ŞİİRLERİM
İsmet GÜLTEKİN
-2008-
SÖZBAŞI
Ben “şair” değilim. “Şair” olduğuma dair bir iddiam da yok. Kaldı ki “Edebiyat Fakültesi Mezunları”ndan da değilim. Rahmetli Üstadın dediği üzre, “sadece beyni zonk zonk zonklayanlar” kategorisindenim. Zaman zaman “zonklama kategorisi”nde neredeyse ilk yüzlere girmişim mi, bilemem. Ancak bin yıldan fazla bir zamandır “Müslüman Türk’ün toprakları” olan bu diyarda, Rabb’ül-alemin, nasip etmiş, şiirler de yazmışım.
İlk yazdığım şiirim, Erzincan’da, “asker ocağı”nda iken yazdığımı hatırlıyorum. “Aşk” konulu bir şiir di. Tabii şu an elimde yok. Sonraları, “Peygamberler Şehri Şanlıurfa”daki öğretmenlik yıllarımda, kendime göre çokca şiirler yazdım. Hâlâ da, bulunduğum yerlerde, hissiyatım çoştuğu “eşref saatleri”nde, mısralar dilimden dökülmeye başladığında, hemen kağıt kaleme sarılıp, yazıya aktarıyorum..
“Şiirlerim” isimli kitabımı okuduğunuzda, şiirlerimi “edebî açı”dan da beğenmeyebilir, birçok hatalar da bulabilirsiniz. Gerçekten de şiir yazmayı pek beceremem amma şiir okumayı ve şiir dinlemeyi de çok severim. Böyle, İstanbul gibi “megaköy”lerde, “kalabalıklar” huzurunda şiir okuduğumu ve pek de beğenildiğini de hatırlıyorum. Ben de “Yasin-i Şerif”i ezbere bilmem amma bazı şiirleri ezbere okumak da çok hoşuma gider…
“Şiirlerim” ismini rahmetli Seyyid Ahmed ARVASÎ Hoca’nın “Şiirlerim” isimli kitabından mülhem verdim. Rabbim mekanını cennet eylesin. “Bizim cenahta” diyeyim, “şairlerin Milliyetçi-Ülkücü” olanı da pek makbul değildir amma!!!
“Şiirlerim” kitabıma beğendiğim bazı şairlerin şiirlerini de ekledim. Bunlardan Lütfü ŞEHSUVAROĞLU’nun “Cemal Amca” başlıklı şiiri, bence “gidişatı” ve “mevcut durumu” çok iyi bir şekilde hülasa eden “destanlık şiir”dir…Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de “Türklük Şiiri”ni ekledim…
Ömrüm oldukça şiir yazmayı da sürdüreceğim.
Rabb’ül-alemin, ilhamımı arttırsın.(Âmin.)
Havza,15.Nisan.2008
İsmet GÜLTEKİN
ŞEHİDLİK
Kimbilir, ömrüm nerede,
Ne zaman, ne şekilde,
Bitecek!
Ve ecel gelecek.
Şehidlik: ölü iken yaşamak!
Şehidlik: Bahşedilen ulvi paye!
“Şehid “olmayı dileyen “Velid”ler hürmetine,
“Dil” ile “Lisan” ile “Yazı” ile de olsa,
“Allah(c.c.) indinde bu şehiddir” denilen,
Bir insan olmayı dilemek!
Ve Sazak’lar, İmamoğulları,
Ve Önkuzular, Özmenler,
Ve Pehlivanoğulları, Duracıklar,
Ve Oduncular, İlbeyler, Gülbeyler,
“Şehidlik şerbeti” içmiş yiğitler!
Şehidlik: Ölümsüzlüğe açılan kapı!
Şehidlik: Bahşedilen ulvi paye!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
KIŞKIRTICILAR
Batı lisanında derler size,
“Ajitasyoncular”, “ajit-problar”
Gönülleri “ajite” eden,
Kafaları “ajite” eden,
Kim ise,
Bu yolla varılmaz hedefe,
“Kışkırtıcılar” pineklesin,
“Gönüller yapmaya geldim” diyenler,
Pineklemesin artık!
“Kışkırtıcı”, insanı huzura değil,
“Kışkırtıcı”, insanı saadete değil,
“Kışkırtıcı”, insanı sıhhatliliğe değil,
“Kışkırtıcı”, insanı hüsrana götürür.
Slogancı “kışkırtıcılar”,
“Vulger” “kışkırtıcılar,
Gönüllerden, kafalardan,
Çekilin…
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
GENÇLİK
Daha dün gibi, geçen zamanlar,
Ömrümüzün baharı da geçiyor,
Körpelikler, tazelikler, toyluklar,
Bir bir sönüyor, kararıyor.
Gençlik: Hasat zamanı!
Gençlik: Hasene zamanı!
Gençlik: Hayır zamanı!
Gençlik: Hilm zamanı!
“Gençler bilebilse, ihtiyarlar yapabilse”,
“Gençler yaşayabilse, ihtiyarlar okuyabilse”,
“Gençler ihtiyarlasa, ihtiyarlar gençleşse”,
Ey genç adam!
Artık yeter!
Bir saniyelik bile zamanın kalmadı.
Tak! Tak! Tak!
Ben Azrailim!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
TUZAK
Profesyonellerin şirretsizliği,
Profesyonellerin hilekarlığı,
Profesyonellerin hinoğluhinliği,
Acımasız kapandır o!
Hınçlar giderilir onunla,
Kinler yatıştırılır onunla,
Öfkeler yumuşatılır onunla,
Rezalet kapandır o!
Bir bak etrafına,
İğdiş edilmiş insanlara,
Aldatılmış, kandırılmış;
Tuzaklar: Lağım dolu cendereler…
Oğlum! Tuzaklar gözünü korkutmasın,
Allah(c.c.) var, “hayr’ul makirin…”
31. Temmuz 1997
Şanlıurfa
TAASSUP(1)
“Bizden “misin, yaşa!
“Bizden” değil misin, geber!
31. Temmuz 1997
Şanlıurfa
TAASSUP(2)
“Bizden” misin, konuş!
“Bizden “değil misin, sus!
31 Temmuz 1997
ŞÖHRET
Buruşturup, çöpe atılacak nam!
Asıl şöhret: Kefene sarılacak nam!
31. Temmuz 1997
Şanlıurfa
DÜŞMAN
Hasedinle mahvolacaksın!
Kazdığın kuyuya,
Düşeceksin.
Düşman!
31 Temmuz 1997
Şanlıurfa
DOST
O dur ki, incitmez,
Nadide bir çiçek gibi,
Uzatır himmet elini.
Dost.
31 Temmuz 1997
Şanlıurfa
NEFSİN CEVAPLARI
Neden? Niçin? Nasıl? Kime? Niye?
Yapamam? Edemem? Gidemem? Diye,
Sesleniver nefsin cevapları…
31 Temmuz 1997
Şanlıurfa
RUHUN CEVAPLARI
Peki! Elbette! Tabii! Olur!
İmkandır! Fırsattır! Lütuftur!
Ruhun da cevapları budur!
31 Temmuz 1997
Şanlıurfa
NİYET
Şekilleniverir ötelerin kazanç hanesi,
“Niyet hayır, akıbet hayır”
31 Temmuz 1997
Şanlıurfa
SÜLEYMAN
Sen azgın değil, şeytanın dostusun.
Ucubeler ucubesi “mafya” da olsan,
Sen de iki metrelik yere gideceksin!
4 Ağustos 1997
Şanlıurfa
DÜZCELİ
Biliyorum Düzceli bana hıncın var,
Sen de hıncınla gebereceksin!
4 Ağustos 1997
Şanlıurfa
DÜŞMANLAR
Düşmanlar düşmancasına,
Ya dostlar?!..
4 Ağustos 1997
Şanlıurfa
ÇİNGENE
Yersiz, yurtsuz, evsiz denilirdi,
Şimdilerde onlar da çağ atladı.
Nurlu çingeneler!
Horlanırlardı, itilirlerdi, kakılırlardı,
“Bunlar da insan mı?” derlerdi,
Nurlu çingeneler!
Ne bilsinler, şöhreti maddede arayanlar,
Sulukule’yi, “Çingeneler Mahallesi”ni uhrevileştiren,
Nurlu çingeneler!
Anlasın artık insanlık,
Madde boş, mana hoş,
Nurlu çingeneler!
“Ne oldum değil, ne olacağım” demeli,
Bak, nurlu halkalarda da kimler var artık?
Nurlu çingeneler!
4 Ağustos 1997
Şanlıurfa
HELAL
“Helal” nedir, oğlum bilir misin?
“Helalin var” nedir, oğlum bilir misin?
“Helal olsun” nedir, oğlum bilir misin?
Bilmelisin oğlum, bilmelisin…
“Helal lokma” nedir , oğlum bilir misin?
“Helal kazanç” nedir, oğlum bilir misin?
“Helal aş” nedir, oğlum bilir misin?
Bilmelisin oğlum bilmelisin…
“Helal süt emmek” nedir,oğlum bilir misin?
“Helallik almak” nedir, oğlum bilir misin?
“Helallik dilemek” nedir, oğlum bilir misin?
Bilmelisin oğlum, bilmelisin…
Sokaklar seni aldatmasın oğlum.
İnsanlar seni şaşırtmasın oğlum.
Mafya-çete-ölüm seni korkutmasın oğlum.
“Helal yol” yolumuz olsun oğlum…
04.Ağustos.1997,Pzt.
Şanlıurfa
KABAK
“Kabak tadı verdi” demişlerdi,
Bilmem, hala “kabak tadı” veriyor mu?
04.Ağustos.1997,Pzt.
Şanlıurfa
HIRSIZLIK
Madde aleminde de başta!
Mana aleminde de başta!
04. Ağustos.1997
Şanlıurfa
YOK
Hey “hizbü’şeytan!”
Ne diye “yok”larımı hatırlatırsın?
“Var”larım “var “iken…
04.Ağustos.1997
Şanlıurfa
PROFESYONEL
Bütün “şık”ları dikkate alan kişi!
Bilmediğin bir “şık” daha var,
“BİR” şıkkı!
04.Ağustos.1997
Şanlıurfa
BUDAMA
Budadıkca “yok ediyoruz” diye,
Şampanyalar patlatın!
Vampirler gibi eğlenin.
Anadolu çocukları geliyor beyim!
Kıkır kıkır gülün, sevinin,
Kininizi gidin, lavobalara kusun!
Hep boşuna, boşuna uğraşın!
Anadolu çocukları geliyor beyim!
“İt’i it’e kırdırdık” dersiniz, göbek atarsınız,
Şom ağızlarınızdan akan salyalar bitmez!
“Uyandı” artık çocuklarımız bizim!
Anadolu çocukları geliyor beyim!
Ümidimiz, aşkımız, şevkimiz,
Çirkef oyunları bozacak sizsiniz,
Kenetlenin, kırılamaz “çubuk “olun,
Anadolu çocukları geliyor beyim!
04. Ağustos.1997
Şanlıurfa
AYIP
Gözümüzü oyanlar varken;
Gözümüzü oymak niye, arkadaş?
Vuruşturanları görmek varken,
Vuruşmak niye, arkadaş?
04.Ağustos.1997
Şanlıurfa
TAHTA KURULARI
Yetmedi mi kanımı emdiğiniz,
“Tufeyli hayata paydos!” deyin.
05.Ağustos.1997
Şanlıurfa
PROFESYONEL İKİ
Zayıfların hesabını düren kişi!
Senin de hesabını düren çıkar!
05.Ağustos.1997
Şanlıurfa
DEZENFORMASYON’CU
Ak’ kara, kara’yı ak gösteren,
Doğru’ya yanlış, yanlış’a doğru diyen,
Sağ gösterip, sol vuran,
Cemiyetleri yamultan,
Yamultucu, yamultucu…
Hedef şaşırtan,
Hedef karıştıran,
Hedef saptıran,
Yamultucu, yamultucu…
Birgün olur, anlaşılır gerçekler,
Birgün olur çıkar foyalar,
Maskeler düşer bir bir,
Yamultucu, yamultucu…
Hey yamultucu! Çıkar maskeni artık.
05.Ağustos.1997;Salı
Şanlıurfa
ADAM ADAMA MARKAJCILAR
Ne yapsanız nafile!
“Zafer” e sizler dışında ulaşılacak,
Bu biline…
Yetimleri, öksüzleri, zayıfları,
Hele de sizden farklı düşünenleri,
Ezmekle, gadre uğratmakla, horlamakla,
Varamayacaksınız, göremeyeceksiniz,
“Zafer”i…
“Zafer” e sizin kervan değil vesile,
Bu da biline…
Kervanınız köstek oluyor hey Mehmet!
Kervanınız “engel” oluyor hey Mehmet!
Rabbim dilerse,
Ulaştırır “zafer”e…
“Kafirler” eli ile…
Sizler de gülün Sam Amca’nın uşakları!
Sizler de bilin Allah(c.c.)’ın düşmanları!
05.Ağustos.1997
Şanlıurfa
TAKILMAK
Çağın modası: “Entel” takılmak!
Çağın modası:”Radikal” takılmak!
Çağın modası: “Nostaljik” takılmak!
Vebaların vebası “lümpen hayat!”
Revaçta olanlar: “Entel”ler!
Revaçta olanlar: “Radikal”ciler!
Revaçta olanlar: “Nostaljist”ciler!
Vebaların vebası “çilesiz hayat!”
Takılmak: Sonsuzluk kervanına!
Takılmak: Uluların kervanına!
Takılmak: Kervanlar kervanına!
Takılmak: Dosdoğrucasına!
İtenler, ezenler, aldatanlar, kandıranlar,
Unutmayın, “sahipsiz” değiliz!
Sığınırız Allah’ımıza…
06. Ağustos.1997
Şanlıurfa
BİR RESİM
Bir resmi indirmekle,
“Düzen”in rengi mi değişir hey!
Değişir “düzen”ler,
Kendimizi değiştirmekle!
06.Ağustos.1997,Çrş.
Şanlıurfa
ÇÖZÜLDÜK MÜ?
Yumak yumak idikde mi çözüldük?
“Nasıl okuruz canına!” diye mi çözüldük?
Kullar yapamaz bir şey,
“O” izin vermedikce…
06.Ağustos.1997
Şanlıurfa
ASRIN SOYGUNU
Çalınan: Gönül zenginliğim!!!
06.Ağustos.1997
Şanlıurfa
BEDDUAM VAR!
Sadr’ımı paramparça edenlere,
Gönlüme kilit vuranlara,
“Öç” alınacak güne yemin olsun,
Semaların direkleri sallanacak,
Mazlumların bedduası ile…
06.Ağustos.1997
Şanlıurfa
ÖZLEDİĞİM ADAMLAR
Dirilseler bir bir,
“İşte adam bunlar” derim.
06.Ağustos.1997
Şanlıurfa
YALNIZLIK
Kahbelercesine dayatma: Yalnızlık!
06. Ağustos.1997
Şanlıurfa
MERKEZ
O merkeze söyleyin,
Kaçıncı sıradayım?
06.Ağustos.1997
Şanlıurfa
MUAMMA
“Gizem” dolu bir dünyada,
Muammalara doğru kulaç almak,
Düşüşler,kalkışlar,
İnişler, çıkışlar,
Aşılan yokuşlar!
Geride kalan muamma,
Yokuş başlarında bekleyen muamma,
Birgün açılır “gizem”ler,
Ve her şey bilinir,
Muammalar bilindikce,
Ya kin artar, ya öfke kabarır,
Ya da muhabbet hasıl olur.
Biliyorum benim muammalarım,
Kinimi arttıracak, öfkemi kabartacak,
Ya çaresizlikler içinde kalmış bir hayat,
Ya da kinim ile öfkem ile dolu,
“Öç” günleri…
10.Ağustos.1997
Şanlıurfa
ÖÇ!
Sandukamı tekmeleyenlerden öç’üm alımalı!
Tahtımdan hal’ edenlerden öç’üm alınmalı!
Bayrağımı yırtanlardan öç’üm alınmalı!
Ezan’ımı susturanlardan öç’üm alınmalı!
Gözler açık gitmemeli,
Öç’lerimiz alınmalı!
10.Ağustos.1997
Şanlıurfa
KOBAY
Kobay namzetleri!
Siz hala “kobaylaştıramadıklarımızdan mısınız?!!!!”
10. Ağustos.1997
Şanlıurfa
SU
Rabbimin büyük nimeti
Su.
Nasip olsun bütün insanlığa
Kevser Havuzu’ndan da
Su içebilmek
“O” su dağıtan kutlu ellere
Ulaşabilmek
“O” su dağıtan nurlu ellere
Sarılabilmek
Nasip olsun bütün insanlığa
Kevser Havuzu’ndan da
Su içebilmek
“O” su dağıtan nurlu yüzleri
Görebilmek
“O” su dağıtan “nur üstü nur” insanlar gibi
Nurlanabilmek
Nasip olsun bütün insanlığa
Kevser Havuzu’ndan da
Su içebilmek
“O” su dağıtan nurlu insanların
Yolundan gidebilmek
“O” su dağıtan nurlu insanların
Kervanına katılabilmek
Nasip olsun bütün insanlığa
Kevser Havuzu’ndan da
Su içebilmek
15.Nisan.1998
Şanlıurfa
ÇIRPINMAK
Hayatta kalabilmek için
Şahsiyetli olabilmek için
“Ben buyum” diyebilmek için
Çırpınmak çırpınmak!
Fakirlere el uzatma da
Yetimlerin gözyaşlarını silmede
Zayıfların, mazlumların hamisi kesilmede
Çırpınmak çırpınmak!
Tuzaklara karşı uyanık olmada
Eşilen hain kuyulara düşmemede
Edinilen küfürlere sabırla direnmede
Çırpınmak çırpınmak!
“Dostlar zebun, düşman kavi” iken,
Çırpınmak çırpınmak!
“Düşman”lardan merhamet “dilenir”ken!
Çırpınmak çırpınmak!
Herkesin kendisini kayırdığı,
“Menfaat Çağı”nda,
“Ben buyum” diyebilmek için
Çırpınmak çırpınmak!
15. Nisan.1998
Şanlıurfa
YAŞAMAK
Hayat güzel değil mi beyim!
Hayat “yaşamaya değer” değil mi beyim!
Kalleşlikler mi, dalavereler mi, ayak oyunları mı?
“Çirkef hayat” ortamında,
“Hayat, yaşamaya değer” diyebilmek!
Güzel değil mi beyim!
“Güzel”liğin “dışta” arandığı bir “Çağ”da,
“İç güzelliği” aramak!
“Ruh güzelliği”ni bulabilmek!
Ve “hayat yaşamaya değer” diyebilmek!
Güzel değil mi beyim!
Dipdiri kalabilmek,
Şahsiyetli yaşayabilmek,
“Menfaat Çağı”nda,
“Çirkef hayat” ortamında,
“Hayat yaşamaya değer” diyebilmek,
Güzel değil mi beyim!
Bakmayın siz , hayatı “yaşanmaz” kılanlara,
Bakmayın siz, hayatı “karartanlara”,
“Hayat, yaşamaya değer” beyim!
Hayat, güzeldir beyim!
15 Nisan 1998
Şanlıurfa
HAYAT GERÇEĞİ
Hayat: “Yaşamaya değer”,
Hayat: “Güzel” beyim!
İşte “hayat gerçeği”
Kim demiş, garibiz, kimsesisiz diye,
Bu “ümitsizlik, karamsarlık” niye?
Yoksa iğneden ipliğe hesapladığın
Planların mı suya düşüyor
Ey efendi!
Vazgeç bu telkinlerden de,
Hayatı daha da “yaşamaya değer” kılalım.
Değer mi şu üç günlük dünyada,
“Hayat”larla oynamak!
Hayat:”Yaşamaya değer”
Hayat: “Güzel” beyim!
İşte “hayat gerçeği”
Ey efendi!
Bana bu hıncın niye?
Irkım mı, geçmişim mi, zihniyetim mi?
Vazgeçin ey “efendi”ler bu hınçtan
“Kardeş” olalım, “yaren” olalım.
Hayat: “Yaşamaya değer”
Hayat: “Güzel” beyim!
İşte “hayat gerçeği”
15 Nisan 1998
Şanlıurfa
AŞK
Ne menem “cinsel”lik bu?
“Aşk”ı “yozlaştırdılar”
“Cinsel toplum” mu, “aşk toplumu” mu?
“Aşk”ı “pisleştirdiler”
Aşk: Ulviliktir!
Aşk: Yüceliktir!
Aşk: Ahlaktır!
Ne menem “cinsellik” bu?
“Aşk”ı “etiksizleştirdiler”
“Cinsel toplum” mu, “aşk toplumu” mu?
“Aşk”ı “pisleştirdiler”
Aşk: “Etik”tir!
Aşk: Ebediliktir!
Aşk: Yüceliktir!
Ne menem “cinsellik” bu?
“Aşk”ı katlettiler!
“Cinsel toplum”mu, “aşk toplumu” mu ?
“Aşk”ı “yozlaştırdılar”
Aşk: Sevgidir!
Aşk: Muhabbettir!
Aşk: Birliktir!
Aşk: Ölümsüzlüğe açılan kapı!
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
TEDBİR
Ne kadar tedbir alınsa da,
“En tedbirli” olunsa da,
Allah izin vermedikce,
Kullar yapamaz bir şey
Demiyor mu Rasul?
“Bütün insanlar bir araya gelse de,
Allah’ın yardımını kimse engelleyemez”
Elbetteki “tedbir bizden, takdir Allah’tan”
Elbetteki “en tedbirli” olmak gerek!
Elbetteki “tedbirli” olmaya da gayret etmek gerek!
Demiyor mu İbrahim Hakkı Hazretleri;
“Hakk şerr’leri hayrerler,
Arif anı seyrerler,
Zannetme ki gayrerler,
Mevlam görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…”
16 Nisan 1997
Şanlıurfa
SAĞLIK
“Olmaya devlet cihanda,
Bir nefes sıhhat gibi”
Hastalanmadan evvel bilmeliyiz,
Sağlığın kıymetini…
“Sağlık olsun” beyim!
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
SABIR
Erişir yardıma,
Sabra erenler,
Erişir yardıma,
“Sabırda yarışanlar”
Sabır, sabır,
“Ya Sabır”
Sabretmesini bilmek de,
“Adam olmanın yolu”
Erişir yardıma,
Sabra erenler,
Erişir yardıma,
“Sabırda yarışanlar”
Sabır, sabır,
“Ya Sabır”
Sabretmesini bilmek de,
“İnsan olmanın yolu”
Erişir yardıma,
Sabra erenler,
Erişir yardıma,
“Sabırda yarışanlar”
Sabır, sabır,
“Ya Sabır”
Sabretmesini bilmek de,
“Huzurlu olmanın yolu”
Erişir yardıma,
Sabra erenler,
Erişir yardıma,
“Sabırda yarışanlar”
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
ŞEYTAN
Yine neler fısıldıyorsun öyle,
Yaptıklarını gören var!
Sapıtamazsın has kulları,
Allah’ın vaadi var!
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
TİK TAK
Saatin “tik tak”ları gibi,
Kalbim de “tik tak”lamak da,
Şükürler olsun Rabbime,
Kendini unutturmamakta.
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
ŞEHVET
“Helal yol”lar var iken,
“Uçkur çözmek” ne diye ey “insan!?”
“Helal yol”lar kolay iken,
“Pisliklere bulaşmak” ne diye ey “insan!?”
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
BASKI
Nefs’in baskısı, şeytanın baskısı,
Şunun baskısı, bunun baskısı,
“Hamdetme makamındayım”,
“Yaşıyorum”, şükürler olsun.
“Bir nefes alıp vermenin hesabı” var iken!
“Baskı”lar varmış, varsın olsun beyim!
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
DUA
O “güzelim” insanlardan,
Ne istenir bilir misin beyim?
Koca Yunus misali,
“Himmet” istenir, “Dua” istenir,
“Himmet Seyda, Dua Seyda”
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
HERİF
Birileri “küfürle” karışık,
“Herif” diyor bana,
Birileri “küfürle” karışık,
“Köpek” diyor bana,
Birileri “küfürle” karışık,
“Uşak” diyor bana,
Sabır Allahım sabır,
Ya Sabır…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
TEHDİTLER
Şeytanlar fısıldıyor,
Bak şöyle, bak böyle “yaparım”
Herkes “görevi”ni yapıyor,
Ey insan!
Biz de “görev”imizi yapalım,
Allahuekber….
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
ARKADAŞ
Kara günde, ak günde,
Acı günde, tatlı günde,
Mutsuz günde, mutlu günde,
Yardımcı olur, yaraları sarar
Arkadaş…
Şu varmış, bu varmış,
Şöyle imiş, böyle imiş,
Farklılıklar aramak yerine,
“Azami müşterekler” var,
Arkadaş…
Arkadaş: Saadete açılan kapı olmalı!
Arkadaş: Hoşgörüye açılan kapı olmalı!
Arkadaş. Şerr’lere, tuzaklara karşı uyarıcı olmalı!
Velhasıl arkadaş,
“Arkadaş” olmalı…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
YARENLER BİR
Hey “yarenler”,
Gönül darda mı kaldı?
Yetişir “yarenler”
Hey “yarenler”,
Gelin “yarenlik “edelim,
“Yarencesine…”
Hey “yarenler”
Ey “yarenler”
Canım “yarenler”
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
YARENLER İKİ
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” edelim,
Konuşalım, dertleşelim,
Dertdaşlık olalım…
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” edelim,
Konuşalım, dertleşelim,
Sırdaş olalım…
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” edelim,
Vuralım dünyaya bir tekme,
Kardaş olalım…
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” edelim,
Konuşalım, dertleşelim,
“Arkadaş” olalım,
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” edelim,
Melekleri kıskatırcasına,
Gönüldaş olalım…
Hey “yarenler”
“Yarenlik” edelim,
“Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz”
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
YARENLER ÜÇ
“Tüfek icat oldu,
Mertlik bozuldu”,
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” nerede kaldı?
Hani bizdik saf’casına,
Hani bizdik pak’casına,
“Yarenlik” ederdik,
“Yarenlik” nerede kaldı?
Ne oldu bizlere böyle?
Artık arayıp sormaz olduk.
“Dünya denen mezellete”,
Dalanlardan mı olduk?
“Yarenlik” nerede kaldı?
Fuzuli misali şikayet eder olduk,
“Sabah rüzgarından başka kapı mı açan yok!”, diye
Biz de mi “çağa uyduk?”
“Yarenlik” nerede kaldı?
Hey yarenler,
Yarencesine yarenleşelim,
Semadakiler gıbta etsin,
Allah için “yarenleşelim”
“Yarenlik” nerede kaldı?
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
YAĞMUR
İncecik damlalar misali,
Aksın gönlüme,
Musiki dolu, şiir dolu,
İnanç dolu, incelik dolu,
Mısralar…
Coşsun gönüller,
Taşsın gönüller,
Taşan gönüllerden,
Mısralar aksın,
İncecik damlalar misali,
“Söyle Yunus, Konuş Yunus”
Desin Pir’imiz…
Mısralarımız,
Sonsuzluğa uzansın,
Sonsuz alemden düşen,
İncecik damlalar misali,
Mısralarımız,
Bizi söylesin, bizi anlatsın,
Toprağı yeşerten;
İncecik damlalar misali,
Gönülleri yeşertsin,
Gönülleri “sulasın…”
“Sağanak Yağmur” gibi,
Gönüller,
Sonsuzluğa uzanan çizgide,
Coşsun da coşsun…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
HOCA
Hoca olabilmek ne güzel,
Hoca kalabilmek ne güzel,
Hocalık, çilelere katlanabilmek demek,
Hocalık, insanlığı kucaklayabilmek demek,
Hocalık, “insan-ı kamil” olmak demek.
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
HAMİD FENDOĞLU’NA…
“İslam’ın Medarı İftiharı…”
Seni göremedik amma,
Ahiret de görüşmek;
Nasip ola
“Fendoğlu…”
Bir kalleş pusu ile,
Bir alçak tuzak ile,
Katıldın “şehidler kervanı”na,
“Kürşad”ınla efradına,
Buymuş yazılan nasip…
“Fendoğlu…”
“Fendoğlu, Fendoğlu…”
“Türkoğlu, Türkoğlu”
Katıldın “şehidler kervanı”na…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
TÜRK
Ne çok da düşmanın varmış,
“Adı şanı yok olmasın”
Duasına
Ve
“Türklere ilişmeyin…”gibi,
Nice mazhariyetlerin sahibi,
“Türk”
“Dosta dost, düşmana yalınkılıç”
“Mazlumların sığınağı, yardımcısı”
“Zalimlerin azılı hasmı”
Milletimin adı,
“Türk”
“Türk”e düşmanlık niye?
“Türk”e kin niye?
İslam’a en büyük hizmeti,
“Türkler” yaptı diye,
“Türk”ten öç almak niye?
“Ey Türk!”
Bunca saf’lık niye?
Diyeceğinize,
Komaz Rabbim,
“Türk”ü yardımsız…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
FARE
Farelerle başım belada,
Hasımlarımla belada olduğu gibi,
“Kumbur faresi” hasımlarım…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
YARENLER DÖRT
“Acaipleşen” çağda,
“Yarenler”de “acaipleşti”
Bu ne menem “yarenlik” öyle,
Bir şahin’in bir fare’yi kezlemesi gibi,
“Yarenler” de,
Irk’ı farklı, görevi farklı, zihniyeti farklı diye,
“Kezliyor”lar “yarendaş”larını,
Bu ne menem “yarenlik” öyle?
“Merhametsizleşen Çağ”da,
“Yarenler” de “merhametsizleşmiş”,
Bu ne menem “yarenlik” öyle?
Irk’ı farklı, görevi farklı, zihniyeti farklı diye,
“Ez”mek, “hor”lamak, “hakir görmek” niye?
“Merhametsizleşen Çağ”da,
“Yarenler” de “merhametsizleşmiş”
Çağ’a yemin olsun ki;
Hiç kimse,
Hiç birşey,
Hiç bir güç,
Kandıramaz, aldatamaz Allah’ı,
“Hesap var” “yarenler” , “yarendaş”lar…
17 Nisan 1998
Şanlıurfa
ŞEYTAN’IN FISILDAMALARI
Yardım et Allah’ım,
Güç ver Allah’ım,
Uyanıklık ver Allah’ım,
Şeytan’ın fısıldamalarına karşı,
“Çelikten duvar” öreyim.
Şeytanın fısıldamalarına karşı,
“İman Kal’ası” inşa edeyim.
Yardım et Allah’ım,
Güç ver Allah’ım,
Uyanıklık ver Allah’ım…(Amin)
17 Nisan 1998
Şanlıurfa
SOLCULAR BAŞTAYMIŞ!
“Adam olmanın yolu”
“Aydın olmanın yolu”
“İnsan olmanın yolu”
“İlerici olmanın yolu”
“Solculuktan geçer” diyenler
“Başta”ymış!
“Genç Solcu”ların önünde de,
Koskocaman “tarih” duruyor,
“Solcu” ağbilerinin de,
Bir “kuşak”,
Nasıl “dejenere” oldukları,
Belli değil mi ey solcu?
Bırakalım şu “solculuk-sağcılık”ı!
Uyan ey “genç solcu”,
“Çarklar” ‘farklı’ dönüyor!
Uyan ey “genç solcu”,
“Köşeleri” kapanlar “bambaşka!...”
Uyan ey “genç solcu”,
Menfaat’in “ideoloji”si olmaz!!!
Uyan ey “genç solcu”,
Ezilen, horlanan, sömürülen,
Senin samimiyetin,
Uyan ey “genç solcu”,
“Yalamalar”a “yol” açılır!
Uyan ey “genç solcu”,
“Birileri”nin ,
“Sol”u da, “Sağ”ı da, “İslam”ı da,
“Ben iktidar yaparım”,
Dediği bir çağ’da,
Nazım Hikmet gibi,
“Ne eşeklik etmişim de,
Buralara gelmişim” misali,
Bir “pişmanlık” duymaktansa,
Takılsana “Ulular Kervanı”na,
O zaman daha iyi anlarsın,
“Şeytan’a bile papucu ters giydiren”,
İğrenç mi iğrenç, çirkef mi çirkef,
“Oyunları!!!”
Uyan ey “genç solcu”,
Sömürülen,
Senin samimiyetin!
“Ertuğrul Özkök”ler nerede?
Unutma!!!
17 Nisan 1998
Şanlıurfa
“GENÇ SOLCU” ile HASBİHAL
Hey “genç solcu”,
Fikir, silahtan üstün,
Düşünce, kuvvetten üstün,
“Fikre karşı fikir”,
“Zehire karşı panzehir”
Bak, ne halde “sol” fikir,
Bak, ne halde?
Bir devir gelmişti ki,
Yüzlerce “franksiyon”,
Yüzlerce “renk”te “sol” fikir,
Ve unutma!
Madem “fikir”, ki öyle,
Araştır, gör, ne oldu?
Rusya’da, Polonya’da, Çekoslavakya’da,
Arnavutluk’ta, Baltık’ta,
Türkistan’da, Azerbaycan’da,
“Sol” ve “franksiyonlar”ı,
“Kendiliğinden” ‘iflas” etme di mi?
Hani o düşünce derinliği,
Hani Mahir Çayan’ın,
“Sol” a “fikir” olarak kazandırdığı,
“Teorisyenliği”,
“Sol’un tarihi”
Biraz da “ihanet dolu”,
Ey “genç solcu!”
Bütün “sol fikirler” ‘ulusal/milli” iken;
“Türkiye Sol”u, “kökü dışarıda” değil mi?
Bütün “sol fikirler milliyetçi” iken,
“Türkiye Solu”, ‘parçalayıcı” değil mi?
Aç arşivleri,
Araştır fikrini,
“Kökü dışarıda olan…”
Ve
“Ulusal/Milli” olmaktan uzak “tek sol fikir”
“Türkiye Solu” değil mi?
Ey “genç solcu”,
Objektif olalım,
Senin tabirinle,
“Yansız” olalım,
“Vuruşmak” niye?
“Döğüşmek” niye?
“Sövüşmek” niye?
“Senaryo hep aynı senaryo”
Değil mi?
“Dönen dolaplar” aynı,
Sömürülen:
Senin samimiyetin!
Ey “genç solcu”,
Yapıcı ol,uzlaşıcı ol, ılımlı ol, yumuşak ol,
Senin tabirinle,
“Kompradorlara” bir şey olmuyor!
Olan,
“Bu toprağın çocukları”na oluyor!
17 Nisan 1998
Şanlıurfa
DÜŞÜNCE SEFALETİ
“Düşünce adamları” bir bir gittiler,
Ortalık “çorak adamlara”,
Üstad’ın tabiriyle,
“Çukur adamlar”a kaldı.
16. asır misali,
“Rönesans”ımıza hasretiz,
Nerede Gökalp’ler, Turhan’lar,
Nerede Meriç’ler, Çayan’lar,
Nerede Arvasi’ler, Necip Fazıl’lar?
“Kültür kaynaklarımız”ı
“Diriltici” daha niceler!
“Kitap”lar, “okuma”lar,
Basitleştirildi.
“Çorak kültür iklimi”nde,
“Düşünce adamları”,
Nasıl yetişir?
Ya Rabbi!
17 Nisan 1998
Şanlıurfa
BASKI İKİ
Sabır ile metanet ile,
İtidal ile yumuşaklık ile,
“Baskı”lara,
Direneceğiz!
Sonuna kadar!
17 Nisan 1998
Şanlıurfa
AFERİN!
Aferin! Devam et ey oğul!
Aferin! Adam ol ey oğul!
Aferin! Dikkatli ol ey oğul!
Aferin! Bencil olma ey oğul!
Aferin! Ölümü unutma ey oğul!
Aferin! Cihad et ey oğul!
Aferin! Sabırlı ol ey oğul!
Aferin! Azimli ol ey oğul!
Aferin! Affedici ol ey oğul!
Aferin! Merhametli ol ey oğul!
Aferin! Sebat et ey oğul!
Aferin! Çalışkan ol ey oğul!
Aferin! Edepli ol ey oğul!
Aferin! Cömert ol ey oğul!
Aferin! Her şey Allah’tan ey oğul!
Aferin! Tadbirli ol ey oğul!
Aferin! Uyanık ol ey oğul!
Aferin! “İnsan” ol ey oğul!
Aferin! Allah’a güven ey oğul!
Aferin! Hal ehli ol ey oğul!
Aferin! Dua ehli ol ey oğul!
Aferin! Zikir ehli ol ey oğul!
Aferin! Namaz ehli ol ey oğul!
Aferin! İkram edici ol ey oğul!
Aferin! Hizmet ehli ol ey oğul!
Aferin! Ciddiyet ehli ol ey oğul!
Aferin! Mütevazı ol ey oğul!
Aferin! Şükredici ol ey oğul!
Aferin! Cesur ol ey oğul!
Aferin! Gayur ol ey oğul!
Aferin! Yiğit ol ey oğul!
Aferin! Aferin! Aferin!
Dostu düşmanı tanı ey oğul!
Hayırla yad edilenlerden ol ey oğul!
29 Nisan 1998
Şanlıurfa
MEDET
“Sahipsiz olan bir memleketin batması haktır,
Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.”
Ruhum kelepçeleniyor sanki!
Gönlüm hançerleniyor sanki!
Göğsüm oklarla delik-deşik
Ulubatli Hasan misali,
“Bayrak inmesin, ezan susmasın,
Vatan bölünmesin,
Devlet yaşasın” diye…
Medet! Medet! Medet!
“Ya Hazret-i Mevlana”
Kalleşlere, alçaklara, namussuzlara,
Vatanım-Milletim-Devletim-Ordum
Dedikce
Ruhuma iniyor atom bombası
Ve gönlüme saplanıyor şarapnaller!
“Şehidler ölmez” inancı ile
Medet! Medet! Medet!
“Ya Hazret-i Mevlana”
25 Mayıs 1998
Şanlıurfa
(son)
NEFS
“Diz çök ey zorlu nefs” dedikce,
“Çabuk kalk” dersin,
Rahatı ve lüksü gördükce,
“Biraz daha kal” dersin.
Seninle başım belada nefsim!
Şımarık nefsim, alçak nefsim!
Haramlara tazı,
Helallere kaplumbağa,
Kelepir nefsim.
Nedir senden çektiğim nefsim?
Sen susarsın, “şeytan” fısıldar,
“Şeytan” susar, sen fısıldarsın,
İkinizi de prangalamalı,
Alçak nefsim, alçak şeytan!
28 Temmuz 1997
Şanlıurfa
BEKLEMEK
Ardı arkası kesilmeyen günlerin,
Nasıl, ne şekilde geleceğiolmayan ayların,
Dakika dakika, saat saat ,
Geçmesini beklerken,
Seni beklemek.
Ummanın derinliklerinde misin?
Umranın kuytuluklarında mısın?
Sahi neredesin sen?
Beklediğim “sen” , “sen” misin?
Kısmetim, nasibim, “sen” misin?
İnsan mısın, cin misin, peri misin, şeytan mısın?
Kimsin sen?
Hayır, beklediğim sen değilsin.
Hayır, özlediğim sen değilsin.
Hayır, kaderim sen değilsin.
Ardı arkası kesilmeyen günlerin,
Nasıl, ne şekilde geleceği belli olmayan ayların,
Dakika dakika, saat saat,
Geçmesini beklerken;
Seni beklemek.
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
GÖZLERİM
Kendini gör, gözlerim.
Öteleri gör, gözlerim.
Nurunu söndüreni değil!!!
30 Temmuz. 1997
Şanlıurfa
DÜZEN
Düzen, çeki-düzen,
Kendine çeki_düzen.
30 Temmuz. 1997
Şanlıurfa”
KULAKLARIM
Duy, nurani nağmeleri,
Duy, ruhani nağmeleri,
Duy, sururi nağmeleri,
Kulaklarım: Dinle beni!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
PARA
Para: İtibar sana, bana değil.
Para: Geçmez “akçe” olasın!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
GÜLMEK
Gülmek yasak, gülmek haram bize,
Doğu Türkistan “gülünceye” dek!!!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
UYGURLU
“Uçmağa” varan Uygurlu kardeşlerim!
“Uluğ Türkistan” ı sizler de göreceksiniz.
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
TÜRKİSTANLI ÇOCUK
Sehpalarda ipe çekilen,
Senin geleceğin,
Unutma!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
ZAAF
Çengel atıp, yakalarlar,
Sonra da çekip-çekiştirirler,
Şantajların daniskasını yaparlar,
Ah zaaflar! Ah zaaflar!
Korkuyor musun?, derler, korkuturlar,
Sevmiyor musun?, derler, sevmezler,
Düşünmüyor musun?, derler, düşünmezler,
Ah zaaflar! Ah zaaflar!
“Paran mı yok?”, “Para buluruz”, derler,
“Kız mı yok?”, “Kız buluruz”, derler,
“Evin mi yok?”, “Ev buluruz”, derler,
Ah zaaflar! Ah zaaflar!
Çağın adı: Menfaat!
Çağın adı: Sömürü!
Çağın adı: Yolsuzluk!
Ah zaaflar! Ah zaaflar!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
Görev yaptığım okulum bayrağını “melmeket” kuşlarının kirletmesi üzerine...
“MELMEKET” KUŞLARI DA ŞAŞIRDI
Gidişat o kadar çirkefleşti ki;
“Melmeket” kuşları bile
Bayrağımızı kirletiyor Allahım!
Bayrağıma "selâm vermeden geçen kuşlar"
Bayrağımızı kirletiyor Allahım!
Gidişat o kadar kesmekeşleşti ki;
“Melmeket” kuşlarının bile
'Kafaları karışmış'
Bayrağıma "selâm vermeden geçen kuşlar"
Bayrağımızı kirletiyor Allahım!
Gidişat o kadar gayr-i millîleşmiş ki;
“Melmeket” kuşları bile
"Gayr-i millî"liğe uyup
Bayrağımızı kirletiyor Allahım!
Gidişat o kadar şaşırtıyor ki;
“Melmeket” kuşları bile şaşırıyor
Şaşıran melmeket kuşları
Bayrağımızı kirletiyor Allahım!
"EYLÜL"lerin gidişatına rağmen;
Bizleri de,
“Melmeket” kuşlarını da,
Şaşırtma Allahım
Lekesiz,
Tertemiz,
"Ayyıldızlı Al Bayrağımızı"
Kirlettirme Allahım!
07.Eylül.2007
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com
metgultekin@hotmail.com
BENİM NE DAHLİM VAR Kİ?
“Ağlayın su yükselsin”
“Nuh Tufanı”na eş;
“Türkiye Gemisi”
Batarsa batsın!
Benim ne dahlim var ki?
(Mahzun Kırmızıgül’den mülhem)
İslamiyeti seversin;
Olur adın “gerici”
Milletini seversin;
Olur adın “ırkçı”
Emekten-Hakk’tan yana olursun;
Olur adın bilmem neci!
“Ağlayın su yükselsin”
“Nuh Tufanı”na eş;
“Türkiye Gemisi”
Batarsa batsın!
Benim ne dahlim var ki?
İşini-gücünü dosdoğruca yaparsın
Katmerli sürgünlere ilaveten
Olur adın “keriz”
Harama “haram”;
Helale “helal”,
Deyip yaşarsın,
Olur adın “deli”
“Ağlayın su yükselsin”
“Nuh Tufanı”na eş;
“Türkiye Gemisi”
Batarsa batsın!
Benim ne dahlim var ki?
24.12.07
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com
BİR ŞUBAT SOĞUĞU’NDA
Bir Şubat soğuğu’nda,
Cuma namazı kılabilecek miyim acep?
Bir şubat soğuğu’nda,
Evden dışarı çıkabilecek miyim acep?
Bir Şubat soğuğu’nda,
Oğlumla kucaklaşabilecek miyim acep?
Bir Şubat soğuğu’nda,
Eşim bana;
“-İsmet Bey yatakları kaldır” diyecek mi?
Bir Şubat soğuğu’nda,
Yine parasız mı kalacağım acep?
Bir Şubat soğuğu’nda,
Yine memleketimde,
“Memleketin Delisi” mi olacağım acep?
Rabbim ne olur!
Daha çok Şubat soğuğu yaşat bana.
Rabbim ne olur!
Bir Şubat soğuğu’nda,
Oğluma şeker alabileyim?
01.02.2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com
“EYLÜL” BİNDİN Mİ!?
“Eylül”de bindirdiler bize,
“Eylül” bindin mi!?
Ne “acılar” yaşattılar bize,
“Eylül” bindin mi!?
“Eylül” de bize bindirenlere,
Bizler de “ahiret”te bindireceğiz.
“Eylül” bindin mi!?
Kimbilir “Eylül” ismini,
Ne diye koydular kızına?
Belki de “bindiren Eylül”leri,
Hatırlamak…Hatırlatmak…
“Eylül” bindin mi!?
Şimdilerde,
“Eylül”lerde bindiremeyenler;
“Psikolojik Savaş” namına,
İşin üçkağıtcılığına kaçmaktalar…
“Eylül” bindin mi!?
“Bindiren Eylül”lerde ,
Dağıtıldı “Bozkurtlar Ordusu”,
“Bindiren Eylül”lerde,
Dağıtıldı “Ocak”larımız.
“Eylül” bindin mi!?
“Bindiren Eylül”ler sonrası,
“Garip” kaldı nesillerimiz.
“Bindiren Eylül”ler sonrası,
Sahipsiz kaldı nesillerimiz.
“Eylül” bindin mi!?
“Bindiren Eylül”ler sonrası,
Ülkülerimiz, Mefkurelerimiz,
Dumura uğratıldı…
“Eylül” bindin mi!?
“Eylül”lerin bindirdikleri,
Hala en ön saftalar…
“Eylül”lerin bindirdikleri,
Hala “güzel ülkü” yolundalar…
“Eylül” bindin mi!?
16.Mart.2008
HAVZA
CEMAL AMCA (Lütfü Şehsuvaroğlu)
CEMAL AMCA
Cemal Amca şehir bizi sıkınca
Gönül seli mecrasına akınca
Aşk ateşi ruhu bile yakınca
Çekip gitsek köyümüze dağlara
Selam versek ölülere sağlara
Cemal Amca Elmalı’ya bir varsak
Eski dostu dut dibinde bir sarsak
Ruhu ruha şiirlerle bir karsak
Kelimeler kulakları yıkasın
Riyaya, yalana yolu tıkasın
Cemal Amca doğruluğun yasan mı
Senin oğlun Muhsin midir, Hasan mı
Cemal Amca gül ağacı asan mı
Yaprak mısın çekip gittin Eylül’de
Çehren kaldı rumuzdaki mor gülde
Cemal Amca ocak ocak gezerdik
Dergâhlarda dervişleri süzerdik
Karakışta soğuk suda yüzerdik
Bütün yollar, dağlar bizi tanırdı
Al yanaklı kızlardan utanırdı
Her âşık umutla sana gelirdi
Gam kasavet biter, sona gelirdi
Gönül yaramıza suna gelirdi
Cemal Amca Kızılırmak karardı
Al yanaklar, ak gerdanlar sarardı
Cemal Amca sen gittin de yol bitti
Kurt bildik yoldaşın kimisi itti
Menfaat kabardı, aşklar hep yitti
Gelip görsen gül çocuklar ne oldu
Ocaklara, dergâhlara el doldu
Ne acayip günler gördük, geçtiler
Ne tahammül, ne seferi seçtiler
Ne ekin ektiler, ne gök biçtiler
Gün ağardı, zaman doldu, yol yarım
Arı küstü, çiçek soldu, bal yarım
Kirpikten, yanaktan ayrılan gözler
Dostu can evinden vuran kem sözler
Selâmı, sabahı unutan yüzler
Cemal Amca dosttan sırrın gizleme
Bizim burdan öte yanı özleme
Ahiretten, kul hakkından vehmin çok
Dost barından, azdan çoktan fehmin çok
Yol nereye varır diye tahmin çok
Cemal Amca orda bize yer var mı
Burda pek darız da, orası dar mı
Şehitler kaldırdık, hatırlardadır
Hasret Cemal Amca yatırlardadır
Nice pişmanlıklar satırlardadır
Devrân dönsün, bırak gelsin âkıbet
Islah etmez gayri hiçbir mûsibet
Nerde kaldı ettiğimiz yeminler
O tilâvet, o dûalar, âminler
Sallanıyor bastığımız zeminler
Hem toprağa, hem insana güven yok
Sağan çok da birbirini seven yok
Çirkefe taş atma sana da sıçrar
El, Hak böyle dedin, demek ümit var
Belki döner dertler sayılsın suçlar
Cemal amca deli şair Şehsuvar
Ben ne bilem gam üstüne gam yığar
Zemheride buzlar yanıp sönerken
Şefkat, Naci Erzincan’dan dönerken
Ay ışığı bakışını bölerken
Romanında Naci senden dem vurmaz
Burhan ise duraklarda hiç durmaz
Şehrin girişinde bekledin onca
Ellerin lâledir, yüreğin gonca
Karayelden kirpiklerin donunca
Şefkat bakıp bu halinden arlanmaz
Mazisinden bir ses duysa darlanmaz
Yolsuzluk diz boyu nereye baksan
Bir söndüren olmaz kendini yaksan
Başına peygamber sarığı taksan
Bulunmaz hak veren bir doğru sözlü
Herkes olmuş kardeş yiyen aç gözlü
Yolsuzluğu algılamak adına
Dürüstlük kimsenin gelmez yâdına
Her türlü haramın bakıp tadına
Namuskârlık gösterisi yaparlar
Putlar yapıp sonra ona taparlar
Şeffaflığı çok soyunmak zannettik
Nice dâvâlara ihanet ettik
İffete ahlâka bin lanet ettik
Bizi bile şimdi bakıp şaşıyor
Başlarına külah takıp kaşıyor
Herc ü merç ettiğin bu topraklara
Gönülde salınan som yapraklara
Gökte dalgalanan al bayraklara
İhanetin bir bedeli olmalı
Bazen yüreklere korku dolmalı
Halledilmiş handan ferman alınmaz
Saklanan dertlere derman bulunmaz
Tütmeyen ocaktan duman salınmaz
Şehsuvarım üstümüze vazife
Bilmem tarif gerekir mi ârife
İmajımız ellilerde geziyor
Sanal dünya rakamlarla eziyor
Ödlek ajun korkumuzu seziyor
Bir diriliş muştusuna muhtacız
En mükellef sofralarda biz açız
Yeni imaj kazanmanın peşinde
Kan aradık kargaların leşinde
Herkes zirve yakalarken işinde
Temettünün oyununa aldandık
Doğanların evlerine dadandık
Kulak ardı ettik ata sözünü
Ay sandık şeytanın o kör gözünü
Görmedik dâvânın asıl özünü
Tercih ettik mazruflara zarfları
Küstürdük toprağı, sevdik torfları
El oldu toprağa tohumlar, sular
Zehr oldu denize hep akarsular
Boşa çıkmadı hiç hain pusular
Ne Mecnûn’dan, ne Leylâ’dan eser var
Âyân oldu her şey ne sır, ne ser var
Kuru lafla yaraları sardılar
Altın tozla kum çakılı kardılar
Kayaları ejderhayla yardılar
Tünel ucu cehenneme açıldı
İçine de gonca güller saçıldı
Gonca gülü yaktılar da yetmedi
Ektikleri kaktüs bile bitmedi
Bize ettiğini gâvur etmedi
Yoldaş bilip yolumuza almıştık
Evler verip biz kodeste kalmıştık
Kalem verip yazar ettik kimini
Döşedik evine ilk kilimini
Kafası almadı gök çekimini
Şimdi bize bakıp burnun buruyor
Hainlerle hemhâl olup vuruyor
Arkadaş kazığı yemem üzmedi
Zalim şahlar beni böyle ezmedi
Gönül böyle rezil, zelil gezmedi
Şehsuvarım dediklerim kâr kaldı
Evlâdıma miras diye ar kaldı
Güzel kızlar gördüm şora yazdılar
Ne pehlivanları yora yazdılar
Ölümü, hayatı çora yazdılar
Simülasyon hareketler aldatmış
Vekil seçtik, dumalarda saldatmış
Bir vakitler kula kulluk yok idi
Güzellerde allık pulluk yok idi
Vazife yaparken yolluk yok idi
Şimdi her şey menfaate ayarlı
Hisler sade yoz medyaya duyarlı
Çöllerde buz kestim, dondum kavruldum
Ayazda terledim, yandım kavruldum
Seni bencileyin andım kavruldum
Gurbetlere, sılalara tül indi
Hasret lafı lugatlerden silindi
Annemizin koynundayken baş olduk
Davamızın yollarına taş olduk
Güzel gördük saniyede şaş olduk
Cemal Amca bel bağladın derneğe
Gitti girdi fahişeyle gerdeğe
Başbuğları şimdi çaşıt yaptılar
Doğru yoldan eğrilere saptılar
Hazır miras bulup hemen kaptılar
Tarihi çarpıtmak moda olmalı
Saf su diye içtik soda olmalı
Ehli derdin anılacak çağıdır
Yaraların onulacak çağıdır
El üste el konulacak çağıdır
Yaralarım içten içe büyüyor
El vermiyor sırtı dönük yürüyor
Begonyaya, sardunyaya bakardık
Gül gördü mü mazi diye kaçardık
Müstebiti ilah sanıp yakardık
Gülistana dönsek bizi alır mı
Acep bilmem gülistan da kalır mı
Cemal Amca gül açardı terinden
Yiğitler kaçmazdı o cenk yerinden
Müstebitler göz yumardı ferinden
Cenk yerinde Pazar kurdu mirashor
Satıp durdu; kurdu, yurdu mirashor
Biz çocukken köyde davar güderdik
Vekillerin ardı sıra giderdik
Şanlarına türlü laflar ederdik
Ederdik de kaval gibi gelirdi
Çoban gördü, kıskançlıktan delirdi
Kentte haber köyde davar güderdik
Adam olduk vekil ardı giderdik
Kentli gibi türlü laflar ederdik
Merak sardık arsızların yadına
Şan düşürdük ad bilmezin adına
Cemal Amca yeni andım adına
Nicedir anlamadım muradını
Şimdi bildim devrimizin tadını
Kaç yıldır damakta bir acılık var
Gönülde bir derin yakıcılık var
Bir sığınak, bir istikbal bulmadan
Dağ devirdim, çöl çevirdim yılmadan
Yoldaşları kullara kul kılmadan
Kurşunlara hedef oldum dönmedim
Gark oldum da azgın sele sönmedim
Bir derin kuyuya attılar beni
Şeytanca rüyaya kattılar beni
Üç kez kalp paraya sattılar beni
Hayâlî dostlarla postu kaldırdık
Mizan şaştı, asta üstü aldırdık
Yâre varır kim ki candan geçerse
Gam biter eğer ki hândân geçerse
Ülküdaşlar vay ki kandan geçerse
Şehidi mezarda anan bulunmaz
Davanın bahtına yanan bulunmaz
Âsûmâna uzanırken yer aktı
Cinlerden ve meleklerden ter aktı
Hayır sandık oluk oluk şer aktı
Uçmağa varanlar uçuk oldular
Ne âkîller gördük, kaçık oldular
İhtiyatlı davranmalı diyenler
Sonra dönüp yetim malı yiyenler
Kara kışta kara şalı giyenler
Giydiler de bezirgâna yol döndü
Mankurt başta sağ söğündü, sol söndü
Savaş bitti savaşçılar dönmedi
Seferberlik çıraları sönmedi
Anaların gözyaşları dinmedi
Bekle dedim, beklemedi nöbette
Kanı bozuk akacaktı elbette
Talih tüyden kaçacaktı besbelli
Kuş yuvadan uçacaktı besbelli
Dala ümit saçacaktı besbelli
Hâzân geçti, kar eridi, yaz geldi
Üç yüz saat tek bir güne az geldi
Beyaz sayfa açacağım dediydi
Yeni şeyler yazacağım dediydi
Aşk mektubu saçacağım dediydi
Kalem aldı bıçakladı kağıdı
Önce vurdu, sonra yaktı ağıdı
Ak güvercin kara karga olunca
Meyil saza değil orga olunca
Ölür bebek, heves morga olunca
Kiliseler çanlarını çaldılar
Genç şehitler kanlarıyla kaldılar
Katilini dost belledi bilmeden
Gömleğinde kalan kanı silmeden
Kendi kardeşine bir gün gülmeden
Kandı gitti, karşı köyün kızına
Erişemez onun kimse hızına
Şehsuvarın bilmediler nerdedir
Eski dostlar unutulmuş yerdedir
Gayri artık arş düdüğü erdedir
Atlar kaçsın, süvariler er olsun
İçtiğim su yanağında ter olsun
Cemal Amca elde olan hep yitti
Çatı düştü, ocak söndü, gün bitti
Yarın küstü, bugün durdu, dün gitti
Maziyi atiye bağlıyamadık
Beklenen huzuru sağlıyamadık
Seyirtme gözünü derin ziyâdan
Çekinme, yılma kes nefsi hevâdan
Hem hevâdan kes hem kalbi riyâdan
Ebedî muştuyla atmalı gönül
O derin kuşkuyla yatmalı gönül
Ağlasın kerpiçci, yağmur yağsın da
Bir ömür emeği onlar sağsın da
Acı bir teselli bize kalsın da
Varsın adımızı anan olmasın
Muştuyu getiren vâde dolmasın
Yel gibi gelenler gider sel gibi
Dal gibi çocuklar koptu el gibi
Keser ilik yollarını bel dibi
Yiğit yarasına yiğit katlanır
Kalp isterse eğer el pusatlanır
Bilirsin içim içimi yiyordu
Kimi gafil bunu korkuya yordu
Çekiver ipini şeytan diyordu
Cemal Amca tahammül yok, sefer yok
Herkes başbuğ olmuş, tek bir nefer yok
Gençliği rejimin bekçisi sandık
Zemheri ayında zaferler andık
Devletin derdiyle çok oyalandık
Koç beyoğlu bey olmazsa yol döner
Hem sağ döner, hem sol döner, rol döner
Oda yandık ev-ednâyı duyarak
Karıştık eşyaya esmâ sayarak
Hikmetine vardık, kırka uyarak
Geçerken gönüller mülk-i fenâdan
Fenâ gülzârına daldık fezâdan
Lokman habersizse devâ neylesin
Askere düştüyse lerze söylesin
Varsın Sultan hoş gönlünü eylesin
Niye böyle aldanmışsın ağyâra
Elbet nefsi azdırmıştır emmâre
Alnı parlar şems-ü kamer nuruyla
Her vakit semâda gezer ruhuyla
Aktine uymayan boş gururuyla
Gezer okyanusu, boğulur çayda
Hedefi şaşırır oklar da, yay da
Profesör oldular da ne oldu
Şanı, îtibârı parlayıp soldu
Çöp sepetlerine tezleri doldu
Profesör geldi yüce makama
Yüce makam rozet oldu yakama
Kitapçıya sordum, bir kitabı yok
İnsanlara doğru bir hitâbı yok
Şahsına münhasır bir şitâbı yok
Davanın sahibi kalmamış yazık
Sine-i millete saplandı kazık
Kula kulluk ekolünden sapmadan
Hasletinden bir özellik kapmadan
Eylem planından bir iş yapmadan
Yüce kurtarıcı desen ne çıkar
Kim getirir eli eline çakar
Kul hakkı gerçekten en büyük vebâl
Saysam üstündeki hakkımı zinhâr
İncesu’dan arş-ı âlâya uzar
Sen ne yapsan onu ödeyemezsin
Sivas’ı altınla döşeyemezsin
Üç beş yalakayla yol bulsan ne var
Her yere uzayan kol olsan ne var
IMF tekstinde rol alsan ne var
Millet pâyesini miras mı sandın
Öyle sandın ise yandın ha yandın
Dağda Hızır gördüm, denizde İlyas
Yazgım İskender’den bir ebedî yas
Bakanından hayır görmedi Sivas
Bu toprağa mâsivâdan uzandık
Devletlûye temennâdan usandık
Gülistanda baykuş böyle ne gezer
Bülbül yoksa niçin güller göz süzer
Cemal Amca bu kıskacı kim sezer
Temettünün oyununu bozan kim
Strateji kitabını yazan kim
Eşkiyanın ne işi var dergâhta
En nâdîde mücevherler tezgâhta
Huzur adı duvarlarda, bargâhta
Leylek uçar leyleklerle birlikte
Birlik aşkı yüreklerde, dirlikte
Kızıl güle düştü, mor nilüfere
Gün doğuyor artık haydi sefere
Azıklar verilsin her bir nefere
Koy açılsın yollar yeni yollara
Can suyu uzansın en uç dallara
Geceyi, gündüzü, yedi yıldızı
Kayar renklerinden bir deniz kızı
Simsiyah kapağa altın yaldızı
Çeker çepeçevre mor sinelerden
Alacağın nedir hazinelerden
Yedi gök, yedi yer; dağlar, denizler
Bir buruk acıyla dolar genizler
Celâlî gelen izler, giden izler
Cemal Amca samanyolu resim mi
Bu resimde son ümidin Rasim mi
Alayık ehline niçin sorarsın
Ehli tecridi o ne bilsin varsın
Cihanı terkeden deyyâr ararsın
Canından geçeni bul vay ona sor
Enel Hakk diyeni kul say ona sor
Fâş eyleme sırrımızı herkese
Siste kaldığın an kulak ver sese
Ensende soluyan sinsi nefese
Temkinli ol ölçeğini yitirme
Ehl-i derdi kurda kuşa yedirme
Yol kapağı İstanbul’a atmaktı
Erenköy’de bir adam yaratmaktı
Arvasi’yle geceye ruh katmaktı
Gece bir hendeğe düşercesine
Soğuk pınarlardan içercesine
Tercüman’da Kabaklı’ya uğrardım
Vakfa geçip Genç Osman’ı yorardım
İstanbul ahvalin ondan sorardım
Niyazi Ağabey çıkar destandan
Ruh olup gönlüme akar destandan
Gündüz samanyolu seyreden kızlar
Gece dönencede sönen yıldızlar
Gençlik damarlarda tükenen hızlar
Tekerlerin asfalt yolda dönmesi
Bütün heveslerin seste sönmesi
Hüseyingazi Tepesi ses vermez
Duvar gelir üstüne nefes vermez
Eskimiş oyuncağın heves vermez
Ben giderim Mamak yansın haline
Allah düşürmesin onun eline
Görünür de bir gün Musa’nın Tûr’u
Kalbe doğru akar İsrafil Sûr’u
Biri açar bize Beyt-ül mâmûru
Hepsi birden bir fenâda uyanır
Umalım ki intifada dayanır
Baraj yıkılınca batan şehirler
Her şeyi önüne katar nehirler
Vâde gelir, abes kaçar tehirler
Yol yordamı bilemedik yıllarca
Yıllar boyu kan sürüdük yollarca
Kürek çektik akıntıya durmadan
Yol yordamı hiç kimseye sormadan
Geleceğin kurgusunu kurmadan
Avunup geçmişle kaçırdık günü
Hatırlatan çıkar yaşanan dünü
Serin servilerin altında yandık
Zehir pınarlardan içtikçe kandık
Meğer dost değilmiş, biz öyle sandık
Bağrımızda beslemişiz yılanı
Yolumuza düstûr kıldık yalanı
Fırsatçı giyindi sırta cübbeyi
Birkaç pula terkeyledi hubbeyi
Değmez boş iş, kubbe yapmak habbeyi
Nevruz, Nazım, Türkistan’la Avrasya
Hep böyle giderse çöl olur Asya
Armut piş ağzıma düş der dururdu
Hemen her toplantıda yer bulurdu
İtibar görmezse pek kudururdu
Fedâkârlık, vefâkârlık bilmezdi
Omuzlara basa basa yükseldi
Yürür mü hiç lafla peynir gemisi
Ne yapardı olmasaydı emmisi
Palavracı adamların hemmisi
Vaadlere nasıl kandı bu millet
Şimdi düşmez yakasından hiç zillet
Adam bakan oldu buldu rahatı
Leyleğin laklakla geçer hayatı
Görevi hep yurtdışı seyahatı
Garip köylü onu sandı vekili
Köye varmaz, paçasından çekili
Onun her lafını doğrudur sanma
Gönlün tercümanı lisandır amma
Sonradan pişmanlık içinde yanma
Mantar gibi yerden biten adamlar
Zincir kıran, dağ deviren adamlar
Vicdan titrek titrek tel tel dökülür
Tarihi döndüren çarklar sökülür
Geçmişi silenin eli bükülür
Bir zamanlar nesillere umuttuk
Dün ne oldu, bugün hemen unuttuk
Yatarken kalkarız diye bekledik
Umutları umutlara ekledik
Koşacağız derken bak emekledik
Geçip gitti gençlik de, olgunluk da
Bir soluktu açlık da, doygunluk da
Hangi aşkı sonsuz gördük sorsana
Hangi aşk uğruna ölmek zor sana
Ufukları teslim ettik korsana
Biri yere daireler çizdirdi
Çıkanları dairelerde ezdirdi
Ne iş oldu, kurt kocaldı, it daldı
İt bunu halk duysun diye at saldı
Tek mûteber it ardında bit kaldı
Keyifle “gak” dedi dalında karga
Gittiler koca kurtlar bir bir morga
Ata binemeyen ne şehsuvarlar
Buyruk çalıp dil altında yuvarlar
Ferhat olup memleketler suvarlar
Bozkurt ordusuna kim oldu başbuğ
Hakan çadırından koptu dokuz tuğ
Arvasi, Ülkümen o yaşlarında
Nefreti gördüler er kaşlarında
Mahkeme sonrası telâşlarında
Utandı da Mamak kara gömüldü
Fersûde geceler zâra gömüldü
Nevzat Abi savcıları kızdırdı
Soyer’in hışmını fena azdırdı
Ön cezaya som cezalar yazdırdı
Sallanan ayaklar başlara değdi
Oturum Başkanı başını eğdi
Bilmem adı neydi o Töb-Der’linin
Görünürdü kemikleri elinin
“Zahidem kurbanım” diyen dilinin
Ardında baklayı kim çözebildi
Ortak paydamızı kim sezebildi
Maraş’tan şairler sökün ederdi
Karakoç Alper’e vur emri verdi
Ali Akbaş masalları dererdi
Cemal Amca Haşim nasıl gülerdi
Saf saf bıyıkların bürerdi
Süleyman Yurdakul Stüdyo eS’ti
Dergiler çıkardık, güzel hevesti
O eski anılar nereden esti
Nerde eski bağlar, arkadaşlıklar
Leman Dergisine kaçtı başlıklar
Ahmet Tevfik Ozan bir aşk mahiri
Dağlarardı şiirleri şairi
Vekil seçti bizim doktor Tahir’i
Çevirirdi Kayseri’ye gideni
Tedavi ederdi ruhu, bedeni
Haydar Çağlayan’a götürdüm deli
Baktım ki sonradan olmuş bir veli
Bir erenden almış olmalı eli
Büyük buhranların kanıtı Burhan
Mümtaz rayihalar saldı buhurdan
Efendi Barutçu aşmış eneyi
Dergâha döndürmüş mapusaneyi
Çağa bağlar zevkle yatan seneyi
Ölümden ötesi yok ya dünyada
Nice garip bile tok ya rüyada
Akşamları bazen güreş tutardık
Kış gecesi boza içip yatardık
Sen uyardın üstümüzden atardık
Sair gelir, tafra atar, can sıkar
Muhsin Başkan sarma takar gaz çıkar
Ali Güngör “sayın” dedi atıldı
Hain ordusuna o da katıldı
Üç kuruşa ne dostluklar satıldı
Falkonetti demirperde baykuşu
Nasıl başbuğ yaptı kurtlara kuşu
Rüzgârın oğluyla uçan general
Altıncı bölükten İbrahim Oral
Bir yanda Tuna var, bir yanda Aral
Eski dost Yaşar’ın dostu Haberal
Bizden geçti tez makam kap, tez yer al
Ülkü Yolu dâvâmızın takıydı
Hoca Ahmet kaşık yontan çakıydı
Her Bayburtlu yumurtanın akıydı
Hanlarova Azerbaycan bülbülü
Zeybekse Turan’ın solmayan gülü
Siyonizm üstâdı Yesevizâde
Bir beyaz pîr idi, bir asilzâde
Banker oldu finansmandan azâde
Başbuğ Ali leylâsına kavuştu
Yesevînin müridleri savuştu
Anladım ki dünya malı yalandır
Alan alsın mallarımı talandır
Sanmasınlar bir fermandan kalandır
Tacı tahtı verdik şahın yoluna
Elbet yol gösterir kemter kuluna
Dost yoluna terkeyledin varını
Kendin için beklemedin yarını
Kimler bozmuş zamanın âyârını
Pusulalar yönsüzlüğe kilitli
Yollarımız kestaneli, pelitli
Ordu kuşatılmış sultan habersiz
Füsun oynaşıyor Altan habersiz
Atlet kirletilmiş, mintan habersiz
Devâsız derdine Lokman neylesin
Kemal Derviş gelsin fermân eylesin
Azığı yok, yazığı çok memleket
Hayâle asılan garip meskenet
Bize ders olmadı mı Muavenet
Terkeyledik varımızı yoluna
Amerika bizi de tak koluna
Sabahın hayrı var, akşamın şerri
Koş kıra her sabah mecnun, serseri
Şehri sil, kır asil git dönme geri
Şehirler kirlendi, tutsak mâbedler
Sayfayı çatmadık, aksak mâbadlar
Şafak uyanınca her yandan bir ses
Seslenir toprak “mevtâya bir nefes”
İnsanoğlu hep değişen bir heves
Sandık derviş olduk boşa aldandık
Derviş olsak eğer şimdi sultandık
Ayna verdik baksın diye yüzüne
Aldanmasın kem gözlerin sözüne
Güvensin, inansın kendi gözüne
Elde ayna, nefsine heves oldu
Sûretini görüp put-perest oldu
Tevekkül ehliyiz, Hâk yâverimiz
Gönlümüz şad, ehl-i takvâ yârimiz
Sonsuzluk kervânı çağ seferimiz
Ne gülümüz eksik, ne gül-zârımız
Belki sâde cilve-i dildârımız
Vay! Vay ki milyon kez, eylûldür zaman
Eylûl soldurur hep, hiç vermez aman
Esiyor vay ki vay rûzîgâr yaman
Varaklar uçuştu, döküldü harfler
Zarife danışman oldu ârifler
Gaf ile edilen kelâm nâfile
Sokak haydut doldu bu son af ile
Pranga meydanlar, zincir kafile
Zincir kıran, dağ deviren adamlar
Sünepenin izlerini adımlar
Yer sarsıldı, abandı gök hışımla
Ürperdim cihanda tek kalışımla
Zamanı donduran kalp atışımla
İşte dedim budur bâs’ubâdelmevt
O nefes verince olur ruhlar mest
Ne yüce olsa dağ yol onu aşar
Oy vermese millet sol onu aşar
Sağ baştaysa kara-kol onu aşar
Tarla sele gitti elbet derede
Harman yele gitti çıplak tepede
Siyaset yağlanan, çevrilen börek
Torpil yap da reis, Anap’a girek
Diyen fırsatçının halini görek
Hem dava adamı, hem mebus oldu
At arabasıyken otobüs oldu
Koşup durdu ihaleler peşinde
Hile hurda yalan dolan işinde
Rüşvet zarfı eksik olmaz döşünde
Bugün artık muteber bir şahsiyet
Ona hizmet etmek tam mesuliyet
İmaj yapar, imaj kapar şaşarsın
Binaenaleyh istersin ki başarsın
Bayrak düşer, mecbur kalır koşarsın
Yardım etsen yanlış anlar gubarır
Vardın diye neşesinden zıbarır
Hak yazmaz deftere, kul azmayınca
Hızır yetişmez, kul sıkışmayınca
Günahla ülküyü bir yazmayınca
Belâ niye gelsin senin başına
Yaban olma toprağına, taşına
Bu tafrayla senin yolun bulunmaz
Kürk ile börk ile adam olunmaz
Gubarsan da tüyün bile yolunmaz
Olursan ey gafil, zulm ile âbâd
Bekle ki artık âkıbetin berbâd
Vah, içimi o dağlayan zamanlar
Unutulup bar bağlayan zamanlar
Apansız çıkıp çağlayan zamanlar
Ne günlerdi çok can verdik toprağa
Yazmadan onları altın yaprağa
Emanet alınan davaya daldık
Parsayı el aldı, biz zurna çaldık
Kendi evimizde misafir kaldık
Onuncu köydeyim dikkat sözüme
Hesaplı konuşmak terstir özüme
Şahsi hesabım mı var ki biriyle
Ne ölen biriyle, ne bir diriyle
Kendi içindeki fikir kiriyle
Karıştırdın zahar bir başkasıyla
Tafra satma şair fiyakasıyla
Onca ihaneti birlikte gördük
Bizi bilmez bazı yeni yetmeler
Yanımızda mazisini tekmeler
Olmaz benim onla bunla hesabım
Toprağı satarsan taşar âsâbım
Bendim elmalarla düşen göklerden
Elimde her zamanki çöreklerden
Çocukluk en yüce ereklerden
Nerde kaldı o çocukluk düşleri
Misafir odasının gülüşleri
Misafirler masallardan gelirdi
Ortaya bakır sini serilirdi
Tandır ekmek tulumla dürülürdü
Munzur Dağı düşlerimi bölerdi
Ebabil elmalar dağı delerdi
Düşlerimle geldim ben hep buraya
Düştü eski çevre bulanık suya
Akıp gitti o yılanlı kuyuya
Cemal Amca anıları aşamam
Ben buradan çıkar isem yaşamam
Cemal Amca devir yaman devirdi
Amma bazı bazı aman verirdi
Yaman devri zulme yalan çevirdi
Bu ne yurttur, özgesi yok yâdı var
Şehitlerin ülküsü yok adı var
Bir ordu milletiz en çok dövüşen
Hem Allah’la, hem şeytanla görüşen
Her dervişle saltanata üşüşen
Bayrağın üstünde kan süzülüyor
Yıldız lime lime ay büzülüyor
Bırak biz taşırız ilk değil balam
Öküze boynuzu yük değil balam
Bizde kahramanlık çök değil balam
Kahramanlık idraktedir, ruhtadır
Eyvahta değildir, içten ahtadır
Kahramanlık göz yaşıdır, melâldir
Yıldız kırpan zülfikârdır, hilâldir
Kahramanlık haram değil, helâldir
Bizden değil anlamayan melâli
Düşürenin kanı haktır hilâli
Ucuz kahramanlar durmadan söver
Eşeği dövemez, semeri döver
Eşkiyayı, zulmü, haramı över
Değneksiz geziyor, köpeksiz köyde
Ona meftun olmuş ağa da, bey de
Ne yüzünü görmek, ne de bir şeker
Katrandan şeker mi, cinsine çeker
Cemal Amca çivi çiviyi söker
Dinsizin hakkından gelir imansız
Öterse keserler horoz zamansız
Bülbülün çektiği dili belâsı
Eski baykuşlara fermân salası
Düşmanla çevrildi ili kalası
Bülbülün yerini kapan kargalar
Hem bülbülü, hem baykuşu yargılar
Bunca yükü taşır mıyım bilemem
Çabalama kaptan kaldım gidemem
Limanları dolaş da gel diyemem
Var git yeni denizlere yelken aç
Patiskadan yapma renk renk gülden saç
Hayâller içinde kanar fallara
Çalıkuşu gibi konar dallara
Yanaktan yanağa yanar allara
Çok malda haram var, çok lafta yalan
Her çiçeğin yaprağında oyalan
Çiftçiye yağmur hak, yolcuya kurak
Kimine gülden tak, kimini bırak
Sığar mı çuvala koskoca mızrak
Oturan aslandan gezen tilki yeğ
Lök ağalar değil, soyu belli beğ
Mayasız yoğurt tutmaz atasız yol
Tutmaz aşksız sağ ile rotasız sol
Global köle medya beşinci kol
Dokunma sarhoşa kendi yıkılsın
Yen içinde yapma kolu kırılsın
Darı eker mi hiç serçeden korkan
Ne bu telaş adın madem ki Tarkan
Düşer tepe üstü yüksekten sarkan
Muradına erer sabreden derviş
Mürvete endâze biçmek de bir iş
Sayılı günlerdir tez geçer elbet
Sel gider kum kalır değişir nöbet
Bugün yaptığını unutma, not et
Sahibinden evvel girdin ahıra
Bundan böyle havalesin kahıra
Üç katı üç âlem evden korkulur
Sahipsiz bir eve it buyruk olur
Üç kapıdan üç bin fitne sokulur
Nedelim de kapıları tutalım
Bey çıkartıp marabayı atalım
Kırk yılda intikam alınca deve
Ne çabuk oldu der dönünce eve
Yediklerine onu da ilave
Yaparlar hamuduyla götürenler
Gemisini karada yürütenler
Bildiğini yapar devletlü, deli
Arz endam etti saltanatlı veli
Bu üçünün ocağına düşeli
İşimiz gücümüz pösteki saymak
Ne al, ne ak, ne baş belli ne ayak
Devlet başa dedik, leşler uyandı
Tahammül sınıra gelip dayandı
Çağ bir an, hırs atlı, yürek yayandı
Sonradan anladık olanlar oldu
Ateş çukuruna dolanlar oldu
Çıkarda ileri, ahlakta geri
Dökmüyor bir davada alın teri
Sıçan bile bilir çıktığı yeri
Yeni dava adamı çıkar yanlısı
Nerde eski zaman delikanlısı
Oda yandık ev-ednâyı duyarak
Karıştık eşyaya esmâ sayarak
Hikmetine vardık, kırka uyarak
Geçerken gönüller mülk-i fenâdan
Fenâ gülzârına daldık fezâdan
Lokman habersizse devâ neylesin
Askere düştüyse lerze söylesin
Varsın Sultan hoş gönlünü eylesin
Niye böyle aldanmışsın ağyâra
Elbet nefsi azdırmıştır emmâre
147
Alnı parlar şems-ü kamer nuruyla
Her vakit semâda gezer ruhuyla
Aktine uymayan boş gururuyla
Gezer okyanusu, boğulur çayda
Hedefi şaşırır oklar da, yay da
Cemal Amca kaytıp ata eline
Özge tutup dilimizi diline
Dönekliği verip bozkır yeline
Böyle diyor şanıraktan esen yel
Zaten maziyle bağ, pamuktan teğel
Taşlara basınca uyandı sular
Kızaran güne bakıp yandı sular
Çağlayıp duvara dayandı sular
Yüzünde ay gibi parlardı sular
Üçlere kırklara akardı sular
Celladın afet-i canındır senin
Merâmın Mansûr-ı dârındır senin
Ahın nâme-i hezârındır senin
Yârdan kahr ile nazar düştü yâ Hû
Bahtımıza intizar düştü yâ Hû
Söz yarım, haydi dûa-yı seyyide
Göz yarım, haydi senâ-yı seyyide
Köz yarım, haydi fenâ-yı seyyide
Sözle bağrını göz Hây deyû açtı
Közde nâr oldu dil, Hû deyû uçtu
Ya kuzgun leşedir ya devlet başa
İnanmazız artık kavim kardaşa
Kendi bozkurtunu çiz dağa taşa
Asenalar dansöz oldu kurtuldu
Börteçine kör kuyuda uludu
Düştüm birdenbire çoktan çok aza
Davul tokmağından ince bir saza
Yayla havasından buzdan ayaza
Sıla böyle tutmaz böyle yanmazdı
Gönül her gelene böyle kanmazdı
Ne bilelim gardaş yan yana yazdı
Sıcaktan terlerken yaz dona yazdı
Aşk namelerini yâr kana yazdı
Kağıtlar, kalemler, havalar döndü
Mevsimler, sevdâlar, dâvâlar döndü
Cemal amca vakit tamam olunca
Haktan izin çıkıp vâde dolunca
Ömür sayfaları bir bir solunca
Şehsuvar da kalanlara göz eder
Kalanlar da belki ondan söz eder
Lütfü Şehsuvaroğlu
Tarih: 30.11.2005 Saat: 23:28 Gönderen: Yusufiye
www.yusufiye.net, 04.12.2005
Katkıda bulunan:ismet_gultekin@mynet.com
Atatürk'ün Türklük şiiri
Çeşitli kaynaklarda Atatürk'ün 1905'te Sinop'ta yazdığı belirtilen Beşike Hadisesi başlıklı şiir, onun bilincinde henüz 24 yaşındayken yer etmiş Türklük duygularını gözler önüne seriyor:
Beşike Hadisesi
"Gafil, hangi üç asır, hangi on asır /
Tuna ezelden Türk diyarıdır. /
Bilinen tarihler söylememiş bunu /
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak, /
Dinleyin sesini doğan tarihin, /
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak /
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin. /
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları, /
Avrupa'nın Alpleri'nde Oğuz torunları /
Doğudan çıkan biz /
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz /
Türk sadece bir milletin adı değil, /
Türk bütün adamların birliğidir. /
Ey birbirine diş bileyen yığınlar, /
Ey yığın yığın insan gafletleri /
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde, /
Hakikat nerede?" www.yenıaktuel.com, 3.sayı, 06.08.2005
VURUN BENİ ÖLEYİM(*)
Ben bir Türkmen köyünde yalnız açtım gözümü
Öptüm ve kabul ettim bu ak alın yazımı
Zalimlere biledim sazımı ve sözümü
Ey zalim Firavunlar, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!
Beni hiç unutmayın, hakk yolun kaçakları
Varlık savaşlarımda sırtımın bıçakları
Ben göklerin oğluyum, alçakların alçakları
Gökler bulutlanan da vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!
Unutmadım, toprağa dökülen yiğitleri
Ve onsekiz yaşında gül dalı şehidleri
Ey gavur vicdanlılar, gavur patron itleri
Bir ölüm de bana şart, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!
Bir milletin ahlâkı talan edildi, sevinin
Onurlu günlerimiz yalan oldu, sevinin
Yolundan dönen oldu, yılan oldu sevinin
Ben dönersem namerdim, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!
(*): www.ulkudas.gen.tr/animasyonlar(vurun beni öleyim), 10.08.2005
VURUN BENİ ÖLEYİM
Tarih: 11.08.2005 Saat: 20:52 Gönderen: cemil
Ben bir Türkmen köyünde yalnız açtım gözümü
Öptüm ve kabul ettim bu ak alın yazımı
Zalimlere biledim sazımı ve sözümü
Ey zalim Firavunlar, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!
Beni hiç unutmayın, hakk yolun kaçakları
Varlık savaşlarımda sırtımın bıçakları
Ben göklerin oğluyum, alçakların alçakları
Gökler bulutlanan da vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!
Unutmadım, toprağa dökülen yiğitleri
Ve onsekiz yaşında gül dalı şehidleri
Ey gavur vicdanlılar, gavur patron itleri
Bir ölüm de bana şart, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!
Bir milletin ahlâkı talan edildi, sevinin
Onurlu günlerimiz yalan oldu, sevinin
Yolundan dönen oldu, yılan oldu sevinin
Ben dönersem namerdim, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!
VARSIN
Varsın “Sosyalistler”,
Millî duyguya,
“Şovenizm” desin;
Varsın “İslamcılar”,
Millî duyguya,
“Irkçılık” desin.
Varsın “Kemalistler”,
“Cumhur”umuza,
“Cahil” desin.
Varsın “Liberaller”,
“Her şeye eyvallah” desin.
Varsın “Ecnebîler”,
Milletimize,
“Hasta” desin.
Varsın “hançerlenenler/fonlananlar”,
“Bıyık altından
Kıs kıs gülsün.”
Varsın “Profesyoneller”,
“Bizlere”,
“Yalnız, fakir, garip” desin.
Varsın “Kibirliler”,
“Bizlere” “kibir” göstersin.
“SEN
VARSIN”
YA!!!
31.10.2007
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com
İNGİLİZ
Baku’ye gelmişiz selam vermeye
Ey Han Sarayı’nı tutan İngiliz?
Giderken Kabe’ye hacı kervanı,
Hacılar yoluna çıhan İngiliz!
Damağında Çanakkale ağısı,
Sen misen Türk ellerinin yağısı?
İslam dünyasına ölüm çalgısı
Ölüm laylasıyla yahan İngiliz!
Serup Hindistan’ın cansız golunu,
Geldin bağlamağa Turan yolunu,
Aldadıp her yerde tanrı kulunu,
İnsanları ucuz satan İngiliz!
Bah, yene garşında göysümü açdım,
Baku dağlarına al bayrak sançdım,
Sen meydan ohudun, geldim, ulaşdım,
Mert deyil meydandan gaçan , İngiliz!
Sen bağla her yolu, süngüm tez açar,
Üç ayda gelenler, üç günde gaçar,
Zannetme gurşunum havayı uçar,
Türk’dür bu gurşunu atan İngiliz!
O hain gözünü tikdiydin eller
Menim nişanlımdır, türküler söyler,
Göz tikme tahtıma, bah, elim titrer,
Düşecek tahtına talan, İngiliz!
Ahmed CEVAD
BİYOGRAFİ:
İSMET GÜLTEKİN KİMDİR?
Ben, 15 Eylül 1965’de, Samsun’umuzun Terme ilçesine doğdum. İlkokulu, Barboros İlkokulu’nda, ortaokulu ve lise’yi, Terme Ortaokulu ve Terme Lisesi’nde okudum. 1987’nin Şubat’ında, İstanbul Teknik Üniversitesi(İ.T.Ü.) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nden “Meteoroloji Mühendisi” olarak mezun oldum. İstanbul Üniversitesi(İ.Ü.) Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nün Klimatoloji-Meteoroloji dalında yüksek lisansımı(master) tamamladım. Mesleki alanda fiilen çalışmak nasip olmadı...1988'de, 199.Kısa Dönem Topçu Çavuş olarak vatani hizmetimi ifa ettim. Altı erkek, bir kız olan ailenin ahir beşiyiğim. "Efendioğulları” olarak biliniriz...Babam, anne ve babasız olarak büyümüş...
Terme Kocaman Ortaokulu’nda, Hüseyinmescit Ortaokulu’nda, Akçay Ortaokulu’nda ve İstanbul Silivri Büyükçavuşlu Ortaokulu’nda ücretli öğretmen olarak derslere girdim. 1990-1993 yılları arasında, Türk Edebiyatı Vakfı’nda, Türk Edebiyatı Dergisi’nin dizgi servisinde çalıştım. Ahmet KABAKLI HOCA’nın, Türkiye gazetesindeki ilk sekreteriyim..
1994’de, Isparta’da, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda araştırma görevlisi iken istifa ettim..1995’de, Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği’nin Kurucu Başkanı olarak hizmet verdim. İlk kitabımı, 1999’un Eylül’ünde, “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” ismi ile Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği adına yayınladım.
Yeni Şafak, Yeni Düşünce, Zaman(Kandil ilaveleri),Türkiye(Kültür-Sanat), Yeni Haber(Fatsa yerel), Altınova(Bafra yerel), Gündüz gazeteleri ile Akçakale’nin Sesi(Şanlıurfa yerel) ve haftalık Muhalif gazetesinde ve Yeni FORUM, Bizim DERGAH, Bizim GERGEF, Feyz, Türk Edebiyatı ve Orkun dergilerinde, araştırma, makale, biyografi-yad, kitap kritikleri türünde yazılarım yayınlandı. Terme’de kendi imkanları ve Termeli okurların katkıları ile 50 sayıyı aşan ve beş yılı bulan sürede “Birlik Olmadan ,Dirlik Olmaz” şiarı ile “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli mahallî gazete ile yine “Sahipsiz olan memleketin batması haktır” şiarı ile de “Terme REFLEKS” mahallî gazetelerini bizzat çıkardı.Hâlen Terme’de haftalık periyotlarla yayınlanan “Terme Bilgi Gazetesi”nde haftalık yazmaya devam etmektedir.
Bu yazılarımdan oluşan “Mankurt Olmak İstemiyoruz!” ve “İsyânlı Sükût” isimli iki kitabım, 3 yıldan beri TİMAŞ tarafından basılmayı bekliyor.
“Samsunlu Şehid Ülkücüler” ve “Unutulan Termeli Güreşçilerimiz”, 2003 Ağustos’unda yayınladığımız kitaplarım...
Evli ve üç erkek çocuk babasıyım. Yine hâlen öğretmenlik yapmaktayım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder