız bu basit papazları, Fener Rum Patriği Bartholomeos bile maruzatını bildirebileceği yegane devlet kurumu Fatih kaymakamlığı olmasına rağmen sakalını ve cüppesini kucaklayıp, protokol kurallarını hiçe sayarak devlet erkanının makamına girebilmektedir. Bakınız Osmanlı Devleti''nde yalnızca protokol kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle pek çok devletin elçisi tokatlanmadan tutuklanmaya kadar çıkabilen cezalara çarptırılmıştır. Bugün ise bu papazlara kuralları hatırlatacak kimse yoktur. Ancak bu durumun engellenmesi için yasal yollara da başvurulmuştur. Yaklaşık 15 günlük bir çalışmanın ardından hazırladığım dilekçeleri başta Cumhuriyet Başsavcılığı olmak üzere devletin bazı organlarına ilettim. Beklentim milletin menfaatine çalışmak için kurulmuş bu organların yine milletin menfaatine en uygun kararı almasıdır.. Mustafa Urlu /AYVALIK (Marmara Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü son sınıf öğrencisi).
21.07.2005 Okuma : 435 Arslan BULUT araştırdı yazdıKaradeniz''i Rumlaştırma harekâtının içyüzü -3-
Doğrudan çocukları HEDEF ALIYORLAR.. Asıl misyonerler AB yetkilileridir!. Karadeniz Gazetesi ve Zigana TV Genel Müdürü Osman Diyadin, "Türkçe İncil vasıtasıyla yapılan Hıristiyanlık propagandaları, artık doğrudan çocukları hedef alıyor. Ayasofya müzesinin yakınlarında, yol sorulan çocuğa bile Türkçe İncil verilebiliyorsa, tehdit kapımızda demektir" diyor. Diyadin: "Meseleyi ''inanç turizmi'' diye gösterip, bu işten ekonomik menfaatler edineceğimiz propagandasını yapanların en azından gafil olduğunu tespit etmemiz, bunu bilerek yapıyorlarsa Türkiye''ye, Türk Milleti''ne ve İslam dinine ihanet ettiklerini görmemiz ve önlem almamız gerekir?". Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Hasan Kurt ise geçen yıl yaptığımız görüşmedeki fikrini koruyor; ilave olarak "Bence asıl misyonerler Avrupa Birliği yetkilileridir! Trabzon''a gelenler de açıkça bu tutumlarını ortaya koyuyor. Halkımız da her türlü etkiye açıktır" diyor. Son yıllarda Trabzon''da bir kutup yıldızı gibi parlayan, Karadeniz gazetesi ve Zigana TV Genel Müdürü, genç gazeteci arkadaşım Osman Diyadin, misyonerlik çalışmalarının Avrupa Birliği''ne uyum yasaları ile birlikte arttığını, fakat bu meseleye "din özgürlüğü" çerçevesinde bakmanın çok yanlış olduğunu, Atatürk''ün "Bir fesat ve ihanet ocağı olan, ülkede ayrılık ve nifak tohumları saçan, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refah içindeyken felakete uğramalarının sebebi olan Patrikhane''yi artık topraklarımızda tutamayız" sözlerini Fransız Le Journal gazetesi muhabirine söylediğini hatırlatarak, "Alo dua/İyileşme merkezi" adı altında dağıtılan İncillerin arasında reklamı yapılan kuruluşun faaliyetlerini anlatıyor: "Korku, işsizlik, evlilik, aile, boşanma, stres, kızgınlık, ümitsizlik, affetmek, dostluk, mutlu yaşamak, hastalık, iyileşmek, oruç, rüyalar, ölüm gibi problemlere çözüm bulunabilmesi için" bu merkezin aranması gerektiği belirtilen reklamlarla, zaten bunalım içinde olan insanlar tek tek Hıristiyanlık adına avlanmaya çalışılıyor. Türk halkının batıl itikatlara sahip olduğu ve İslam dinini ana kaynağı olan Kuran''dan okumak yerine, daha çok dini alanda öne çıkmış kişilerden dinleyerek öğrendiği dikkate alınır ve mevcut ekonomik sıkıntıların, zaten büyük bir bunalım sebebi olduğu da birlikte değerlendirilirse, önüne çıkan her fırsata bir can simidi gibi sarılacak insanlar da olacaktır. Diyadin, bu çıkarımı yaptıktan sonra, "Bizim Diyanet İşleri Başkanlığımız, Türkçe İncil basıp, ayrıca sosyal rehabilitasyon görevi üstlenmeye, böylece Müslüman insanlarımıza Hıristiyanlık propagandası yapmaya kalkışanlar karşısında, neden İngilizce, Fransızca, Almanca ve İspanyolca Kuran bastırıp, Hıristiyan ülkelerde dağıtarak, yüce dinimizi Müslüman olmayan halklara anlatmak gibi karşı bir önlem düşünmüyor. Medeniyetler buluşması sadece Hıristiyan misyonerlerin çalışmalarından ibaret midir?" diye soruyor.. Diyadin, 1963 yılında E. Kırşehirli tarafından yazılan "Türkiye''de Hıristiyanlık Faaliyetleri" başlıklı bir kitaptan bahsediyor. Kırşehirli kitabının son bölümünde şöyle demiş: "Herkesin bildiği gibi, maddi ve manevi zaferleriyle tarihin şeref sayılarını işgal eden koca bir Türk imparatorluğu, bir zaman geldi ki durakladı, geriledi ve battı! Bu batışın sebeplerini teker teker zikredecek değiliz. Ancak bunu meydana getiren iç ve dış etkenlerden sadece birine işaret edeceğim. İçten ve dıştan devletimizin bünyesini kemiren, onu çökertmeye çalışan unsurların başında gelen, bu eserin konusunu teşkil eden Hıristiyan misyonerleri idi. Müslüman Türkleri Hıristiyanlaştırmak, dolayısıyla Türk Milleti''ni yok etmek, eritmek gayesini güden misyonerler, din hürriyeti sahasındaki aşırı hoşgörümüzden faydalanarak yurdumuzun çeşitli bölgelerine sızmaya muvaffak olmuşlardı. Bir taraftan idaremiz altındaki Hıristiyan azınlıkları kışkırtırken, öte taraftan, Türk imparatorluğunun sınırları içinde açtıkları kendi okullarında okuttukları Türk çocuklarını afyonlamış, onların dine, vatana ve millete zararlı birer unsur olarak yetişmelerine çalışmışlardır. Bu korkunç tahribatı din hürriyeti adı altında yapabilmişlerdir. Netice itibarıyla Türkiye, milli kültür meselesini halledip kendi milli kıymetler nizamını kurmadıkça, dev bir medeniyet karşısında hiçbir zaman kuvvetli bir unsur olamayacaktır. Hıristiyan kültürünün yayılması da bu nizamsızlıktan istifade etmektedir..." Diyadin, "Bu kitabı 1963''te yazan Kırşehirlioğlu''nun ifadeleri sanki bugünü anlatıyor, değil mi?" diye sorduktan sonra ilave ediyor: "Bugün Türkiye''nin her köşesinde gittikçe yayılmasına rağmen, ''Ne olacak yani? Korkulacak bir şey yok'' denilen misyonerlik çalışmalarına geçmişten ders alarak bakmak gerekmez mi. Türkiye''de bugün sessiz ve derinden iç ve dış misyonerler tarafından Türkçe İncil vasıtasıyla yapılan Hıristiyanlık propagandaları, artık doğrudan çocukları hedef alıyor. Ayasofya müzesinin yakınlarında, yol sorulan çocuğa bile Türkçe İncil verilebiliyorsa, tehdit kapımızda demektir. Zaten Vatikan''ın resmi haber ajansı Fides''in haberine göre şu ana kadar 141 dile çevrilen ve toplam 40 milyon adet satılan ''Çocuğun İncili'' adlı kitaptan yola çıkılarak hazırlanan ''Tanrı Evlatlarına Çağrıda Bulunuyor'' adlı kitapçığın Türkçe çevirisinin da tamamlandığı, bu kitapçığın hem Türkiye''de hem de Avrupa''da Türk çocuklarına parasız dağıtıldığı, isteyenlere posta ile ulaştırıldığı dikkate alınırsa meseleyi ''inanç turizmi'' diye gösterip, bu işten ekonomik menfaatler edineceğimiz propagandasını yapanların en azından gafil olduğunu tespit etmemiz, bunu bilerek yapıyorlarsa Türkiye''ye ve Türk Milleti''ne, İslam dinine ihanet ettiklerini görmemiz ve buna karşı önlem almamız gerekmez mi?". ASIL MİSYONERLER. Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Hasan Kurt, geçen yıl yaptığımız görüşmedeki fikrini koruyor; ilave olarak "Bence asıl misyonerler Avrupa Birliği yetkilileridir! Trabzon''a gelenler de açıkça bu tutumlarını ortaya koyuyor. Trabzon''un en büyük meselesi ekonomidir, işsizliktir. Durum böyle olunca, halkın her türlü etkiye açık olduğunu görmek, fakat yine de onlara güvenmek lazım" diyor. Trabzon Valisi: Endişe etmeyin!. Trabzon Valisi Hüseyin Yavuzdemir, makamında yaptığımız görüşmede, kendisi hakkında yakın bir zamanda manşet haber çıkmış Yeniçağ''dan hiç haberdar değilmiş gibi davrandı ve misyoner faaliyetleri ile ilgili sorum üzerine, "Bu konuda size söyleyebileceğim şudur: Devletimiz bu konuda duyarlıdır. Halkımızın ve misyonerlik faaliyetleri konusunda duyarlı olanların, endişe etmesine gerek yoktur. İlgili birimlerimiz her faaliyetin farkındadır. Tabii burada esas olan vatandaşın duyarlı olması, milli ve dini değerlerini küçük yaştan itibaren çocuklarına verebilmesidir. Çocuklarımıza erken yaşta milli ve dini bilinç verirsek, onları hiçbir misyonerlik faaliyeti etkileyemez. Biz bu faaliyetleri tespit ediyoruz, takip ediyoruz. Ama söylediğim gibi esas olan aile ocağında alınan eğitimdir" dedi. Vali Yavuzdemir, "Sizin bildiğiniz somut bir olay var mı?" diye sordu. O sırada araştırmamın ilk gününde olduğum için "Hayır ama halk arasında yoğun söylentiler var. Bunları siz de biliyorsunuz. Benim somut olarak söyleyebileceğim şu. Eski bir kilisenin etrafındaki arazilerin Türk avukatlar aracılığı ile satın alındığına dair bilgilerim var" dedim. Vali Yavuzdemir, "Bu söylediğiniz misyonerlik olayından farklı bir şey. Ama ilgili birimlerimiz bu tür olayları da takip ediyor ve vatandaşla konuşarak gereğini yapıyor. Yani bu konuda da endişe edecek bir durum yok" diye cevap verdi. Vali ile görüşmemizden sonra yaptığım araştırmada söz konusu kilisenin etrafındaki araziyi satın almak isteyenlerin dış ilişkisinin bulunmadığını öğrendim. Valinin, hükümetin Avrupa Birliği politikası sebebiyle ve AB nezdinde hükümeti güç duruma düşürmemek için ayrıntılı bilgi vermediğini değerlendirerek, programımda olmasına rağmen Emniyet Müdürü ile görüşmekten vazgeçtim ve kendi haber kaynaklarımla çalışmaya karar verdim. Ayrıntılarını bu yazıda bulabilirsiniz ama şu kadarını belirteyim ki, kendi özel kaynaklarımdan aldığım bilgiler, Trabzon''da devletin ilgili birimlerinin, misyonerlik ve toprak satın alma faaliyetlerini yakından takip ettiğini teyit ediyor. Vali Yavuzdemir, herhalde bu bilgilere bütün ayrıntıları ile sahip olduğu için "Endişe edilecek bir durum yok" diyor. Valiye bir de Sümela manastırı ile ilgili "ibadete açılsın" tartışmasını sordum. Bu tartışma şöyle özetlenebilir: Önce Akşam gazetesinde, Trabzon Kültür Müdürü''ne atfen bir haber çıktı. Buna göre Kültür Müdürlüğü valiye, vali de İçişleri Bakanlığı''na başvurmuş, İçişleri Bakanlığı da Sümela''nın ibadete açılmasına izin vermişti! Bu habere Yeniçağ, manşetten büyük tepki göstermişti. Ertesi gün gerek kültür müdürü, gerekse vali, haberin doğru olmadığını açıkladı ama Akşam gazetesinde herhangi bir tekzip yayınlanmadı! Hüseyin Yavuzdemir, bu tartışmayı hatırlattığımda, "Bizim söylediğimiz, nasıl ki bir Türk, mesela İspanya''ya gittiğinde orada Endülüs''ten kalma bir camide elini açıp dua ederse, buraya gelen Hıristiyanların da dua edebilmesinden ibarettir" dedi. Önce resmi tavırla konuşan, sonra, hakkında önyargısız düşündüğümü ve gerçekten doğru bilgiyi kendisinden almak istediğimi fark edince, biraz ilgi gösteren Yavuzdemir''e birkaç soru daha sormak mümkün görünüyordu, ancak "küreselleşen dünya"dan ve "dünyanın tek devlet olmaya doğru gittiğinden" bahsetmesi sebebiyle izin istedim. Valinin Trabzon''da duruma hakim olduğu kesin.. Tabii Hıristiyanlar, Müslümanlar gibi sessiz sedasız dua etmiyor. 1997 yılında Venizelos gemisiyle gelen papazlar, Sümela''da ayin düzenlemek istemiş ama halkın gösterdiği tepkiler üzerine limana bile inememişlerdi. O tarihte biz İstanbul''dan tam üç ay süreyle yayın yapmış, Hüseyin Mümtaz ile birlikte çok sayıda yazı yazmış ve kamuoyu oluşturmuştuk. Trabzon Türk Ocağı Başkanı Prof.Dr.Mithat Kerim Arslan, dönemin Trabzon MHP İl Başkanı Muhammed Öztürk ve parti teşkilatı, ayrıca Trabzon Ülkü Ocakları da bu faaliyete karşı devamlı nöbette beklemiş ve gereğini yapmışlardı. Bu konu hakkında başka bir araştırmacının incelemesini de bilginize sunacağım. Sümela''ya daha sonra gelen turist gruplarından ise zaman zaman ilahiler söyleyerek ibadet edenler oldu. Yine papazlar, papaz kıyafeti ile Trabzon''un atar damarı olan Uzun Sokak''ta gezindi! Üstelik valinin Trabzon bölge gazetelerine "Sümela krizi" manşetleriyle yansıyan tutumundan endişe edenler çok… Bunlardan birini yarın ele alalım…
20.07.2005 Okuma : 538 Ozan''ın İstanbul''u ALUCRA Bölüm 1
Unutulmuş bir vatan toprağı. Alucra... Alucra... Alucra... . Ozan Arif''in destanlarında sık sık bahsettiği şu Alucra neresi diye hep merak edip durmuşumdur!.. Eğer, Ozan Arif arayıp da "İsrafilciğim, çık şu Samsun''a artık!.. Memleketime yapacağım yolculukta seni de yanımda görmek istiyorum" diye davet etmemiş olsaydı, kim bilir, belki de ömrümüz boyunca Alucra''ya gidip görme kısmetimiz olmayacaktı!... Bülbülü altın kafese koymuşlar, "Ah vatanım" demiş!... Şimdiye kadar Türkiye''nin dört bir yanının yanısıra dünyanın dört bir tarafını dolaşan Ozan Arif''in her zaman buram buram gözünde tüten bir vatan toprağıdır Alucra!.. Hangi insan doğup büyüdüğü, çocukluk hatıraları ile dopdolu olan yerleri unutabilir!.. Eğribel geçidini aşıp da Şebinkarahisar sapağından 35 kilometre daha gittikten sonra Ozan Arif, heyecan içerisinde uzaklarda bir bölgeyi işaret etti bana: - "İşte Alucra!..". DEVLETİN UNUTTUĞU YER. Arif''e tarif gerekmez: "Alucra dediğin bir dağın dibi... Arif''e sorarsan İstanbul gibi.." Alucra''nın tabelasında nüfusu 14 bin 400 olarak görünüyor!.. Ancak, kasabanın her iki tarafındaki tabelada bulunan ''1'' rakamı sonradan silinmiş!.. Çünkü, 120 yıllık bir belediye geçmişine sahip olan Alucra , memleketin birçok bölgesi gibi devletimizin unutup kaderine terk ettiği bölgelerden birisi!.. Bir vatandaşın deyimi ile Giresun''a gelen ödenekler, Dereli''den geçemiyor!.. Rakımı 2 bin 200 metreye ulaşan Eğribol geçindeki yollar kapanınca Alucra için çıkarılan ödenekler, Ankara''ya geri dönüyor!... İÇ SIZLATAN YOKSULLUK. Alucra''da Kaymakam''ın dışındaki bütün daire müdürleri, görevlerine vekaleten bakıyorlar!.. Ne bir fabrika, ne de iş sahasının bulunduğu ilçede, yeni yapılan bir kaç okulun dışında doğru dürüst bina dahi yok!.. İnsanların oturup dinlenebilecekleri, çay içebilecekleri ne doğru dürüst bir mekan ne de park mevcut!.. Kendisine ait binası olmayan belediye, eskiden otel olarak kullanılan derme çatma bir binada hizmet vermeye çalışıyor!.. Gözümüze takılan tek düzenli bina Emniyet Müdürlüğü''ne ait!.. Daha önce Karayollarına ait bir bina restore ediliyor!.. Yapacak iş bulamayan polisler, elbirliği ile çalışıp güzel bir bahçe dizayn ediyorlar!.. Çünkü Türkiye''de suç oranı en düşük ilçelerimizden birisi de Alucra!.. Son birkaç yıldan beri cinayet işlenmediği için cezaevi kapalı!... YATACAK YER BİLE YOK. Denizden 1500 metre yükseklikte, Kelkit Vadisi''nin yakınlarında bir dağın eteklerine kurulmuş olan Alucra''da kış ayları oldukça sert ve soğuk geçiyor!.. Ki, Eylül''de bile akşamları üzerinize ceket almadan sokağa çıkmanız, ertesi günü şifayı kapacağız anlamına geliyor!.. Alucra son zamanlarda, yavaş yavaş Karadeniz''in yaylası konumuna gelmeye başlamış!.. Çevre bölgelerden yayla özlemini gidermek isteyenlerin, bölgede ilk tercih ettikleri yerlerden birisi de Alucra!.. İlçenin nüfusu yaz aylarında zaman zaman 20 bine kadar yükseliyor!.. Gelenler, genellikle yazlık olarak kullanılan evlerde kalıyorlar!.. Alucra''daki yoklar içerisine tabii ki konaklama tesisleri de dahil!.. İlçeyi ziyaret eden misafirler, doğru dürüst bir otel dahi olmadığı için ya evlerde ya da bir cemaat tarafından yaptırılan öğrenci yurdunda konaklıyorlar!.. Ozan Arif ve biz de aynı şekilde üç gün boyunca Belediye Başkanı Osman Bıyıkçı''nın evine misafir olmak zorunda kalıyoruz!... GÖÇÜN ALTINDAKİ SEBEP. Alucra, son 30 yıldan beri iç göç almamış, ancak hep dışarıya göç vermiş!.. Köylerdeki evler göçerek ''pey'' haline gelmiş, içlerinde in-cin top oynuyor!.. Sokaklar bomboş!.. 60 haneli bir köyde tüten baca sayısı en fazla 5!.. Son 30 yıl içerisinde Alucra''dan dışarıya göç edenlerin sayısı 400 binin üzerinde!.. Sadece Samsun''daki Alucra nüfusuna kayıtlı seçmen sayısı 33 bin!.. İstanbul Beyoğlu''nda ise 22 bin 500!.. Alucra sakinlerinden Celal Türker, bölgenin boşaltılması karşısında çok önemli bir tespitini bizimle şöyle paylaşıyor: "Göç, memleketimiz için büyük bir tehlike!.. Eğer böyle giderse yakında buralarda insan kalmayacak!.. Köylerde fırın kalmadı, insanlar hazır çarşı ekmeği yemeye başladılar!.. Bunlar bilinçli olarak köyleri boşlatıyorlar, yatırım yapmıyorlar!.. İleride herhalde bu boşalan yerlere başkalarını dolduracaklar!.." Celal Bey haksız da değil!.. Zira, zamanında nüfus mübadelesine tabi tutulan bazı Rumların bölgeye gelerek atalarından kalan evlerin fotoğraflarını çekmeye başladıklarını öğrendik!... ''Üç para köy''!. Tabii Alucra''ya gelince, Ozan''ın köyüne gitmeden olmaz!.. Eski adı Yanus, yeni adı Subaşı olan bir köyde Cuma namazını kıldıktan sonra Ozan''ın köyüne ulaşıyoruz!.. Yükselen köyü, birbirinden ayrı Daşdemir, Hapu ve Delli üç ayrı mahalleden oluşuyor!.. Eskiden "Üç Pare Köy" denilen Yükselen, zaman içerisinde çevredeki köylüler tarafından espri unsuru yapılarak "Üç Para Köy" diye anılmaya başlanmış!.. Yükselen de etrafındaki diğer köyler gibi tamamen boşalmış durumda!.. Ozan Arif''in bir zamanlar çobanlık yaptığı köyde, şimdi toplam 4 aile yaşıyor!.. Ozan Arif''in çitle çevri baba evinin bahçesinde bir süre soluklandıktan sonra ''pey'' haline gelen evlerin arasında dolaşmaya başlıyoruz!.. 1933 yılında yapılmış Bahattin Pamuk''a ait evin önündeki ekmek pişiren birkaç köylü kadına rastlıyoruz!.. Meğerse evin sahibi Bahattin Pamuk, doyamadığı için rızıklarını başka yerlerde arayan vatandaşlarımızdan birisi!.. Terme''de esnaflık yapıyor, yaz aylarında tatil için köye geliyormuş!.. Daha sonra Öküz otlağı mevkiindeki yaşlı çam ağacının altında kurulan derme çatma kamelyada, güzel bir ''oğlak kebabı'' yiyor, insana açlık hissi veren yandaki çeşmeden kana kana su içiyoruz!.. Sonra da Ozan Arif''in ana tarafının oturduğu Demirözü Köyü''ne bağlı Çığrıkalan mahallesine doğru yollanıyoruz!.. Demirözü köyünün hemen karşısındaki dikkatimizi çeken Mesken dağı, yöre halkı tarafından ''çoban saati'' olarak biliniyor!... 10 yıl önce atılan temel İçerisinde otlar ve ağaçlar biten bu temel, 1994 yılında atılıyor!.. Karadeniz Teknik Üniversitesi''ne bağlı olarak kurulması düşünülen Alucra Meslek Yüksek Okulu''nun temeli öylece kalıyor!.. 10 yıldan beri üzerine bir tuğla dahi konulamıyor!.. Bu sefer, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi''ne bağlı bir Meslek Yüksek Okulu kurmak için esnaf yeniden seferber oluyor!.. Bir başka yerde temeli atılan Yüksek Okulun, eğer bir aksilik olmazsa önümüzdeki sene eğitim ve öğretime açılması planlanıyor!.. Bal ve oğlak kebabı! Alucra denilince ilk akla gelen şeyler, bal ve oğlak kebabı!.. Alucra''da üretilen bal, Anzer balı kadar kaliteli!.. Öyle ki Anzer balının üretildiği yer ile Alucra''nın doğal yapısı ve çiçekleri hemen hemen aynı nitelikte!..
17.04.2005 Okuma : 1207 www.yenıcag.com, 06.08.2005 1 ve 2 eksik








“Sözde Ermeni Soykırımı” iftirasından sonra Yunan’dan bir hezeyan daha:





ŞİMDİ DE “PONTUS SOYKIRIMI” İFTİRASI…


“Rusya Federasyonu”nu(Sovyet-Rusya) ile Yunanistan’ın da dahil olduğu “Sözde Ermeni Soykırımı” iftiralarının ardından; bu sefer de Yunanistan “Pontus Soykırımı” iftirasında bulundu. İçte ve dışta 176 adet “Pontus Derneği” kurdurmuş olan Yunanistan, 24 Şubat 1994’de “Yunan Parlamentosu”nda “oy birliği” ve 7 Mart 1994’de de Yunanistan Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe giren “yasa”yla “l9 Mayıs”ı “Pontus Soykırımını Anma Günü” olarak kabul etmişti.
Yunanistan’ın “Pontus Soykırımı” iftiralarına en yeni cevabı KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Orta Öğretim Sosyal Alanlar Eğitim Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mesut ÇAPA ile Atatürk Üniversitesi(AÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Enver KONUKÇU verdi. ÇAPA, genel basına yansıyan açıklamalarında, “350 bin Rum’un yaşamadığı bir bölgede, 350 bin kişinin soykırıma uğratıldığını iddia etmek hayal mahsulünden başka bir şey değildir” derken; KONUKÇU da, “Pontuslular köken olarak kesinlikle Rum veya Yunanlı değillerdir” dedi.

İsmet GÜLTEKİN/(ismet_gultekin@mynet.com): Şimdi de “Pontus Soykırımı” iftirası…Rusya Federasyonu (Sovyet-Rusya) ile Yunanistan’ın da dahil olduğu “Sözde Ermeni Soykırımı” iftiralarının ardından; bu sefer de yine Yunanistan “Pontus Soykırımı” iftirasında da bulundu. İçte ve dışta 176 adet “Pontus derneği” kurdurmuş olan Yunanistan, 24 Şubat 1994’de ,”Yunan Parlamentosu”nda “oy birliği” ve 7 Mart 1994’de de Yunanistan Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe giren “yasa” ile “l9 Mayıs”ı “Pontus Soykırımını Anma Günü” olarak kabul etmişti.
Yunanistan’ın l9 Mayıs”ı “Pontus Soykırımını Anma Günü” ilan etmesi ve “Pontus Soykırımı” iftiralarına en yeni cevabı KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Orta Öğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mesut ÇAPA ile Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Enver KONUKÇU verdi. ÇAPA, genel basına yansıyan açıklamalarında, “350 bin Rum’un yaşamadığı bir bölgede, 350 bin kişinin soykırıma uğratıldığını iddia etmek hayal mahsulünden başka bir şey değildir” dedi.ÇAPA, Yunanistan’ın “Pontus” konusunda en çarpıcı faaliyetinin bu amaçla kurduğu “dernekler” olduğunu belirterek, “Yunanistan yurt içi ve yurt dışında 176 adet ‘Pontus Derneği’ kurdurmuştur.” diye konuştu.Prof. Dr. Enver KONUKÇU da, yine genel basına yansıyan açıklamalarında, “Pontuslular köken olarak kesinlikle Rum veya Yunanlı değillerdir” dedi. Yunanistan’ da “Sözde Pontus Soykırımı” iddialarının l985 yılından itibaren giderek arttığını ifade eden Prof. Dr. Mesut ÇAPA’nın ve Prof. Enver KONUKÇU’nun konu ile ilgili düşüncelerini “hassasiyet sahipleri” ile de paylaşmak istiyoruz. ÇAPA’nın açıklamaları şöyle:
“350 BİN PONTUS NEREDEYMİŞ?”
Yunanistan “Pontus” konusunu “soykırım olayı” olarak uluslar arası kuruluşlar nezdinde gündeme getirmektedir. Yapılan kongrelerde, yayınlanan kitap, makale ve bildirilerde Türklerin 350 bin Pontus’luya “soykırım” uyguladığı iddia edilmektedir. Bu iddialarda “soykırım”ın iki aşamada gerçekleştirildiği belirtilmektedir. Birincisi l916-1918 yılları arasında yani 1.Dünya Savaşı sırasında, ikincisi de Mustafa Kemal Paşa’nın liderliği döneminde yani 1919-1923 yılları arasındadır. Bu dönemlerde Türkiye’de yaşayan 700 bin Pontus’lu dan 350 bininin katliam ve sürgün metotlarıyla “yok” edildikleri iddia edilmekte ve sadece 180 bininin Yunanistan’a dönebildiği belirtilmektedir. Halbuki Mütareke Dönemi’nde Doğu Karadeniz’de toplam 250-260 bin civarında Rum yaşamaktaydı. Dolayısıyla 350 bin Rum’un yaşamadığı bir bölgede, 350 bin kişinin “soykırım”a uğratıldığını iddia etmek hayal mahsulünden başka bir şey değildir. Kaldı ki mübadele ile Yunanistan’a ulaşan bölge Rumları’nın sayısının 180 bin olduğu Yunanistan tarafından da doğrulanmaktadır. Bu rakama Yunanistan dışında ABD, Kanada ve Avustralya gibi ülkelere göç edenleri ekleyecek olursak sayı 210 bin civarına ulaşmaktadır. Yaklaşık 250-260 bin insandan 210 bini Yunanistan ve diğer ülkelere göç ettiğine göre kaç kişinin öldüğü veya kaybolduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
YUNANİSTAN’DA,“l9 MAYIS , SÖZDE PONTUS SOYKIRIMINI ANMA GÜNÜ” OLARAK YASALAŞTI
Yunanistan, tarihî gerçekleri göz ardı ederek “Sözde Ermeni ve Kürt Soykırımı”na yeni bir argüman olarak “sözde Pontus Soykırımı” iddiaları ile Türkiye’ye karşı kullanmaktadır. Tarihî ve ilmî gerçeklere rağmen Türkiye ile gerginlik ve sürtüşmeyi millî politikası hâline getiren Yunanistan, l9 Mayıs gününü “Sözde Pontus Soykırımını Anma Günü” olarak kabul eden yasa çıkarmıştır. 24 Şubat 1994’de Yunan Parlamentosu’nda oy birliğiyle kabul edilen bu yasa , 7 Mart 1994’de Yunanistan Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Kıbrıs Rum Yönetimi Temsilciler Meclisi de aynı yönde karar almıştır.(Ortadoğu Gazetesi, 24 Mayıs 2005, Salı)
“PONTUSLAR KÖKEN OLARAK KESİNLİKLE RUM VEYA YUNANLI DEĞİLLERDİR”
Atatürk Üniversitesi(AÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Enver KONUKÇU, Yunanistan’ın “Sözde Ermeni Soykırımı” iddialarının ardından sunî gündem oluşturmaya çalıştıklarını belirterek, Atatürk’ün temsilî doğum günü olan l9 Mayıs tarihini, kendilerinden olmayan bir halka yönelik “soykırım günü” olarak iddia etmelerinin gülünç olduğunu ifade etti. Prof. KONUKÇU şu açıklamalarda bulundu:
“Pontuslular köken olarak kesinlikle Rum veya Yunanlı değillerdir. Tarihî belgelere göre Pontuslar İskitler, Sakalar ve daha sonra Karadeniz kıyılarına hakim olan devletlerin ahalisi olarak yaşamışlardır. Pontuslular’ın bir bölümünün Hıristiyan olması dolayısıyla özellikle Yunanlılar ve Ruslar, Pontuslar’la güçlü ticarî ve sosyal ilişkiler kurmuşlardır. Yunan kolonileriyle halkın, birbiriyle olan ticarî ilişkileri Cumhuriyet’in ilanına kadar sürmüştür. Atina’nın iddia ettiği gibi kendilerinden değil, Karadeniz halkındandır. Belgelere dayanılmadan asılsız iddialar ortaya atılmakta. Tarihte, çetecileri dışında, Pontus ahalisiyle en küçük bir problem yaşanmamıştır.(Anadolu’da VAKİT gazetesi, 26 Mayıs 2005, Perşembe)

26.07.2005
ismet_gultekin@mynet.com








‘Pontus Soykırımı’ oyunu ASAM Eski Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, dün köşesinde Türkiye’den taviz üstüne taviz kopartan Yunanlılar’ın yeni bir oyun peşinde olduğunu yazdı. AB yolundaki Türkiye’nin Ermeni soykırımı ile yıpratılmaya çalışıldığına dikkat çeken Özdağ, "şimdi de Yunanlılar, Karadeniz'de yaşayan 700 bin Rum'un 350 bininin katledildiğini ileri sürmek için hazırlık yapıyorlar" dedi.Yunan devletinin Helenist politikalar çerçevesinde Türkiye'ye yönelik yıkıcı faaliyetlerini sürdürdüğünü ifade eden Özdağ, İsmail Cem'in Dışişleri Bakanlığı sırasında Bakanlığın 'Yunanistan ile İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanlığı'na dönüştürmesi ve Öcalan'ı saklayan Yunanistan'ın üzerine gitmek gibi büyük bir fırsatı bilerek heba etmesinden bu yana Yunan diplomasisi Türkiye'ye karşı sürekli alan kazanıyor. Türkiye politikasını değiştirmeyen ancak AB'nin arkasına saklanarak yürüten Atina, Cem'in politikalarını devralarak sürdüren AKP iktidarı döneminde de Türkiye karşısında üstünlük sağlamaya devam ediyorlar.Yunanistan'da Türk düşmanlığı besleniyor. Bu düşmanlığın en son örneklerinden birisi de Selanik'te bir Pontus soykırım anıtının yapılıyor olması" ifadelerini kullandı.Soykırım anıtı yaptılarBu anıtın bir planın parçası olduğuna işaret eden Prof. Özdağ, "Plan, Türkiye'nin savunma güçlerinin AB saldırısı altında zayıfladığı bir dönemde sözde Ermeni soykırımına bir de Pontus soykırımını eklemek. Atina bu politikayı sistemli olarak geliştiriyor. Amaç, 'Türkiye'nin Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki Ortadokslara yapılan soykırımı tanımadığı sürece Avrupa Birliği'ne kabul edilmemesi'nin sağlanması. Doğu Karadeniz kıyılarında Pontus devleti kurulma fikri Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra ortaya atılmıştır. 1870'ten sonra Yunanistan'dan Karadeniz'e gelen Rumların sayılarında artış olmuş, Samsun çalışmaların merkezi haline getirilmiştir. İlk Pontus cemiyetlerinin temeli 1904'te Merzifon Amerikan Koleji'nde atılmıştır. 1908'de 2. Meşrutiyet ile birlikte ilk Pontus çetesi kilisenin desteği ile Samsun'da kurulmuştur. I. Dünya Savaşı'nda Rus ordularının Doğu Karadeniz Bölgesi'ni işgal etmesi üzerine Pontus çeteleri Rus ordusu ile işbirliğine girmişlerdir. Ancak Rus Devrimi ile birlikte Rus ordusunun geri çekilmesinden sonra Pontusçular, konuyu siyasal alana kaydırmaya çalışmışlardır. Bu çerçevede 5 Mayıs 1917'de Tiflis'te 'Yunanistan Kafkaslar Kongresi' düzenlenmiştir. Ekim 1917'de Atina'da Pontus toplantısı Doğu Karadeniz'de bir Rum devleti kurma çalışmalarını geliştirmek için yapılmıştır. Ekim 1917'de Paris'te 'Pontus Milli Merkezi' kurulmuştur. Temmuz 1918'de Bakü'de 1918 Ekim'inde ise Batum'da 'Milli Pontus Merkezleri' kurulmuştur" görüşlerini dile getirdi.Bizi arkadan vurmaya çalıştılarTürkler’e karşı bir Rum-Ermeni ittifakının Ocak 1920 yılında imzalandığını hatırlatan Özdağ, yazısında şunları yazdı: "İstiklal Harbi sırasında 25 bin civarında Pontusçu çete Karadeniz Bölgesi'nde Yunan ordusu ile işbirliğine girerek arkadan vurmaya çalışmıştır. Türk halkı bu 'çıbana' karşı gerek Karadeniz Bölgesi'nin Kuva-i Milliye güçleri ile gerekse 9 Aralık 1920'de kurulan Merkez Ordusu'nun faaliyetleri ile cevap vermiştir.1923 yılının ilk aylarına kadar süren mücadele sonucunda Pontus çıbanı değişmiş, cerehat akıtılmıştır. Yunanistan ve Pontusçu çetelerin torunları Karadeniz'de yaşayan 700 bin Rum'un 350 bininin katledildiğini ileri sürmektedirler. Oysa bölgede yaşayan Rumların sayısı 260 bindi. 1928'e kadar değişik şekillerde Türkiye'yi terk edenlerin toplamı ise 210 bini geçmektedir ki bunlarda tespit edilenlerdir. Özetle Türk halkı yine hayali bir soykırım iddiası ile karşı karşıyadır"Yunanla dostluk olmazYunan Başbakanı Mitsotakis’in 'Dedelerimiz, Pontus topraklarına dönüş hayalini size miras olarak bırakarak öldüler. Bu mirası kalbinizin içinde koruyun' değinin altını çizen Özdağ, "1993'te bu yaklaşım devlet politikası olarak kendisini açığa vurmuştur. Yunanistan 14 Şubat 2001'den bu yana 14 Eylülü 'Küçük Asyalı Yunanlıların Türk Devleti tarafından soykırımını anma günü' olarak resmen kutlamaktadır.Yunan istihbaratı Karadeniz Bölgesi'nde çalışmaktadır. Bazı gençlerimiz Yunanistan'a eğitim bursu vererek götürülmekte, orada Yunan idealleri doğrultusunda eğitilmektedirler. Bütün bunlar hepimizin gözleri önünde gerçekleşiyor. Hala Yunanistan ile dostluktan bahsediyoruz" diyerek hükümetin politikalarına tepki gösterdi.






PONT0(U)S YALANI
Hazırlayan: Ahmet
E-posta : ahmet@turan.tc www.turan.tc

Yunanlıların uydurduğu Pontus haritası



Yurdumuz üzerinde, başrolünü komşumuz Yunanistan’ın oynadığı oyunlardan yalnızca biridir Pontus. Bölgeye eski Yunanlıların verdiği ad olan ve deniz anlamına gelen pontus en geniş anlamıyla doğuda Kafkasya’dan bütün Karadeniz kıyıları boyunca Sinop ötesine kadar olan bölgedir; Pontus Karadeniz’in ilk adı değildir, Karadeniz’in ilk adı eski İran yada İskit dilinde olması muhtemel Koyu karanlık anlamına gelen “Ahşeana” dır (1). Buraya sömürmek ve ticaret için gelen Yunanlıların verdiği isim ise “Pontus Eukseinos” tur ve “Mutluluk Denizi” anlamına gelir (2) ki buda hırçınlığı, bölge halkına yaşattığı acılarla adı daha evvel Koyu Karanlık –Ahşeana- olan “Karadeniz” sonradan gelen Yunanlıları mutlu etmiş demektir.

Pontus Krallığı ise Yunanlılıkla hiç ilgisi olmayan Persli “Mithridates” sülalesi tarafından M.Ö.298’de kurulmuştur, M.Ö.63’de ise Roma orduları tarafından yıkılmıştır. Pontus Yunanlıların “Megalo İdea” larına araç olarak kullandıkları gibi hiçbir zaman Yunanlı olmamıştır. Yeri gelmişken değinmekte fayda olan bir konuda Yunanlı ve Rum tabirlerinin farkıdır; Yunanlı bilindiği üzere kendilerinin “Hellen veya Helen” dedikleri diğer milletlerin “Grek” dediği halktır, ordularının askerleri bazı komutanları ve valileri dışında Küçük Asya’da bu tarihe kadar bir Yunan topluluğu yaşamamıştır. Bu ordular ve valiler ise her zaman bu coğrafyada ölü veya diri, fakat kaçarken bulunmuşlardır. Rum tabiri ise Yunan halkıyla hiç ilgisi olmayan ileride işleyeceğimiz, büyük çoğunluğunu Turanlı kavimlerin oluşturduğu topluluğa İranlı ve Arapların verdiği addır.

Bölgeye ilk yerleşim M.Ö.2500’de Turani kökenli Sümerlere son veren Turanlı Guttiler (Kut’lar) dir. M.Ö.1900-700 yılları arasında yine Turani bir kavim olan Kimmerler bütün Anadolu’yu da içine alacak şekilde hakim oldu (3), bunları kısa süre sonra başta İskitler, Hurriler,Avarlar olmak üzere küçüklü büyüklü birçok Asya orijinli kavim izledi. Kuman, Peçenek, Hazar, Çepni, Oğuz... gibi boyların gelmesi bunlardan çok sonralarıdır. Greklerin bölgeye gelmesi ise M.Ö.4.-3. yüzyıllardır, onlardan önce Persler Anadolu’ya akın etmişlerdir, M.Ö.546 yılında Lidyalıları yenerek Adalar Denizine kadar bütün Anadolu’yu hakimiyetleri altına almışlardır. Doğu Anadolu’da yaşayan “Hint-Avrupa dillerinden olmayan bir dil kullanan” (bu tabir ünlü ansiklopedi Larousse’un “sondan eklemeli bir dil kullanan yani Ural-Altay dil ailesinden olan, bunun sonucu Turanlı bir kavim olduğu anlaşılan” anlamı çıkmasın diye ezilip büzülerek yaptığı bir tabirdir.) Urartulara da 600’lü yıllarda Persler son vermiştir.

Fransız Akademisi üyesi Lebeau şöyle diyordu: Mitridat Pont ülkesine geldiğinde bu bölgede oturan halk üç bölümdü; birincisi İranlılar ki birtakım tapınak kahinleriyle soylu kişilerden ibaretti, ikincisi Yunanlılar ki kıyı illerinin şehirlerinde oturuyorlardı, üçüncüsü Turanlılar ki çok eskiden beri burayı vatanları yapmış olan, bölgenin asıl yerli ahalisiydiler. Romalıların M.Ö.63’te Pontus’u yıkmasından önce pontus’un bayrağı dahi o zamanlardan beri Turanlıların sembolü olan ay-yıldızlı bayraktı (4).


Daha sonra uydurulan pontus bayrakları




Bölge halkı Roma hakimiyetine girmesinden sonra 300’lü yıllarda Hıristiyan olan Roma İmparatorluğunun ve daha sonra Doğu Roma’nın baskısıyla zorla Hıristiyanlaştırılmışlardır.

Pontus’un daha sonra kurulan ve Trabzon İmparatorluğu diye bilinen (1204 – 1461) devletle bir ilgisi yoktur. Bu devletin asli unsuru olan Rumlar ise (dinlerinden ve dillerinden ötürü rum diye adlandırılanlar ve pek az bir kısmı Grek olan topluluk) 1828 Türk-Rus savaşında 3 günlük Rus işgaline fazlasıyla sevinerek kimliklerini açıkladıkları için 2000’den fazla aile bölgeyi terk etmiştir daha önemlisi 1924 mübadelesi ki bunda daha sonra bölgenin Yunanlaşması için Rusya ve Yunanistan’dan “Kordos Komitesi” adlı bir Yunan örgütünün yardımıyla getirilen Yunanlılar ve eskiden kalan pek az Rum bölgeden ayrılmıştır. Bölgede mübadele sonrası Türk’ten gayrı ırki ve dini bir oluşum kalmamıştır.

Bölgenin Pontus’a dolayısıyla Yunan kültürüne bağlanmak istenen bazı kültürel özelliklerine gelince; bunlardan ilk akla geleni ve en çok kullanılanları müzik aletleridir ve kemençe ile tulum başta gelenlerdir, bu aletleri ele aldığımızda ise Türk Kültüründen ayırmak mümkün olmamaktadır. Orta Asya Türklerinde şaman baksıların kullandığı saza “kopuz” da denir. Kopuz bugünkü Türk bağlamasının atasıdır. İçi boş bir teknesi ve uzun bir sapı vardır. Tel yerine kıl kullanılır ve ilk dönemlerde mızrapla değil ”yay”la çalınırdı. Kopuzun Anadolu da aldığı bir şekilde bugün Türk halk müziğinin temel sazlarından biri olan “kabak kemanesi”dir (kemençe de denir) . Teknesi içi boş bir kabaktır ve iki karış sapı, burguları vardır. Tellidir ve yayla çalınır. Bugün Lazlara özgü bir saz olan kemençe de temel yapısı itibariyle bir “kemane”dir. Sapı kısadır, teknesi uzun ve ağaçtır, tellidir ve yayla çalınır.
Bağlama ,kabak kemanesi ile çalınan ezgiler makam denilen ses dizgileri itibariyle , aynı seslerden oluşur. Karadeniz ezgilerinin de bütün bölgelerde olduğu gibi “yerel” özellikleri vardır. Kısacası hem bağlamanın hem de kabak kemanesinin atası kopuzdur. Rosanyi’ nin Dünya Tarihinde Türklük adlı eserinde verdiği bilgiye göre KEMENÇE Kuman Türklerinde erkek ismi olarakta kullanılmıştır (6) Kumanların Lazları da içine alan bölgenin etnik oluşumunda etkin bir unsur oldukları da bilinen bir gerçektir.

Karadeniz Kemençesi
Kemane

Klasik Kemençe

Önemli birer Türk sazı olan ve yine Pontus’a mal edilen “tulum” ve “çifte düdükle” ilgili araştırmalar bu sazların bölgenin etnik oluşumunda etkin olan Avar Türklerinin enstrümanları olduğunu göstermektedir.

Çok önemli olan bu bulguları, L.Rosanyi, Macar Arkeolojisinde Hunlar, Avarlar, Macarlar adlı eserinde söyle değerlendirmektedir.

“ Bu eser muhaceret devrinden kalmış biricik musiki aletidir. Bu alet 1933 senesinde Szolnok vilayetinde –şimdiye kadar yalnız kısmen kazılmış- bir mezarlıkta çıkmıştı. Bir Avar erkek iskeleti el kemikleri arasında bulunmuş, turna kemiğinden yapılmış bir çift-kaval vardır, ses deliklerinin sistemli sıralanışı (2-5) delik ve kemik işlenmesinin ince ve muayyen olması çok yükselmiş bir tekniği gösteriyor. Bu alet kendi cinsinin en mükemmel tipindedir ve her halde uzun bir tekamülün mahsulüdür. Benzerleri Kafkas ve Türkistan’da ve bilhassa İtil civarındaki halklarda bu gün de bulunuyor. Bu alet hakkında Arkeologia Hungaria serisinde müstakil bir cilt çıkaran Barth Çin ve Garbi Avrupa arasındaki sahalarda bulunan her çift-kaval tiplerini tetkik ederken şu neticeye varmıştır: İtil civarındaki numunelerinin Avar Zummara tipinden daha çok inkişaf etmiş oluşu bu kavalların yayılma merkezinin de takriben Ural-Altay arasındaki saha olması fikrini kuvvetlendiriyor. Bu surette bu alet müzik Folkloru’nun güzel bir tabakası gibi Ural-Altaylıların, yahut Pretürklerin en eski müşterek medeniyet mahsullerinden biridir.”

“Anadolu’nun bilhassa Trabzon ile Artvin vilayetleri çevresinde halen yaşayan ve halk arasında Tulum ismiyle anılan bu çalgı bile, çok eski bir Türk icadıdır. Ve bu Türk çalgısının icat tarihi milattan önceki yüzyıllara dahi uzanır. Buna en yakın canlı misal ise, Anadolu’daki tulum çalgılarında görülen çift-düdük şeklinin aynısına, 1933 yılında Macaristan’ın Szolnok vilayetinde Avar Türklerine ait olduğu tespit edilen bir mezarda meydana çıkarılmış olmasıdır” (7)


çift-düdüklü Karadeniz tulumu
Szolnok’ta Avar mezarında bulunan Çift-düdük
Szolnok Avar mezarının genel görünümü


Bu husus üzerinde hassasiyetle duran sayın M. Ragıp Kösemihal Bey Avar gaydası yani tulum çalgısıyla ilgili olarak şu izahatta bulunmuştur.(8)
“Dolmabahçe Sarayı Müzesinin Avarlar bölmesinde asılı ve Macaristan kazılarında bulunan bir takım izlere göre restore edilerek çizilmiş Avar Gayda ve Düdüklerinin resimlerini gidip görmek herkes için mümkündür Avarların bir kolunun Trabzon taraflarına indiğini bildiğimiz için bu buluşların değeri büsbütün artıyor belki o göçlere kadar çıkıyor...”
“O restore edilmiş şekillere göre; Avar gaydasında tulumun bir tarafında ağıza gelecek üfleme düdüğü duruyor, tulumun alt tarafında müvazi surette yan yana bağlanmış iki tane düdük görülüyor ve her biri üstünde birer sıra parmak deliği bulunan bu çift-düdüğün son başlarına da iki düdük için müşterek, huni biçimli ve sesi büyültecek eğrice boynuz ağız takılı bulunuyor.”
“Bu şekil Artvin taraflarında hala kullanılan tulum düdüklerinin aynısıdır...”
Çift-düdük halen yine Türkistan’da yaşamakta olup şimdiki “KOŞNEY” adını taşımaktadır. Artvin çevresinde bilhassa çobanlar tarafından bugün dahi, tulum haricinde de çift-düdük kullanılmaktadır. Kırgız Türklerinin kullandıkları çalgılar arasında tulumun mevcudiyeti de göze çarpar binaenaleyh, bir zamanlar Avarlardan bir kolun Trabzon’a kadar uzandığını ve Trabzon çevresinde bir çok Avar Ailelerinin yerleştiklerini göz önüne alacak olursak, bu müzik aletinin durumu daha iyi anlaşılmış olup, tulumun Avar’lar vasıtasıyla Anadolu'ya gelmiş olduğu kesinlik kazanır.
Esasında tulum kelimesi Türkçe’dir ve bütün Türk lehçelerinde bu kelime mevcut olup, “içi çıkarılmış davar derisi, kırba” manalarına geldiği görülür. Kaşgarlı Mahmut da aynı anlama gelmek üzere Divan-ı Lugat it Türk’te “tulum kelimesini kullanarak Türkçe olduğunu göstermiş ve hatta divanın bir yerinde “TİM” kelimesine temas ederek “şarap dolu tulum” anlamına geldiğini belirtmiştir. Bugün de Anadolu’da tulum ve tuluk peynirlerinin varlığından haberdarız. Bu hususlardan da anlaşılacağı gibi Yunanca’da görülen ve “şişkinlik” manasına gelen TILIMOS-TULUM(OS) kelimesi dahi doğrudan doğruya Türkçe’den Yunanca’ya geçmiş bir kelimedir. Bu itibarla, Türk icadı olan tulum çalgısı Türkler vasıtasıyla Avrupa’ya kadar getirilmiş ve zamanla buradan da İskoçya’ya kadar uzanmıştır.

Görüldüğü üzere hem kemençenin hem de tulumun Yunan yada Pontus kültürüyle bir ilgileri yoktur, doğrudan Türk kültürünün unsurlarıdır.

Bir diğer unsur ise bölgenin geleneksel kıyafetidir. Karadeniz bölgesi erkek kıyafeti yine Greklilikle bir ilgisi olmayan Türk icadı “pantolon” ile başlar ve bellerindeki Sarkaçlı Avar kemeriyle devam eder bu kemer örnekleri Macaristan’da da bulunmuştur.
Macaristan’da bulunan sarkaçlı Avar kemeri.

Bölgede konuşulan dile gelince (dil ile sadece Rumca kastedilmiştir yoksa Karadeniz lehçesi Azeri lehçesiyle çok büyük benzerlik göstermektedir)Hıristiyan olan Türkler her zaman dini öğrendikleri dili benimsemişlerdir Ortodoks olan Bulgarların Slavca konuşması gibi hatta Anadolu’da dini terimler Farsça’dır abdest (ab-ı dest) gibi... Anadolu Türklerinin Farsça’yı benimsememesi ise bölgeye olan sürekli Türk akınlarından olmuştur. Karadeniz Bölgesinde Rumca konuşan ve hatta Pontus İsyanında rol alan Rumların soyadları ilginç birer örnektir; Pehlivanoğulları, Öküzoğulları, Hırçınoğulları, Şahinoğlu, Arslanoğlu, Kırbaşoğulları, Dumanoğulları, Karayamalı vb. ayrıca Türk adları taşıyorlardı:Şahin, Melik, Çakır, Duman vb. gibi... dikkati çeken bir diğer hususta Rumların oturduğu köy adlarının Türkçe oluşu idi: Sarıtarla, Çerdiğen, Endikpınar, Gölönü, Kırkharam, İncesu, Kızöldüren, Kozlucan vb... (9) Ayrıca Rum adlı olmaları da Rum oldukları anlamına gelmiyor bu konuda önemli örneklerden biri de Türk Ortodokslardan Papa Eftim’dir. Papa Eftim’in Türk Ortodoks Patrikanesinden alınan belgesel 511030 nolu nüfus hüvviyet cüzdanı sureti şöyledir: Soyadı: Erenerol, Adı: Papa Eftim, Babasının adı: Baraş Anasının Adı:Mariya Doğum Yeri: Akdağ Madeni Dini: Ortodoks vd... Bu örnekte görüldüğü gibi Papa Eftim’in Ana ve Baba adı Türkçe değil Rumcadır.

Yukarıda aktarılan bilgilere dayanarak Karadeniz (Pontus) hiçbir zaman Yunan haritasındaki coğrafi sınırlarda olmamıştır. Pontus bölgesi Kafkaslardan Kastamonu’ya kadar uzanan çok geniş bir coğrafi bölgedir. Ve bu bölgenin insanlarının yaşadığı kültür, konuştuğu dil, genetik özellikleri tamamen Turanlı ve dolayısıyla Türk’tür. Fakat oynanmak istenen oyun her zaman ki gibi güçsüz, zayıf, sözü geçmeyen, kendine güveni olmayan bir Türkiye meydana getirmektir. Bunu ise ancak yiğit Türk Milletini parçalara bölerek başarabileceklerini tarihten ders alarak çıkarmışlardır. Ve bu amaçları uğruna Yunanlılar 176 dernek, vakıf, cemiyet, örgüt... kurmuşlardır. Belki de siz bu yazıyı okurken bir yenisi daha kuruluyordur. Bu kuruluşlar şunlardır;
YUNANİSTAN'IN YUNANİSTAN İÇİNDE VE DÜNYADA KURDUĞU PONTUS DERNEKLERİ :
1. Kanada Pontus Federasyonu, 2. Philadelphia "Akrite" Pontuslular Birliği (ABD), 3. Avusturalya-Melbourne-Victoria PanPontus Komitesi, 4. Atina Geriye Gelen Yunan Soydaşlarını Karşılama ve Yerleştirme Kurumu (EIYAADE), 5. Atina Pontuslu Sanatçılar Kurumu, 6. Yunan Pontus Kurtuluş Birliği, 7. Arğonafte Komnini Pontus Derneği, 8. Hür Pontus için Vatan Pontus Kurtuluş Birliği, 9. Pontus-Tirebolulular Kardeşlik Derneği, 10. Yunan-Pontus Kurtuluş Birliği, 11. Kalithea "I Argo" Pontus Derneği, 12. Pontuslular Derneği, 13. Pontuslu Öğrenciler Derneği, 14. Kalamaria Kromneanlılar Kardeşlik Derneği, 15. PanHelenik Pontuslular Dernekleri Birliği, 16. Tüm Yunanistan Pontus Dernekleri Federasyonu (PEPİS), 17. Pontuslu Göçmenler için Milli Vakıf, 18. Pontus Birliği, 19. İyon-Yunan Cemiyeti, 20. Attiki-Melissia Pontuslular Birliği, 21. Attiki "Ta Surmena" Pontus Yunan Birliği, 22. Attiki-Menidion "O Evklidis" Pontuslular Derneği, 23. Ardessa-"I Ardessa" Kültür Derrneği, 24. Arama-Sitogralılar Kültür Derneği, 25. "Aetorahi Elassona" Pontus Kültür Derneği, 26. Ayios Theorodus Gavras Pontuslular Derneği, 27. Amindeos-Lakkia Pontuslular Derneği, 28. Almopia Karadeniz Klübü, 29. Almanya-Batı Berlin Pontus Dernekleri Federasyonu, 30. Almanya-Yunanlı Pontussular Dernekleri Federasyonu, 31. Berlin-Pontus Yunanlılar Derneği, 32. Batum-Pontus Yunanlılar Derneği, 33. Bremen-Pontus Yunanlılar Derneği, 34.Bitigheim-"Panaiya Sumela" Pontuslular Derneği, 35. Boston-"Panayia Sumela" Pontus Kolonisi, 36. Boston "Pontiaki Estia" Derneği, 37. Boston "I Matsuka" Kültür Derneği, 38. Dünya Pontuslular Derneği, 39. Drama-N. Sevastia Pontus Kültür Derneği, 40. Drama-"I Komnini" Pontuslular Derneği, 41. Drama-Lefkogio "Evksinos Pontus" Pontus Kültür Derneği, 42. Diavati "O Aleksandros İpsilantis" Pontuslular Derneği, 43. "Dimitrios İpsilantis" Nea Philadelphia ve Çevresi Pontus Derneği, 44. Dachau-Pontus Yunanlılar Derneği, 45. Düsseldorf-Pontus Yunanlılar Derneği, 46. Dortmund-Pontus Yunanlılar Derneği, 47. Epir-Küçük Asyalılar Kardeşlik Derneği, 48. Esessa "O Theorodos Gavras" Pontuslular Derneği, 49. Eski SSCB Pontuslular Federasyonu, 50. Etoloakarnania-Ayios Kanstandinos "D. Psathas" Pontuslular Derneği, 51. Eteloakarnania "Hamanes Patrides" Pontus Kültür Derneği, 52. Evros "Aleksios Komninos" Pontuslular Kültür Derneği, 53. F. Almanya Pontus Yunan Dernekleri Federasyonu, 54. Frankfurt Pontus Yunanlılar Derneği, 55. Florina Karadeniz Klübü-Gümülcine Özgür Pontus Vatanperver Teşkilatı, 56. Grevena Pontuslular ve Küçük Asyalılar Derneği, 57. Güney Yunanistan Pontus Dernekleri Federasyonu, 58. Grevena-Kivoto Pontus Kültür Derneği, 59. Hanya "Panaia Sumela" Pontus Derneği, 60. Haydari "Pontiaki Lira" Pontuslular Derneği, 61. Haydari Pontuslular Derneği, 62. Hamburg Pontus Yunanlılar Derneği, 63. Igumenitsa "Diyoyenis O Sinopepus" Pontuslular Derneği, 64. İskenderiye ve Çevresi Pontuslular Derneği, 65. Iliupolis "O Aleksandros İpsilantis" Pontuslular Derneği, 66. "İ Panayia Gumera" Pontuslular Kardeşlik Derneği, 67. İsviçre-Zürih Pontuslular Birliği, 68. İsveç-Lud Pontus Yunanlılar Derneği, 69. İpsilantis Pontus Derneği, 70. Kalamaria "Kromnean" Kardeşlik Derneği, 71. Kromneon Kalamarias Pontus Derneği, 72. Kalamaria Kırımlılar Kardeşliği, 73. Kavala-Pontuslu Öğrenciler Birliği, 74. Kavala-Pontuslular Klübü, 75. Kozanı-Ayios Dimitrios "Ayios Yanis Vazelon" Derneği, 76. Kozanı Karadeniz Klübü, 77. Korinos "Karadeniz" Pontuslular Derneği, 78. Koridallos "Karadeniz" Pontuslular Derneği, 79. Kastania "Amaranton" Pontus Kültür Derneği, 80. Katerini "Akritas" Pontus Kültür Derneği, 81. Kalithea "i Proodos" Pontuslular Derneği, 82. Kilkis "i Argonafte" Pontuslular Birliği, 83. Kastoria "Karadeniz" Klübü, 84. Köln Pontus Yunanlılar Derneği, 85. Florina-Karadeniz Klübü, 86. Lamia-Fithiotida Pontuslular Birliği, 87. Lutviegshaven Pontus Yunanlılar Derneği, 88. Makroporion Pontuslular Derneği, 89. Menemen Pontus Derneği, 90. Münih Pontus Yunanlıları Derneği, 91. Melbourne Pontus Ocağı, 92. Montreal "Karadeniz" Derneği, 93. Nea Hili "Karadeniz" Şileliler Derneği, 94. Nikea-Koridallos Pontuslular Birliği, 95. Nea İonia "i Zoodohos Piyi" Pontuslular Birliği, 96. Nestos-Hrisupolis Pontuslular Derneği, 97. Nausa Pontuslular "Karadeniz" Klübü, 98. Norfolk "Pontus" Birliği, 99. N. Philadelphia "İpsilantis" Pontuslular Derneği, 100. Nürnberg Pontus Yunanlılar Derneği, 101. New York "Komnini" Pontus Sendikası, 102. New York "Panaia Sumela" Derneği, 103. "O Pontos" Kesarialılar Kültür Derneği, 104. Orecastro Kültür-Spor Derneği, 105. Ohio-"Komnini" Pontus Klübü, 106. PanHelenik Pontus Dernekleri Birliği, 107. PanHelenik "Panaia Sumela" Kutsal Kurumu, 108. Ptolemadia Karadeniz Klübü, 109. Ptolemadia-Pontuslular Birliği, 110. Pieria Pontuslular Birliği, 111. Pieria-Trabzon "O İpsilantis" Pontus Kültür Derneği, 112. Patra "Faros" Pontuslular Derneği, 113. Pire Yunan Kültür Pontus Klübü, 114. Pire-Perama Pontuslular Derneği, 115. Pontian Brotherhood "Bontoxehiteas" of N.S.W. Limited, 116. Pontus ve Kıbrıs Rumları Dayanışma Derneği, 117. Prosotsani "O Pontos" Pontuslular Derneği, 118. Policastro "i Akrites" Pontuslular Derneği, 119. Pelli "İpsilante" Pontus Kültür Derneği, 120. Preveza-N. Sampsunta "i amisos" Kültür Derneği, 121. Pontus Etüdler Merkezi, 122. Russelsheim Pontus Yunanlılar Derneği, 123. Rodos "O Digenis" Pontuslular Derneği, 124. Selanik-PanHelenik Pontus Dernekleri Birliği, 125. Selanik "Panaia Sumela" Sendikası, 126. Selanik "Karadeniz" Klübü, 127. Selanik "i Anayanisi" PanHelenik Pontus Yaşlılar Evi, 128. Selanik İoniki Ocağı, 129. Selanik Pontuslular Feneri, 130. Selanik "Ayios Theorodos-Gavra" Pontus Derneği, 131. Selanik Pontus İncelemeleri Enstitüsü, 132. Selanik-Meseos "O Pontos" Kültür Derneği, 133. Selanik Bafralılar Derneği, 134. Selanik-"İ Eptakokomas Santa" Santalılar Derneği, 135. Selanik-Yorgios K, Fotiadis" Tiyatro Derneği, 136. Selanik-Eleftherio Kordelyo Karadenizliler Derneği, 137. Selanik Serbest Felsefe ve Sosyal Bilimler Merkezi, 138. Avgi Kültür Merkezi, 139. Selanik-Peristereota "Ayios Yorgios" Derneği, 140. Selanik- "Akrite Tu Pontu" Stavrupolis Pontuslular Derneği, 141. Selanik-Kirio Pontuslular Yardımlaşma Derneği, 142. Selanik-Evosmos "Panaia Kremasti" Pontuslular Derneği, 143. Selanik- Aristotelion Üniversitesi Pontuslu Öğrenciler Derneği, 144. Selanik Pontuslu Öğrenciler Birliği, 145. Selanik Batı Kesimi Pontus Derneği, 146. Selanik Pontus Araştırma Merkezi, 147. Selanik-O Neos Kafkasos Kültür Derneği, 148. Selanik-Stavrupolis Pontuslular Birliği, 149. Selanik Thermi "Panaia Sumela" Derneği, 150. Selanik Kuzey Yunanistan Sanatçılar Derneği, 151. Selanik Matsoukas Pontuslular Birliği, 152. Selanik Kalithea Pontus Kültür Derneği, 153. Selanik Panaroma Pontuslular Derneği, 154. Selanik Pontuslu Kadınlar Birliği, 155. Selanik Sikea Karadeniz Ocağı, 156. Selanik Triandria Pontuslular Derneği, 157. Selanik Küçük Asyalılar Klübü, 158. Selanik Yunanistan Pontus Gençler Birliği, 159. Selanik Kalamaryas Derneği, 160. Selanik Panaia Sumela Derneği, 161. Serez Karadenizliler Klübü, 162. Stocholm Karadeniz Pontus Derneği, 163. Sydney "Panaia Sumela" Panpontus Derneği, 164. Svebs-Gmud Pontus Yunanlılar Derneği, 165. Stuggart Pontus Yunanlıları Derneği, 166. Thiva "O Pontus" Karadeniz Klübü, 167. Tiflis Pontuslu Helenler Derneği, 168. Toronto "panaia Sumela" Derneği, 169. Thrilorion Pontuslular Kültür Birliği, 170. Veria Karadeniz Klübü, 171. Whittlesld "Panaia Sumela" Kardeşlik Derneği, 172. Wuppertal ve Çevresi Pantos Kardeşlik Derneği, 173. Wiesbaden Pontus Yunanlılar Derneği, 174. Yannitsa Pontuslular Derneği, 175. Yannitsa Kria Vrisi "Aleksandros İpsilantis" Pontus Kültür Derneği, 176. İskeçe Pontuslular Derneği.
1) Mahmut GOLOĞLU, Anadolu’nun Milli Devlet Pontus, 1973.
2) Ömer ASAN, Pontus Kültürü, 1996 Belge yayınları.
3) Taner TARHAN, Eski Çağda Kimmerler Problemi, 8. Türk Tarih Kongresi, Cilt I.
4) M. GOLOĞLU, a.g.e.
5) 5) A. Tayyar ÖNDER, Türkiye’nin Etnik Yapısı, 2002, Pozitif yayınları.
6) L. ROSANYİ, Tarihte Türklük.
7) Hilmi GÖKTÜRK, Anadolu’nun Dağında Ovasında Türk Mührü.
8) H. GÖKTÜRK ,a.g.e.
9) Mesut ÇAPA, Pontus Meselesi
(www.turan.tc, 12.07.2005, Salı)




Muhiddin NALBANTOĞLU








Pontusçuların akıbeti
Birinci Dünya Savaşı sonrası Müttefiklerin yıllarca hazırladıkları Osmanlı mülkünü parçalamak ve her birisinin kendine göre yağlı bir parçasını kapmak hareketi bütün hızıyla sürüyordu. Müttefikler Paris’de topladıkları Versay Konseyi ile de tasdik ettirdikleri bu işgal ve ilhak hareketinde eski Rum-Pontus kalıntılarını da ihmal etmiyorlardı. Bir taraftan İzmir’in işgal ve ilhakını dünkü kölemiz olan Yunanistan’ın eline terk ederken, öbür taraftan Yunan işgalini bütüne erdirmek ve Anadolu’dan Türk varlığını silmek için Rum Pontus hareketinin ilk nüvesini teşkil eden Pontus Cemiyetini kurduruyorlardı. Azerbaycan o sırada İngilizlerin işgaline girmişti. Burada topladıkları ve örgütledikleri Pontusçuları büyük bir çete hareketi olarak Türkiyenin Karadeniz bölgesine göndermek hazırlıklarını tamamlamışladı. Romanya yolu ile eski yurtlarından ayrılan külliyetli miktarda Rum eşkiyası da yeni kurulan bu Pontus Cemiyetinin emrine koşuyorlardı. Kukla devlet Artık Anadolumuzun Samsun, Trabzon, Giresun gibi mamur bölgeleri aç kurtlar gibi saldıran bu Rum eşkiyasının insafına terk edilmiş gibidir. İngiliz ve Fransız siyasîlerinin silâhlandırıp yönlendirdiği bu eşkıya gürûhu deniz yolu ile geçtikleri bu bölgelerde çeteler oluşturmuşlar, köyleri, kasabaları ve umumen bütün yerleşim birimlerini hedef alarak faaliyete geçmişlerdi. İngilizlerin asıl hedefleri yıldırarak kaçıracakları Türk ellerini Rum Pontus çeteleri eliyle Yunanistana bağlamakdı. Bunun için de bu bölgede kukla bir Pontus Devleti kurdurmak azminde idiler. Kurulup teşkilatlanacak olan bu devletçiğin İngilizlerin emrinde olması kesin bir hedef oluşturuyordu. Karadeniz sahillerinde kuvvetlendirilecek olan bu Pontusçular, ileri harekete geçerek Ankara önlerinde Yunan kuvvetleri ile birleşmek ve Orta Anadoluda güçlenerek Türkleri imha etmek emelinde bulunuyorlardı. Bunun için Paris Versay konvansiyonundan da icazetli bulunuyorlardı. En büyük destekçileri Fransız ve İngiliz siyasîleri idi. Amma ne var ki Türkler de uyumuyordu. Bölgede bunlara karşı mücâdele veren Türk kahramanlarının oluşturduğu millî müfrezeler de faaliyete geçmişlerdi. Bunların en ünlüsü ve en güçlüsünü Rahmetli Kasap Osman’ın emrinde ve kontrolündeki Karadeniz Uşaklarından toplanan gönüllüler oluşturuyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı günlerdeki durum bu merkezde bulunuyordu. Bir yıla varmadan bütün Karadeniz bölgesindeki Pontus çeteleri kökten temizlenmiş gibi bir durumda bulunuyordu. Ancak, Abacı Yanko çetesinin geniş bir çevreye yayılan ve dağlarda, ormanlarda barınan çetesi varlığını sürdürmeyi başarmıştı. Yunan kuvvetlerinin çok kısa bir zaman içinde Ankara önlerinde görüneceğini hesaplayan Batılı emperyalist güçler bu hesaplarında yanılmışlardı. Çünkü, İzmir’e çıkan Yunan birliklerinin karşısında çok güçlü direnişçiler vardı. Çerkez Etem kuvvetleri yanında Demirci Akıncıları, Balıkesir-Alaşehir gönüllülerinin meydana getirdiği müfrezeler ve başka yerel gönüllüler istilâcıları uzun zaman sahillerde çakılı tutmayı başarmıştı. Böylece Karadeniz bölgesine sızan ve buradaki savunmasız Türk şehirlerinde örgütlenen Pontus eşkıyası Orta Anadolu sahrasına geçmeyi de başaramamışlardı. Oysa onların asıl görevleri Anadolu mücâhidlerinin deniz yolu ile alabilecekleri yardımın ve silâhların da önünün kesilmesi merkezinde idi. Karşılarında Topal Osman ve Kasap Osman gibi millî kahramanların kurduğu güçlü örgütler bütün oyunlarını bozmuş, bütün hareketlerini önlemişti. Fakat bütün bunlara rağmen Pontus çeteleri geceleri bastıkları köy ve kasabaları haraca kesmekten uzak durmamışlardır. Eşrafın dağa kaldırılması, halktan haraç toplanması ve bastıkları yerleşim bölgelerinden topladıkları ziynet eşyalarını dağlarda depolamaları bütün bölge insanının en çok dertli oldukları şikâyetlerini teşkil ediyordu. Halkı soydular Pontusçulardan geniş çapta temizlenen Karadeniz şehirlerinden Samsun dağlarına sığınan Abacı Yanko çetesinin son kalıntıları ikiyüzelli kişi civarında vardı. Bunlar kandırdıkları bir takanın sahibi ile anlaşarak beraberlerindeki sandıklar dolusu mücevherlerle ve halktan gaspettikleri değerli mallarla bu takaya dolarak Romanya’ya geçmek için denize açıldılar. Bir kısmı da Trabzon limanından aynı şekilde bütün silahları ve değerli eşyaları ile bu defa Enosis adlı bir başka gemiyle yine geldikleri yere hareket ettiler. Bu Enosis gemisinde de çuvallar dolusu altın ve gümüş paralar, külçe külçe altınlar, sandık sandık pırlanta ve elmaslar bulunuyordu. Sonuçta Türk deniz güvenlik sisteminin gemileri binbir zorluklar içinde ellerindeki eski ve miyadı dolmuş gemilerle bunların peşine takılmış ve Karadeniz’in hırçın dalgaları arasında onlara yetişerek hepsini tevkif etmeyi başarmışlardır.
20.11.2005 Okuma : 384
www.yenicag.com, 21.11.2005
Pontus- PKK işbirligi

PKK, isyan provalilari yapaparken Karadeniz bölgesinde de hainler boş durmuyor. Terör örgütü ile Pontusçular işbirligine başladiYUNANISTAN ve Dünya Kiliseler Birligi'in destegi Trabzon merkezli Pontus Rum devletinin kurulmasinin planlandigi açiklandi. Bu açiklama Karadeniz Teknik Üniversitesi Ögretim üyesi Prof. Dr. Mesut Çapa, tarafindan yapildi. Çapa, "Geçmiş dönemlerde oldugu gibi günümüzde de Pontusçuluk faaliyetleri sürdürülmektedir. Bu yöndeki çalişmalar gizli şekilde yapilmaktadir" diye konuştu. ÇAPA, Karadeniz bölgesinde kurulmasi düşünülen Pontus Rum devletinin, Artvin'den Samsun'a kadar uzanan alani kaplayan bir haritasinin çizildigini, Rumlar'in bu yönde çalişma yaptigini vurgulayarak "Pontusçuluk faaliyetlerini yayginlaştirmak isteyenler, bütün ihanet örgütleri ve terör örgütü PKK ile işbirligi yapmaktadir. Böylece emellerine daha çabuk ulaşacaklarini düşünmektedirler" dedi. KTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Çapa, "Pontuscular terör örgütü PKK ile iş birliği içindedir" dedi Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Fatih Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Çapa, "Karadeniz bölgesinde Pontusçuluk faaliyetlerini yaygınlaştırmak isteyenler, bütün ihanet örgütleri ve terör örgütü PKK ile işbirliği yapmaktadır" dedi. Gizli faaliyetlerÇapa, Giresun Belediyesi'nce "Osman Ağa ve Giresun Milli Mücadele Şehitlerini Anma Günü" dolayısıyla Ticaret Borsası Toplantı Salonu'nda düzenlenen "Pontusçuluk ve Günümüzdeki Faaliyetleri" konulu konferansta, Pontusçuluk faaliyetlerinin çeşitli yollarla devam ettirilmek istendiğini belirtti. Milli mücadele yıllarında, Trabzon merkezli Pontus Rum devletinin kurulmasının planlandığını, ancak bunun gerçekleştirilemediğini ifade eden Çapa, "Geçmiş dönemlerde olduğu gibi günümüzde de Pontusçuluk faaliyetleri sürdürülmektedir. Bu yöndeki çalışmalar gizli şekilde yapılmaktadır" diye konuştu. Hainler kolkolaÇapa, Karadeniz bölgesinde kurulması düşünülen Pontus Rum devletinin, Artvin'den Samsun'a kadar uzanan alanı kaplayan bir haritasının çizildiğini, Rumların bu yönde çalışma yaptığını ileri sürerek, şunları söyledi: "Pontus Rum devletini kurmaya çalışanlar, çeşitli faaliyetler yürütmektedir. Çalışmaları silah zoru ve baskılarla değil, günümüz koşullarında modern şekilde yapmaktadırlar. Örneğin Pontusçuluğu öven çeşitli kitaplar yayımlanmaktadır. Bu kitaplarda ilgi çekici bazı hikayeler bulunmaktadır. Karadeniz bölgesinde Pontusçuluk faaliyetlerini yaygınlaştırmak isteyenler, bütün ihanet örgütleri ve terör örgütü PKK ile işbirliği yapmaktadır. Böylece emellerine daha çabuk ulaşacaklarını düşünmektedirler. Ancak bunun hiçbir zaman hayata geçirilemeyeceğini herkes bilmelidir."


www.ortadogugazetesi.com, 04.04.2006



“AMAZONCULARA” ve “AMAZONSEVERLERE” BİR İHTAR DA HALK GAZETESİ(SAMSUN) YAZARI OSMAN KARA’DAN…


1970’li yılların “Samsun Genç Ülkücüler Teşkilatı Başkanı”, hâlen Türkiye’nin ilk yerel televizyonu olan Samsun Kanal S’de programlar ile Halk Gazetesi “Ak-Kara” sütunu yazarı Osman KARA, “Samsun Valiliği” tarafından bastırılan “Atatürk’ün Şehri-Atatürk’s provınce Samsun” isimli kitapta yer alan “yanlışlıklarla ilgili” bir dizi yazının dördüncüsünde,”Amazonlar gerçek mi, efsane mi?” diye sorarak, “Amazonseverlik son zamanların bir ilginç tutkusudur, tarihî değeri yoktur.” diye yazdı.

19.07.2005
İsmet GÜLTEKİN /(e-mail: ismet_gultekin@mynet.com) / “Amazonculara” ve “Amazonseverlere” bir ihtar da Halk Gazetesi(Samsun) yazarı Osman KARA’dan geldi. 1970’li yılların “Samsun Genç Ülkücüler Teşkilatı Başkanlığı” da yapmış olan, hâlen Türkiye’nin ilk yerel televizyonu olan Samsun Kanal S’de programlar ile Halk gazetesi “Ak-Kara” sütunu yazarı Osman KARA, Mayıs ayının sonlarında yazdığı, “Samsun Valiliği” tarafından bastırılan “Atatürk’ün Şehri-Atatürk’s provınce Samsun” isimli kitapta yer alan “yanlışlıklarla ilgili” bir dizi yazının dördüncüsünde, “Amazonlar gerçek mi, efsane mi?”, diye sorarak; “Amazonseverlik son zamanların bir ilginç tutkusudur, tarihî bir değeri yoktur.”, diye yazdı.
Bu yıl da, her ne kadar “millîliği çağrıştırıcı sanatkârlar” iştirak edecek olsa da(Baydaroğlu, Türüt gibi), Terme’de,Temmuz 2005’in son günlerinde, 6.’sı yapılacak “Amazon Festivali” konusuna ilgi duyanlara, Osman KARA ile sesleniyoruz.İşte KARA’nın ilgili yazısı:
AMAZONCULUK ve AMAZONSEVERLİK
Bu kitapta bir de Amazonculuk ve Amazon severlik var ki, anlamak mümkün değil. Amazonlar aşağıya, Amazonlar yukarıya. Neredeyse Çarşamba-Terme tarihini Amazonlarla başlatıp Amazonlarla bitirecekler. Ancak Amazonlar hakkında bilgileri de darmadağınık ve birbiriyle çelişiyor.Bazı bölümleri Meydan Larousse’dan, bazı bölümleri Azra Erhat’ın kitabından alınmış. Orada da metnin özüne sadık kalınmamış. Larousse “Karadeniz kıyılarında yaşadıkları söylenir” derken bizimkiler bu söylentiyi kesin tarih bilgisiymiş gibi sunmaktadırlar. Ama bunu yaparken bile açık düşmektedirler. Kitabın 172. sayfasındaki Terme bölümünde “Tarihi M.Ö. 1000 yıllarına kadar uzanan ilçede, efsanevi kadın savaşçılar Amazonlar’ın yaşadığı birçok eski tarihçi ve coğrafyacı tarafından ileri sürülmektedir. Amazonların; yerleşmiş olduğu alanlar kaynaklarda, Karadeniz kıyıları olarak tanımlanmaktadır. Özellikle Thermodon(Terme Çayı) kıyısında Thamiskyra kentini kurmuş oldukları bilinmektedir. Themiskyra kentinin Terme ile Ordu arasında olduğu sanılmaktadır” ifadelerine yer verilmektedir.
BU NE BİÇİM TARİHÇİLİK, BU NE BİÇİM ARAŞTIRMACILIK?
Bu ne biçim tarihçilik, bu ne biçim araştırmacılık? Bir satır önce “Thamiskyra kentinin Terme Çayı kıyısında kurulduğu bilinmektedir” diyeceksin, bir satır sonra da o kentin “Terme ile Ordu arasında bir yerlerde olduğunun sanıldığı”ndan bahsedeceksin? Biliniyor mu, sanılıyor mu, hangisi? Karar verin artık.
Bu Amazonseverlik son zamanların bir ilginç tutkusudur, tarihi değeri yoktur. Efsane midir, gerçek midir, bilinmez. Kopya aldıkları Larousse bile Amazonlardan “Yunan mitolojisinin efsanesi” olarak bahsederken ve ancak “Karadeniz kıyısında yaşadıkları söylenir” diyebilirken bizimkilerin neredeyse elleriyle koymuşcasına yer tayin etmeleri anlaşılacak iş değildir.
“TERME KAYMAKAMLIĞI” TARAFINDAN YAYINLANAN “AMAZONLAR DİYARI TERME” İSİMLİ “KİTABIN DA İSMİNİN “GÜNCELLEŞTİRİLMİŞ-GENİŞLETİLMİŞ TERME TARİHİ” OLMALIDIR DEMİŞTİK
“Maddî imkânsızlılar sebebiyle” 01. Nisan 2005, 54. sayısı ile kapattığımız “Mefkûre Gazetemiz”in 48. sayısında da(01.Ekim.2004)da, “Terme Kaymakamlığı” tarafından Ağustos 2004 başında yayınlanan”Amazonlar Diyarı Terme” isimli kitabı “kapak konu” edindiğimiş ve kitabın isminin “Ah! Keşke İsmiGüncelleştirilmiş ve Genişletilmiş Terme Tarih Olsa İdi”, diye de yazmıştık.Ancak ne yazık ki bütün ilçe kamuoyunca da bilindiği üzere, “Amazon Center”lar, belki de Türkiyemizin “tek avrat heykeli”(?!) olan “Amazon Heykeli” de ilçemizde elanen mevcut..




“PONTUSÇULUK UYARILARI” DEVAM EDİYOR…
“DOĞU KARADENİZ ÜZERİNE OYUNLAR”

· Aralık 2001’de, devletimizin ve askeriyemizin bölgemizdeki etkili ve yetkililerin yaptığı “Pontusçuluk Uyarıları” devam ediyor. İçişleri Bakanlığı’nın ardından Trabzon’daki elliye yakın sivil toplum teşkilâtı ve Aydınlar Ocağı Genel Merkezi tarafından da “Doğu Karadeniz Üzerine Oynanan Oyunlar”a yönelik açıklamalar yapıldı.
Gazetemizin 15 Şubat 2002 tarihli sayısında, devletimizin ve askeriyemizin bölgemizdeki etkili ve yetkililerinin yaptığı ve genel ve yerel basına da akseden açıklamalarını, “Pontusçuluk Uyarıları” başlığı altında aktarmıştık. Geçen zaman içerisinde , İçişleri bakanlığı’nın ardından, Trabzon’daki 50’ye yakın sivil toplum kuruluşları ve Aydınlar Ocağı Genel Merkezi tarafından “Doğu Karadeniz Üzerinde Oynanan Oyunlar”a yönelik açıklamalar yapıldı.
“Misyonerlik-Pontusçuluk” konusunda İçişleri Bakanlığı’nın Samsun Valiliği’ne gönderdiği “uyarı” yazısında, şu görüşlere yer verildi:”Türkiye’de misyonerlik faaliyeti kapsamında 1998’de 104;1999’da 137; 2000’de 47 ve 2001’de 5 olmak üzere toplam 293 kişi göz altına alındı. Gözaltına alınanların 140’ı Türk, 153’ü yabancı…”
İçişleri Bakanı Rüştü Kazım YÜCELEN tarafından , Trabzon milltvekili Şeref MALKOÇ’un soru önergesine verdiği yazılı cevaptaki açıklamalarda şu hususlar belirtildi:”Doğu Karadeniz Bölgesi’nde gezi yapanlar arasında “Pontusçuluk faaliyetleri” içerisinde olabilecek şahısların izlenmesi ve suç unsuru bulunması durumunda gerekli yasal işlemlerin yapılması için valiliklere gerekli talimat verilmiştir. Pontusçuluk etnik temelde, misyonerlik dini temelde yürütülen bir faaliyettir.”(1)
Trabzon’daki 50’ye yakın meslek odaları, dernek ve siyasî parti temsilcileri de “Pontusçuluk faaliyetleri” hakkında yaptıkları ortak açıklamada ise şu görüşlere yer verdiler:”Son günlerde bölgemizle ilgili, milletimize ve tüm dünyaya karşı insanımızı rencide edecek ve millî reflekslerimizi zaafa uğratacak nitelikte, özellikle ülke geneline yayın yapan bazı televizyon kanallarında, bazı haber ve programlar yapılmaktadır.Bu tür yayınlar, tarihî gerçeklere tamamiyle aykırı olup, toplumumuzda infiale sebep olmaktadır. Sanki Karadeniz Bölgesi meseleli ve etnik çatışma alanıymış gibi gösterilmektedir. Söylenenler bölgemizi bağlamaz ve asla bağlamayacaktır. Bölgemiz sorunlu bir coğrafya değildir. Bölgemizin ihtiyacı ekonomiktir ve gündemimizi sadece bu teşkil etmektedir.”(2)
İstanbul’da bulunan Aydınlar Ocağı Genel Merkezi tarafından yapılan açıklama ise şöyle:
‘DOĞU KARADENİZ ÜZERİNE OYUNLAR’
Doğu Karadeniz üzerindeki oyun ve tuzaklar sürmekte. Kiralık bazı yazar ve eski aşırı sol militanların yeni sermayesi “Lazcılık” ve “Pontusçuluk” olmuş durumdadır. Bazı iç ve dış çevrelerin Aydınlar Ocağı’nın önce Giresun’da daha sonra da Ordu’da düzenlediği “Aydınlar Ocağı Şurâları”nda Trabzon Türk Ocağı ve Aydınlar Ocağı’nın faaliyetlerinden rahatsız oldukları anlaşılmaktadır.
Anadolu coğrafyası üzerine vurulan Türk Kimliği’ni “hakim kültür” olmaktan çıkarmak için oryantalizmin yeni silahı olan “çok kültürlülük” dayatmalarına uygun olarak “yapay kimlikler” oluşturulmaya çalışılmaktadır.Türk kültürü ve Türk kimliği Anadolu’da basit bir mozaik parçası olarak ele alınmaktadır. Yer adlarının yabancılaştırılması ve misyonerlik faaliyetleri de yöneltilen saldırının bir başka yüzüdür.
Doğu Karadeniz’de azda olsa bazı köylerde ne tam Rumca, ne de Yunanca’ya benzeyen bir yapay dilin varlığı bilinmektedir. Bölgede yüzyıllardır ticarî faaliyetlerin ön planda olması dolayısıyla yabancı tüccarlarla temas sonucunda konuşma diline bazı yabancı kelimeler girmiştir. Hıristiyan Türkler’in Müslüman olmasından sonra sosyal temas ile de Türkçe dışındaki dillerin etkisi yer yer sürmüştür. Bölgede yaşayan insanların menşei Çepni, Kuman ve Saka Türkleri’ne dayandırılmaktadır. Genelde kullanılan dilin bir kimlik göstergesi olduğu söylenebilir. Ancak kültürel kimlik sadece dil değildir ve onunla sınırlandırılamaz.
Hele yapay ve yazı dili olmayan bir dil(?) için bunlar söz konusu dahi edilemez. Günümüzde İstanbul’da Türk Cumhuriyetleri’nden, Rusya ve eski Doğu Bloku ülkelerinden gelen turistlerin artmasıyla birlikte; oluşan ihtiyacı karşılamak üzere bu ülkelerin özellikle Rusça ve benzerlerinin öğrenimi hızlanmıştır. Turizmin ve ticaretin gereğini yerine getiren insanların çokluğu bu etkileşimle olursa, bir takım Rusça kelimeler dillerine yerleşirse yeni bir kimlik anlayışına mı girecekler? Pontusçuluk ve sözde araştırmacılık merakı uğruna Yunan profesörlerin “önsöz” yazdıkları kitaplar da yayınlanmaktadır. Yunanistan’daki PKK kampları, Yunan istihbaratının önemli bir malzeme deposu olmuş durumdadır. Yapılan propagandadan etkilenen turistler Trabzon dağlarında Pontus(!) aramaya çıkmaktadırlar. Üstüne üstlük Yunanistan Trabzon’a Başkonsolosluk açmayı isteyecek kadar da gemi azıya almıştır. Bir yandan da kiliseler canlandırılmaya çalışılmaktadır.
Bütün bu maksatlı çalışmalara karşı bize düşen; bilimsel çalışmaları hızlandırmak, eksiklerimizi hızla giderme yoluna gitmektir. Komşularımızda ve Balkanlar’daki Türk kültürü ve tarihî mirasımızın içinde bulunduğu sorunlar sık sık gündeme getirilmeli ve çözüm üretilmelidir.
Biz Aydınlar Ocağı olarak üzerimize düşenleri her zaman olduğu gibi bundan sonra da yerine getireceğiz. Bu vesile ile insanlarımızın da böylesi hassas konulara dikkatle eğilmelerini diliyoruz.(3)
15 Şubat 2002 tarihli sayımızda da vurguladığımız üzere, “Terme Birlik MEFKÛRE” olarakdevletimizin ve askeriyemizin ilgili ve yetkililerinin yaptığı ve yukarıda da zikrettiğimiz bölgemizdeki “Misyonerlik-Pontusçuluk” uyarılarının sağduyu sahibi insanlarımız tarafından mutlaka dikkate alınması ve yeni yetişen gençlerimizin de bu meselelere karşı şuurlu olmalarını istiyoruz.
Hassaten Termelilerin de…Çünkü bu meselelere vâkıf olan insanlar da bilmektedir ki, bilmem kaç tane “düvel”in(devletin) uzantıları, “Pontus’un merkezi olarak Terme’yi bile düşünmektedirler”, diye yazmıştık.
Şimdi de sizlere Türkiye Gazetesi Dış Politika yazarı Mustafa Necati ÖZFATURA’nın “Yunanistan’ın Pontus Hayali” başlıklı yazısını aktarıyoruz:
“YUNANİSTAN’IN PONTUS HAYALİ”
Papendreu, İstanbul’da Türk yekililerini oyalamakta ve Türk kamuoyu bazı medya ile kandırılmakta iken, Kıbrıs’ta Yunan-Rum birlikleri KKTC’yi nasıl işgal edeceklerinin tatbikatını yapıyordu. Gerçekten millet olarak aşırı ölçüde iyi niyetli ve son derece maziyi unutup, ders almayan insanlarız. Yunanistan, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın teşviki ile Osmanlı’ya başlattığı 1821 isyanından bu yana 13 kat genişlemiştir. Bu genişleme emperyalist Yunan politikasının neticesi olarak Türk topraklarının ele geçirilmesi suretiyle gerçekleşmiştir. 1830’dan bu yana bu emperyalizmini 2 kılıf içinde uygulamıştır.Birinci kılıf her fırsatta ve milletlerarası her faaliyette Türk tehdidi sloganı ile kendini savunma ve mağdur göstermek, milletlerarası desteği kurnazca temin etmiş.
İkinci maskesi ise Türkiye ile geçmişte Osmanlı ile ihtilafların çözümü için ikili müzakereye diyalog ve müzakereyi savunurken ihtilafı tırmandırmış, çözümsüzlüğe sürüklemiş ve bu ihtilafı geçmişte Avrupa’nın şimdi de AB’nin meselesi hâline getirmiştir. Dünya kamuoyunu iyi niyetli görünüşü ile aldatırken; Türkiye aleyhindeki her fitne ve faaliyeti desteklemekle beraber bu fitnenin perde arkasındaki koordinatörü olmuştur.
Batı’nın Osmanlı’ya şimdi de Türkiye’ye karşı sönmek bilmeyen “Haçlı kini”ise Yunanistan’ın yayılmacı politikasının itici gücü olmuştur. Damarlarındaki tek damla Yunan kanı bulunmayan ama Rumca konuşan Ortodoks dinindeki 13 milletin(7’si Türk asıllı) olan Mora halkına, Fransa, İngiltere ve Rusya, Yunanlılık şuuru telkin edip; Türkleri Balkanlar, Akdeniz ve Ege’den hattâ uzun vadede İstanbul, Marmara Bölgesi ve Anadolu’dan atmak için; 1830’da bağımsızlık verdikleri gibi bu yunanlıların eline 10 maddelik Megalo İdea’sını da tutuşturdular.Bu 10 maddenin 6’sıgerçekleşmiştir. Gerçekleşmeyen İstanbul’da Bizans, Trabzon civarında Pontus, Kıbrıs ve Batı Akdeniz’e kadar Batı Anadolu’dur. Bütün Yunan kökenleri birleştirmek, Bizans ve Pontusu kurmak başta olmak üzere 10 maddelik Megalo İdea saplantısı, Yunan devlet politikasının değişmez hedeflerinden bir tanesi ve hattâ birincisidir. Yunan emperyalizmi hiçbir sınır tanımamaktadır. 2100 yıllık Osmanlı, Kuman, Peçenek, Avar ve Hunların hakimiyetinde Türk yurdu olan Batı Trakya’nın İşkeçe kentinde Pontus Anıtı vardır. Anıtın kaidesinde Pontus Rum Devleti’nin bayrağı, Bizans(Doğu Roma) İmparatorluğunu simgeleyen çift başlı kartal figürleri, Karadeniz’i ve Türkiye’ye ait şehirleri içine alan ve Pontus diye gösteren harita ve bir yığın ibareler; Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygısızlık, iyi komşuluk gibi temel ilkelere ve NATO üyeliğine aykırıdır.
Ayrıca 19 Mayıs (1919)’ “Pontus Katliam Günü” olarak ilan edilmiştir. Amerikalı yazar Alfred Dugga’nın “King Of Pontus” isimli kitabında;”PONTUS KRALLARININ VE HALKININ HİÇ BİRİNİN YUNANLILARLA İLGİSİ YOKTUR. HEPSİ KENDİLERİNİ ANADOLULU SAYMIŞLAR, ANADOLU’NUN BÜTÜNLÜĞÜ VE BAĞIMSIZLIĞI İÇİN ÇALIŞMIŞLARDIR” denmektedir.
M.Ö. 520 yılı civarında İran’ın 19 Bölge Valiliği’nden biri olan “Pont-Satraplığı” küçük bir bölgede hüküm sürmüştür. Bu Satraplık zamanla genişleyerek Muş, Erzurum;Gümüşhane, Erzincan, Giresun, Ordu, Samsun;Çorum, Amasya, Sivas, Tokat ve Trabzon’u da içine almış ve başşehri Amasya olmuştur. M.Ö. 88-64 yılları arasında bütün Anadolu’yu içine alan tek ve bağımsız bir Anadolu Devleti kurmak isteyen Pontus Kralları ile Anadolu’yu egemenliğine almak isteyen Roma İmparatorları arasında kıyasıya savaşlar olmuştur. Pontus halkı, Anadolu’yu korumak için çok kan dökmüş ancak kuvvetli ordular karşısında yenilmiştir. Böylece kral 6. Mithridates ile birlikte Pontus tarihe gömülmüştür. Haçlı seferleri esnasında Katolik zulmünden kaçan Doğu Romalılar tekrar Pontus’u kurdular. Fatih Sultan Mehmet Han, bu devlete son verdi. Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen emperyalist güçler Pontus devleti’ni yeniden hortlatmak düşüncesindeydiler. Karadeniz’de yaşayan Rumları Pontus fikri etrafında birleştirmek istediler ve bu amaç doğrultusunda Rum çeteleri on binlerce Müslüman’ı katlettiler. En az 20 bin Müslüman Türk, evlerini terk etti. Yunanistan’ın Bizans ve Pontus ile bir ilgisi yoktur. Ama şu andaki Yunanistan bizim 600 yıllık toprağımız idi.(4)
DİP NOTLAR:
(1): Halk Gazetesi, Karadeniz’in En İyi Bölge Gazetesi, Misyonerlere Takip, 13 Şubat 2002, Çrş, s.1, 4
(2): Anadolu’da VAKİT Gazetesi, Trabzon’dan “Rum-Pontus Faaliyetleri”Tepkisi, 20 Ocak 2002, s.4
(3): Ortadoğu Gazetesi, 10 Şubat 2002
(4)Zikreden Ali KAYIKÇI, “Pontus Üstüne”(Basından Seçmeler), Samsun-2003, s. 174-175-176

“MİSYONERLERİN HEDEFİ 1071 ve 1453’ÜN RÖVANŞINI ALMAKTIR”

Aydınlar Ocağı Genel Merkezi, Samsun, Bakırköy, Sakarya, Sivas, Kayseri, Giresun, Bursa, Kocaeli, Konya, Ordu, Afyon, Alanya ve Anadolu Aydınlar Ocağı’nın katılımı ile Mayıs 2002’de gerçekleştirilen 21. Şurâ Toplantısı sonunda sonuç bildirgesi açıklandı. Açıklamada şu sözlere yer verildi:” Şurâmızın tarihi ve yeri tesadüfen seçilmiş değildir. Atatürk’ün Türk Milleti ile bir bütün olarak Millî Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’a çıkışı çok önemli bir tarihî olaydır. Samsun’a çıkış millî bağımsızlık ateşinin, millî mücadele’ye olan inanç ve imanın her türlü teslimiyetçi ve mandacı görüşü paramparça ettiği bir tarihtir. Bugün ise Türkiye millî devlet yapısı, ekonomik bünyesi bozularak ve iddialı bir devlet olmaktan uzaklaştırılarak AB’ye alınmak istenmemekte, KKTC ve Kıbrıs Türk’ü “yok” farz edilmekte ve “azınlık” hâline sokulmaya çalışılmaktadır. Diğer taraftan Kürtçe yayın tuzağı ile iç ve dış çevrelerce, bütünleşmenin önü kesilmekte, dil etkinliği tek faktör gibi gösterilmektedir. Dünyanın yeniden şekillendirildiği bir zaman diliminde 21. Şurâ’yı yapıyoruz.
Manevî değerlerin yıpranması ve maksatlı yıpratılması misyonerlere rahat çalışma sahası oluşturulmuştur. Misyonerlerin hedefi 1071 ve 1453’ün rövanşını almaktır. Hedef Anadolu’da Türk kimliği’dir. Kuzey Irak’ta Türkmenleri dışlayan bir çözüm insan haklarını hiçe saymaktır. İkinci Habur kapısı açılmalıdır. BM denetiminde Kıbrıs görüşmelerinde “yumuşama” göstermesi gereken Rum kesimidir. Türkiye komşu ülkeler ile ilişkilerini geliştirmelidir. Bölücü hareketlerin “siyasallaşma” sürecine girmesine fırsat verilmemelidir. Doğu Karadeniz ve Kafkasya üzerinde oynanan oyunlar ve tezgahlar takip edilmeli. Vakıflar yasası tekrar gözden geçirilmelidir.”
20.YÜZYILIN BAŞLARINDA BÖLÜCÜ FAALİYETLERDEN
RUM-PONTUS CEMİYETLERİ
19. yüzyılın sonlarında, Osmanlı Devleti yeni bir siyasî durumla karşı karşıya kaldı. Bu, o güne kadar Osmanlı buyruğu altında yaşayan çeşitli toplulukların bağımsızlık yönünde harekete geçmesi(veya) harekete geçirilmesi idi.Aynı dönemde Osmanlı Devleti “93 Harbi” (1877-1878) ile Rusya karşısında ağır bir yenilgiye uğramış, öte yandan Avrupa devletlerinden aldığı yüklü borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma düşmüş ve alacaklarını toplama hakkını Düyun-u Umumiye adlı milletlerarası vasıflı bir teşkilata bırakmıştı. Bütün bunlar, Devletin içine düştüğü zayıf durumu açıkca belgeleyen gelişmelerdi. Bu durum bölücü faaliyetlerin daha bir hız kazanmasına yol açmıştı. Bunda, Avrupa’da 19. yüzyıl boyunca gelişen millî-liberal akımın, Osmanlı topraklarına da ulaşması kadar, Avrupa devletlerinin bu toprakları paylaşmak gayesiyle yürüttükleri politikaların, özellikle de İngilizlerin ve Rusya’nın ezeli ve ebedi Türk düşmanlığının ve Jön Türkler ile İttihat-Terakkiciler’in gaflet payları da vardır.
20. Yüzyıl başlarında bölücü faaliyetler, Anadolu topraklarına da yayıldı. Bu dönemde bağımsız bir devlet kurmak gayesi ile harekete geçen gruplardan biri de Doğu Karadeniz’deki Rumlar’dı. 1904’te Merzifon’daki Amerikan Koleji’nde “Pontus Rum Cemiyeti” adı altında teşkilat kurulmuş ve hızla çevreye yayılmıştı. Papadopulos adlı bir öğretmen tarafından kurulan bu cemiyet, okul müdürü Amerikalı Mr. White’ın önderliğinde teşkilatlanmasını sürdürürken, bir taraftan da İtilaf Devletlerini sağlamayı başardı.
White tarafından yazılan ve millî kuvvetler tarafından yapılan bir baskın sonrasında ele geçirilen bir mektupta şu ibret verici satırlar yer almaktaydı:”Hıristiyanlığın en büyük rakibi Müslümanlıktır. Müslümanların en kuvvetlisi Türkiye’dir. Bu hükûmeti ve memleketi devirmek için Ermeni ve Rum dostlarımızı terk etmemeliyiz. Hıristiyanlık için Ermeni ve Rum dostlarımız tarafından o kadar kan feda edildi ki, bunlardan bir çoğu İslamlara karşı mücadelede şehid oldular. Unutmayalım ki, kutsal hizmetimizin sonuna kadar daha pek çok böyle şehid kanı akıtacaklardır. Alevilere de mezhep hususunda serbestlik tanırsak onlarda bize katılacaktır. Bizim görevimiz, bu fırsatı kaçırmamak, gereğine uygun hareket eylemektir.Hıristiyanların şimdiye kadar görmüş oldukları zulümlere karşı onların zekatını ödeyecek bir ruh aşılamalıyız. Biz bunu şimdiye kadar yaptık muvaffak da olduk. (Fazla bilgi için.:a.g.e., Türk İstiklâl Harbi, c.:6, s.138 )
Amerika’dan gelip Harput’a yerleşen ilk “misyoner aileleri”nden biri olan “Riggs”lerden “Edward Riggs”in Başkanlığını yaptığı bu Kolej, bir “Beşinci kol Karargahı” gibi çalışmaları ile tarihe geçmişir. Çünkü bu okul idaresi; Müslümanlığı ve Türklüğü yok etmek için bahane ve sebep armakla görevli idi. En kötüsü de Osmanlı İdaresi, senelerce bu misyoner zihniyetle yetişmiş olanlara elinden gelen her türlü yardımı yapmış, bunları kontrol etmeden sinesinde barındırmış ve beslemişti..(Fazla bilgi için bknz.:Rahim ER, Türkiye Gzt, 08.01.2003, s.3)
“Merzifon’daki Anadolu Koleji”nde bir tek Türk talebe yoktu. 135 talebenin 108’i Ermeni, 27’i Rum’du. Okul Müdürü, diğer kolejlerde olduğu gibi bir papazdı. 1893’de misyonerlerin tertiplediği devlet aleyhine yapılan gösterilerin planlayıcıları arasında Merzifon Anadolu Koleji Müdürü olan bu papazda bulunuyordu. “(Türkiye Gazetesi Takvimi, 28 Eylül.1996)Kısa sürede bir çok kasabada teşkilatlanan Pontus Cemiyeti, başta Müdafaa-i Meşruta olmak üzere yeni yeni kuruluşlar ile bölgede teşkilatlanıyor, bir taraftan da “20 yaşından büyük her üyenin silahlandırılmasına çalışıyordu. Az bir zaman içinde 14 şube açan Müdafaa-i Meşruta Cemiyeti’nin Çarşamba, Bafra, Havza ve Kavak’ta da şubeleri bulunduğu gibi Avrupa devletleriyle işbirliği yapmak gayesiyle “Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti” adı altında yurt dışı ağırlıklı bir teşkilatı da vardı.
“1910’lu yıllara kadar kültürel çalışmalarla zaman geçiren Pontusçu Cemiyetler; bu yıllarda Yunanistan’ın verdiği ekonomik ve eğitilmiş insan gücü destekleri ile “çeteçilik” çalışmalarına başlamışlardı. Bölgede, ilk silahlı çetenin kuruluş tarihi, Yunanistan’ın silahlı mücadele için Samsun’a gönderdiği 130 Subay/çeteci ile birlikte 1908’dir.”(bkz:a.g.e.:Rapor;Misyonerlik ve Pontusçuluk, s.93)
Birinci Dünya Savaşı yıllarında İtilaf Devletlerinin açık desteğini de kazanan bölücü Rumlar, çalışmalarını daha bir yoğunlaştırarak Çarlık Rusya’sından da silah teminine muvaffak oldular. İngilizler’ce de Mondros Mütarekesi’nin hemen ardından sadece Samsun Rumlarına 10.000 tüfek dağıtılması, İstanbul’daki Rum Patrikhanesi’nin ve Yunanistan’ın isteği üzerine son 50 yılda Samsun ve yöresine “göçmen” adı altında yerleştirilen 50.000 Rum’dan 25.000 kadarının “Pontus Çeteleri” saflarında yer alarak Samsun ve merkez kazaya bağlı köylerde 500 civarında kundaklama, öldürme, yaralama gibi saldırılar da bulunarak “yok etme/jenosid” kampanyasına girişilmesi bakımından da örnek hareketlerdir.
MÜTAREKE YILLARINDA SAMSUN’UN DURUMU
Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’yle İtilaf Devletleri arasında 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi adı verilen bir antlaşma imzalanmıştı. Bu antlaşmanın 7. maddesinde yer alan, “İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehlikeye düşürecek olayların patlak vermesi durumunda, başka stratejik nokta ve bölgeleri işgal etme hakkına sahip olacaktır.” Hükmünü kendi çıkar ve keyfi anlayışlarına göre yorumlamak suretiyle; İngiliz taşeronluğunda 3 Kasım 1918’de Musul’u, 1919 yılı başında Adana, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal ettiler. Daha sonra Batum ve Kars’a asker çıkardılar.İtalya taşeronluğunda Nisan 1919’da Antalya, sonra da Konya’yı; Yunanistan’la 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarak ardından Aydın ve Manisa’yı işgal ederken; Doğu’da Ermeniler Kars’ı ele geçirdiler. Fransa ile Ekim-Kasım 1919’da devraldıkları Adana, Antep, Maraş ve Urfa’ya girdiler. Ayrıca güneyimizde “Kilikya Ermenistan’ı” kurma hazırlığı ile Suriye’den getirdikleri göçmen Ermenileri silahlandırarak Türkler üzerine saldırttılar. 13 Kasım 1918’de İstanbul önlerinde demirleyen İtilaf Devletleri donanmasının gelmesiyle başlayan yıkıcı ve bölücü faaliyetler, Türk topraklarının işgaliyle daha da genişledi. Bütün burada Rum, Ermeni, Yahudi, Necdi ve Nasturi azınlıkları ile hainler, çeşitli teşkilatlar kuararak, İtilaf Devletleri’nin “Osmanlı/Türkiye’nin haritadan silinmesi” faaliyetleri doğrultusunda çalışmalarını başlattılar.
Yunan Başbakanı Giritli Elefteros Venizelos, iki siyasî temsilcisini İstanbul Fener Patrikhanesi’ne gönderdi. İtilaf devletleri yanlısı cemiyetlerin kurulmasına, kurulmuş olanların desteklenmesine, bu cemiyetler eliyle manda istenip yardımlaşma adı altında bölücülük yapılmasına hız kazandırdılar. Rumlar, Venizelos’un direktifleri doğrultusunda faaliyet göstermeye başladılar ve Türk mahkemelerine gitmemek, vergi vermemek,İstanbul-Marmara çevresinde ve Trakya’daki Rumlara silah ve cephane sağlamak suretiyle aleyhteki çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Daha sonra da silahlı birlikler teşkil ederek Trakya ve İzmir’e gönderdikleri gibi İstanbul’un Yunanistan’a verilmesi isteğinin propagandasına giriştiler. Cezaevlerinde bulunan Rumların serbest bırakılmasını istediler. Büyük taşkınlıklar çıkarıyor, zafer sarhoşluğu ile yüzyıllardır velinimetleri olan komşuları Türklere saldırıyorlardı. İstanbul’daki Rumların izci teşkilatlarının bölük ve
Takım komutanlarını resmi Yunan subayları üzerine alarak onları eğitiyorlardı. Dinleri ve varlıklarını Türk’ün adalet ve insanlığına borçlu bulunan İstanbul Rum ve Ermeni Patrikleri, İtilaf Devletlerine başvurarak, “Bütün Türkiye’nin işgal edilmesini” istediler. Venizelos, İstanbul Fener Rum Patrikhanesi Patrik Vekili Dorotee’yi; “Ayasofya’da elinizden öpeceğim” diyerek uğurluyor, İstanbul Tatavla(şimdiki Kurtuluş) Mahallesinde 40 metre boyunda ipekten Bizans bayrağı hazırlanıyordu. Karadeniz kıyıları ile arkasındaki illerde kurulacak “Rum-Pontus Cumhuriyeti” için Trabzon’da çalışmalarını genişlettiler. Rusya’daki Bolşevik-Komünist idarenin ellerinden mülk ve servetlerini aldığı doğu ve kuzey Karadeniz kıyılarındaki Rumlar; Trabzon, Kastamonu, Giresun, Samsun ve çevre illere “göçmen” diye Yunan gemileriyle getirilip yerleştirildiler. Bütün bunları “Mavri Mira Cemiyeti” yaptığı gibi halkı da teşkilatlandırarak, “gerilla harbine eleman” yetiştirdiler. “Mavri Mira Cemiyeti”nin hedefi, İstanbul dahil İnebolu’dan Muğla’ya çekilecek hattın batısının Yunanistan’a verilmesiydi. Bunları teşkilatlandıran ve ihtiyaçlarını karşılayan İtilaf devletleri ile İstanbul’un fethinden sonra himaye gören, ticaret ve esnaflıkla uğraşıp çok zengin olup, müreffeh bir hayat süren Türkiyeli Rumlardı. Türk’ün kara gününde bu kadar azıp, taşmaları; “Megalo İdea” hayaliyle yanan Yunanlıların kışkırtmasıyla olmaktaydı.Olayların geçtiği bu yıllardan çeyrek asır kadar öncesine gidildiğinde bu bölgedeki Rum ve Ermenilerin konuşma dilinin tam lehçesi ile Türk dili olduğu, Yunanistan’dan gelen papazlar, Rumlar ve Yunanlı öğretmenler tarafından Anadolu Rumlarına Türkçe’yi unutturmak ve Yunanca’yı öğretmek için bütün varlıkları ile çalıştıkları, Yunanca bilmeyenleri aşağıladıkları, Türk karakter ve terbiyesine sadık kalan birçok Rum’u da öldürdükleri sonradan bir bir ortaya çıkarılmıştır.(A.g.e.:Türk İstiklâl Harbi, C.:6, s.138-139)
Sözün özü, bütün bunlar, “galiplerin Sevr ile kurmak istedikleri nizam, bir bakıma tarihi bir tekerrür anlamını taşımaktadır. Sekiz yüzyıl önce Haçlı seferleri ile amaçlanan düzen, adeta yeniden inşa edilir: Canlandırılan Bizans hayalleri, Yunan krallığına ilhak edilen veya İyonya devleti hâline konulan Batı Anadolu; Hıristiyan Pontus ve Hıristiyan Ermeni devletleri, İngiliz, Fransız ve İtalyan mandasına bırakılan topraklar, parsellenen Arap toprağında Hıristiyan unsurları öne çıkaran kukla emaretler…İslâm’ın da Akdeniz kıyılarından kovulmak, çöle sürülmek istendiğini göstermektedir. Son Haçlı savleti, gayesine erişmiş gibidir.”
Dost yenilmiş, Türk’ü yenik saymışlar,
İngilizler İstanbul’a kuruldu
Er vatanım, son vatanım,
Vatanım!...Adana’na Fransızlar görüldü
Mondros’daydı, hançer vurup soymuşlar,
İzmir’imde Yunanlı’ya verildi
Er vatanım, son vatanım, vatanım!...
Er vatanım, son vatanım, vatanım!...

İtalyanlar ta Konya’ya sokuldu
Pontusçular Trabzon’a göz dikti
Azınlıklar sokaklara döküldü
Samsun dağlarına cephane yıktı
Kars ilinde nice bebe yakıldı içtiği kan,
Türk ocağı azıktı
Er vatanım, son vatanım, vatanım!...
Er vatanım, son vatanım, vatanım!...
İşte, Türk Milleti’nin bu kara günlerinde, Samsun, bağımsız Canik Sancağı’nın Merkez kazasıydı. Sancağın dışında beş kazası daha vardı. Bafra, Çarşamba ve Fatsa(bugün Ordu’ya bağlı). Samsun’un bugün ki ilçeleri Ladik, Havza ve Vezirköprü ise o dönemde Sivas Vilayeti’nin Amasya Sancağı’nın kazaları idi. Canik Sancağı’nın 300.000 dolayında nüfusu vardı ve bunun(göçmen adı altında getirilenler birlikte) yarısını Rumlar teşkil ediyordu. Sancağın merkezi Samsun olmasına rağmen Bafra ve Çarşamba kazaları nüfusca Samsun’dan daha kalabalıktı. 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir2e asker çıkarmasından 2 ay önce de İngilizler, bu defa Samsun’a(4.000 kişilik bir İngiliz Hint kuvveti ile9 çıkartma yaptılar ve halka gözdağı verdiler. 9. Ordu Müfettişi olarak Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı gün, şehirde İngiliz askerleri vardı ve Merzifon dahil, bölgede önemli bir askeri güç olarak bulunuyorlardı. Mustafa kemal, 21 Mayıs’ta Harbiye nezareti(Genelkurmay)’ne gönderdiği raporda; Samsun ve dolaylarında 40 kadar bölücü Rum çetesi bulunduğunu, Müslüman halkın kaygı ve korku içinde yaşadığını, Rum çetelerine karşı bir tedbir olmak üzere bazı Laz çetelerin para karşılığında bölgeye getirilip Rum saldırılarına karşı kullanıldığını belirtti. Söz konusu çetelerden biri ve en kuvvetlisi; Giresun bölgesinde üstlenmekte birlikte Karadeniz2in hemen her yanında baskınlar düzenleyen, Rum çetelerini sık sık zor durumlara düşüren “Topal Osman çetesi” idi ve Mustafa kemal’in bölgede görüştüğü ilk kişilerden birisi de Topal Osman olmuştu. “ 1920’ye gelindiğinde Merzifon civarındaki Pontusçu Rum çete sayısı 130, Havza’da ise 43’tür. Yunan donanmasının 9 Haziran 1921’de İnebolu’yu bombalaması üzerine taşkınlıklarını iyice arttıran Rum çetelerine karşı Ankara Hükûmeti, 26 Haziran 1921’de aldığı bir kararla, Karadeniz’deki Rum nüfusun başka bölgelere yerleştirmesini kararlaştırdı. Nurettin Paşa komutasında Sivas’ta kurulan Merkez Ordusu’na “tenkil hareketi” görevi verildi. Merkez Ordusu Komutanlığı da Pontusçuluk’la uğraşanlar hakkında tutuklama kararı alarak bunları birer birer yakalamaya başladı. Merzifon’daki Amerikan Koleji de kapatıldı. Ve yöneticileri yurt dışına çıkarıldı. Bu arada Samsun ve Trabzon metropolit merkezleri basılarak çok sayıda silah ve belge ele geçirildi. İtilaf Devletleri, Rumlar’a karşı alınan bu tedbirleri, tesirsiz hâle getirmek için bazı teşebbüslerde bulunmaya başlayınca da Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Hariciyesi’nden gerekli “nota”yı cevabı almakta geçikmedi:”Pontus Devleti fikrini İstanbul’daki Rum Patrikhanesi’ylele Yunanistan’ı yeniden diriltmişlerdir. Samsun ve Marmara Denizi yöresinde şimdiye kadar 20.000’den fazla öldürülmüştür. Türk kadınlarının ırzına geçilmiş, köyleri yakılmıştır. Türk uyruklu Rumlar, Yunanistan tarafından silah altına alınmaktadır. Karadeniz Rumları’nı etkisiz hâle getirmek için Anadolu içlerine nakledilmektedir. Samsun bölgesindeki Rum köylerinden 2500 tüfek ve bir 1922 yılının başlarında itibaren de pontus ayaklanmasının bastırılmasına geçirilmiştir.”
Merkez Ordusu kuvvetlendirilerek sayısı arttırılmış ve 1922 yılının başlarında itibaren de pontus ayaklanmasının bastırılmasına geçilmişti. Bunun içinde bölgeye dağıtılan millî kuvvetler, asi Rum köylerini ve onların dayanağı olmuş yerleri birer taramaya başladı. Sonunda, Pontus hayali ile yıllardan beri yaşayan Rumlar’ın elebaşları ve onların yardakçıları tamamen yok edildiler. Bir çıbanbaşı olarak senelerce etkisini sürdüren Rumlar’ın bu meselesi kökünden halledildi. Bunun içinde Merkez Ordusu’nca ele geçirilen çetecilerden 10.886’sı kısmen affedildi. Ordu’ya sığınmayıp direnen 11.188 Rum da öldürüldü. (Amasya İstiklâl Mahkemesi’nce idama çarptırılan bazı meşhurlar: Samsun Reji Baş Müdür Muavini Kostantin Kostaniyadis, Samsun Metropolithane Sansdık Emini Lazeri Oğlu Panayot ve Katibi karakaş oğlu Haralombis ile Apostalaki oğlu Andon, Canik Mebusat Sabıkı Arzuoğlu Todoraki, Samsun Metropolidi Yermanos Telaagus Mihalidis, Osmanlı Bankası Direktörü Papadopolos oğlu Papa Diplus, Baş Rahip Nikolo oğlu Platon….reji muhasebecisi Garifur ile bir kısım arkadaşı 15 sene müddetle kürek cezasına çarptırılırken Kadıköy Mahallesi’nden Metropolithane Katibi Dimitri oğlu, Rum Mektup Muallimi Pandali ve bir grup arkadaşı da “Seferberlik sonuna kadar Erzincan’da cezaevinde sürgünde tutuklu kalmaya” mahkum edilmiştir. )(Fazla bilgi için bkz.: Bir Kentin Tarihi-Samsun, Baki SARISAKAL, Samsun 2002, s.44-46)
Anadolu içlerinde oturmak zorunda bırakılan Rum kadın ve çocuklar da Karadeniz Bölgesi’nin di,ğer yerlerindekiler ile birlikte 1923 yılı başlarında başlamak suretiyle, 1928 yılı sonuna kadar 182.169’u Yunanistan’a ve 27.831’i de ABD, Kanada ve Avustralya’ya vapurlarla gönderildi. Böylece bir zamanlar Karadeniz’e “Pont Özken-Pont-Euxin” denilmesinden kinaye olarak, vaktiyle M.Ö. 280, M.Ö. 63 senelerinde devam eden “Pont” isimli bir krallığın bulunduğunu ileri süren bazı Yunanlılık düşünceleriyle dopdolu olan metropolit ve reislerin, binlerce seneden beri Türklerin vatanı olan bu topraklarda bağımsız ve daha doğrusu Yunan Hükûmeti’ne katılmaya hazır bir “Pontus Rum Devleti” kurulması hülyası; Türk’ün o asil ve asil olduğu kadar da vakur ve deviren tokadı ile tarihe havale edilerek maziye karışıp gitti.(*)
Dip Not:
(*): Ali KAYIKÇI, Mert Irmağı İnsanları(Pontus’a Darbe)-Belge Roman, Mübadelenin 80.Yılı Dolayısıyla , 3. Baskı ,S



YAŞADIĞIMIZ COĞRAFYADA “MİSYONERLİK” UYARISI

· Türkiye Kamu-Sen’e bağlı Türk Diyanet Vakıf Sen, “Millî ve Manevî Bütünlüğümüzü Tehdit Eden Tehlike: MİSYONERLİK” ismiyle bastırdığı kitapçıkla misyonerlerin dünyadaki faaliyetlerine ve uyguladıkları metodlara dikkat çekerek, adeta yaşadığımız coğrafyadaki “misyonerlik tehlikesi”ne vurguda bulundular…

Haber Merkezi/(Terme Birlik MEFKÛRE): Türkiye Kamu-Sen Samsun İl Temsilcisi İsmet ÇİFTÇİ, misyonerliğin “haçlı zihniyeti”nin devamındaki maskeli çalışmalar bütünü olduğunu belirterek, “misyonerlerin oyunları”nın sadece Türk Milleti tarafından bozulabileceğini söyledi. ÇİFTÇİ;” Misyonerler millî ve manevî bütünlüğümüzü tehdit ediyor. Ancak tarih boyunca çarptıkları yalçın kayalıklar olan Türk Milleti’nin sağlam iradesi karşısında ne yapacaklarını da şaşırıyorlar. Bunların ipliğini pazara ancak Türk Milleti çıkarır. “Dinlerarası diyalog” çercevesinde büyük İslâm âlimi Yunus EMRE’nin adını ortaya atıp, “sevgi ve hoşgörü” mesajlarıyla bu milleti kandıramazlar. Yunus EMRE, bu milletin sevgilisidir. İslâm zaten sevgi demektir.
Misyonerler toplumsal direnci zayıflatmakta ve değerler erozyonunu hızlandıran lüks, moda, içki, uyuşturucu bağımlılığını yaymaya çalışmaktalar. En çok özel okullar ve kültürel faaliyetlerle etkili olmak yolunu seçmekteler. Ayrıca, insanların zaaflarından faydalanarak “empozeler” yapmaktalar. “, dedi.
ZAAF AVCILARI
Tarihte İslâm’ı karalamaya güçleri yetmeyince “Haçlı Seferleri” düzenleyip zulüm yaptıklarına değinen İsmet ÇİFTÇİ, “Misyonerlik faaliyetleri Haçlı Seferleri’nden de sonuç alınamamasıyla başlamıştır. Savaş yoluyla Müslümanların Hıristiyanlaştırılamayacağını anlayan Azizi Francis Asisi(1182-1226) “ilk misyoner teşkilatı” da denilebilecek olan “Fransiskenliği” kurmuştur. Orta Çağ boyunca Hıristiyan dünyası savaş yolu ile elde edemeyeceği yayılmacılığı “misyoner faaliyetleri” ile kazanma çabası içerisine girmiştir. “Fransiskenleri” “Dominikenler”, onları da “Cizvitler” takip etmiştir. Böylece Hıristiyan Katolik dünyası misyonerleri dünyanın çeşitli yörelerinde “Hıristiyanlığı yaymaya” çalışmışlardır. Ortak prensipleri karşı tarafın zaaflarından yararlanmaktır. Misyonerler, gelişmiş olan “Batı Medeniyetini” Hıristiyanlık ile aynı gösterir. Hedeflenen ülkede kiliseler dikip, buraları yaşatacak elemanları çoğaltmaya çalışırlar ve o ülkenin aydınlarının eserlerine ve kültürlerine “Hıristiyanlık unsurları”nı sokmaya çalışırlar. Misyonerler kültürel etkileşimi ve faaliyetleri amaçları için en uygun ortam olarak görmekte ve kullanmaktadır.
“HIRİSTİYAN KÜLTÜRÜ AŞILANIYOR”
Nitekim Rahip Samuel Zwemer’in misyonerler için yaptığı şu uyarı önemlidir; Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalamayın. Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslâm memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, Hıristiyan adetlerini, Hıristiyan bayramlarını, kültürünü ve ahlâkını aşılayalım…”
Misyonerlerin açık ve gizli çalışma metodları vardır. Açıktan, doğrudan doğruya “Hıristiyanlık propagandası” yaparlar. Misyonerler doğrudan dinî propaganda yerine insanî yardımnları ön plana çıkararak, faaliyetlerine farklı bir karakter kazandırırlar. Tıbbî yardımlara ve eğitim faaliyetlerine öncelik verirler. İnternational Missionary Council’de sekreterlik görevinde bulunan William Caton, “Müslümanlara yaklaşmada dikkatli olmalıyız. Hıristiyanın Müslüman’a ilk mesajı “doktrin” değil, “sevgi” olmalıdır.” Demektedir, diye konuştu.
“NİFAK TOHUMLARI EKİLİYOR”
Londra Misyoner Teşkilatı Başkanı”nın, “Biz, İngilizlerin müreffeh ve saadet içinde yaşamamız için Müslümanlar arasına “nifak tohumları” ekmemiz lazımdır. Onların içinde ihtilaf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız. Biz, Osmanlı Devleti’nin her tarafına fitne sokarak onu yıkacağız.” Diyerek niyetlerini ortaya koyduğuna da değinen ÇİFTÇİ, misyonerlerin öncelikli hedefinin Türkiye ve Türk dünyası olduğunu açıkladı.
NİÇİN HEDEF TÜRKİYE?
Son yıllara kadar, uzun tarihi süreçte misyonerlerin en çok emek ve para harcayarak Hıristiyanlaştırmak istedikleri bölgelerin başında “Türk Dünyası” ve “Türkiye”nin geldiğine işaret eden ÇİFTÇİ, şunları söyledi:”Harcadıkları büyük paralar, sarf ettikleri büyük emeklere rağmen, bu gayelerine ulaşamayacaklardır. Onları bu başarısızlığa iten ana unsur, Türkler’in sahip oldukları iman, karakter, seciye,kişilik, örf, adet ve geleneklerdir. Misyonerler çarptıkları bu “yalçın kayaları” aşmak için yılmadan usanmadan çalışmalarına devam etmektedir. Bunun belli başlı iki sebebi vardır:Birincisi, Türklerin üzerinde yaşadıkları bu topraklar, diğeri ise Türklerin bizatihi kendileridir. Türkiye Ortadoğu’nun ekmek sepeti ve Asya’nın anahtarı durumundadır. Gerek yer altı ve yerüstü zenginlikleri, gerekse üç tarafının denizlerle çevrili ve üç kıtanın merkezinde bulunması, Türkiye’nin önemini arttırmaktadır. Bir anlamda Türkiye, sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik imkanlar sayesinde dünyadaki ekonomik, siyasî, askeri ve dinî merkez durumundadır. Bu özellikleri misyonerler ve onların tetikçisi ekonomik ve siyasî çevrelerin iştahını oldukça artırmaktadır. Ayrıca SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan manzara, oralarda kurulan devletlerin Türkiye ile tarihî ve kültürel bağlarının bulunması ve ekonomik yönden sömürülmeye müsait olarak yorumlanması, Türkiye’nin önemini daha da artırmaktadır. Türkler, misyonerlerin ulaşmayı çok istedikleri ama bunu bir türlü istedikleri oranda gerçekleştiremedikleri bir toplumdur. Misyonerlerin sözde sevgi, barış ve hoşgörü maskesi altında yürüttükleri faaliyetler, Türk Milleti’nin bütün tarihî ve kültürel değerlerinin karşısında mum gibi eriyecektir. Misyonerlerin oyunlarını sadece Türk Milleti bozabilir.”(*)
(*): Ayhan GONCA, “Misyonerlik Uyarısı”, Türkiye Gazetesi, Bölge Haberleri, 26. Ocak.2004, Pazartesi, sh.18




YUNANLILAR ve ALMANLAR DA,
TERMEMİZİ "PONTUS" SINIRLARINA
DAHİL ETTİLER
Haber Merkezi/(Terme Birlik MEFKÛRE): Yunanlılar ve Almanlar da ilçemizi "Pontus" sınırlarına dahil ettiler.Ankara Ticaret Odası(ATO) Başkanı Sinan AYGÜN gündeme getirdiği haritada, Termemiz, "Pontus" sınırları içerisinde gösterildi. Yunanistan'da hazırlanıp bastırılan bu haritada, Türkiye'mizi tıpkı Sevr'de olduğu gibi bölüp parçalara ayrılmış vaziyette.Türkiyemize sadece Orta Anadolu bırakılırken, Ege, Trakya Yunanistan'a, Termemizin de dahil olduğu Doğu Karadeniz Pontus, Doğu-Güneydoğu Anadolu Kürdistan ve Ermenistan, Hatay ile Adana da Suriye toprağı olarak gösterildi. İstanbul ise Konstantinapolis diye yer aldı.
VE ALMANLAR
Biz Avrupa Birliği(AB) hayalleri kurarken, Avrupa da, ülkemiz topraklarını paylaşım peşinde. Almanya'da kitapçılarda satılan bir atlasta, TÜrkiye haritasının yer aldığı sayfalarda, Kürdistan ve Ermenistan Türkiye sınırları içerisinde gösterilirken, Termemizin de yer aldığı Karadeniz Bölgesi'ndeki dağlar da "Pontus Dağları" olarak tanıtıldı. Yapılanın gözden kaçan bir hata olmadığı diğer sayfalarda da ısrarla aynı terimlerin kullanılması nedeniyle dikkat çekiyor. Münih kentindeki Wolfgag Kunth Yayınevi tarafından basılan atlasta Kürdistan ve Ermenistan'ın siyasî haritalar kısmında değil fizikî haritalarda kullanılması da değişik yorumlara sebep oldu.
Bütün bunlar bir kere daha göstermektedir ki, neredeyse bütün ülkeler Türkiyemizin topraklarına, vatanımıza göz dikmiş durumdalar..."Sevr" antlaşmasını yırtıp atan Türkiyemizden her yol denenerek adeta intikam alınmaktadır... (x)

(x): Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi, 6 Eylül 2003 ve Ortadoğu gazetesi, 7 Eylül 2003, Pazar









KARADENİZ BÖLGESİ 540 YILDIR “TÜRK YURDU” (*)

· Tarihçilere göre, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan ‘Pontus’ ve ‘Trabzon Devletleri’nin , Yunanistan ile hiçbir ilgisi yok....

Araştırma Servisi/(Terme Birlik MEFKÛRE): Doğu Karadeniz Bölgesi’nde M.Ö. 301-63 yılları arasında hüküm süren Pontus Devleti’nin ve M.S. 1207-1461 yılları arasında yaşayan Trabzon Devleti’nin, “Rum-Pontus Devleti” idealindeki Yunanistan ile bir ilgisi olmadığı bildiriliyor.
Tarihçiler, Karadeniz’in bilinen ilk adının “Pontus Euxeinos” olduğunu kaydediyor. Tarihçilere göre, Miletli gemiciler buraya geldiklerinde , m”ne yapacağı belli olmayan “ bu denizle bütünleşmek için, “mutluluk veren” ve “konuksever” anlamına gelen “PONTUS Euxeinos” adını vermişler. Karadeniz Bölgesi’nin hem Pontus Krallığı ve hem de Trabzon Rum İmparatorluğu’ndan dratorluğu’ndan dedir, Türk egemenliğinde bulunduğunu ve onun ötesinde “Türk Yurdu” olduğunu ifade eden tarihçiler, bu durumun, 540 yıl gibi uzun bir dönemde, Karadeniz Bölgesi’ne damgasını vuran tarihi eserlere bakılırsa, daha iyi anlaşılacağını vurguluyor. Tarihçiler, eğer bu türlü politikaların peşinden koşulacaksa, Yunanistan’ın, tarihi Makedonya’nın sınırları içerisinde bulunan Selanik şehrini, öncelikle Makedonya’ya vermesi gerektiğini savunuyor.
Tarihçilere göre, Anadolu’nun Karadeniz kıyılarında bir Pontus-Rum Devleti’nin kurulması tasarısı ise 19. Yüzyılın ilk yarısına kadar uzanıyor. Filik-i Eterya’nın doğuşu, Yunan ayaklanması ve ardından bir Yunan Devleti’nin kurulması, bu tasarının başlangıç yıllarını oluşturuyor. Kurulması düşünülen Pontus-Rum Devleti’nin sınırları, Fransa’nın başşehri Paris’te basılıp, Samsun’da ele geçirilen bir haritaya göre Rize, Trabzon, Giresun, Samsun ve Sinop ile birlikte Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Şebinkarahisar, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve kısmen Erzincan’ı içine alıyor. Pontus-Rum Devleti’ne merkez olarak da Samsun ili düşünülmüş.
İLK PONTUS ÖRGÜTLENMESİ KASTAMONU-İNEBOLU’DA GERÇEKLEŞTİRİLMİŞ
Tarihçiler, Türkiye toprakları üzerinde ilk Pontus örgütlenmesinin, Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde, halkın “Manastır” adını verdiği bir tepede, Rum asıllı ABD’li papaz olan Klematios tarafından gerçekleştirildiğini belirtiyor. Pontus Derneği’nin ise 1904 yılında Merzifon Amerikan Koleji’nde gizli olarak kurulduğunu ve onu 1908’de Samsun’daki Yasal Savunma ve daha sonra “Kutsal Anadolu Rum” derneklerinin izlediğini anlatan tarihçiler, böylece Pontus örgütlenmesinin genişlediğini ve Batum’dan İnebolu’ya kadar olan bütün Karadeniz Bölgesi’nde bir çok şubeler açıldığını hatırlatıyor.
İLK ÖNEMLİ RUM ÇETESİ BAFRA’DA ORTAYA ÇIKTI
Birinci Dünya Savaşı’nın ilk önemli Rum çetesinin, Samsun’un Bafra ilçesinde ortaya çıktığını kaydeden tarihçiler, bu Rum çetesinin ilk faaliyetinin Kasnaker Mermer köyünden iki Türk’ün diri diri yakmak olduğunu bildiriyor. Tarihçiler, çetenin, bunun ardından bir Türk Köyü olan Çagsur’u da yaktıklarını ve halkını da çocuk, yaşlı, kadın demeden öldürdüklerini anlatıyor.
1920 sonlarına doğru Karadeniz kıyılarında, Samsun, Çarşamba, Bafra, Erbaa, Zile’deki Rum köylerinde, Rumların geniş çete faaliyetlerine giriştiklerini vurgulayan tarihçiler, başlangıçta 6-7 bin silahlı kadar tahmin edilen Pontusçuların, daha sonra 25 bin kadar silahlı kuvvete ulaştıklarını belirtiyor. Bu durumda, Kurtuluş Şavaşı’nın en çetin günlerinde Ankara Hükûmeti’nin, askerî tedbirler almak zorunda kaldığını bildiren tarihçiler, 1920 sonu ve 1921 başlarında 3. Ve 15. Kolorduların, bu bölgelere önemli askerî birlikler gönderdiklerini, daha sonra 3. Kolordu’nun , Birinci Merkez Ordusu şekline konulduğunu ve Pontus meselesinin , bu orduya bırakıldığını, 1921 yılı boyunca, yoğun faaliyet yaşandığını kaydediyor.
Tarihçilerin bildirdiğine göre, bu hareketlerde Pontusçulara ait 117 büyük sığınak tahrip edildi ve resmî makamlara göre 3877(üçbin sekizyüz yetmiş yedi)Pontusçu öldürüldü. Bu arada Pontusçular da, 439 Türk Köyü’nü yaktılar, asker ve halktan önemli kayıplara sebep oldular. 1921 sonunda ve 1922 başlarında Karadeniz Bölgesi’ndeki Rum nüfusunun Yunanistan’a taşınmasına başlandı. Bu durum, Karadeniz Bölgesi’ndeki Rum nüfusun ortadan kalmasına ve Türkiye’de millî birliğin sağlanması yönünde önemli bir etken oldu.
(*): Halk Gazetesi, 01. Ağustos 2003, s.6, İHA









KURBAN / İSMET GÜLTEKİN


TERMEMİZİ TANIYABİLMEK
ve
TANITIMINI YAPABİLMEK


“Yaşadığımız coğrafyayı” bilerek, tanıyarak, şuurlu bir şekilde sevebilmek, en ideal olan durum olsa gerek. Maalesef, Türkiyemizde muteber olan “Eğitim Sistemi”miz, çocuklarımıza, insanlarımıza, öncelikli olarak, ayaklarını bastıkları, suyunu içtikleri, ekmeğini yedikleri ve nefes alıp-verdikleri topraklarını, memleketlerini tanıttırabilmekten ve yakından uzağa bütün vatan coğrafyasını aşk derecesinde sevdirebilmekten çok uzak. Daha “memleketimizi” tanıyamadan, bilmem hangi ülkenin hangi nehirlerini, bilmem hangi dağlarının isimlerini öğreniyoruz. Gazetemizin geçen sayılarında da zaman zaman vurguladığımız üzere, bizler, meselâ bir Amerikalı’dan daha iyi derecede memleketimizi ve bütün vatan coğrafyamızı, iğneden ipliğe, herşeyi ile, yakından uzağa tanıyarak, bilerek sevebilmek gayretindeyiz. 15 Kasım 2003’de “üç yaşına” giren gazetemiz, öncelikli olarak, elindeki imkânlar doğrultusunda, hep bu gayrette olmuştur, diyebiliriz. Nitekim, gazetemizin bütün sayıları incelendiğinde bu durum aşikâr görülecektir. Ayrıca, bu Ağustos’da neşrettiğimiz “Unutulan Termeli Güreşçilerimiz” ve “Samsunlu Şehid Ülkücüler” isimli iki kitapçığımız da bunun ispatı olsa gerek. Yeri gelmişken, inşaallah önümüzdeki 2004’ün Ağustos’unda da, “Terme’de Ermeni-Rum Zulmü”, “Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı’ndan Seçmeler” isimli iki kitapçığımızı da neşredeceğiz.
İlçe halkımızın ülke genelinde yaşadığımız “iktisâdî buhranlara “rağmen, mevkutemizi, beher olarak da olsa, para verip, satın alarak bizleri desteklemesi, neticede, ilçemizde “yerel-mahallî basın” adına yeni ve köklü gelişmelere de vesile olmamızı sağlamıştır, diyebiliriz.
“Termemizi Tanıyabilme ve Tanıtabilme” konusunda, son zamanlarda,“Terme BİLGİ Gazetesi”nin çıkardığı, ilçemizdeki “Sivil Toplum Kuruluşları”nı derli-toplu şekilde biraraya getirdiği ve halkımıza bedava dağıttığı “Terme Sivil Toplum Dergisi” ilavesi ile geçen yazımızda belirttiğimiz, “Evci Belediyesi”nin maddî katkıları ile yayınlanan “Evci Kataloğu” gibi çalışmalar ile ilçe Kaymakamlığımızın “Cumhuriyetimizin 80. Kuruluş Yıldönümü Anısına” daha geniş çaplı ve bol imkânlı bir şekilde muhtemelen 2004’ün yazında yayınlamayı tasarladığı “Terme Kitabı” nı da, bu yönde değerlendirmek gerekir, diye düşünüyoruz.
“Birlik Olmadan, Dirlik Olmaz” şiarı ile ilçemizde üç yıldan beri fasılalarla da olsa neşredilen gazetemizin çeşitli sayfalarında vurgulamak istediğimiz üzere, local-mahallî bazda, herkesin birbirini âdeta iliğine kadar bildiği, tanıdığı bir memlekette, halkımızın “Termemize” yönelik faaliyetlere gösterdiği alakayı,muhabbeti hazmedemeyen ilçemizde yuvalanmış birtakım “art niyetliler” ve “ahmakları” da Allah(c.c.)’a havale ediyoruz. “Bizim kurgulamadığımız hiçbir faaliyete geçit vermeyiz” diyen “bu çevrelerin şerrinden” de Allah(c.c.)’a sığınıyoruz. “Terme Birlik MEFKÛRE” olarak ne demek istediğimizi anlamak istiyorlarsa, hâlâ “mahkeme kapısı”nda olduğumuzu da hatırlatırız...
İlçemizde yerel-mahallî ölçekte “dergi kültürü”nün oluşmuş olması, bizleri elbetteki sevindirmektedir. Ancak,”Terme Birlik MEFKÛRE”, “can sağ oldukça”,, rahmetli Osmanlı Yüksel SERDENGEÇTİ’nin de dediği üzere “Bir Çıkar, Pîr Çıkar...Para ve imkân buldukça çıkar”, asla neşriyatına (birilerinin hararetle beklediği üzere) “son” vermez...
Gazetemizin hararetli okurlarına şimdiden, şayed içinde bulunduğumuz olumsuz şartlar eninde –gecinde düzeldiğinde, “yayın periyodumuzu” daha da kısaltacağımızı müjdelerim....
.


ÖZEL BÖLÜM

TÜRK BAYRAĞI

İSLÂM BAYRAĞI





Hazırlayan ve Derleyen:

İsmet GÜLTEKİN




-2008-


















SÖZBAŞI


TÜRK BAYRAĞI İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR

Ben, ömründe ilk defa “Türk Bayrağı” hakkında okuyacağınız bilgileri okuduğumda, Yüksek Lisans tahsilim ve askerlik hayatım bitmişti. Onca yıl sonra okuduğumda da bir hayli heyecanlanmıştım. Ve her Müslüman Türk çocuğu gibi onca yıl “Eğitim Öğretim” gördüğümüz senelerime de çok hayıflanmış ve “Eğitim Sistemi”nin acımasız çarkları altında, “öyle bir eğitim ile yetiştirildiğimin” bir kere daha farkına varmıştım.
Okuma iştiyakı yüksek olan nesiller kategorisinden olmam hasebiyle, şu an hatırlayamadığım bir şekilde, elime Kastamonu İmam-Hatip Lisesi dergilerinden biri geçti. Derginin yılını ve tarihini de şu an hatırlayamıyorum.Belki de sizlerin de “İlk” okuyacağınız bu bilgileri , ben de “Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri”nden birinde okudum..
Sonraları konuyu biraz daha detaylaştırma gayretine girerek, aşağıdaki çalışma oluştu.Ve kendimim “Birlik olmadan, dirlik olmaz” şiarı ile çıkarttığım ve 50’yi aşan sayıyı bulan “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli gazetemde yayınladım.
Maalesef çoğu değerlerimizi hâlâ tam anlamıyla kavramadan, kavratamadan yaşıyoruz. “Türk Bayrağı”mızı bile “seküler” bir anlayışla ve gayet de bir iki cümleyi geçemeyen bilgiler ötesinde fazla bir şey de bilmiyoruz.
Halbuki gönderlere çektiğimizde, çehresine baktığımızda gururlanıyor ve heyecanlanıyoruz. Ancak çoğumuzun heyecanı bilgilerden eksik…
Bu çalışmamı okuduğunuzda bazı densizlerin de ağızlarının payını alacaklarını göreceksiniz. Hâlâ da ecnebî bayraklara meftun “kuşaklar” içimizde varken; bir de sözde“İslâmî hassasiyet” namına “Türk Bayrağı”mızı küçümseyenler, hattâ “İslâm dışı” algılayanlar da, gerekli cevabı alacaklar. Ve neticede “Türk Bayrağı, İslâm’ın da Bayrağıdır” diyeceklerdir.
Ki, biz Türkler, “İslâmiyet’in Bayraktarlığı”nı, “İslâmiyet’in hadimliğini” yapmış “Büyük Bir Milletiz” ve aslında hâlâ da öyleyiz.
“Oğuz/Türkmen Çocukları” yeniden uyandıklarında Türk’ün dirilişi de bambaşka olacaktır, inşallah..
Rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’nin tabiriyle, “Tanrı Türk’ü, Allah da milletimizi korusun ve yüceltsin.”(Âmin)

Havza, 16. Nisan 2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com







TÜRK BAYRAĞI İSLÂM BAYRAĞI
(Bahtiyar Vahapzade’nin Bir Şiirinin de mısrasıdır.)

Türk Bayrağı’nın rengini şehidlerin kanından, ilhamı da kan gölüne yansıyan Ay ve Yıldız’dan aldığını biliyoruz. Fakat bayrak hakkındaki bu bilgi, bayrağın taşıdığı kutsal anlamı, o anlamdaki sembolizmi, ondaki derinliği ve yüceliği anlatmaya yeterli mi?
İnsan düşüncesi manevî anlamdaki yücelik kavramı ile maddî anlamdaki yükseklik kavramı arasında bir ilişki,bir paralellik kurar. Kutsal saydığı ve saygı duyduğu manevî değeri yüce olan mekan bakımından da yerinin yüksekte olmasını arzu eder.
Onun içindir ki, işlemeli Mushaf(Kur’an) çantasını yükseğe veya kütüphanemizin en üst tarafına koyarız. Ezanı yüksek bir yer(minare)den okuruz. Ve bayrağı yüksek bir direğe çekeriz.
Niçin?
Çünkü o, başta milletimizin İstiklâl ve Hakimiyeti olmak üzere inandığı ve uğrunda can verdiği ne kadar kutsal değerleri varsa hepsini sembolize eder.
Bu anlamda her bayrak, kendi milletine göre kutsaldır. Hiçbir bayrak kendi milletinin gözünde yalnızca iki metre kumaş parçası değildir. Bundan çok yüksekte özel ve manevî bir değere sahiptir.
Bilindiği gibi, genellikle Hıristiyan milletlerin bayrağında Haç şeklinde semboller yer almıştır. Müslüman milletlerin bayraklarında da genellikle Hilâl görülmektedir. Haç’ın ne anlama geldiğini biliyoruz. Hazreti İsa’nın çarmıha gerilerek Haç şeklinde şehid edildiğine inandıkları için Hıristiyanlar, o sembolü benimsemişlerdir. Hilâl’in de Müslümanlarca bir sembol kabul edildiğini, hattâ bu Hilâl sembolünün biz Müslüman Türkler’in, 1453’de, Fatih Sultan Mehmed Han Kumandası’nda, İstanbul’u fethettiğimiz 15. asırda, yeryüzündeki bütün Müslümanlarca Hilâl’in artık bir sembol olarak kabul edildiğini biliyoruz. (Bakınız, İsmet ÖZEL, “Kalın Türk” kitabı…)
Ancak bunun sembolik değeri nereden gelmektedir? Dolunay(Bedir) ayın ondördüncü gecesindeki en parlak hâliyle daha parlak olduğu hâlde, niçin ayın en az ışık verdiği yay şeklindeki zayıf şekli sembol olarak seçilmiştir?
Hilâl, eğer Haç’ta olduğu gibi doğrudan doğruya şekilden alınan bir sembol olsaydı, ayın öndördüncü gecesindeki en parlak hâliyle dolunay şeklini sembol olarak kullanmak daha uygun olurdu. Oysa Hilâl şekli dolayısıyla değil, ismi dolayısıyla sembol olmuştur. Bu anlamı da Allah (cella celalühü) isminden almıştır.
Bilindiği gibi, Arapça aslında Hilâl kelimesinde bir “He”, bir “Lâm”, bir “Elif” ve yine bir “Lâm” harfi bulunmaktadır. Yani bir “He” ve iki tane “Lâm” bulunmaktadır.
Bu harflerin ebced hesabıyla rakam değeri de:
“He”: 5
“Lâm”: 30
“Elif”: 1
“Lam”: 30
Toplam= 66’dır.
“Allah” kelimesi de yine bir “Elif”, iki “Lâm” ve bir “He” ile yazılmaktadır. Bu harflerin de değeri yine ebced hesabı ile aynıdır. Bunlar da 66(altmışaltı)’dır. Her iki kelimeyi meydana getiren harfler değişmediği için bunların rakam olarak değeri de değişmez. Aynı harfler her iki kelimede de aynıdır. Sadece yerleri değişiktir. Yani biz “Hilâl” yazarken “Allah” isminin harflerini kullanıyoruz.
Madem ki her iki kelimeyi meydana getiren harflerin kendilerinde ve rakam olarak değerlerinde bir değişiklik yoktur; öyleyse bu iki kelimeyi bilhassa sembolik olarak birbirinin yerine kullanmak mümkündür. O hâlde bayrak üzerine “Allah” yazacak yerde, aynı ismin eş değerlisi olan “Hilâl”i koymak, hem daha anlamlı, hem inançlarımıza daha uygundur. Çünkü inancımıza göre, “Allah”ı sembol olarak bile ifâde etmek mümkün değildir. Aksi hâlde putperestlerin düştüğü hâtâyı tekrarlamış oluruz. Oysa İslâmiyet, putperestliğin her çeşidini yıkmak üzere gelmiş bir dindir.
İşte bu sakıncalarından dolayı “Allah”ı zâtı ve ismi tenzih edilerek, o ismin harf ve ebcedi bakımından eş değerlisi olan “Hilâl” sembol yapılmıştır. Madem ki sembolik bir anlam taşıyacaktır, o hâlde “Hilâl” yazmaktansa “Hilâl”in şeklini yazmak arasında hiçbir fark yoktur. Aksine sembol olarak Hilâl şekli daha uygun, daha anlamlıdır.
Böylece “Hilâl”in sembol olarak seçilmesinde şu mantık silsilesi görülmektedir:
Allah(ismi)-Hilâl(ismi)-Hilâl(şekli)
Allah’ın birliği (Tevhid) inancı ve bu inancın Lâ ilâhe illallah(Allah’tan başka Tanrı yoktur) formulüyle ifâde edilen manası böylece “Hilâl” şeklinin içinde sembol olarak ifâdesini bulmuştur.
Bildiğiniz gibi bazı İslâm Ülkelerinin bayrağında, özellikle Suudî Arabistan Devleti’nin bayrağında böyle bir sembole gidilmeden doğrudan doğruya Kelime-i Tevhid’in kendisi yazılmıştır.
Ancak birtakım mânâların sembol ile ifâdesi sözle ifâdesinden daha derin ve daha anlamlıdır.(Not: Ancak, Fevzi KURTOĞLU’nun “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız” isimli kitabında, (Türk Tarih Kurumu Basımevi, İkinci Baskı, Ankara, 1982) Osmanlı İslâm Ordusu’nda, Kelime-i Tevhid gibi kutlu sözün bizzat yazıldığı “Alay Sancakları” da mevcuttur. Adı geçen eserdeki şekil 109’daki misal gibi.Kaynak: Nizâm- Âlem Ülküsü, Terme Nizam-ı Âlem Ocakları Bülteni)
Büyük yazarlar, büyük mütefekkirler duygu ve düşüncelerini basit ve katı kelimelerle değil, ince sembollerle ifâde yolu seçerler. En çok sembol kullananlar Fuzulî ve Mevlânâ gibi en büyük, en güçlü ve kalıcı eserler vermiş olanlardır. Şeyh Galip de Hüsn-ü Aşk adlı eserinde aşk ile güzelliği ve bunların arasındaki ilişkileri, birtakım sembollerle ifâde etmiştir.
Biz konumuzdan uzaklaşmayalım ve yine konumuza dönelim. Bayrağımızdaki ikinci sembolü, “Yıldız”ı anlatmaya çalışalım:
“Hilâl’in kuçağındaki Yıldız”, “Hilâl”de olduğunun aksine doğrudan doğruya şeklinden alınmıştır. Ancak bu şekil yine Arapça “Muhammed” yazısının şeklidir. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in ismi yazıldığı zaman birinci “mim”in başı, “ha” harfinin dirseği, ikinci “mim”in kıvrımı ve “dâl” harfinin alt ve üst kanadı beş tane çıkıntı meydana getirir ve tam bir “Yıldız” şeklini alır. Zaten İslâm’ın şartı da beştir.
Hilâl, Allah(c.c.) inancını; Yıldız, Peygaber Efendimize(s.a.v.) bağlılığı ifâde eder.
Allah inancı, Âmentü ile bildirilen imân şartlarının temeli olduğu için imân esaslarının hepsi bu sembolle ifâdesini bulmuş olur. O zaman Hilâl, İmânın şartlarını; Yıldız da,İslâm’ın şartlarını remz olarak dile getirir ki, bayrağımızdaki bu iki sembolle, “Ay ile Yıldız”la, İslâm Dini bütün yönleriyle ifâde edilmiş olur.
Claude Farrere (Klod Farer) dilimize “Türklerin Manevî Gücü” adıyla çevrilen eserinde (sh.36) “Hilâl” şekli üzerinde durarak; bu şeklin Türklerin hayatında nasıl bir önem taşıdığını anlatmaya çalışır:” En mükemmel gemiler, Yarım Ay şeklindeki Amiral gemisinin etrafına sıralanmıştı. Evet, Yarım Ay yani Hilâl şeklinde…Ve Hilâl şekli gerçekten Müslüman, gerçekten Türk olan herkes heyecandan titremeye yeter!...”, diyerek Türk toplumunun hayatında örf ve geleneklerin ne kadar köklü bir yeri olduğunu anlatır.
İstiklâl Marşı’mızda;
“Çatma! Kurban olayım, çehreni ey nazlı Hilâl.
Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl?” mısralarında bayrağımızın ve Hilâl’in şahsında dile gelen hitap, aslında doğrudan doğruya Allah’a niyazdır. Allah’dan, artık bu millete rahmet ve merhametiyle nazar etmesi istenmektedir.
Zaten; “Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli” mısrasında bu dilek daha açık bir dille ortaya konmaktadır.
“Hilâl” şekli sadece bayrağımızda değil, Kandil Geceleri yapılıp dağıtılan ay çöreğinde de görülür. Bu çörek özellikle kutsal Kandil Geceleri dolayısıyla yapılır. Camii’de ve Kışla’daki ders nizamı da, Mehter Takımı’nın nöbet vurma sırasında aldığı şekil de hep “Hilâl” şeklidir.
“Lâle” kelimesi de “Allah” ve “Hilâl” kelimesinin harfleriyle yazılır. Öyleyse onun da tarihimizde ve hayatımızda sembolik yeri olmalıdır. Zaten öyledir; Osmanlılar, dinî konularda “Hilâl”i sembol seçmişken; bilhassa askerî konularda “Lâle”yi sembol olarak kullanmayı uygun görmüşlerdir. Minarelerin tepesine, Camii kubbelerine “Hilâl” dikilirken; Kışlalar için “Lâle” sembolü kullanmayı tercih etmişlerdir.
Bu ince düşüncelerden hareket eden ve kutsala saygıyı tül tül, dantel dantel ruhlara işleyen o büyük atalarımız, Allah(c.c.) adını bayrak ve minarelerle göklere kazımaya çalışmışlar:
“Gök nura garkolur nice yüzbin minareden
Şehbal açınca rûh-i revan-ı Muhammedî
Ervah cümleten görür Allahu Ekber’i
Akseyleyince Arş’a Lisan-ı Muhammedî”(Emin IŞIK, “Devlet Kuran İrade”, Kalem Yayınları, Üçüncü Baskı, Nisan 1988, İstanbul, sh.81,82,83,84,85,86)

Kaynaklar:

(1): Fevzi KURTOĞLU, “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız”, Türk Tarih Kurumu Basımevi,,2. Baskı, Ankara 1987
(2): Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri
(3): Terme Nizam-ı Âlem Ocakları Bülteni
(4): Emin IŞIK, Devlet Kuran İrade, Kalem Yayınları, 3. Baskı,Nisan 1988, İstanbul
(5). Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.: 2000, Sayı.:2, Mahallî Gazete(Kapandı)
(6): İsmet ÖZEL, Kalın Türk, …Kitap….
(7): Mehmed Şevket EYGİ, Sahife Sutünu Yazıları, Millî Gazete














BİYOGRAFİ:


İSMET GÜLTEKİN KİMDİR?
Ben, 15 Eylül 1965’de, Samsun’umuzun Terme ilçesine doğdum. İlkokulu, Barbaros İlkokulu’nda, ortaokulu ve lise’yi, Terme Ortaokulu ve Terme Lisesi’nde okudum. 1987’nin Şubat’ında, İstanbul Teknik Üniversitesi(İ.T.Ü.) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nden “Meteoroloji Mühendisi” olarak mezun oldum. İstanbul Üniversitesi(İ.Ü.) Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nün Klimatoloji-Meteoroloji dalında yüksek lisansımı(master) tamamladım. Mesleki alanda fiilen çalışmak nasip olmadı...1988'de, 199.Kısa Dönem Topçu Çavuş olarak vatani hizmetimi ifa ettim. Altı erkek, bir kız olan ailenin ahir beşiyiğim. "Efendioğulları” olarak biliniriz...Babam, anne ve babasız olarak büyümüş...
Terme Kocaman Ortaokulu’nda, Hüseyinmescit Ortaokulu’nda, Akçay Ortaokulu’nda ve İstanbul Silivri Büyükçavuşlu Ortaokulu’nda ücretli öğretmen olarak derslere girdim. 1990-1993 yılları arasında, Türk Edebiyatı Vakfı’nda, Türk Edebiyatı Dergisi’nin dizgi servisinde çalıştım. Ahmet KABAKLI HOCA’nın, Türkiye gazetesindeki ilk sekreteriyim..
1994’de, Isparta’da, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda araştırma görevlisi iken istifa ettim..1995’de, Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği’nin Kurucu Başkanı olarak hizmet verdim. İlk kitabımı, 1999’un Eylül’ünde, “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” ismi ile Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği adına yayınladım.
Yeni Şafak, Yeni Düşünce, Zaman(Kandil ilaveleri),Türkiye(Kültür-Sanat), Yeni Haber(Fatsa yerel), Altınova(Bafra yerel), Gündüz gazeteleri ile Akçakale’nin Sesi(Şanlıurfa yerel) ve haftalık Muhalif gazetesinde ve Yeni FORUM, Bizim DERGAH, Bizim GERGEF, Feyz, Türk Edebiyatı ve Orkun dergilerinde, araştırma, makale, biyografi-yad, kitap kritikleri türünde yazılarım yayınlandı. Terme’de kendi imkanları ve Termeli okurların katkıları ile 50 sayıyı aşan ve beş yılı bulan sürede “Birlik Olmadan ,Dirlik Olmaz” şiarı ile “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli mahallî gazete ile yine “Sahipsiz olan memleketin batması haktır” şiarı ile de “Terme REFLEKS” mahallî gazetelerini bizzat çıkardı.Hâlen Terme’de haftalık periyotlarla yayınlanan “Terme Bilgi Gazetesi”nde haftalık yazmaya devam etmektedir.
Bu yazılarımdan oluşan “Mankurt Olmak İstemiyoruz!” ve “İsyânlı Sükût” isimli iki kitabım, 3 yıldan beri TİMAŞ tarafından basılmayı bekliyor.
“Samsunlu Şehid Ülkücüler” ve “Unutulan Termeli Güreşçilerimiz”, 2003 Ağustos’unda yayınladığımız kitaplarım...
Evli ve üç erkek çocuk babasıyım. Yine hâlen öğretmenlik yapmaktayım...










Hiç yorum yok: