6 Mayıs 2008 Salı

TERME EVLİYÂLARI ve TERMELİ ŞEHİDLER-GAZİLER

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM




TERME EVLİYALARI ve TERMELİ ŞEHİDLER-GAZİLER



(BİRİNCİ BASKI)


1999

BASIM YERİ: SÖNMEZ OFSET MATBAACILIK LTD.ŞTİ.
PAZAR MAH.ŞEYHHAMZA SOK. NO.:32/5 TEL.:0362 435 40 52 SAMSUN



İSMET GÜLTEKİN


GENİŞLETİLMİŞ İKİNCİ BASKI


2008





OSMANLI İSLAM DEVLETİ’NİN 710. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ HATIRASINA


NE KAYIRDIM İŞİMDE KİMSEYİ BEN
NE DE BOZDUM NİZAMI KİMSEM İÇİN
YA, ÇOCUK GEL NİZAM-I ALEME UY
YA, GEL FEDA OL NİZAM-I ÂLEM İÇİN




ARİF NİHAT ASYA






İÇİNDEKİLER
GENİŞLETİLMİŞ İKİNCİ BASKIYA SÖZBAŞI

GİRİŞ / SÖZBAŞI
RASİM KANİ: NİZAM-I ALEM ÜLKÜCÜLERİ
NİYAZİ KASAPOĞLU: İSLAM’DA ŞEHİDLİK
HASBİHAL: TOPRAĞA SAHİPLENME ŞUURU VE “DİNİ HASSASİYET”
EVLİYALAR ve MANEVİ SİSTEM

BİRİNCİ BÖLÜM

TERME EVLİYALARI(1)
TERME EVLİYALARI(2)
TERME EVLİYALARI (3)
FOTOĞRAFLAR

ÖZEL BÖLÜM

OSMANLI İSLAM DEVLETİ ARMASI
OSMANLI İSLAM DEVLETİ ARMASININ AÇIKLAMASI
TÜRKİYE GERÇEĞİ
ŞİİRLER
FATİH SULTAN MEHMED: GAZEL
GAZEL’İN AÇIKLAMASI
ORHAN ŞAİK GÖKYAY: BU VATAN KİMİN?
EMİNE ŞENLİKOĞLU: BİZ BU VATANIN NESİ OLUYORUZ?
HAMİ ÇAVUŞ: TERME İLÇESİ HARİTASI
TERME İLÇESİNDEN BİR GÖRÜNÜŞ

İKİNCİ BÖLÜM



ŞEHİDLERİMİZ

EMNİYET MENSUBU ŞEHİDLERİMİZ


T.SK. MENSUBU ŞEHİDLERİMİZ


BU DAVAYA CAN VERENLER


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TERMELİ GAZİLER

VESSELAM.MUHSİN YAZICIOĞLU

GENİŞLETİLMİŞ İKİNCİ BASKIYA
SÖZBAŞI
Rabb’ül-âlemine hamdolsun ki, 1999’dan 2008’e, dokuz yıl sonra da olsa, ilk kitabım olan “Terme Evliyâları ve Termeli Şehidler-Gaziler” çalışmamın “genişletilmiş ikinci baskısı”nı, “internet/sanal ortam”da da olsa gerçekleştirdim.1999’da, kitabımın dağıtımı esnalarında ve sonraki yıllarda, daha birçok malumatlara kavuşmuştum. Şükürler olsun ki, 2008’de, edindiğim bilgileri de ekleyebildim.
Terme’miz “resmî konseptin”, resmî ideolojinin ısrarlı bir şekilde cavcaslı olarak “propaganda” yaptığı gibi, asla putperestlik dönemleri çağrıştıran “Amazonlar Diyarı” değildir. Zaten Türk-İslâm şuuru ile dopdolu olan akademik adamlar da, bu kanaattedirler. Terme, kelimenin tam anlamıyla, evliyâlar, şehidler, gaziler diyarıdır. Terme, sapına kadar, hâfızlar, pehlivanlar ve kahramanlar diyarıdır..
Genişletilmiş bu ikinci baskıyı okuma nasibini erenler de, neticede bu kanaatte olacaklardır. İlk baskımızdaki “evliyalar sayısınca” yeni “evliyâlar”, türbeler; Kore’den Çanakkale’ye, Doğu ve GüneydoğuAnadolumuza uzanan nice şehidlerimiz, “Terme Toprağını”, Türk-İslâm mayası” ile yoğrulduğunun müşahhas delilleridir…
Şayet bu çalışmam da acele etmeseydim, daha ekleyeceğim fotoğraflar, yazılar da görecek, okuyacaktınız. Ancak “internet/sanal ortamda” tiz zamanda yer alabilmek ve nasibi olanlara ulaşabilmek için çok önemli yazı ve resimleri ekleyemedim. Allah(c.c.) nasip ederse, bu dediklerimi de tiz zamanda ekleyeceğim inşaallah…
Bin adet bastırdığım birinci baskımın masrafını, birçok muhterem gönüldaşım omuzlamıştı. Hepsinden Allah(c.c.) razı olsun diyorum. İsim isim maddî katkıda bulunanları da eklemek isterdim.. Tabiî “internet/sanal ortamda”, genişletilmiş ikinci baskıya maddî katkı gerekmiyor…
Tek dileğim ardımdan “Hoş Sâdâlar” bırakabilmek ve bütün Termelilerin ve beni seven herkesin hayır duâlarını almak, temel gayemdir…
Bu çalışmamı da, yine aynı ön ve kapak kompozısyonu ile gerçekleştirdim. Değişen, Nizam-ı Âlem Ocakları’nın adı oldu Alperen Ocakları…Ve genişletilmiş ikinci baskımı da, Osmanlı İslâm Devleti’nin 2009 23 Ocak’ındaki 710. yılına armağan ediyorum…
Rabbim “dünya gezegeni”ndeki bütün “Osmanlı Torunları”nın da yar ve yardımcısı olsun.(Âmin)
Allah’a(c.c.) Emanet Ol’unuz…
17. Nisan 2008
Havza, İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com; metgultekin@hotmail.com
































GİRİŞ/ SÖZBAŞI:

“TÜKÜRÜN, MİLLETİ ALÇAKCA VURAN DARBELERE…”

27.Ocak.1300/ 27.Ocak.2000…
Osmanlı İslam Devleti’nin kuruluşunun 700.yıldönümü..”Sömürge Eğitimi” içerisinde öğrendiğimiz ve zamanla öğrendiklerimizi sorgulayarak daha da genişlettiğimiz “Osmanlı” konusundaki bilgilenmemiz, bizi, bir kere daha “Türkiyemiz Gerçeği” etrafında düşündürtmüş ve hala da düşündürtmektedir.
Bu bilgilenme gayreti içerisinde, “Bilinmeyen Osmanlı”(*)’yı adeta keşfetmiş olmak, “İ’lay-ı Kelimetullah için Nizam-ı Alem” ve “İmanla…Cesaretle…İlim ile…Hikmet ile…Ve Muhabbet ile..Sevgi ile..Aşk ile..Osmanlı’nın Torunları Geliyor…İ’lay-ı Devlet için değil; İ’lay-ı Kelimetullah için…”inanç ve şuurundaki Nizam-ı Alem ülkücülerini, daha da gayur kılmaktadır.. Şairin içlenişi gibi, “Bizlere bunları öğretmediniz” içlenişi, eğitimden ekonomiye, yapılanmadan devlet’e kadar hiçbir şeyin bize benzemediğini, milletimize ait olmadığını da, hayıflana hayıflana öğreniyoruz…
Bize öğretmemişlerdi; Osmanlı’nın İslam Hukukunu ve örfi hukuku uyguladığını…
Bize öğretmemişlerdi;Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucularının “Osmanlı Generalleri” olduklarını…
Bize öğretmemişlerdi; Mustafa Kemal’in nihayetinde “ihanet” ettiğini…
“kişi sevdikleriyle beraberdir…”Dipçik zoru ile bu aziz millete bazı şahsiyetleri sevdiremezsiniz…
Yirmibirinci asra az bir zaman kala konjonktürün ağırlığı içerisinde, her şeye rağmen, bilhassa Amerika ve İsrail tarafından “Asla geçit verilmesin!” talimatının uygulandığı “Osmanlı Misyonu”na sahiplenebilmek, kolay olmasa gerek…
Yaşanılan ve yaşadığımız “darbeler” ve hassaten “sapına kadar darbe” olan 28 Şubat süreciyle yaşadıklarımız, tamamiyle bir zulüm dönemidir, İslam ve Allah(c.c.)’a aşikarane harp açıldığı zaman dilimidir…
İslam’ın ezeli ve ebedi düşmanları, İngiliz’i, Fransız’ı, Alman’ı, Amerika’sı ve İsrail’i, Anadolu Çocuklarına, her ne pahasına “iktidar” olup “muktedir” olmalarına set çekmektedirler…28 Şubat süreci ile ayyuka çıkan bu “hayasız akınları”, başka ne tür izah edebiliriz?...
Bütün bu olumsuz şartlara rağmen; bizler de ,” Nizam-ı Alem Ülküsü”ne gönül vermiş Alp-Erenler de, “Asla Me’yus olmayalım; İslam Hakim Olacaktır”(**), diyoruz…
“Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği” olarak, “Osmanlı İslam Devleti’nin 700. Kuruluş Yıldönümü Hatırasına” hazırladığımız “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” isimli çalışmamıza ‘kolaylık’ gösteren herkesten, Allah(c.c.) razı olsun, diyoruz…Ve milletimizin şairi, “İslam Şairi” rahmetli Mehmed Akif ERSOY’un şu mısralarını aktarırken, bu çalışmamızı hayırlısı ile neticelendiren Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamdederim…
“Ey, bu toprakta birer na’ş-ı perişan bırakıp
Yükselen mevkib-i ervah! Sakın arza bakıp,
Sanmayın: şevk-ı şehadetle çoşan bir kan var…
Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!
Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!
Tükürün: belki biraz duygu gelir arımıza!
Tükürün cebhe-i lakaydına Şark’ın , tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün, milleti alçakca vuran darbelere!
Tükürün, onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün, Ehl-i Salib’ino hayasız yüzüne!
Tükürün, onarlın asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahluku görün;
Tükürün, maskeli vicdanına asrın, tükürün!

Hele i’lanı zamanında şu mel’un harbin,
“Bize efkar-ı umumiyyesi lazım Garb’ın;
O da Allah’ı bırakmakla olur” herzesini,
Halka iman gibi telkin ile , dinin sesini
Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün!...”(***)(1913)

Terme, 14. Ağustos. 1999
İsmet GÜLTEKİN



Dip Notlar:

(*): Prof.Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ-Doç.Dr. Said ÖZTÜRK, “Bilinmeyen Osmanlı”, Osmanlı Araştırmaları Vakfı yayınları, İstanbul 1999
(**): Burhan BOZGEYİK, “Asla Mey’us Olmayalım: İslam Hakim Olacak”, Milli Gazete, 08.Kasım 1996
(***): Mehmed Akif ERSOY, “Safahat”, 13. Baskı, İnkılap ve Aka Kitapevi Yayını, İstanbul 1980, sh. 199, Eseri Tertip eden: Ömer Rıza DOĞRUL, Baskıya Hazırlayan ve Tashih Eden: Ertuğrul DÜZDAĞ





































TAKDİM:



NİZAM-I ÂLEM ÜLKÜCÜLERİ

Nizam-ı Âlem Ocakları, 12 Eylül 1980 öncesi ile 12 Eylül 1980 sonrası arasında köprü olma misyonunu yüklenmiş; “İ’lay-ı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem “davasına gönül vermiş, Nizam-ı Âlem Ülkücüsü bir teşkilattır..
Nizam-ı Alem Ülkücüleri, insandan cemaate, cemaatten cemiyete, cemiyet’ten millete, millet’ten devlet’e, devlet’ten ‘Nizam-ı Alem’e ulaşılacak bir mücadele metodunu benimseyen, “Osmanlı Misyonu”nun ve “Osmanlı Ruhu”nun davacısı, varisleridir…
Nizam-ı Âlem Ülkücüleri, insan-toplum-devlet sistemini hakk, adalet ve hoşgörü ilkeleriyle donatan, ebedi ve ezeli bir dava’nın takipçileridir..Dünyanın neresinde olursa olsun,”Mazlumlara Ümid, Zalimlere Korku” salan inancın ve Allah(c.c.)’a kul, Peygamber’e ümmet olma sevdasındadırlar..
Yıllardır ezilen, horlanan, sömürülen Müslüman Türk Milleti’nin öz değerleri ile yeniden dirilişini ‘gaye’ edinmiş, milleti iktidar yapmayı hedefleyen Nizam-ı Âlem Ülkücüleri, Anadolu’nun İslamlaşmasına vesile olmuş Hoca Ahmed YESEVİ gibi nice zatların, Sâdât-ı Kiram Efendilerimizin ocaklarında yaktığı ateşi, sönmeye yüz tutmuşken yeniden alevlendirip, yeniden dirilişi sağlayacak bir misyonu sahiplenmişlerdir..
Müslüman Türk’ün, dünyanın gözbebeği Anadolu coğrafyasındaki inançlarını, bin yıllık Nizam-ı Âlem Misyonuna uygun, Devlet-Millet-Ordu bütünlüğünü, inanç ekseninde sağlamış, yeni bir nizam fikrinin korkusuz ve yılmaz müdafii olan Nizam-ı Alem Ülkücüleri, Allah(c.c.)’ın yardımıyla ‘başarı’ya ulaşacaklardır…
Allah(c.c.), inananların yar ve yardımcısıdır…
Terme, 13.Ağustos.1999
Rasim KANİ
Büyük Birlik Partisi
(B.B.P.)
Terme İlçe Başkanı

TAKDİM İKİ

İSLAM’DA ŞEHİDLİK, KISIMLARI VE HÜKÜMLERİ


Şehid; Allah(c.c.) yolunda canını feda eden, O’nun yolunda öldürülen Müslüman’a denir. Allah(c.c.) yolunda canını feda eden kişinin, Cennet’e gireceği kesinleştiği ve Cennet gösterildiği için, şehid ismi verilmiştir..
Yüce dinimiz İslam’da , Peygamberlik mertebesinden sonra, insan için ulaşılması arzulanan en yüksek mertebe, şehidliktir. Bu mertebe, Allah(c.c.) tarafından mü’minlere –inan ve inandığı emirleri uygulayan, yasakları yapmayan kişi- verilen çok kıymetli bir hediyedir..Bu hediyeye ancak Allah(c.c.) yolunda olanlar kavuşabilir..
Kur’an-ı Kerim’de, şehidlikle alakalı pek çok ayet-i kerime vardır. Onlardan bazıları:
“Sakın Allah(c.c.) yolunda öldürülenler için ‘ölüler’ demeyiniz. Onlar diridirler. Fakat siz anlamazsınız.”(Bakara Suresi, Ayet:154)
“Sakın Allah(c.c.) yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Doğrusu onlar, Rableri katında diridirler, cennet meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar, Allah(c.c.)’ın kendilerine olan bağışından (şehidlik rütbesinden) dolayı neşelidirler..”(Al-i İmran Suresi, Ayet:169-170)
Şehidliğin üstün bir mevki olduğunu belirten hadis-i şerif’ler de vardır:
- Enes b. Malik’ten rivayet edilen bir hadis-i şerif’te, Peygamber Efendimiz(s.a.v.), şöyle buyuruyor:”Cennete giren hiç kimse dünyadaki her şeyin kendisine ait olması karşılığında dünyaya dönmeyi istemez. Yalnız şehid olan kavuştuğu rütbe ve nimetlerinden dolayı dünyaya dönüp on kez öldürülmeyi temenni eder.”(Müslim, Kitabu’l- İmare)
- Şehid öldürülürken, sizden birinizin karınca ısırmasında duyduğu acıdan fazla bir acı duymaz.”(Sadak Bekir, Tac Tercümesi, sh.636)
Şehidler Üç Kısma Ayrılır:

1- Hem dünya, hem de ahiret bakımından şehid olanlar: Karşılığını sadece Allah Teala’dan bekleyerek hem öldürmeyi, hem de öldürülmeyi göze alarak Allah(c.c.) rızası için, din-vatan-namus uğrunda yapılan savaşlarda öldürülen; İslam Devleti’ne karşı gelenşlerle yapılan çarpışmalarda öldürülen; yol kesiciler tarafından öldürülen mükellef(bülüğ çağına girmiş), temiz(cünüp olmayan kişi) olduğu halde kendisine yapılan bir saldırıda haksız yere öldürülmüş Müslüman kişiler bu gruba girerler. Bunlara “Kamil Şehid” de denir.
Malını, canını, ırzını ve diğer Müslümanları korurken haksız yere öldürülmüş bulunan mükellef ve temiz bir Müslüman da kamil(gerçek) şehid’dir.
Bu konuda Peygamber Efendimiz(s.a.v.) şöyle buyuruyor:” Malını muhafaza uğrunda öldürülen şehid’dir. Hayatı uğrunda öldürülen şehid’dir. Dini uğrunda öldürülen şehid’dir. Irzı(ailesi) uğrunda öldürülen şehid’dir.”(Tirmizi, Diyyat:22)
Kamil(Gerçek) şehidin hükmü: Bu şehidler yıkanmazlar, namazları kılınır ve kanlı gömlekleriyle gömülürler. Gerçek şehid bunlar olup, Allah(c.c.)’ın “Onlar diridirler” ayetinin muhatabı olan insanlardır…
2- Dünya bakımından şehid olanlar: Kalbinde iman bulunmadığı halde Müslümanların yanında inanmış görüntüsü verip, inançsızların yanına gidince onların yaptığını yapan, Müslümanlarla alay edip küçümseyen, gerçekte imanı olmayıp savaşta Müslümanların saflarında bulunduğu halde düşman tarafından öldürülen münafık herhangi bir kişi bu gruba girer.
Hükmü: Dünya bakımından şehid sayılan insanlar, görünüşte iman sahibi olduklarından , yıkanmaz, namzaları kılınır ve elbiseleriyle beraber gömülür. Allah(c.c.), bu insanların gerçekte inanmadıklarını bildiği için şehid sevabı alamazlar. Cennete de giremezler. Gerçekte kalbi ile iman etmediği için, Allah(c.c.) katında kafirdirler. İnanmış görüntüsü verdikleri için yıkanmazlar, namazları kılınır ve elbiseleriyle gömülürler.
3- Ahiret bakımından şehid olanlar. Hata yoluyla öldürülen, savaş meydanlarında yara alıp bir müddet yaşadıktan sonra ölen, suda boğulan, ateşte yanan, bina altında kalan, veba, taun, ishal, ısıtma gibi hastalıklardan ölen, ailesinin geçimini temin için temiz çalışan vb. sonucunda ölen insanlar bu gruba girerler.
Hükmü: Bu kategoriye giren şehidler, şehidlik sevabına ulaşırlar. Ancak diğer Müslüman ölüler gibi yıkanırlar, kefenlenirler ve namazları kılınır.
Netice olarak; şehidlik büyük bir mevki ve büyük bir nimettir. Bu sebeple, her Müslüman şehadete aday olmalıdır. Allah(c.c.)’ın , canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın aldığının şuurunda olmalıdır.
İnsanın İslam’a uygun bir hayat yaşaması ve hele de şehid olarak ölmesi ne mutlu bir sondur..
Allah(c.c.) hepimize indinde hakikî şehid olmayı nasip etsin. Amin..
Terme, 11. Ağustos 1999
Niyazi KASAPOĞU
(Vaiz)




































HASBİHÂL


TOPRAĞA SAHİPLENMEK ŞUURU ve ‘DİNÎ/İSLAMÎ HASSASİYET”


“Müslüman yurdunu her yerde
felaket vurdu…
Bir bu toprak kalıyor,
dinimizin son yurdu.”

“Sahipsiz olan memleketin
batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan
batmayacaktır.
Feryadı bırak, kendine gel,
çünkü zaman dar.
Uğraş ki; telafi edecek
bunca zarar var.”(*)
Bu mısralar, “Millî Şair”imiz Mehmet Akif ERSOY’a ait. 19122de, ‘Balkan Harbi’ ile eş zamanlı yazılmış bu mısralar, aradan geçen 77 seneye rağmen hala hafızalarımızda..
Üzerinde oturduğumuz, ayak bastığımız ‘toprağın’ ‘yurt’laşması ve ‘vatan’laşması…Rahmetli Remzi Oğuz ARIK’ın tabiri ile “Coğrafya’dan Vatan’a” ‘kavuşabilmek…’ “İstiklâl Marşı”mızdaki ifadeler ile:
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı.
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen, şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı.
Verme! Dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”
“Yeryüzünün birinci harikası”, “güzelim ülkemiz”, “cennet vatan”ımız üzerinde bin senedir yaşıyoruz. Tarih boyunca yeryüzünün en kritik ‘toprağı’nı ‘vatan’ kılıp ‘yaşamak’, ‘sahiplenebilmek’, milletimize nasip olmuştur.
“Millî-Dinî ve İnsanî”’ülkü’ler, ‘mefkûre’ler, ‘ideal’ler ve ‘gaye’ler etrafında ‘kenetlenen’ milletimiz, binbir meşakkat ve zorluklar içerisinde, nice ‘bedelle’ ödeyerek, bu “cennet vatanı” ‘emanet’ etmişlerdir..
Tarih boyunca milletimizin ‘toprağa’ olan ‘sahiplenme şuuru’; Mete Han’da, “Toprak, milletimin köküdür, asla veremem” ve Sultan İkinci Abdülhamid Han da,”Toprak, milletimin malıdır, asla para ile satamam” kutlu sözlerinde aranmalıdır..
Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları, ‘dinimizin son yurdunu’, ‘millete güvenerek’, ‘milleti teşkilatlandırarak’, ulvi hedefler etrafında yek vücud olup, ‘düvelle-i muazzama’yı, tabiri caizse ‘dize getirip’, muhafaza etmişlerdir…
Yine rahmetli şairimiz Orhan Şaik GÖKYAY’ın “Bu Vatan Kimin?” sorusuna verilecek ‘en güzel ‘cevaplardan biri de, “Biz, bu cennet vatanın kiracısı değil, sahibiyiz” ifadelerinde aranmalıdır..
“Toprağa sahiplenme şuuru”nu asırlardır ‘sergileyen’ bir milletiz..Bu ‘şuur’un ‘kökeni’nde ‘dini hassasiyeti’ çekip alırsanız, ‘hakikat’i inkar etmiş oluruz. Rahmetli Ruşen Eşref ÜNAYDIN’ın “Çanakkale Zaferimiz”e dair yazdığı ‘anılar’ da, siperde, “Mehmedçik’in biri, elinde ‘Kur’an-ı Kerim’ okurken; silah arkadaşı, öleceğini bile bile ‘öne’ atılabilmekte olduğu yazılıdır..”Çanakkale Mahşeri”nde, buna benzer, daha nice ‘sahneler’ vardır..
“Dini/İslami hassasiyeti” ‘yok’ ederseniz, ‘muazzam birliktelik’ içerisinde ‘insanlarınız’ı cepheye nasıl ‘sürebiliriz?’ “Şehid olma ülküsü” ve “inancı”, milletimiz çocuklarından ‘çekilip alınırsa’, ‘toprağımıza sahiplenebilme şuuru’ da zedelenmez, ‘yara’ almaz mı? Daha 121-122 sene öncesi, ‘Moskof Zulmü’nden dolayı “Başımıza Gelenleri”, her aileden en az bir tane ‘şehid’ verdiğimizi, ne çabuk unutuyoruz?
Sorarım, hala da ‘şehid’ vermeye devam etmiyor muyuz?
Sorarım, ‘Din için’, ‘İslam için’, ‘Din uğruna’, ‘İslam Uğruna’, “İ’lay-ı Kelimetullah “aşkına , nice canları, sebil gibi kurban etmedik mi?
İşte Çeçenistan, Bosna ve Kosova ‘örnek’leri önümüzde..Kimbilir, ibret alınacak ne dramlar yaşanıyor?Allah muhafaza, hafazanallah! Bombalar üzerimize kurşun yağmuru gibi yağdığı zaman diliminde, döneminde, üzerinde yaşadığımız, suyunu içtiğimiz, ekmeğini yediğimiz, doğduğumuz, büyüdüğümüz, ayağımızı bastığımız ‘toprakları’ terk mi edeceğiz?
“Kim bu cennet vatanı uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda”
Terme, 23. Nisan. 1999
İsmet GÜLTEKİN
(*): “Açıklamalı ve Lügatceli Mehmet Akif Külliyatı”, Hazırlayan: İsmail Hakkı ŞENGÜLER, Hikmet Neşriyat, Cilt.:10, s. 353, İstanbul

EVLİYALAR ve MANEVÎ SİSTEM

Asr-ı Saadet’ten bu yana Hz. Rasulullah(s.a.v.)’in irşad görevini üstlenen birçok ihlaslı ve ilmi ile amil büyük alimler yetişmişitr. Bunlar, rahat ve huzurlarını, keyif ve lezzeti bir kenara bırakmış, gerçek huzur ve rahatın insanları irşad ile Hakk yola davet etmekte olduğuna, bunun dışında hakiki lezzet ve saadet olamayacağına inanmış Cenab-ı Hakk’ın velileridir.
Bunlar, inançsızlık girdabında bocalayan insanı, gerek hikmetli sözleriyle gerek hareket ve davranışlarıyla Hakikat’e irşad ederler. Hatta sükutlarıyla dahi, cürm ve isyanın paralayıp kanattığı bir çok kalbe deva olabilmişlerdir.
Bunlar, sırf Cenab-ı Allah’ın rızasını gözetir, canlarıyla ve mallarıyla insanlığa hizmet ederler. Allah’ın, kendilerine lütfundan bahşettiği ilim ve hikmeti, şan, şeref sahibi olmak için tuzak yaparak, saf niyetli insanları aldatmaz ve sömürmezler…
Bunlar, dil ve ırk farkı gözetmeksizin her mücrime, günahkara ve Hakk’ı aramakta olana acır, kendisine bir valide şefkatiyle kucak açarlar…
Bunlar, her zaman titizlikle Allah’ın nizamını yaşamış, canları pahasına dahi, onu yeryüzünde yaşatmaya gayret göstermiş ve neticede Hakk Teala’nın birer velisi ve sevgilisi olmaya muvaffak olmuşlardır.
Onlar, paha biçilmez hazineleri olan gönüllerini Cenab-ı Allah’ın tasarrufuna bahşettiler, nefislerini dünyevi zevklerden paysız bıraktılar..Onun için sevdiler ve için ağladılar. Nezareti altında bulundukları imtihanda sıdk ve emanette muvaffakiyet gösterdiler. O da, zatına karşı olan bu yakınlıkları ve muvaffakiyetleri nisbetinde kendilerine, sayısız hazinelerinden bazen bir kısmının, bazen de hepsinin anahtarlarını verip, onları diledikleri gibi tasarrufta bulunmalarında muhayyer kıldı…
Onlar, Allah(c.c.) katında Hz. Rasulullah(s.a.v.)’ın manevi komutası altında değişik rütbelerle taltif edilmişlerdir. Onlar için zaman ve mekan kayıtları geçersiz. Diledikleri anda ve mekanda baş tacımız Hz. Rasululllah(s.a.v.)’in ölümsüz ve pak ruhuyla görüşür, bereketiyle müşerref olabilirler. Dünya döndükce ve üzerinde Cenab-ı Allah tevhid edildikce, bu mübarek zatlar, bir büyük velinin riyaseti altında bulunacaklardır. Tasavvufi ıstılahta “Gavs’ı Azam” diye anılan bu zatın, her iki cihan hayatında da sübutu kat’i olan geniş bir tasarrufa vardır.
Allah(c.c.)’a has kulluğun oluşturduğu manevi bir sistem vardır. Bu sistem, “Rica’lul-Gayb” adı da verilen yüzlerce görevli, veliden ibaret olup, maneviyet aleminin nizamını sağlar. Bu manevi sistemin başında “Gavs’ı Azam” ünvanı ile tanınan zat bulunmaktadır.
“Gavs’ı Azam”dan bir alt kademede , “Evtad” ünvaniyle maruf Allah(c.c.)’ın dört has velisi vardır. Evtad’tan bir alt kademede de “Ebdal” ünvaniyle maruf yedi büyük veli vardır. Ebdal’dan bir alt kademede, “Nükeba” ünvaniyle tanınan kırk veli bulunmaktadır. Nükeba’dan bir alt kademede ise manevi sistemin en geniş halkasını teşkil eden “Nüceba” ünvaniyle tanınan üçyüz veli bulunmaktadır.
Gavs’ı Azam vefat edince, Evtad’dan en hayırlısı onun yerine geçirilir. Evtad’lardan biri vefat edince, Ebdal’lardan en hayırlısı onun yerine geçirilir. Ebdal’lardan biri vefat edince, Nükeba’lardan en hayırlısı onun yerine geçirilir. Nükeba’dan biri vefat edince, Nüceba’dan en hayırlısı onun yerine geçirilir. Nüceba’dan biri vefat edince de Allah(c.c.)’ın Salih kullarından en hayırlısı kimse onun yerine geçirilir.
Gavs’ı Azam yüce Allah(c.c.)’ın has kullarına layık gördüğü en yüksek mertebeyi ihraz etmesi bakımından, kendisine en geniş tasarruf yetkisini vermiştir. Diler, dua eder, yüce Allah(c.c.) da dileğini kabul eder. Diler, yağmur yağar, diler nimet verir; sır ulaştırır. Diler, ağaçlarda çiçek açar, olgunlaşır, meyve verir. Diler, okyanuslara dalar, temaşa eder…Diler, beynin şifresini bulur, diler, kalbi okur. Diler, gelecekten söz eder, diler ve diler…
Tasarruf…Rabbimin velilerine bahşettiği anahtarın diğer adı…Her velide ayrı anahtar, ayrı şifre…Amma hepsi de tasarrufa sahip…
Allah Rasulü(s.a.v.), bir hadis-i şerif’inde şöyle buyurmaktadır:”Bildiği ile amel edeni, yüce Allah(c.c.) bilmediklerinin ilmine varis kılar.”
Maneviyet ya da tasavvuf adı verilen Hakikat’in çekirdeğini bu hadis-i şerif oluşturmaktadır. Bildiği ile amel edene yüce Rabbim bilmediğini öğretir. Bu cümleden anlaşılan, biri insan aklının cehdiyle bilinen, diğeri ise sadece aklın cehdiyle bilinmeyen iki ayrı ilim vardır. Günümüze kadar ve hatta kıyamete kadar gelişmiş ve gelişecek binlerce ilim dalı, insan aklı ile gelişmiş ilimler olup, bütün bunlar hadis’te işaret edilen, bilinen ilmin dahilindedir. O halde, Allah(c.c.)’ın, ilmi ile amel edene öğreteceği ilim, bir başka ilim…Yani insan aklının cehdi ile öğrenilemeyen ilimdir…Bu ilim vardır ve inkar edilemez…
Bu ilmin varlığını ispatlayan, gerek Allah Rasulü(s.a.v.)’den önceki peygamberlerin, Salih kulların, gerek Allah Rasulü(s.a.v.)’in, gerek sahabelerinin ve gerek daha sonra izlerinden giden velilerin hayatlarında birçok kesitler mevcut…
Bu ilahi ilim, peygamberlere vahiy ile gelirken. Velilere ilham ile bahşedilmiştir.
Yüce Allah(c.c.)’ın Kur’an-ı Kerim’de de zikredildiği üzere-Musa(a.s.)’ın annesine, onu(Musa aleyhisselamı)-tabutun içine yerleştirmesini, sonra da tabutu Nil nehrine atmasını emretmesi…İşte bu, yüce Allah(c.c.)’ın bildiği ile amel eden bir velisine, bilmediğini öğretip, olağanüstü şeyler yaptırmasıdır.
Çoğu alimlerin, özellikle mutasavvıfların kendisini veli kabul ettikleri Hızır aleyhisselam’ın Kur’an-ı Kerim’de de geçen gemi, çocuk ve duvar ile ilgili olağanüstü hareket ve tavırları, her ne kadar Ulul’azam bir peygamber olan ve mertebece daha üstün olan Musa aleyhisselam’a tuhaf gelmiş ve onaylamamış ise de Hızır aleyhisselam’ın, “Bunları ben Rabbimin emri dışında yapmadım” karşılığını vermesi, bu hareketlerin ilmi ile amil olduğu için bilmediğinin de kendisine bildirilmesi sonucu gerçekleşen hareketler olduğunu göstermektedir. Hızır aleyhisselam bu olaylarda Gayb’dan haber verdiğini gözler önüne açıkca sergilemektedir. Yüce Allah(c.c.)’ın bı kıssayı Kur’an-ı Kerim’e alıp bize okutturmasının bir hikmeti de, has velilerine böylesi olağanüstü kerametler bahşedebileceğini göstermek için olsa gerek…
Hz.Ebubekir(r.a.), kızı Aişe (r.anh)’ye:”Hatice’nin kızı, bir kız çocuğuna hamiledir”, diyerek henüz doğum yapmamış bir kadının ne doğuracağını önceden haber vermesi de, ilmi ile amel ettiği için yüce Allah(c.c.)’ın bahşettiği bilinmeyen ilimden kaynaklanmıştır..
Bu hakikatlere şahit binlerce belki milyonlarca olay vardır. Bu hakikatleri inkara kalkışmak, Kur’an-ı Kerim’i anlamak, kendilerinden bu olağanüstü haller südur eden Allah(c.c.)’a kulluktan başka bir hayat yaşamayan has velileri(Haşa) yalancılıkla ve şirk ile itham etmek oluyor ki, buna ancak ahmaklar, beyinlerini zevahir batağına kaptıran münkirler yeltenebilir…(*)
(*): Muhammed Nureddin SANCAR, “Tillo Evliyaları”, İstanbul 1993, İsteme adresi: Fatih Kitapevi, P.K. Nu.:22(Yirmiiki) Siirt, tel.:844 34080 ; sh. 10-14

BİRİNCİ BÖLÜM


TERME EVLİYALARI-BİR-

Yeryüzünde nice sayıda “nurlu mekanlar” var…Sayısı şudur diyebilmek ne mümkün..”Cennet vatan”ımızda da medfun nice “yatır”lar, “nurlu ve kutlu naaşlar”, “türbeler” mevcut…Akıl mantalitemizi aşan ölçülerde “dipdiri olan meyyitler”, “onlar diridirler” müjdesine ermiş bilinir bilinmez nice kutlu insanlar…Uhrevi havanın, sonsuzluğun, sonsuzluk düşüncesinin soluklandığı, ölümün hatırlandığı mekanlar…
İlçemizde de böyle “nurlu” ve “kutlu” mekanlar var..Halk tabiri ile “tekke”ler, “dergah”lar, “yatır”lar, “türbe”ler var.Hani, başımız sıkıştığında, darda kaldığımızda, “tevessül” ederek, “tevessül” yolu ile Allah’a yalvardığımız, yakardığımız, “sessiz gözyaşları”mızı dam damla akıttığımız yerler..
Şahsen, bildiğimiz ve ilçemiz hakkında yapılan “yazılı” araştırmalardan da öğrendiğimize göre, “Terme Evliyaları” ismi altında yad edeceğimiz isimler şunlardır:
1- Kubatoğlu Cüneyd Bey(rh.a.) Türbesi
2- Küçük Türbe(Kubatoğlu Cüneyd Bey’in mücadele arkadaşı)
3- Pazar Camii Türbesi
4- Kocaman Beldesi Soğukpınar Evliyası Türbesi
5- Yeşil Tekke Evliyası Türbesi
6- Evliya Yanı / Yel Evliyası Türbesi
7- Ahmet Bey Köyü İğnebelli Evliyası Türbesi
8- Kalfalı Köyü Evliyası Türbesi

TÜRBELERDE MEDFUN KUTLU NAAŞLAR KİME AİT?

“Terme Evliyaları” olarak isimlendirdiğimiz bu “türbeler” de kimlerin “medfun” olduğu, “kimlikleri” henüz tam manasiyle aydınlanmış değil..
Halk arasında “Dibekli Cini Bağdat Tekkesi” olarak da bilinen “Cüneyd-i Bağdadi Türbesi”nde ve bizim “Küçük Türbe” olarak isimlendirdiğimiz “mücadele arkadaşı” olarak da bilinen “türbe”deki “kutlu naaşlar”ın kimlere ait olduğuna dair bir yazılı kayıt, “kitabe” ve “tairh” bulunmayışı, bizleri “muğlak”ta bırakmakta ve “muamma”dan kurtaramamaktadır.
Bizler tarafından da azbuçuk bildiğimiz “Cüneyd-i Bağdadi(rh.a.)” hakkında tafsilatlı bilgileri, Türkiye Gazetesi yayınlarından neşredilmiş “Evliyalar Ansiklopedisi”(*) ve “İslam Alimleri Ansiklopedisi”(**)’nden öğrenebiliriz..
Yine ilçemiz tarihi hakkında bu zamana kadar yapılmış sahasındaki tek eser olan “Terme Tarihi”(***) kitabında da “Cüneyd-i Bağdadi(rh.a.)” hakkında kısa ve öz bilgiler verilmiştir..
İkinci bir ihtimal olarak, “Cüneyd-i Bağdadi(rh.a.) Türbesi”ndeki “kutlu naaş”ın, “Cüneyd Bey’e ait” olduğu üzerinde durulmaktadır. 15. asırda, Samsun’da kısa bir hakimiyeti olan Cüneyd Bey, Selçuklu soyuna akraba, Kubadoğlu Ali Bey’in oğlu..Çelebi Mehmed’in Canik(Samsun)’te tekrar Osmanlı hükümranlığını kurduğu sırada Cüneyd Bey’in serbest kalmasına izin verilmiş..
Cüneyd Bey’in Samsun Valisi Taşanoğlu Ahmet Bey’i öldürmesi ile hakimiyet yeniden el değiştirmiş.. Bu sefer, Amasya Valisi Biçeroğlu Hamza Bey, Cüneyd Bey’in üzerine gönderilmiş..Cüneyd Bey, sığındığı “Terme Dağları”nda öldürülmüş ve “cesedi”nin “Terme”ye gömülmesine “izin” verilmiş..
“Cüneyd-i Bağdadi(rh.a.)” diye “ziyaret” edilen “türbe”deki “nurlu ve kutlu naaş”ın, bir zamanlar Samsun’da hükümranlık sağlamış Cüneyd Bey olduğuna dair, sadece “işaretler var” denilmektedir.(**)
Yazılı “kayıt” ve araştırmalarda bu ifadeler yer alırken, “rivayetler”e göre: Birinci ihtimal, gerçek, bilinen “Cüneyd-i Bağdadi (rh.a.)” değil..Burada medfun kutlu kişinin asıl adı İbrahim veya Ahmed denilmektedir..İkinci bir ihtimal olarak, “tarihi olaylara biraz daha uymakta” olan Cüneyd Bey üzerinde yoğunlaşmaktadır..
“Küçük Türbe”de de(Cüneyd-i Bağdadi(rh.a.)’in mücadele arkadaşı) kutlu ve nurlu naşı medfun, henüz açıklığa kavuşmuş değil.. Sadece, bilinen ismi ile “Cüneyd-i Bağdadi(rh.a.)’nin yakınındaki “ziyaretgah” olduğu, bu “küçük türbe”de, O’nun “askeri”, “kol”u, “mücadele arkadaşı” bilgilerine sahibiz..(***)
Hülasa, “net” olarak ifade edersek, henüz ilçemize bağlı “Dibekli Köyü”ndeki “Cüneyd-i Bağdadi(rh.a.) Türbesi”nde kimin kutlu ve nurlu naaşının medfun olduğu bilinemiyor…
Dip Notlar:
(*): Türkiye Gazetesi, “Evliyalar Ansiklopedisi”, Cilt:4, sh.337-355, İst.1992
(**): Türkiye Gazetesi, “İslam Alimleri Ansiklopedisi”, Cilt:3, Sh.121-127
(***): Nuri YAZICI, “Terme Tarihi”, Samsun 1982
(****): Samsun Halkevi Yayını, 19 Mayıs Dergisi, Temmuz 1947, s.84, Zikreden Nuri YAZICI, a.g.e. sh.48




BİRİNCİ BÖLÜM


“TERME EVLİYALARI-İKİ”

“PAZAR CAMİİ TÜRBESİ”NDE KİM MEDFUN?

Bu “türbe”de hangi kutlu ve nurlu naşın medfun olduğunu öğrenmek istediğimizde, bir “şans”ımız var: Kitabe mevcut..”Osmanlıca” olarak yazılmış “Pazar Camii Türbesi Kitabesi ve İki Künye”nin açıklamalı “metni” şöyle:
“Hoş ziyaretgah mahaldir, tekkeden olmaya baid,
Sıdk ile eyle dua’yı ömrünüz olsun mezid
Hem teveccüh et Hüda’ya, olasın daim said
Ne kadar etsen ziyaret, çok eder himmetini
Ne güzel etmiş müzeyyen tekkenin tamirini
Evliyalar hürmetine bermurad et, sen onun mucidini

Vasıta et, tekkesin kıl niyaz Hüda’ya çok
Vasıta et, tekkesin kıl dua Yezdan’a çok…”

Ve iki künye’nin açıklamalı “metni”:
Birinci künye, türbenin tamirini yapan ustayı tanıtmakta:” Ömer Usta Muhammed bin Memiş Arhavili..”
İkinci künye: “Sahibü’l hayrat İmamzade ol Seyyid Mahmudu Gaferele. Sene 1256”(4)
Camii’yi yaptıran (Pazar Camii)’nın rivayetler ve camii tapu kayıtlarına göre, bu ikinci künyede kayıtlı “İmamzade el-Seyyid Mahmud (rh.a.)” olduğunua hükmolunabilir”i(5), henüz yeni bilgilere sahip olmadığımızdan, bizlerde paylaşabiliriz..
Öğrenilen “rivayetler”den ilkine göre, Pazar Camii’ni, Trabzon seferine giderken Terme’ye uğrayan Fatih Sultan Mehmed Han(rah.a.) zamanında yapıldığıdır ki, bunun tarihi gerçeklerle örtüşmediği ifade edilmiştir.(6)
Asıl konumuza dönersek; yine öğrenilen bir rivayete göre, “Pazar Camii Türbesi”nde medfun kutlu ve nurlu zaat, bir gemi kaptanıdır..Gemi batar, dalgalar bu kutlu ve nurlu zaat’ın naşını kıyıya sürükler. O’nun üzerinden çıkan bir vasiyetnamede, kuşağında bulunan altınlarla bulunduğu yere camii yapılması “vasiyet” edilmektedir.. Ve camii de böylece yapılır..(7)
Bu zamana kadar yapılan yazılı araştırmalarda varılan “neticeleri” hülasa edersek; “Kitabe”si ve “iki künye”si Osmanlıca olarak var olduğu halde, “Pazar Camii Türbesi”nde hangi kutlu ve nurlu insanın medfun olduğu “net” ve “kesin” olarak hala bilinemiyor..Tarihi gerçeklere yakın bir rivayete göre, “gemi kaptanı”dır. Kimliği hakkında daha “detay”lı bilgiye henüz ulaşılmış değil.
Ayrıca, ilçemiz hakkında yapılmış sahasında ki tek yazılı araştırmada, “terme Tarihi”nde, “idari yazışmalar” da ve “uzmanlarca camii için verilen raporlar”da, “kitabe ve iki künye”den bahsedilmemiş olması da(8), herhalde “Bürokrasi”nin “din”e /”İslam”a ve hassaten “tasavvuf”a nasıl “art niyetli” baktığını belgelemesi açısından, doğrusu, bizleri pek şaşırtmadı!!!
“Mekanizma aynı mekanizma” değil mi a dostlar!?

Dip Notlar:
(4): Nuri YAZICI, “Terme Tarihi”, Samsun, 1982, sh.45
(5): Nuri YAZICI, a.g.e., s.46
(6): Nuri YAZICI, a.g.e., s.44
(7): Nuri YAZICI, a.g.e., s.44
(8): Nuri YAZICI, a.g.e., s.46




BİRİNCİ BÖLÜM


TERME EVLİYALARI-ÜÇ-


Biz, ilçemize bağlı Dibekli köyündeki “tekke”nin, bilinen ve meşhur “Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri (rh.a.)”’ne değil; “Kubatoğlu Cüneyt Bey(rh.a.)”e ait olduğu inancındayız..Aynı “tekke”deki “Küçük Türbe”nin ise Cüneyd Bey’in “mücadele arkadaşı”na ait olduğu inancındayız. Ki, tarihi deliller de, böyle bir “inanca” işaret etmektedirler…
Kubatoğlu Cüneyd Bey, “Mücahid-i Fisebilillah” olan bir “komutan..”Miladi 1398’e kadar Samsun’un Müslüman kesiminin emiri..Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezıd’a bağlıAkıncı Çelebi Mehmet tarafından Samsun’a atanmış..”Komutan Cüneyd Bey’e, Ladik Kalesi, Niksar, Çarşamba ve Terme civarı verilir..Yıldırım Bayezıd ile Timur arasındaki Ankara Savaşı (1402)’nda Osmanlı Ordusunun yenilmesi üzerine, Cüneyd Bey, verilen yerlere ilaveten yeniden Samsun’daki hakimiyetini ele geçirdi..Anadolu’da Türk Birliğini sağlamak, bu şekilde akameye uğramıştır..Kubatoğlu Cüneyd Bey’in üzerine topyekun Timur’un komutanı olan Alparslanoğlu Hasan Bey gönderilmiş ve Çarşamba ve Terme’de yapılan mücadeleler sonunda şehid olmuştur. Miladi 1413 yılında..(9)
Yıl 1398..Yıldırım Bayezıd Dönemi ve Anadolu’da Türk Birliği’nin sağlanması mücadeleleri..İstanbul Muhasarası devam ederken, Yıldırım Bayezıd’ın 1398 yılında mühim kuvvetlerle Samsun üzerine yürüdüğü görülmektedir..Samsun ve aşağı Yeşilırmak vadisinde bir takım Türk Beyleri vardı. Merkezi “Müslüman Samsun” olan Canik Bey’i, Kubadoğlu Cüneyd Bey’den “Müslüman Samsun”u alınır..Kubadoğlu Cüneyd Bey’e Osmanlı hakimiyetini tanımak kaydiyle Ladik ve çevresindeki az bir arazi verilir..
Samsun alınınca bütün Canik Bölgesi ve civarı Osmanlı nüfuzuna girdi..Çarşamba ve Terme havalisi emiri Taceddinoğulları da Osmanlı nüfuzunu tanıdılar..(10)
Yıl 1402..Timur ile yapılan Ankara Muharebesi’nde Osmanlı Ordusu yenilince, Kubadoğlu Cüneyd Bey, eski hakimiyet sahası Samsun’u yine elde etti..Fakat hakimiyetini yine uzun müddet devam ettiremedi.Çarşamba ve Terme Bey’i Taceddioğlu Hasan Bey tarafından öldürüldü..(11)
Rivayete göre, “Bağdatlı Cüneyd” isimli bir askerin burada,Terme’de, savaş anında şehid olduğu söylenmekte..(12) Bu rivayete göre, Kubatoğlu Cüneyd Bey’in doğum yerinin “Bağdat” olduğuna hükmolunabilir.Şehid olduğu tarih olarak da, miladi 1413 senesi denilebilir…
Cüneyd Bey(rh.a.)’in türbesinde halen tamiratı devam eden muhafa çalışmaları yapılmakta..Modern mimari anlamında “türbe” görünümü kazandırılacak çalışmalar, ilçedeki birkaç hayırseverin katkıları ile sürdürülmektedir..”Mücadele arkadaşı”nın türbesi ise önceden yine hayırseverlerin katkıları ile yapılan tamirat neticesinde “modern” anlamda “türbe” görünümü kazandırılmıştır..Bizim, “Küçük Türbe” olarak isimlendirdiğimiz türbe..
Her iki türbeye gidiş-geliş, ilçe merkezindeki eski balıkhane olarak bilinen yerdeki, “Oğuzlu”, “Akçagün” i,stikametine giden mibüslerle binilerek, Dibekli Köyü Tekke Yanı’nda inmek süretiyle mümkündür…
“Pazar Camii Türbesi”, ilçe merkezindedir..Bu türbe hakkında bir “gönül eri”nin sözünü de nakletmek isterim:Tarih: 06.Haziran.1999..Yer:Pazar Camii Avlusu..”-Bu türbedeki kutlu ve nurlu naaş, Koca Çınar’ın bulunduğu yerde olabilir..Hiç dikkat ettin mi? Koca Çınar’a kuşlar bile konup, yuva yapamıyor…Tertemiz ve yemyeşil…Kış’ında, Yaz’ında aynı…”
Bu sebeple, bu Koca Çınar’ın resmini, arka kapağa aldık…







TERME PAZAR CAMİİ EVLİYASI….

“ADAM İSE KENDİNİ YIKTIRMAZ”
(Yaşanmış bir olay)

Müderris Hacı Arif Efendi..Osmanlı döneminde yetişen vaizlerden. Hacı Efendi’ye, “Hacı Baba” da deniliyor. 1930’larda, tekke ve zaviyelerin kapatılması ve bazılarının yıktırılması…”Hatuniye Vakfı” arazisi olan bugünkü Pazar Camii ve Türbesi de yıktırılmak isteniliyor. “Hurafe” bahanesi ile “yıkılma” durumu ile karşı karşıya…Hacı Müderris Efendi’ye, eşraftan bazıları,”- Sen bu işleri bilirsin. Kaymakam’a çıkalım. Yıktırılmasını önleyelim.”
Bir İslam Alimi olan Hacı Müderris Efendi, onlara,”-Adam ise kendini yıktırmaz. Adam değil ise kuru kalabalık yapmayalım. “, der.
Yıktırılmasına Alucuralılar da karşıdır. Kimse bizzat yıkmaya yanaşamaz. Ancak Belediye’de çalışan “kötü cinsten biri”, “-Ben yıkarım”, der. Başlar yıkmaya…Yıkarken de temizliye temizliye yıkar. Kiremitleri indirir.
Nihayet sandukanın kaldırılmasına sıra gelince, gün bitmiştir, yarına kalır…
Ankara’dan telefon gelir; “-Sakın ha yıkmayın, eskisinden daha güzel yapın”, diye. Telefon emri Kaymakamlığa gelir. Anlaşılan o ki”yıkım emrini veren bürokrat”, o gece çok eza çektiği, zor durumda kaldığı, korktuğu söylenir.
Böylece Müderris Hacı Arif Efendi’nin de sözü doğrulanır.
“Adamdır ve kendini yıktırmamıştır….”(*)
(*): Kaynak Kişi: Saatçi İsmail, Terme, Anlattığı tarih: 5 Kasım 1999, Cuma



İsimlerini zikrettiğimiz “Kocaman Beldesi Soğukpınar Evliyası”, “Yeşil Tekke Evliyası”, “Evliya Yanındaki Yel Evliyası”, Ahmet Bey Köyü İğnebelli Evliyası” ve yine ilçemize bağlı “Kalfalı Köyü Evliyası” hakkında “yazılı” bilgilere rastlayamadık..”Şifahi” bilgilere ise muhtelif sebeplerden ulaşamadık..İnşaallah ileri ki yıllarda hem “yazılı”, hem de “şifahi” ulaşabileceğimiz her türlü bilgilerle, bu mübarek zat’lar hakkında daha açıklayıcı bilgiler verebileceğimizi düşünüyoruz..İşte ulaştığımız bazı bilgiler:
KIZILOT TÜRBESİ/ SOĞUKPINAR EVLİYASI TÜRBESİ


İlçemiz Kocaman Beldesi Merkez Kabristanlığı’nın orta yerinde, kim tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmeyen bir türbe mevcuttur. Halk arasında “Tekke” veya “Kızılot Tekkesi” olarak bilinmektedir.
Anlatıldığına göre, yabancıların elinde bulunan Terme ve civarını elde etmek için Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezıt çeşitli seferler düzenlemiştir. Bu seferler sırasında baş gösteren kuraklık ve akabinde susuzluk neticesi, ordudaki askerlerin çoğu ölmüştür. Bu türbede medfun bulunan zatın, Yıldırım BAYEZIT’ın seferlerinde sırasında savaşta birçok yararlıklar göstermiş, vurularak veya susuzluktan dolayı şehid olmuş bir “veli” olduğu sanılmaktadır.
Türbenin üzerinde hiçbir tarihi ipucu yoktur. Yalnız sandukanın baş tarafında demirden yapılmış “hilal”şeklinde bir alem vardır.
Gerek yöre ahalisinin, gerekse ününü duyanların birçok dileğinin kabul olmasını umarak, öeteden beri ziyaret ettikleri kutsal bir yerdir.(NOT: “Kızılot Türbesi” hakkında bu bilgiler, ilk defa yayınlanmaktadır. Hatırlanacağı üzere, “Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı’ndan Seçmeler” yazı dizimiz, Elazığ Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde 1987’de , Selim EROĞLU’nun yaptığı basılmamış lisans tezidir. Yayınlanan “Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı’ndan Seçmeler” kitapçığı ile de ilk defa yayınlanmıştır.)(*)

“Kızılot Türbesi”ni, bizler, kitabımızın ilk baskısında “Soğukpınar Evliyası Türbesi” olarak isimlendirmiştik.Ve akabinde şu bilgilere de erişmiştik: Kocaman Beldesi Soğukpınar Evliyası Türbesi, tarihi eski ağaçları kesip, kabristan dışı alanda hizmette kullanmak mümkün değil. Oradaki mübarek zat, böyle bir gaye ve niyet için ağaç kesenlere izin vermiyor.(**)

(*):
(**): Kaynak Kişi: İbrahim KESKİN, Terme Altunlu Güzelgöz Köyü’nden, 26 Ekim 1999, Salı
“YEŞİL TEKKE EVLİYASI TÜRBESİ” KARADENİZ SAHİL YOLU’NUN GADRİNE UĞRADI!!!

“Terme Evliyaları”ndan “Yeşil Tekke Evliyası Türbesi”, Karadeniz Sahil Yolu’nun gadrine uğradı!!!
“Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği” adına “Osmanlı Devleti’nin 700. Kuruluş Yıldönümü Hatırası”na, gazetemiz sahibi ve sorumlu yazıişleri müdürü olan arkadaşımız İsmet GÜLTEKİN tarafından, 1999’da, bazı arkadaşlarının katkıları ve kendi imkanları ile bastırıp yayınladığı “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” isimli kitabın 35. sayfasında, hakkında yazılı ve şifahi bilgilere ulaşılamadığı ifade edilerek, şu bilgiler yer almakta:” Yeşil Tekke Evliyası Türbesi, Terme-Çarşamba karayolu’nun 15. km.’sinde, geniş bahçeli olup, yol kenarındadır. İlçe Belediyesi veya İlçe minibüsleri ile gidilip, ziyaret edilebilir.
Üzerinde “Abdulmurad” yazılı bu “türbe”nin Çarşamba hudutlarına dahil olduğu söylenebilinirse de, biz “biz”e dahil ettik.”
Yine aynı kitabın 57, 58 ve 59. sayfalarında “türbe”nin fotoğrafları yer almakta.

KARADENİZ SAHİL YOLU’NUN GADRİ!!!

Bir petrol tesisinin de yakınında olan “Yeşil Tekke Evliyası Türbesi”, fotoğraflarda da görüldüğü üzre, dış ve iç görünüşü itibarı ile “içler acısı” halde. İçeri girmenin artık mümkün olmadığı “türbe”ye, pencere aralıklarından bakıldığında da, içerisinin “perişan” bir halde olduğu görülür.
Kimbilir, belki sizler de, uzun zamandır Terme-Samsun arası seyahatlerinizde, her yanından geçtiğinizde bir “fatiha” okuduğunuz, “Abdulmurad Efendi’nin Türbesi”ni de, göremiyorsunuzdur…(*)

(*): Terme REFLEKS Gazetesi, Yıl: 1 Sayı:6-7 Mart-Nisan2006, sh.3
BAZLAMAÇ HOYLAN MAHALLESİ’NDE DE HÜSEYİNOĞLU EVLİYASI TEKKESİ




Bazlamaç Hoylan Mahallesi’nde de, “Hüseyinoğlu Evliyası Tekkesi” var. (*)

(*): Kaynak Kişi: İrfan AKBULUT, Terme İmam-Hatip Lisesi Meslek Dersleri Emekli Öğretmen, Anlattığı Tarih: 1 Kasım 1999, Pazartesi



KESİKKAYA KÖYÜ’NDE DE EVLİYA TÜRBESİ VAR



MEŞEYAZI KÖYÜ KABALI’DA EVLİYA TÜRBESİ VAR

“TAVUK TEKKE”


Kanal sırtında…(Kaynak Kişi: Abdullah KUŞKOVAN, Terme Lisesi


SAMAİL EVLİYASI TÜRBESİ

Terme-Çarşamba çıkışı,iki yol ağzında , sağa, kanal sırtında…(Kaynak kişi:Saatçi İsmail)


EVCİ BELDESİ GANİ DEDE TEKKESİ

İlçemize bağlı Evci Beldesi Yahyalı Mahallesi’nde de, “Gani Dede Tekkesi” var. (*)

(*): Evci’den Güzellikler, sh.20, Evci Belediyesi’nin Katkıları ile, Hazırlayanlar: Erdoğan TÜRER, Sevim KUŞ, Cem Ofset, Samsun


TERME DAĞDIRALI EVLİYASI TÜRBESİ


Terme’nin Dağdıralı Köyü’ndedir. Samsun-Ordu Karayoluna 3-4 km. mesafededir. Mezarlık içinde yer almaktadır. Ahşap yığma tekniği ile yapılmış “Dağdıralı Camii” yanındadır. Ahşap yığma olarak yapılmış dikdörtgen planlı küçük bir türbedir. Türbede, uzun yıllar camide hizmet vermiş, saygın, Allah dostu bir zatın yattığına inanılmaktadır. 19.asrın sonlarında yaşadığı sanılmaktadır.(*)

(*): Yılmaz CAN, “Samsun Yöresinde Bulunan AHŞAP CAMİLER”, Etüt Yayınları:29, İncele-Araştırma Dizisi:11, 1. basım, Mart 2004 İstanbul, sh. 52, 55


NOT: RESİMLER VAR-EKLE


GÜNDOĞDU KÖYÜNDE DE “YATIR” VAR!



İlçemiz Gündoğdu Köyü Kabristanlığı’nda da “yatır” olduğunu öğrenmiştik.(*)


(*): Kaynak Kişi: Yusuf CANDAN, 27 Ekim 1999, Sakarlı

Peki, bu türbelere gidiş-geliş nasıldır?
“Kocaman Beldesi Soğukpınar Evliyası Türbesi”ne, ilçemiz merkezindeki Kocaman yolundaki, Kocaman Belediyesi otobüslerine binip, Bazlamaç Sapağı’nda inerek, yaklaşık bir buçuk kilometre(1,5 km) yürüyerek, Kocaman-BazlamaçSoğukpınar kavşağındaki kabristanlığa gidilip, ziyaret edilebilir.. Bazlamaç’a, Terme-Kocaman yolu üzerindeki Bazlamaç Sapağı’ndan giden Bazlamç minibüsleri ile aynı kabristanlıkta inerek, ziyarete gidilebilir..

“Yeşil Tekke Evliyası Türbesi”, Terme-Çarşamba karayolunun(Karadeniz Sahil Yolu) onbeşinci kilometresinde(15.km), geniş bahçeli olup, asfalt kenarındadır. (EKLE-İ.G.)İlçe Belediyesi veya minübüslerle gidilip, ziyaret edilebilir..Üzerinde “Abdulmurad” yazılı “türbe”nin Çarşamba hudutlarına dahil olduğu söylenebilinirse de, biz, “biz”e dahil ettik…
“Evliya Yanında Yol Evliyası Türbesi”, ilçemize bağlı Akçagün Köyü ile Oğuzlu Köyü arasındaki “Evliya Yanı Kabristanlığı”ndadır..İlçe merkezindeki eski balıkhanedeki bu köylere ait minibüslerin birine binip, ziyaret edilebilir…
“Ahmet Bey Köyü İğnebelli Evliyası Türbesi”ne, İlçe merkezindeki Kocaman yolu üzerindeki Hüseyinmescit Beldesi otobüs veya minibüslerine binip, ilk köprüde inip, sağa doğru yaklaşık bir kilometre(1km) yürüdükten sonra, sağdaki kabristanlığa gidip, ziyaret edilebilir…
“Kalfalı Köyü Evliyası Türbesi”ne ise yine eski balıkhanedeki “Salıpazarı” İlçesine giden minibüslere binip, Salıpazarı’nda inilir..Bu komşu ilçedeki “Kalfalı Köyü” minibüslerine binerek, aynı köye yakın mesafedeki yol kenarındaki türbede inip, ziyaret edilebilir..Halk arasında “Yumurtacı Evliyası” bilinmektedir..
“Terme Evliyaları” olarak isimlendirdiğimiz bu “türbeler” içerisinde , halen, ahşap hali ile en harabe türbe, “Evliya Yanındaki Yel Evliyası Türbesi”dir. Şayed, ilçemiz hayırseverlerinin eli bu türbeye uzanamaz ise birkaç seneye kalmaz ahşap muhafaza yıkılabilir…
“Türbelerimiz”e de, “Devletimizi” değil, “milletimizin” hayır ellerinin ulaşmasını görmek, doğrusu “hayretimize” gidiyor…
Nuri YAZICI’nın “Terme Tarihi” isimli kitabında ismen zikrettiği “Samail Evliyası” ve “Hasan Dede Evliyası Türbeleri”ni “tesbit” edemedik…
Dip Notlar:

(9): Türbeyi ziyarete gittiğimizde, özel gayretle elde edilmiş bu bilgileri “kıraathane camı”na yapıştırılmış olarak rastladık..Ayrıca, “Dibekli Köyü”muhtarının Ankara’daki Üniversite’deki ilgili birtakım araştırmacı hocalarla da bağlantısının olması, bizleri sevindirdi..
(10): Mufassal Osmanlı Tarihi, Cilt 1, sh.178,1958
(11): Mufassal Osmanlı Tarihi, Cilt 1, sh. 249, 1958
(12): Samsun 1967 İl Yıllığı, sh.380




TERME EVLİYALARI-DÖRT-


FOTOĞRAFLAR

1-Kubadoğlu Cüneyd Bey(rh.a.) Türbesi’nin; halk arasında yaygın ismi ile “Cini Bağdat Tekkesi”nin dışarıdan görünüşü..
2- Kubadoğlu Cüneyd Bey(rh.a.) Türbesi’nin dışarıdan bir başka görünüşü..
3- Kubadoğlu Cüneyd Bey (rh.a.) Türbesi’nin içeriden görünüşü..
4- Kubadoğlu Cüneyd Bey (rh.a) Türbesi’nin içeriden bir başka görünüşü..
5- Küçük Türbe..Kubadoğlu Cüneyd Bey (rh.a.)’in mücadele arkadaşının türbesinin dışarıdan görünüşü..”Cini Bağdat Tekkesi” bahçesi içerisinde..
6- Kubadoğlu Cüneyd Bey(rh.a.)’in mücadele arkadaşının türbesinin (Küçük Türbe) içeriden görünüşü..
7- Halk arasındaki yaygın ismi ile “Cini Bağdat Tekkesi”nin, Kubadoğlu Cüneyd Bey(rh.a.)’in Türbesinin bahçesindeki “şifalı su” şadırvanı..
8- Halkımızın “Cini Bağdat” dediği “Cüneyd-i Bağdadi Türbesi”nin, bizim, Kubadoğlu Cüneyd Bey(rh.a.) dediğimiz türbenin bahçesindeki camii..
9- Kubatoğlu Cüneyd Bey(rh.a.) Türbesi’nin bahçesindeki camii’nin ön yüzünün görünüşü..
10- Pazar Camii Türbesi’nin dışarıdan bir görünüşü..
11- Pazar Camii Türbesi’nin dışarıdan yakın bir görünüşü..
12- Pazar Camii Türbesi’nin Kitabesi..
13- Pazar Camii Türbesi’nin Türbesinin Kitabesi ve Künyesi.
14-Pazar Camii Türbesi’nin içeriden bir görünüşü.
15- Pazar Camii Türbesi’nin içeriden bir başka görünüşü..
16- Kocaman Beldesi Soğukpınar Evliyası Türbesi’nin dışarıdan bir görünüşü..
17- Kocaman Beldesi Soğukpınar Evliyası Türbesi’nin dışarıdan bir başka görünüşü..
18-Kocaman Beldesi Soğukpınar Evliyası Türbesi’nin içeriden bir görünüşü..
19-Yeşil Tekke Evliyası Türbesi’nin dışarıdan bir görünüşü..
20- Yeşil Tekke Evliyası Türbesi’nin dışarıdan bir başka görünüşü..
21- Yeşil Tekke Evliyası Türbesi’nin içeriden bir görünüşü..
22- Evliya Yanındaki Yel Evliyası Türbesi’nin dışarıdan bir görünüşü..
23- Evliya Yanındaki Yel Evliyası Türbesi’nin dışarıdan bir başka görünüşü..
24- Evliya Yanındaki Yel Evliyası Türbesi’nin içeriden görünüşü..
25- Ahmet Bey Köyü İğnebelli Evliyası Türbesi’nin dışarıdan bir görünüşü..
26- Ahmet Bey Köyü İğnebelli Evliyası Türbesi’nin içeriden bir görünüşü..
27- Kalfalı Köyü Evliyası Türbesi’nin dışarıdan bir görünüşü..
28- Kalfalı Köyü Evliyası Türbesi’nin dışarıdan bir başka görünüşü..
29- Kalfalı Köyü Evliyası Türbesinin içeriden bir görünüşü..
































ÖZEL BÖLÜM



TERME NİZAM-I ÂLEM OCAKLARI


OSMANLI İSLÂM DEVLETİ’NİN ARMASI

AÇIKLAMASI: Osmanlı Devleti armasında bulunan remz ve alametlerin manaları:
Güneş: Halifeliği
Ay: Padişahlığı
Silahlar: Devletin gücünü
Çiçekler: Sevgi ve muhabbeti
Terazi: Adaleti
Kitap: Hukuku ve Allah’ın kanunlarına bağlılığı
En alttaki yuvarlak şekiller:Başarılı kimselere verilen Devlet Nişanlarını ifade eder.
En üstteki yuvarlak içindeki tuğra: Devrin Padişahının tuğrasıdır.(El Gazi Abdulhamid bin Aldulmecit Han El muzaffer daima)
Ay’ın içindeki yazı: El müstenidü bi tevfikaati’r rabbaniye meliki’d-devlet’il-osmaniyye
Manası: Osmanlı Devleti’nin Padişahları Allahü Teala’nın muvaffak kılması ve yardım etmesine dayanırlar.

















ÖZEL BÖLÜM


TÜRKİYE GERÇEĞİ

Gizli hesapların uzun solukları ülkemin üzerine karabasanlar gibi çöktü çökeli, bir zulümdür başını almış gidiyor. Mazimiz çalınmış, bugünümüze el konulmuş, yarınımız ipotek altına alınmışken; masum, mazlum Anadolu çocuğu, hergün sahnelenen bir oyunun, adam yokluğundan değil, oyun çokluğundan bir değil, birçok figüranlık rolünü farkında olmadan oynamak zorunda kalıyor.
Kime ne adına çareye gitse, bir başka hesabın kurbanı olmaktan kurtulamıyor. Beyinleri iğfal eden senaryolar veya süslü püslü metinler “acaba” sorusunu sorduruyor kendine. Farklı bir başlangıca niyetlense de alışkanlıklar yakasını bir türlü bırakmıyor. İkiyüz yıldır devam eden oyun, bu kafayla iki yüz yıl daha devam edecek gözüküyor.
Böyle bir labirenti, bu girift tezgahı ancak kendine dönerek çözebilmesi mümkünken, yine kurtarıcılar giriyor devreye. Kurtarıcılar(!) biz düşünmesek de bizim adımıza düşünenler, biz okumsak da bizim adımıza okuyanlar; biz akletmesek de, bizim adımıza akledenler; toplumumuzun efendileri, bizim görmediğimiz okulları bitirenler; işitmediğimiz şarkıları dinleyenler; bilmediğimiz lisanla konuşanlar; kendilerini millete adamışlar, hayat damarlarımızı borçlu olduklarımız; bizi çağdaş yapanlar, vitrinimiz-vizyonumuz teorisyenlerimiz, güzel konuşan, güzel giyinenler; bürokraside, devlet protokollerinde, balolarda bizim yokluğumuzu hissettirmeyenler; bizi gelişmiş dünyaya entegre edenler; barbar, kaba imajımızı düzeltenler; eli silah değil, kılıç değil, kalem tutanlar; elleri nasırlaşmadığı için zarifce işlerin adamı; yani tuvallere resim için fırça tutanlar; onuncu-yirminci-yetmişbeşinci yıl marşları için narin parmaklarını piyano tuşlarına vuranlar; hantal(!) Türk mutfağını kurbağa bacağı-karides-yengeç-istakoz-ahtapot ile zenginleştirenler; bilmediğimiz renklerde dondurmalar, tatmadığımız lezzette tatlılar yiyenler; iliğimize kadar terleyerek ürettiğimiz meyvelerimizden, sebzelerimizden başı “lö-la” diye başlayan şaraplar üretenler, içenler; koyunumuzu otlattığımız yaylamıza çim kayağı için; taşkınından konamadığımız derelerimize su raftingi için; kıyılarına yaklaşamadığımız, göllerimize buz kayağı için; hayvanımızı dahi otlatmaya kıyamadığımız çayırlarımıza golf için gelenler; gelmediği, görmediği dağlarımızda, bayırlarımızda, meralarımızda bizim haberimiz bie olmadan maden izni alanlar; Müslüman eli sıkmamışken Papaz eli öpenler; bir camiye girmemişken, kilise kilise, sinagog sinagog dolaşanlar; bizim insan yerine konmadığımız trenlerde nostalji gezilerine çıkanlar; teyyarelerin busines klaslarında oturup, biz korkumuzdan sureler-dualar okurken, kapalı perdelerin önünde viski servisi yapanlar; yani bizim kurtarıcılarımız(!)
Bu efendilere bizden üç-beş nesil önce verdiğimiz umumi vekaletnameyi, üç asırlık emanete ihanet etmek gerekçesiyle geri almak durumundayız. Emanet sahibine, Anadolu insanına, Müslüman Türk’e tevdi etmek zamanı gelmiştir. Bunu başarmak boynumuzun borcudur. Ancak böylece halk ile aydın, asker ile sivil, millet ile devlet kucaklaşacaktır.
Anadolu insanının kolektif şuuru, kendisinin siyasi, içtimai tercihlerini satın alabileceklerini sananlar sükut-u hayale uğratacaktır. Ne holdinglerin paraları, ne kartellerin TV’leri gazeteleri işe yaramayacaktır. Çünkü gelen kadro ucuz şantajlarla, yalancı vaadlerle ilgilenmeyecek kadar asil, topla tüfekle işkenceyle, mahpusla korkutulamayacak kadar yürekli, tecrübeli ve cesurdur. Gelen süt kadar ak, su kadar aziz, toprak kadar vefalı, yiğit Anadolu insanıdır.
İktidarımız legal, meşru, demokratik yollarla olacaktır. Böyle geleceğiz ve ancak böyle gideceğiz. İlk seçim ve ilk sandık bu hesaplaşmanın birinci raundudur. Bütün Nizam-ı Alem Ülkücülerine, Alperenlere, “Kurtarıcılardan kurtulmak” için seferberlik ilan ediyorum. Çok sefer eyledik, zafer zamanıdır. Yolunuz açık olsun. Allah(c.c.)’a Emanet Ol’unuz…Vesselam.(*)

(*): İ’lay-ı Kelimetullah için Nizam-ı Alem, Aylık Siyasi Dergi, Nisan 1999, Arka kapak yazısı…









ÖZEL BÖLÜM


GAZEL


1. İmtisal-i cahidu-fillah olubdur niyyetüm
Din-i İslam’un mücerred gayretidür gayretüm
2. Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricalullah ile
Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdür niyyetüm
3. Enbiya vü evliyaya istinadum var benüm
Lütf-ı Hakk’dandur heman ümmid-i feth-ü nusratum
4. Nefs ü mal ile n’ola kılsam cihanda ictihad
Hamdü-lillah var gazaya sad hezaran rağbetüm
5. İy Muhammed mucizat-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umarum galip ola a’da-yı dine devletüm
FATİH SULTAN MEHMED(rh.a.)

GAZEL’İN AÇIKLAMASI
1. (Amacım, “Allah uğrunda, Onun için hakkıyla savaşınız” ayetine bağlı kalmaktır. Gösterdiğim gayrette, İslam dininin emrettiği gayretlerdendir.
2. Yüce Allah’ın lütuf ve yardımları, kutlu din büyüklerine bağlı askerlerin gayretleriyle, niyetim kafirleri baştan başa bozguna uğratmaktır.
3. Ben Peygamberlere, din büyükleri velilere güveniyorum, kendimi onlara dayamışım. Benim Fetih ve zafer ümitlerim Allah’ın yardımlarıyla gerçekleşecektir.
4. Benliğin ve malınla dünyada çalışıp gayret göstersen ne çıkar sanki? Allah’a şükürler olsun ki, gazilikte yüzbinlerce defa daha bir üstünlük olduğuna inanıyorum.
5. Ey Fatih Sultan Mehmed! Hazret-i Muhammed(s.a.v.)’in mucizeleri sayesinde devletimin, din düşmanlarını yeneceğini umuyorum.(*)

(*): “Fatih Sultan Mehmed’e Nasihatler”, Sultan Murad Han, Tercüman 1001 Temel Eser, Baskıya hazırlayan: Abdullah UÇMAN, s.39, 157





BU VATAN KİMİN?

Bu vatan , toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.

Tutuşup kül olan ocaklarından
Şahlanıp köpüren ırmaklarından
Hudutlarda gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.

Ardına bakmadan yollara düşen
Huduttan hududa yol bulup koşan
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan
Cepheden cepheyi soranlarındır.

İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir.

Tarihin dilinden düşmez bu destan
Nehirler gazidir, dağlar kahraman
Her taşı yajut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.

GÖKYAY’ım ne desem ziyade değil
Bu sevgi bir kuru kavga değil
Sencileyin hasmı rüyada değil
Topun namlusundan görenlerindir.
ORHAN ŞAİK GÖKYAY



ŞAFAĞA ÇEKİLENLER

Kim söyleyecek türküsünü bundan böyle,
Ötügenli atların, Deli-Günlü Noyanların?
Buz tutmuşken kavga zincirli bileklerde,
Kim paylaşacak acısını dolunayın,
Bu Uygur yağısı göklerde…

Uyvar kalesinin eski yoldaşı
O Batılı akşama yenildiniz…
Ne kırıldınız ne büküldünüz,
Bir Yeniçeri palası gibi,
Öç gününe çekildiniz…

Bırakın dört yönden şaha kalksın yalnızlık.
Yeter ki siz unutmayın
Gümüş kabzalara sinmiş çağları
Ve emin siperlerin arkasında
Hırsla soluyan tuğları…

Şimdi güvercinler geçer üstünüzden,
Selamsız, kavgasız, töresiz…
Acı rüzgarlarda saçlarınız savrulsun.
Işık düşünceli çocuklar, canım çocuklar!
Yenilginiz kutlu olsun!
DİLAVER CEBECİ




BİZ BU VATANIN NESİ OLUYORUZ?

Biz, sen, ben, o, hepimiz
Bu topraklarda geldik dünyaya…
Oynadık koştuk yalınayak
Gülerek
Masallar dinledik dedelerimizden
Ağlayarak…
Çanakkale Savaşı’nda, Sakarya’da, İzmir’de
Daha nerde.Nerde şehidler vermişiz
Çırpınarak…
İzmir’de denize de biz dökmüşüz düşmanı
Şimdi orda ağırlıyoruz
Utanarak…
Biz, susuz, uykusuz, anasız, babasız da kalmışız
Neler çekmişiz neler…
Gururlanarak Oh! Demiş rahat edecekken.
Şaşkına dönmüşüz gardaş…
Düşman koynumuzdan çıkmış bu kez!
Almış ipe asmış binlerce baş!
Alçaklaşarak…
Elimizi başımıza vurarak sızlanmış sormuş durmuşuz
Biz bu Devlet’in nesi oluyoruz vatanın neyi?
Sormuş durmuşuz.
Kahırlanarak…
İşte şimdi devran değişti…
O zaman sadece soruyorduk, şimdi yargılıyoruz
Vurarak…
Yılmayacak, başaracağız, canımızı vererek
Bazen göklere yükselerek
Bizi ezen
Hangi çarkın dişleriyse kıracağız, hakkımızca yaşana dek
Yükselerek…
EMİNE ŞENLİKOĞLU







ÖZEL BÖLÜM



TERME HARİTASI
İKİNCİ BÖLÜM


TERMELİ ŞEHİDLER



ŞEHİDLERİMİZ(*)

OSMANLI-RUS
OSMANLI-YUNAN
TRABLUSGARP
BALKAN
BİRİNCİ DÜNYA
İSTİKLAL
KORE
KIBRIS
İÇ GÜVENLİK

1876-1877 OSMANLI-RUS HARBİNDEN BU YANA, HİCRİ 1420, MİLADİ 1999’A KADAR; TERMELİ ŞEHİDLER:

ŞEHİD SAYISI ADI DOĞUMYERİ DOĞUM ve ÖLÜM TARİHİ

1(BİR) HASAN TERME ?-18.09.1890
1(BİR) YUSUF TERME ?- 25.05.1897
3(ÜÇ) OSMAN TERME 1887-10.06.1914
HASAN TERME(SAKARLI BELD.) 1890-31.10.1914
HASAN TERME(KUMCAĞIZ) 1891-22.11.1914
14(ONDÖRT) MEHMET TERME ?-31.03.1915
ŞAKİR TERME 1885-01.04.1915
İSHAK TERME(YENİ CAMİİ) 1898-11.04.1915
TAHSİN TERME(YENİ CAMİİ) 1892- 11.04.1915
İBRAHİM TERME 1892- 06.06.1915
HASAN TERME(EYERCİLİ) 1894- 08.06.1915
MUSTAFA TERME 1887-10.06.1915
HÜSEYİN TERME(KARACAKÖY) 1894- 09.10.1915
SÜLEYMAN TERME(KZOLUK BELD.) 1889-12.09.1915
MEHMET TERME 1878-18.11.1915
YAKUP TERME 1892- 03.11.1915
DURMUŞ TERME(ELMA KÖY) ?- 02.11.1915
AHMET TERME(HÜSEYİNMESCİT B.) 1894-27.09.1915
MEHMET TERME 1894- 08.06.1915
7(YEDİ) HASAN TERME 1895- 07.02.1916
HASAN TERME 1895- 16.03.1916
HİLAL TERME(KUŞÇA) 1888- 21.04.1916
ASIM TERME 1886- 23.04.1916
MEHMET TERME(BAZLAMAÇ) 1889-19.04.1916
AZMİ TERME 1891-09.12.1916
19(ONDOKUZ) MUSTAFA TERME(KARGUCAK) 1898-21.01.1921
SALİH TERME 1898-18.06.1921
YAHYA TERME(KARACALI) 1889-28.06.1921
SAİD TERME 1898-18.07.1921
RAŞİD TERME 1898-03.06.1921
RECEP TERME 1898- 10.09.1921
ŞEVKİ TERME 1892-31.08.1921
ŞÜKRÜ TERME 1897-30.08.1921
YAHYA TERME 1889-28.06.1921
KAŞİF TERME 1898-18.06.1921
MEHMET TERME(ÇARDAK KÖY) 1896-14.09.1921
OSMAN TERME(YUKARISÖĞÜTLÜ) 1898-28.08.1921
ALİ TERME 1896-13.07.1921
ALİ TERME 1898-16.07.1921
DAVUT TERME 1896- 02.09.1921
DURMUŞ TERME(ŞEYHLİ KÖYÜ) 1897-11.09.1921
DURMUŞ TERME(ŞEYHLİ KÖYÜ) 1897-10.06.1921
HALİL TERME 1895- 29.06.1921
DURMUŞ TERME 1897-09.07.1921
4(DÖRT) HÜSEYİN TERME(KARACALI) 1896-29.06.1922
MEHMET TERME(KARACALI) 1897-26.08.1922
ÖMER TERME 1898-26.08.1922
TAHİR TERME 1895-18.12.1922
1(BİR) ÖMER ŞİRİN TERME 1930-16.11.1941
1(BİR) BAHRİ TERME 1930-16.11.1951
1 (BİR) İBRAHİM TERME 1953-16.08.1974


TABLONUN İNCELENMESİ:

TERMEMİZDEN, OSMANLI-YUNAN HARBİ’NDE(1897) 1(BİR); BİRİNCİ DÜNYA HARBİ’NDE(1914-1918),ŞARK/KAFKAS CEPHESİ’nde 19(ONDOKUZ) ŞEHİD;IRAK CEPHESİ’NDE 3(ÜÇ) ŞEHİD; ÇANAKKALE CEPHESİ’NDE 2(İKİ) ŞEHİD;İSTİKLAL HARBİ’NDE(1918-1923),GARP CEPHESİ’NDE 22(YİRMİ İKİ) ŞEHİD;YİNE AYNI HARPTE 1(BİR) ŞEHİD; KORE HARBİ’NDE (1950-1953) 1(BİR) ŞEHİD; KIBRIS BARIŞ HAREKATI’NDA(1974) 1(BİR) ŞEHİD…

“GÖREV ŞEHİDLERİ”, 2(İKİ ŞEHİD)…
1974-1999 SENELERİ ARASINDAKİ “EMNİYET MENSUBU” TERMELİ ŞEHİDLER, 4(DÖRT) ŞEHİD….
“BU DAVAYA CAN VERENLER”, 2 (İKİ) ŞEHİD…
YİNE TABLODAN GÖRÜLECEĞİ ÜZERE, OSMANLI İSLAM DEVLETİ ZAMANINDA, OSMANLI ORDUSUNA MENSUP TERMELİ ŞEHİDLERİMİZİN BAZILARININ “LAKAPLARI”, SÜLALELERİNİN İSİMLERİ İSE ŞÖYLE: KARAMOLLAOĞULLARI,KELAHMETOĞULLARI,TETACEOĞULLARI,ŞEREMETOĞULLARI,AHMETOĞULLARI,KARABACIOĞULLARI, DAVUTOĞULLARI, DELİMEHMETOĞULLARI, İBRAHİMOĞULLARI, KONAŞOĞULLARI, SALİHOĞULLARI, KAYAŞOĞULLARI, SARHOŞOĞULLARI VE MUSAOĞULLARI …
TABLODAN DA GÖRÜLECEĞİ ÜZERE, “DEVLET-İ ALİYEYİ OSMANİYE”(BÜYÜK OSMANLI DEVLETİ) ORDUSUNA MENSUP TERMELİ ŞEHİDLERİMİZİN SAYISI 48 (KIRKSEKİZ)…ASKERİ RÜTBELERİNE BAKTIĞIMIZDA ÇOĞU ŞEHİDLERİMİZİN “ER” OLDUĞU GÖRÜLÜR…44(KIRKDÖRT) “ER”, 6(ALTI)ONBAŞI, 1(BİR) ÇAVUŞ)…
“TÜRK SİAHLI KUVVETLERİ”NE MENSUP, HASSATEN “GÜNEY-DOĞU ANADOLU”MUZDA ŞEHADETE EREN TERMELİ ŞEHİDLERİMİZİN SAYISI 14(ONDÖRT)TÜR…
MARKSİST-LENİNİST(KOMÜNİST) PKK TERÖR ÖRGÜTÜ İLE “SİAHLI ÇATIŞMA”DA, “ÇIĞ DÜŞMESİ” NETİCESİ, “HELİKOPTER KAZASI”, “TRAFİK KAZASI” GİBİ SEBEPLERLE ŞEHADETE ERMİŞLER…DİKKAT ÇEKİCİ HUSUS, “ŞEHİD ER”LER YANINDA, “ŞEHİD ÜSTEĞMEN”LERİN, “ŞEHİD BİNBAŞI”LARIN DA BULUNMASIDIR…






İKİNCİ BÖLÜM


“EMNİYET MENSUBU” TERMELİ ŞEHİDLERİMİZ:



ŞEHİD SAYISI ADI SOYADI DOĞUM YERİ ŞEHADET TARİHİ

4(DÖRT) MUHİDDİN YILMAZ TERME ÇAY MAH. 30.04.1979
(POLİS MEMURU)
HAMDİ ÖZÜBEK TERME FENK MAH. 24.04.1980
(POLİS MEMURU)
HÜSAMEDDİN ŞAHİN TERME YENİ MAH. 24.11.1995
(POLİS MEMURU)
RIFAT SEZGİN TERME ÇAY MAH. 30.11.1996
(POLİS MEMURU)



Hamdi ÖZÜBEK, görev sırasında, Diyarbakır’da; Muhiddin YILMAZ ise Malatya’da, Hüsameddin ŞAHİN Van ili Çatak ilçesinde ve Rıfat SEZGİN ise Siirt’te şehadete erdiler…


İLÇEMİZDEN BİR ŞEHİD DAHA...
* İlçemiz Bazlamaç Beldesinden yedi yıllık polis memuru Sevkan YAVUZ, Batman'ın Gerçüş ilçesinde teröristlerce şehid edildi...
Haber Merkezi/(Terme Birlik MEFKÛRE): İlçemiz Bazlamaç beldesinden yedi yıllık polis memuru Sevkan YAVUZ, Batman ili Gerçüş ilçesinde , 10 Haziran 2004, Perşembe günü , Kaymakamlık lojmanlarında bulunan polis noktasına teröristlerce yapılan silahlı saldırı sonucu mahalle bekçisi Mehmet Ali ATILGAN ile birlikte şehid edildi.
Naaşı 11 Haziran 2004'te Samsun'a getirildi. Yürekler dağlandı, gözyaşları sel oldu.
Şehid polisimiz Sevkan YAVUZ'un, Adana'da görev yaparken 2 yıl önce Batman'a tayini çıktığı ve tekrar Adana'ya tayin olduğu ve 51 gün sonra Adana'da başlamak için gün saydığı öğrenildi.
Evli ve bir çocuk babası olan Sevkan YAVUZ'un naaşı, Samsun'da düzenlenen cenaze merasimi ardından, naaşı, 13. Haziran 2004'de, İlçemiz Bazlamaç beldesindeki kabristanlığa defnedildi.
Terme Birlik MEFKURE HABER- AKTÜALİTE-MAKALE 15/KASIM/2000; 18/ŞABAN/1421 3

A h m e t S E Z G İ N
KAVRAM KARGAŞASININ SEBEP ve SONUÇ İLİŞKİLERİ
Kavram ya da diğer adıyla terim, ‘Bir şey hakkında sahip olunan umumi fikir, mefhum’(1), ‘tanımlanmış, çerçeveleri belirlenmiş düşüncelerin ifadesi’(2) gibi anlamlara gelir. Bir dile ait kavramlar, o dili kullanan insanların bağlı olduğu kültür ve medeniyetin en önemli nüvesini oluşturur. Bir dilin ‘iç mantığı’nı anlamada çok önemli bir fonksiyona sahip oldukları gibi, o dili konuşan milletlerin kültür ve medeniyetinin doğru bir şekilde anlaşılmasına vesile olurlar.Eğer kavramlara başka bir kültür ve medeniyetin normlarıyla anlam verilmeye kalkışılırsa, artık o kavram, sahip olduğu mana ve asıl fonksiyonunu yitirmeye başlar. Birtakım anlam sapmalarına uğrar. Sonunda dil, kültür ve millet bağlamında büyük bir ‘kavram kargaşası’ meydana gelir.
Kavramlar keşmekeşinin yoğun bir şekilde yaşandığı Türkiye’de bu yanlış tutum, siyasi alanda ‘Tanzimat’la başlayan Batılılaşma süreciyle ortaya çıkar. Tanzimat’tan bu yana ‘vatan’, ‘millet’, ‘hürriyet’, ‘yurtseverlik’, ‘yenilik’, ‘çağdaşlaşma’, ‘batılılaşma’ ve ‘gericilik’ ya da ‘dindarlık’ gibi kavramlar kadar pek çoğu yazana, okuyana, dinleyene göre bir anlam yüklenir olmuştur. Kimi kavramlar, belli eğilimlere mal olmuşken, diğer bazı kavramlar da aşındırılmış, kullanım alanı dışında bırakılmıştır.’(3)
‘Her fikir, kendisini açıklayabilmek için kendi kavramlarını da beraberinde getirir.’ Kuralına rağmen Batı kültüründen alınan birçok kavram, genellikle Türkçe sözlüklerdeki karşılıklarıyla aktarılıp kullanılmıştır. Belli bir kavramın Batı dillerinde içerdiği anlamın ne olduğuna bakılmaksızın sözlüklerdeki karşılığına bakılarak , o kavramın Türkçe’ye aktarıldığını sanmak, bugün ‘kavram kargaşası’ adını verdiğimiz meselenin en büyük sebebini teşkil etmektedir. Bir yandan İslam kültürüne özgü kavramlara sahip çıkamamak, diğer taraftan da kasıtlı olarak yapılan bu anlam sapmaları yüzünden günümüz Müslümanlarının bir çoğu, Batı kökenli felsefi akımlara bile kendi keyfi anlayışına göre İslami(!) bir anlam vermeye çalışmaktadır. Halbuki, her türlü sosyal, kültürel vb. kavramlara İslam’ın kıstaslarıyla bakmak gerekmektedir.
‘Son yüzyıl içinde İslam’ın kelimeleri, İslam’a ait kavramlar, bütünüyle İslam dışı alanlarda kullanılmaya başlandığından, o kelimeler, kendilerine mahsus anlamlardan saptırıldığı gibi, herhangi bir biçimde inandırıcı olmaktan da çıkartılmıştır.’(4) Bu sapma ve kaymalar, İslam’ın özünü algılamaya yarayan ‘din’, ‘hak’, ‘adalet’, ‘fazilet’, ‘ihlas’, ‘hürriyet ‘, ‘barış’ gibi temel kavramlara kadar uzanmıştır. Mesela gayri İslami basında sıkça yer alan ‘Güzel ve cesur mankenimiz, moda defilesinde cömertce soyundu.’ ifadesindeki ‘cesur’ ve ‘cömert’ kavramları, tamamiyle hakiki anlamının dışında kullanılmaktadır. Böylece kavram anarşisi meydana getirilerek, zihinlerdeki İslami anlayış, düşünce ve kültür de bulanıklaşmakta; sağlıklı bir fikir ortamının oluşumu geciktirilmektedir.
Yine Batı medeniyetine ait kavramlarla, İslam’a özgü kavramlar arasındaki anlam kaymaları yüzünden, aydınlarımız da sağlıklı ve verimli bir fikir üretememekteler. Kendi toplumuna ve kültürüne karşı yabancılaşmaktalar. Mesela Batı kültürüyle yoğrulup şekillenen bir kısım yazar, ‘din’ kavramiyle ilgili olarak yalnızca Hıristiyanlığı algılarken, Batı’ya yönelen aydınlarımız, bu kavramı sözlükteki karşılığına bakarak algılayıp, onunla bütün dinlerin amaçlandığını sanmışlar, bu kavramı İslam’ın aleyhinde de kullanmışlardır. Ya da Rönesans ile bilimin çatıştığı keşfolunan çarpıtılmış Hıristiyanlık gibi, İslam’ı da bilimin karşısında, dünya hayatının dışında bir din olarak algılamaya çalışmışlardır. Bir çoğu ise, İslam’ı, kültür ve medeniyetin en büyük hayat kaynağı olarak değil de, aksine yalnızca kültürün bir unsuru olarak değerlendirmişlerdir.
Büyük bir ‘fetret’ dönemine girerek değer yargıları altüst olan ve kendi kültürüne yabancılaştırılmaya çalışılan milletimiz, yeniden dirilişi yaşayabilmek için çok zengin kültürel birikimini kendine mahsus kavramlarla algılayıp değerlendirmelidir. ‘Kaliteli bir düşünce ortamının oluşumunun en başta gelen engeli olan kavram bulanıklığının giderilmesi bir bakıma mevcut egemenliklerin de sonunun yaklaşımı demektir. Ancak unutulmamalı, kavramların arı-duru muhtevalarla zihinlere doğuşu, doğru ve sıhhatli tanım ve yorumların yaygınlaştırmasını gerektirdiği kadar uzun soluklu çalışmalarla zihin ve gönüllere sindirilmesini de gerekli kılmaktadır.’(5)
Kendi öz değerlerimizi olduğu gibi anlamak, hakiki kimliğimizi elde edebilmek, insanlarla sağlıklı iletişim kurabilmek ve aydınlık ufuklara uzanabilmek için kavramlar karnavalı ve anarşisinden kurtulmamız; kendi dilimiz ve kavramlarımızı yeniden hayata çağırmamız gerekmektedir.
DİPNOTLAR:
(1):D. Mehmet DOĞAN, Büyük Türkçe Sözlük Birlik Yay., Ankara 1982, s. 542
(2): Rasim ÖZDENÖREN, Kafa Karıştıran Kelimeler, İnsan Yay., İst. 1987, s.11
(3): Yusuf YAZAR, İlim ve Sanat Dergisi, ‘Kavramların Kimliği’, Eylül-Ekim 1986, Sayı 9, s.13
(4): Rasim ÖZDENÖREN, a.g.e., s.19
(5): Yusuf YAZAR, a..g.e., s.14


KÜLTÜR KÖPRÜSÜ
‘Şehidler ve Gaziler Haftası’nın Ardından...
Hatırlanan İki Şehidimiz...
Haber Merkezi(Terme Birlik MEFKURE): Eylül ayının son haftasındaki ‘Şehidler ve Gaziler Haftası’nda, bizler de Termeli iki şehidimizi hatırladık. Bilindiği üzere Terme topraklarında nasıl ki yirmiye yakın evliya türbesi var ise altmışın üzerinde de şehidler medfun..Hatırladığımız bu iki şehidimiz de en yakın zamandan; Güneydoğu Anadolumuz’da şehadete ermişler.
Şehid Mustafa AKBULUT, Şırnak Uludere İlçe Jandarma Komutanlığı Birliği’nde Jandarma er olarak vatani hizmetini ifa ederken, Şırnak Uludere ilçesinde, çığ düşmesi sonucu, 01.02.1993 tarihinde şehid olmuş..Halen Terme Yalı Mahallesi Karaboğaz Kapristanlığı’nda medfun..
Şehid Erdoğan DİNDAR ise 1. Komando Tugayı, 6. Komando Taburu, 2. Komando Birliği’nde Deniz Piyade er olarak vatani hizmetini ifa ederken; Şırnak ili Cudi Dağı Gavur Tepe mevkiinde, 27.12.1994 tarihinde şehadete ermiş..Halen Terme Hüseyinmescit Beldesi Ahmetbey köyü Camii Kapristanlığı’nda medfun..
Allah(c.c.) indinde hakiki şehid olanlara ne mutlu...







İKİNCİ BÖLÜM


“BU DAVAYA CAN VERENLER…”/” ÜLKÜCÜ ŞEHİDLER…”


ŞEHİD SAYISI ADI SOYADI DOĞUMYERİ DOĞUM TARİHİ ŞEHADET TARİHİ


2(İKİ) RESUL ŞAHİN TERME 1961 08.ŞUBAT.1980
TURAN TUFAN TERME 1963 15.MAYIS.1980


RESUL ŞAHİN
(1961-08.ŞUBAT.1980)

Samsun’un Terme kazasından olup, 19 yaşındaydı. Dokuz erkek kardeşten altıncısıydı.Samsun Ticaret Lisesi’nden yeni mezun olmuş ve Üniversite imtihanlarına hazırlanıyordu. Olayın olduğu Cuma günü Yeni Camii’de namazını eda ettikten sonra çorap almak için kendi mahallelerinde bulunan pazara gittiğinde beş kişilik bir Komünist grubun silahlı saldırısına uğradı.
Bunlardan birini vurup yere düşürdüyse de arkasından ateş açan dört Komünist militan tarafından şehid edildi…
Cenazesi Terme Sarayköy Mezarlığı’na defnedildi. Olayın acısına dayanamayan annesi felç geçirdi ve daha sonra da vefat etti.(*)
(*): “Bu Davaya Can Verenler”, Derleyen: Recep KÜÇÜKİZSİZ, Yenisey Yayıncılık, Ankara, 1990, sh.223
TERMELİ ÜLKÜCÜ ŞEHİD RESUL ŞAHİN, 33’LÜK TESBİHİ İLE SÜREKLİ TESBİH ÇEKERDİ(*)




Termeli Ülkücü Şehid Resul ŞAHİN’in “okul arkadaşı”, Terme İmam-Hatip Lisesi’nde memur arkadaşı, rahmetli Resul ŞAHİN için şunları söyledi:”- Yeşil bir parkesi vardı. Sağ yan cebi yırtık.33’lük tesbihi ile sürekli tesbih çekerdi…”

(*): Kaynak Kişi: Terme İHL’de memur, söylediği tarih: 3 Kasım 1999





ÜLKÜCÜ ŞEHİD RESUL ŞAHİN












(TERME, 1961-08.ŞUBAT.1980)


TURAN TUFAN
(1963-15.MAYIS.1980)

Samsun’un Terme İlçesinden olup, 17 yaşındaydı. Öğrenciydi..Olay günü, Regaib Kandili akşamı Ordu ilinde bulunduğu bir sırada, arkadaşı Sefa KOL ile birlikteyken, uğradığı bir saldırı neticesinde Komünist militanlar tarafından vurularak şehid edildi…(**)
(**):Recep KÜÇÜKİZSİZ,”Bu Davaya can Verenler”,(Ülkücü Şehidler Albümü)-2, sh.154-155, İstanbul, 1998, Birinci Baskı, Yalnızkurt Yayınları…
ONLAR...
-Mazlum ve mahzun bir nesil-
Hayatlarını dâvâları için sebil ettiler... Tarihteki isimsiz kahramanları temsil ettiler... İnançlarına bağlı, Tûran illerine sevdalıydılar... “Türkiye” denince kalpleri bir başka çarpardı...Yüreklerinde hep vatan ve bayrak aşkı vardı...Türk’e muhabbeti İslam’a hürmet bildiler... Gönül mimarlarının rahlesinde gerçek aşkı buldular... Ve her zaman “Ülkü denen nazlı gelin”e sâdık kaldılar...
Taş medreselerin Yusuf yüzlü mazlumları hayatlarının baharında “Eylül’ü” yaşadılar... Fırtınalı yılların toz-duman ortamında bu idealist gençlerden bir kısmı, şahâdet güllerinin derildiği bahçelerde dünya misafirliğini tamamladılar... Delikanlı çağında Hakk’a yürüdüler... Musalla taşına konup namazları kılınırken, “ Er kişi niyetine” tekbir alan her kişi, onların tam manâsıyla “Er kişi” olduklarını çok iyi biliyordu...
Onlar, nefretin kucağına oturmayıp, muhabbetin ocağını tüttürdüler... Ergenekon’dan yola çıkan “Oğuz Karahan nesli” olarak Mekke’nin tevhit nûrunda yıkandılar... Gece vakti batmayan güneşi, secdede buldular... Kimi zaman Yunus, kimi zaman Yavuz oldular... Onlar; fıtratlarının ve meşreplerinin gereğini yerine getirip, “Yüce dileğe doğru” yola çıktılar... “Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz” diyerek hedefe doğru vakur adımlarla yürüdüler...
Onlar, en olumsuz şartlarda bile firûze sevdalarını âşikâr ettiler; kimi zaman tek başlarına kaldılar ama, hak bildikleri yolda yalnızlığın asâletini yaşadılar... “ Vakti gelmiş dökülür, yel neylesin gazeli” şarkısının zamanı anlattığı, ılık sabah meltemlerinin yerine sonbaharın serin ve sert rüzgârlarının esmeye başladığı, sararmış yaprakların dallarından bir bir kopup aslına rücû ettiği her hazan mevsiminde; hayattayken destanlaşan “Eylül’ün Kırdığı Gül”leri, “Soylu atlara binip giden” o güzel insanları, onların mazlum ve mağdurken mahkum olan dâvâ arkadaşlarını, “hor, öksüz ve büyük” olan dâvâlarını anlatmayı ve o idealist yiğitleri yâdetmeyi; mutlaka ifâ edilmesi gereken, ihmâli mümkün olmayan bir vazife bilirim... Kimdi “Onlar”?..
Onlar; “Gayesiz bir hayatın, manâsız bir kelimeden ne farkı vardır” düşüncesiyle, hayatlarını İ’lây-ı Kelimetullah davasına adayan, “Kanımız aksa da zafer İslâm’ın” diyerek “Bir hilâl uğruna” gurûb eden güneşlerdi... “Hubb-ül vatan minel îman” (Vatan sevgisi imandandır) diye buyuran İki Cihan Serveri’nin mukaddes dâvâsının karasevdalısıydılar... Onlar, “Vatanımın ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun” diyerek; vatana can, bayrağa kan veren muzdarip bahtiyarlardı.....
Onlar; sahte hakikatlerin sayısız yalanları yerine, Mutlak Hakîkat’in sönmeyen nurundan ilham alarak küfrün karanlığını İslam güneşiyle aydınlığa tedvir etme cehti ve aşkı içinde “ Çağrımız İslâm’da dirilişedir” diye cihana seslenen, “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi”ni “cihat” ruhuyla yorumlayarak, Anadolu yaylasından dün olduğu gibi bugün de ayağa kalkacak bir hareketin insanlığı yeniden iman çağına ulaştıracağına ve bu göreve Türk Milleti’nin memur edildiğine inanan bir düşüncenin temsilcileriydiler...
Onlar; ihtişamlı bir medeniyetin inşâsı için besmele çekip zora talip olan, mücadelenin iman, sabır ve çileyle yoğrulması gerektiğine inanan, “zaferle değil seferle yükümlü olduklarını” bilen, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız” diyen Anadolu Alperenleri olarak tabutluklardan başlayıp idam sehpalarına kadar uzanan bir hayata tâlip oldular, gençliklerini yaşamadan en güzel yıllarını zindanlarda, hücrelerde geçirdiler... “Yusûfiye” denilen çilehânelerde yeni bir ruh ve aşk potansiyeli idrak edip, nefis terbiyesini tamamladılar... Onlar, vatanda gurbeti yaşarken bile milletin derdiyle Mecnun oldular... Telli duvaklı bir sevgilinin değil, “Bir Güzel Ülkü”nün peşinden gittiler, tarihe yeni kahramanlar armağan edip, hüzünle umudu birlikte çivilediler gözlerimize...
Onlar, “...öğretilmemiş , tevârüs edilmiş bir asâletin emriyle; gâhi kızılcık, gâhi keder, gâhi sabır, gâhi ecel şerbeti içtiler de, bir dem olsun kan tükürmediler...”
Onlar; inandıkları dâvâ için şahâdet şerbetini içtiler... “Yaslı, yaralı Türklerin” bağımsızlıklarına kavuşmalarını göremeseler de, onların hayallerinde “Esir Türk illerinin hürriyet mücadelesi” çok önceden neticelenmiş, “Güzel Türkistan senge ne oldu” diye haykırırlarken bile mübârek Gök bayrak çoktan zafer burçlarına çekilmiş, Kafkaslardan esen yellerle Karadeniz çırpınırken “Yeni bir Türk Asrı”nın doğacağına gönülden inanmışlardı...
Onlar; hayatlarını Hakk’a göre tanzim eden, muhabbetleri de, nefretleri de Türk-İslâm Ülküsü’ne göre şekillenen Alperenlerdi... Süflî sevdâlar onların gönlünde aslâ yer bulamadı... Basit dünyevî hesaplar ve menfaatler için ideallerini rafa kaldırmadılar... Kalbini ve beynini hiç bir zaman midelerinin emrine vermediler... Onlar; “Nefsini yularla güdenlerdendi”, yularını nefsinin eline verenlerden olmadılar... Allah’a hakkıyla kul oldukları için, kula kulluk etmediler... Onlar, “ Şerefle kaybedilen dâvânın üzüntüsü bir gün sürer, şerefsizce kazanılan makam ve mevkiin zilleti bir ömür boyu devam eder” diyen koç yiğitlerdi...
Onlar; Efendimiz’in “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadîsini serlevha ettikleri için zulme ve haksızlığa rıza göstermediler... “Mazlumlara karşı izzetli ve merhametli, zâlimlere karşı da onurlu ve kuvvetli” oldular... “Kadife eldiven içindeki çelik yumruk” diye târif edildiler... Hakkın sevdasıyla zamana ve mekana meydan okudular... Makâma, şöhrete ve servete îtibar etmediler... “O’nu bulan neyi kaybetmiştir ki, O’nu kaybeden neyi bulmuştur ki” anlayışının müntesibiydiler...
Onlar; idealleri öldürülen bir milletin önce zihnen, sonra da cismen küçüleceğini biliyorlardı... Bu sebeple şahsî ideallerin değil, millî mefkûrelerin peşinde koştular... Onların lügâtlerinde köşe dönmek, şaibeli ihale almak, rüşvet almak, haraç almak, vebâl almak yoktu; gönül almak, dua almak, şan ve şeref almak vardı... Onların, gayri meşrû edinilmiş malları, haram üzerine binâ edilmiş mülkleri ve alın teri değmemiş bol sıfırlı banka hesapları yoktu ama, dünya nizâmını tesis etmek gibi bir ülküleri, Turan denen mukaddes mefkûreleri ve Türk Milleti’ni “Ufukların Efendisi” yapacak Kızılelmaları vardı...
Onlar; Türk Milleti’nin muhteşem mâzisini daha mükemmel bir istikbâle bağlayacak olan köprünün temellerine kendi bedenlerini toprak yaptılar, taş yaptılar, böyle ulvî bir gâyenin hizmetinde taş-toprak olarak bulunmayı en büyük şeref saydılar... Onlar Türk-İslam dâvâsı için taş oldular, gözlerde yaş oldular, çileyle gardaş oldular, ama alçaklarla asla yoldaş olmadılar... “Galiba hilkat, onların kumaşını bayrakların kumaşıyla birlikte dokumuş, hamurlarını Allah’a adanan kınalı kurbanlık koçların hamuruyla yoğurmuş, sütlerini haysiyet ve feragatin imbiğinden geçirmişti; onun için “maznun” iken de, “mahpus” iken de, “mağdur” iken de hep güzel kaldılar...”
Onlar; millet kültürü üzerine kurulacak bir devletin Devlet-i Ebed Müddet olacağını, milletle bütünleşmeyen, milleti yok sayan, millete ters düşen yapılanmaların uzun ömürlü olmayacağını bilen tarih şuurunun sahibiydiler... Onlar, mâziyi sâhiplenip, hâli kucaklayarak, istikbâle milletimizin mührünü vurmak isteyen yerli düşüncenin temsilcileriydiler, Batılı değerlerin taşeronluğuna hiç ama hiç soyunmadılar; çünkü onlar Türk’tü, Jöntürk değildi...
Onlar; yiğitliklerinin bedelini canlarıyla ödeyip, kendi tarihlerini kanlarıyla yazan, bir kaç damla gözyaşına okyanusları sığdıran, “Yiğit bir kere ölür, korkak bin kere” diyerek ölümle dost olmuş gönül erleriydiler... Onlar, çelik bilekliydiler, çatal yürekliydiler, mertlik sembolüydüler, gani gönüllüydüler... Onlar, mübârek ecdâdımız Yavuz Sultan Selim Han gibi “Cesâret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık da ölüme götürür” diyen ve akıncılar çağından günümüze kalan son Osmanlıydılar...
Onlar; urganlı şafaklardan nurlu basamaklara mütebessim bakışlarla yol bulup, âhirete gülümseyip giderken bizleri ağlatan, ruhlarındaki sükûneti yüzlerine yansıtan, hayatlarını hesap günü kazançlı çıkmak için tanzim eden, dünyevî kazanç ve kayıpları önemsemeyen, Cenâb-ı Hakk’ın ve Kainatın Solmayan Gülü’nün sevdasıyla son yolculuklarına “Bir gül bahçesine girercesine” çıkan yiğitlik âbidesiydiler...
Onlar; sonbaharın mecâlsiz bıraktığı mihrican vurgunu yemiş yapraklar misâli sararıp solmadılar, baharı yaşarken inancını bir kuvvet iksiri gibi ruhuna doldurup, ülkenin de bu inanç iklimini soluklamasını istedikleri için gök ekinken solduruldular...
Onlar; sistemin bekçiliğini yapmadılar, dâvâlarının gereğini ifâ ettiler... Birileri onlar adına ihâle almış olsalar bile; onlar sistemin sistemsizliğini sorguladılar, zulüm düzenine karşı kavga verdiler... “Bu düzen batmaz ise bu vatan batacaktır”, “Kavgamız vurguncu düzenedir” dedikleri için, beşeri doktrinleri aşıp İ’lây-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü’nü savundukları için, sistemin hâkimlerinin hâdimleri olmadıkları için, çizmeyi aşıp “çok oldukları” için mimlendiler, zulme uğradılar, haklarında îdam kararları verildi... Onlar; mevcut sisteme alternatif olacak “gölgesiz ve lekesiz bir adalet nizâmı” savunurken, köhnemiş bir düzene çekidüzen vermenin ya da düzenin bir parçası olmanın düzenbazlık olduğunu çok iyi bilecek ferâset ve basîret sahibiydiler.. Bu sebeple egemen irâdenin “tehdit sıralamasında” her zaman “tehlikeli” sayıldılar...
Onlar; aynı yağmurda ıslandığımız, aynı sevgiden beslendiğimiz, aynı duygularla seslendiğimiz, aynı mâziye yaslandığımız, aynı karda kışta, soğukta şehit omuzladığımız, aynı acıları ve sevinçleri paylaştığımız, gençliğini yaşamadan ihtiyar olan, ama sistemin adamı olmayan, inandığı gibi yaşamayı refah içinde yaşamaya tercih eden; çileyle, işkenceyle, zulümle, kanla canla, zindanla imtihana çekilen, “...bile bile aldanan, kaybettiğine değil aldatıldığına yanan, hesabı gülümseyerek imzalayan...”, kimi zaman “Yatağına kırgın” akan ya da akıtılan, “aldatıldığını ve kullanıldığını anladığı için yaralı ve muğber” olan, ama “Alnında nâmus lekesi” taşımayan dâvâ adamıydılar...
Onlar; yüreğimizin en mutena köşelerine oturttuğumuz, bâzen tarifsiz bir heyecan içinde, bâzen âh ederek, bâzen de kalbimize derin bir hüzün çökerek yâdettiğimiz, dokunaklı hatıraları gönlümüze dokundukça ağlamaklı olduğumuz, anılarımızın, gençlik yıllarımızın, uykusuz gecelerimizin, fikir çilemizin, kutsî ideallerimizin, en güzel hayallerimizin ortağı olan, dünyevi gailelerden âzâde, ferâgat ve fedakarlıkta zirveyi tutmuş, bencilliğe, ihtirasa, şöhrete ve servete meyletmeyen mahzun ve mağdur bir nesildi... Onların imânından, vatanseverliğinden, dürüstlüğünden, samimiyetinden hiç kimsenin şüphesi yoktu... Onlar; “...bir ekmeği bölüşen, bir battaniyeyi, bir endişeyi, bir ümidi paylaşan, ölümle hayat arasındaki ince çizgide hayatla veya ölümle cilveleşen...” yiğitlerdi...
Onlar; hançeremizi yırtarcasına söylediğimiz kahramanlık türküleriyle ve mehter marşlarıyla coştuğumuz, Kerkük’te Ata Hayrullah, Azerbaycan’da Şehriyâr, Kırım da Mustafa Cemiloğlu, Doğu Türkistan’da Osman Batur olduğumuz, kimi zaman Çin sarayını basan Kürşad’la, kimi zaman Ötüken’deki yiğitler yiğidi Oğuz Han’la, kimi zaman Malazgirt Meydanı’nda Alpaslan’la, kimi zaman İstanbul surlarında Ulubatlı Hasan’la, Çaldıran’da Yavuz Sultan Selim Han’la, Mohaç’ta, Kanuni Sultan Süleyman’la, Bağdat’ta Genç Osman’la, Tuna boylarında akıncı beyleriyle özdeşleştiğimiz ve Türk tarihini ruhumuzda yeniden yaşattığımız serdengeçtilerdi...
Onlar; “istikrar” icat olup mertlik bozulmadan önce Şeyh Sâdi’nin “ Dünya bir metâ değil ki, niza’a değsin” sözünü hayat felsefesi yapmışlardı... Dünya nimetleri karşısında eğilmemişler, bükülmemişler “ Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi” diyen Yunus Emre gibi gönül sultanlarını rehber edinmişlerdi... “Bir devrin delikanlıları” diye de tabir edilen bu Alperenler; “Asım’ın Nesli” de oldular, “Beyaz Zenci” de oldular, “Beşiktaşlı” da oldular, ama asla düzene payanda olmadılar... Millî değerlerimizin, kültürümüzün ve Türk Kimliği’nin savunucusu oldular, yaşatmayı yaşamaya tercih ettiler... Zamana teslim olmamak, zamanı teslim almak için mücadele verdiler... Onlar, Hakk için yola çıktılar, yoldan çıkmadılar...
Onlar; Allah’tan başkasına minnet etmediler... Eylül’deki hüznü, çileyi, yalnızlığı ve ihaneti yaşadılar, fakat inançlarını ve ideallerini kat’iyyen inkâr etmediler... Onlar; beşerî ihtiraslar ve dünyevî menfaatler için başkalaşım geçirmediler... Onlar; mâlum odaklara şirin gözükmek ve menhûs mahfillere yaranmak adına mefkûrelerine gölge düşürmediler, îtibarlarını zedeletmediler... Onlar; mevsimlik idealist, sentetik milliyetçi, seyyar kıbleli muhafazakâr ve fason dâvâ adamı olmadılar...
Onlar; fikir, şuur ve hareket birlikteliğinin idrâkini yaşarken, önce “adam” sonra “dâvâ adamı” olan, ne adamlığını ne de dâvâsını kaybetmeyen Eylül darbesi yemiş destan kahramanlarıydı...
Onlar, birilerinin müsaade ettiği kadar milliyetçilik yapmayı, zinde güçlerin izin verdikleri nispette inançlı olmayı kabul etmeyen; kalemi, kelâmı ve selâmı Kıble’ye dönük olan, gönlü Türk Dünyası’nı kucaklayan, kalbi Türkiye için çarpan Alperenlerdi...
Onlar; resmi bir paragrafta nesne olmaktansa, sivil bir cümlede özne olmayı tercih eden, inandıkları yolda dimdik yürüyen, kırılmayı göze alan, fakat hiç bir zaman bükülmeyen yiğitlik âbideleriydi...
Onlar, başı dik, alnı ak, sevdâsı Hakk olan güzel insanlardı...Onlar, “Kevser akan, “Gül” kokan” kahramanlardı...Onlar, “Türk Dünyası”na sevdâlı gönüllerdi...Onlar, “Eylül’ün Kırdığı Gül”lerdi...Onlar, Türk’ün yürek sesiydi...Onlar, Türkiye’nin beşik kertmesiydi...Onlar, idealizmin son efsânesiydi... Onlar, Anadolu’nun alın teriydi...Onlar, “Bu Ülke”nin “yerli”leriydi...Onlar, bize “Eylül”den değil, “Ocak”tan yâdigârdı...Onlar, “Bizim çocuklar”dı...
Dr. Mehmet Güneş
(www.yusufiye.net,11.Mart.2005,Cuma)
TERMELİ DOĞU/GÜNEYDOĞU ŞEHİDLERİ

1)
Adı Soyadı: Kibar Korhan KOÇ
Sın. Ve Rütb. : Jandarma Binbaşı
Köy ve Mah.: Akçagün Köyü
Birliği: Tunceli Bölge Komutanlığı /Tunceli
Şehadet Tarihi: 10 Ağustos1993
Olayın Yeri : Tunceli
Şehadet Şekli: Helikopter Kazası

2)
Adı Soyadı: İbrahim ORAL
Sın. Ve Rütb. : Piyade Er
Köy ve Mah.: Kazım Karabekir Paşa Köyü
Birliği: 1/25.P.A.3.Bl.K.lığı TUNCELİ
Şehadet Tarihi: 1 Mayıs 1998
Olayın Yeri: Kırmızı Köprü/TUNCELİ
Şehadet Şekli: 1.P.Tb. K.lığının Murat Operasyonunda

3)

Adı Soyadı: İsa BİÇER
Sın. Ve Rütb.: Jandarma Komando Er
Köy ve Mah.: Beşikli Köyü
Birliği: Jandarma Komando Bl.K.lığı Uludere-ŞIRNAK
Şehadet Tarihi: 1 Şubat 1992
Olayın Yeri: J.Komd.Bl.K.lığı Uludere-ŞIRNAK
Şehadet Şekli: Çığ düşmesi sonucu

4)

Adı Soyadı: Mustafa AKBULUT
Sın. Ve Rütb.:Jandarma Komando Er
Köy ve Mah.: Yalı Mahallesi
Birliği: J.Komd.Bl.K.lığı Uludere-ŞIRNAK
Şehadet Tarihi: 1 Şubat 1993
Olayın Yeri: J.Komd.Bl.K.lığı Uludere-ŞIRNAK
Şehadet Şekli: Çığ düşmesi sonucu

5)

Adı Soyadı: Ömer KELEŞ
Sın. Ve Rütb.:Jandarma Er
Köy ve Mah.:Oğuzlu Köyü
Birliği: J.Komd.Bl.K.lığı Solhan-BİNGÖL
Şehadet Tarihi: 1 Mayıs 1992
Olayın Yeri: Solhan İlçesi Pazarşah Köyü
Şehadet Şekli: Teröristlerle çıkan silahlı çatışma sonucu

6)

Adı Soyadı: Ahmet YILDIRIM
Sın. Ve Rütb.: Piyade Er
Köy ve Mah.: Şeyhli Köyü
Birliği: 28. P.A.2.Tb.Muh.Bl.Nazimiye-TUNCELİ
Şehadet Tarihi: 22Mart 1998
Olayın Yeri: Bingöl-Kığılı
Şehadet Şekli: Operasyon dönüşünde çığ düşmesi sonucu

7)

Adı Soyadı: Murat CANTÜRK
Sın. Ve Rütb.:Jandarma Üsteğmen
Köy ve Mah.: Çardak Köyü
Birliği: Gürpınar İlç.J.Bl.K.lığı VAN
Şehadet Tarihi: 6 Eylül 1979
Olayın Yeri: Güzelsu Bucağı Beşparmak Köyü Yolunda
Şehadet Şekli: Görev aracının arızalanması sonucu trafik kazasında

8)

Adı Soyadı: Cevdet BAHADIR
Sın. Ve Rütb.: Piyade Teğmen
Köy ve Mah.: Hüseyinmescit Beldesi
Birliği: 1. Komd.Tug.Komd.Tb.Kışla K.lığı Zincirlidere-KAYSERİ
Şehadet Tarihi: …………………
Olayın Yeri: ……………………
Şehadet Şekli: ………………….

9)

Adı Soyadı: Mustafa SOYLU
Sın. Ve Rütb.:Jandarma Er
Köy ve Mah.:Aşağısöğütlü
Birliği: J.Komd.Bl.K.lığı Ecebat-ÇANAKKALE
Şehadet Tarihi: 19 Nisan 1994
Olayın Yeri: J.Komd.Bl.K.lığı Ecebat-ÇANAKKALE
Şehadet Şekli: Nöbet esnasında kaza kurşunu ile

10)

Adı Soyadı: Davut SEMİZOĞLU
Sın. Ve Rütb.: Jandarma Komando Er
Köy ve Mah.: Bulgurlu Köyü
Birliği: İlçe J.Bl.K.lığı Silopi-ŞIRNAK
Şehadet Tarihi: 25 Temmuz 1994
Olayın Yeri: Silopi İlçesi Köseli Köyü
Şehadet Şekli: PKK terör örgütünün Köseli Köyünde döşediği mayınlar sonucu

11)

Adı Soyadı: Şeref TAŞKAYA
Sın. Ve Rütb.: J.Komd.Onb.
Köy ve Mah. : Kumcağız Köyü
Birliği: 21.Komd.Bl.K.lığı IĞDIR
Şehadet Tarihi: 11 Ağustos 1994
Olayın Yeri: Iğdır ili Aralık ilçesi
Şehadet Şekli: Teröristlerle çıkan silahlı çatışma sonucu

12)

Adı Soyadı: Erdoğna DİNAR
Sın. Ve Rütb.: Dz.P.Er
Köy ve Mah.: Hüseyinmescit Beldesi
Birliği: 1.Komd.Tug.K.lığı ŞIRNAK
Şehadet Tarihi: 27 Aralık 1994
Olayın Yeri: Cudi Dağı Gavur Tepe Mevkii
Şehadet Şekli: Teröristlerle çıkan silahlı çatışma sonucu

13)

Adı Soyadı: Necati EROĞLU
Sın. Ve Rütb.: J.Komd.Er
Köy ve Mah.: Töngellibel Köyü
Birliği: İl Jand.Alay K.lığı BATMAN
Şehadet Tarihi: 27 Mayıs 1995
Olayın Yeri: Sason İlçesi Acar mevkii
Şehadet Şekli: Teröristlerle çıkan silahlı çatışma sonucu

14)

Adı Soyadı: Nursal AKSOY
Sın. Ve Rütb.: Piyade Er
Köy ve Mah.: Sakarlı Beldesi
Birliği: 2.Kond.Tg.4.Komd.Tb.11.Bl.K.lığı BOLU
Şehadet Tarihi: 13 Ekim 1997
Olayın Yeri: Kuzey Şırnak
Şehadet Şekli: Teröristlerle çıkan silahlı çatışma sonucu

15)

Adı Soyadı: Erdal HÖYÜK
Sın. Ve Rütb.: J. Ast. Kd.Çvş.
Köy ve Mah.: Yalı Mahallesi
Birliği: 119 J.Snr.Al.K.lığı ŞIRNAK
Şehadet Tarihi: 12 08 1986
Olayın Yeri: Şırnak
Şehadet Şekli: Müsademe sonucu


Dip Notlar:

(*): Terme GÜNDEM Gazetesi, Yıl:2, Sayı:8 15 Ocak-15Şubat 2000, sh.8
(**): “O BELDE” Dergisi



TERMELİ DOĞU/GÜNEYDOĞU ŞEHİDİ AHMET YILDIRIM


Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü korumak için canlarını feda eden Termeli kahraman Mehmetçiklerimizin aziz hatıralarını sizlerle paylaşmak için bu yazı dizisini hazırlamaya karar verdik. Ailelerin ve arkadaşlarının ağzından kahraman Mehmetçiklerin hayat hikayelerini, çocukluk hatıralarını ve şehid olmadan önceki son mesajlarını sizlere aktarmanın gururu içerisindeyiz.
Ahmet YILDIRIM, 1977 yılında Şeyhli Köyü’nde Yaşar-Saniye çiftinin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. Baba Yaşar YILDIRIM en küçük çocuğu olmasının da etkisiyle Ahmet’i gözünün içi gibi bakarak büyüttü. Yıllar birbirini kovaladı. Ahmet önce okula başladı. Sonra da vatani görevi geldi ve askere gitti.
İşte Ahmet’in hikayesini babası Yaşar YILDIRIM’ın ağzından dinliyoruz:
“- Alınteri ve helal lokma ile büyüttüm ve topluma faydalı bir evlat yetiştirdim. Çocukluğunda dahi çok çalışkandı. Köyde herkesin yardımına koşardı. Okula gider ve dönüşte bize yardım ederdi. Askere gitmeden önce çeyizini hazırlıyordu. Asker dönüşü düğün yapacaktık. O köyün gençlerinin her şeyi idi. Arkadaşları ile her akşam toplanırlar, gelecek için hayaller kurarlar. Birbirlerine yardım ederlerdi. Askerlik Şubesi’nden çağırdıkları günü hiç unutmam sanki koşa koşa gitti ve tertipleriyle Peygamber Ocağı’na dualarla gönderdik. İlk olarak Acemi Birliği’ne Manisa’ya gitti. O ilk mektubunun verdiği mutluluğu unutamam. Manisa’ya Yemin Töreni’ne gitmeyi çok istiyordum ancak gidemedim. Hala bunun acısını çekiyorum. Onun en mutlu gününde yanında olamadım. Acemi Birliği’ni tamamlayıp geldiğinde çakı gibi asker olmuştu. Devletimiz oğluma çok iyi bakmış ve bize kısa bir süre için göndermişti. Kadro Birliği için tayini önce Sarıkamış’a, oradan da Tunceli’ye gitti. Tunceli’den sürekli görüşme imkanımız yoktu. Sürekli göreve çıkıyorlardı ve zaman zaman Munzur Dağı’nın eteklerinde vatan hainleriyle çatışmaya giriyorlardı.
Biz ev halkı sürekli olarak huzursuz bir şekilde bekliyor ve akşamları tüm Mehmetçiklerimiz için dua ederek geçiriyorduk. Bir ara izne geldi. Ayağı hafiften sekiyordu. Biz normal izne geldiğini zannettik ancak çatışmada vurulmuştu. O nedenle izne gelmiş. İzni bitti, gitme zamanı geldi. İzin alalım, dedim, kabul etmedi ve arkadaşlarının yanına döndü. Bir daha onu görmedik.
Şehadetinden bir hafta önce telefon görüşmemizde göreve gideceklerini söylemişti. Sürekli tedirginlik içindeydi. Şehid olduğu gün ablasının köyüne ziyaretegitmiştik. Haberi orada televizyondan öğrendik. Bir an da dünyam yıkıldı ancak metanetle karşıladım. Aileme sahip çıkmam gerekiyordu. En büyük tesellimiz oğlumuz vatan için şehid oldu. Ne mutlu ki ben bugün şehid babasıyım. Askerdeyken gönderdiği mektuplarında sürekli baba sabret, az kaldı.Asker dönüşü artık seni çalıştırmayacağım, diyordu. Maalesef dönüşü olmadı. Siz onu bir çeltik biçmesini görecektiniz, yorulmak bilmezdi. Çalıştıkça açılırdı. Babaannesi onun hasretine dayanamadı ve peşinden çok sevdiği torununa kavuştu. Ahmet şehid olduğunda 16 aylık askerdi.

SİLAHLA ARKADAŞ GİBİYDİ
Her Türk genci gibi Ahmet’in de silahlara karşı ayrı bir ilgisi olduğunu belirten Baba Yaşar YILDIRIM;”-Silahını alır, sürekli ava giderdi. Çok iyi atıcı olmasına rağmen hayvanları vurmayacak kadar merhametliydi. Akşamları beraber haberleri izlerdik. Hele bir gün gene haberleri izliyoruz, televizyon şehid haberlerini veriyor. Birden gözüm Ahmet’e takıldı. Gözlerini tüfeğine dikmiş, bir ona, bir televizyona bakıyordu ve sürekli Güneydoğu’da askerlik yapmak istediğini belirtiyordu. Vatanına aşıktı. Bayrak sevgisi ve vatan sevgisini biz onda tanıdık. Ben çocuklarımın hem babası, hem de en yakın arkadaşlarıydım. Ahmet daha bir benden izin almadan bir gitmemiştir. Akşamları her akşam bir arkadaşının evinde toplanırlardı. Buraya giderken dahi izin alır ve söylediği saatte mutlaka evde olurdu. Onun yokluğuna hala alışamadım. Her gün dört paket sigara içiyorum ve her Cuma onu ziyaret ediyor, onunla adeta sohbet ediyorum. Ahmet sağken evin telefonları hiç susmazdı. Şimdi ise telefonun çaldığı yok.”
OKUDUĞU OKULA VERİLMESİNİ İSTİYORUM

Ahmet YILDIRIM’ın köyün ilk ve tek şehidi olduğunu belirten Babası Yaşar YILDIRIM, mezun olduğu Şeyhli İlköğretim Okulu’na isminin verilmesini Devlet’ten beklediklerini belirterek;”- Devletimize aslan gibi bir yiğidi verdik. Bize onu çok görmesinler. Bizler, “anneler günü”nde hatırlanmak istiyoruz. Bu gün “şehid anaları”, “yılın anaları” olmalıdır. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Bu güne kadar bizi sadece bayramlarda, İlçe Jandarma Bölük Komutanı ve askerler ziyaret ettiler. Onun dışında arayan, soran yok. Neden bizde Sayın Valimiz veya İl Garnizon Komutanı’nın şehidlere düzenlediği törenlere çağrılmıyoruz? Neden bizim çocuklarımızın isimleri diğer yerlerde olduğu gibi sokak ve caddelere verilmiyor? Bu mutluluğu bize neden çok görülüyor, anlamak istiyorum.” Dedi.

APO HAKETTİĞİ CEZAYA ÇARPTIRILMALI

Vatan haini ve devlet düşmanı Abdullah ÖCALAN’ın yakalanmasına sevindiklerini ekleyen Yaşar YILDIRIM;”- Mahkeme biran önce sonuçlandırılmalı ve bu hain asılmalıdır. Televizyonlarda izliyoruz, milletin içi yanıyor. 30 bin kişinin katili “özür diliyormuş”, neyi değiştirir? Bizim evlatlarımızı geri getirir mi? Hala Bölge’den şehid haberleri geliyor. Sivrisinekleri öldürmekle temizlenmez, bataklığı kurutmak lazım. Bizim bugün içimiz yanıyor. Bu acı ancak Apo’nun asılmasıyla hafifler” şeklinde konuştu.(*)

(*): Terme GÜNDEM Gazetesi, Yıl.:1, Sayı.:3, Haziran 1999, sh.4


NOT: TSK ŞEHİDLERİ PLAKETLENDİ EKLE!!!

RESİM VAR-EKLE!

ÇANAKKALE ŞEHİDLİĞİ’NDE BİR TERMELİ(*)


Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı çarpışmalarının yapıldığı ve kahraman ordumuzun Anzaklara geçit vermediği Çanakkale Savaşları’nda şehid olmuş 250 bin şehidimiz arasında Termeli Baki YUNUSOĞLU da bulunuyor.
Termeli Çanakkale Şehidi Baki YUNUSOĞLU, savaşın en acımasız günleri olan ve İtilaf Devletlerinin en güçlü ordularıyla yüklendikleri1915 yılında, 19 yaşında idi. Bu gün çoğu insanın adını dahi hatırlamadığı aziz şehidimizin adının yaşatılması için yetkililerin harekete geçmesi gerektiğini belirten vatandaşlar, “Özellikle ilçe kaymakamımızdan şehidimizin adının yaşatılması için harekete geçmesini beklemekteyiz.” Şeklinde konuştular.

(*): Terme GÜNDEM Gazetesi, Yıl.:1 Sayı.:5 15 Ağustos-15 Eylül 1999, s.3
NOT: RESİMİ EKLE
TERMELİ KORE ŞEHİDİ BAHRİ KURNAZ(*)


Adı Soyadı: Bahri KURNAZ
Sınıfı ve Rütbesi: Piyade Onbaşı
Baba Adı: Şakir
Memleketi: Terme
Doğum Tarihi: 1930
Duhulü: 30 10 1950
Sicil Numarası:………..
Medeni Durumu: Bekar
En Son Birliği: 2. Kore Tugayı
Şehid Olduğu Tarih: 16 Kasım 1951
Şehid Olduğu Yer: …………
Aldığı Madalya: …………


(*): T.C. Genelkurmay Başkanlığı, “Kore Savaşı Şehidlerinin Biyografileri”, Hazırlayan: Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, sh.444, Ankara


KORE’DEKİ “TÜRK ZAFER ANITI”(**)

Resim: Güney Kore’nin kurtuluşunu sağlayan 25 Ocak 1951 Kumyongjong-ni Zaferimiz anısına, hakbilir Kore halkı tarafından dikilen “Türk Zafer Anıtı”dır.


(**): “Kore’de Türk Askeri”, Hazırlayan. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Kültür Bakanlığı /1152, Gençlik ve Halk Kitapları/46, Yı.:?, Ankara
İSTANBUL HADIMKÖY ŞEHİDLİĞİ’NDE DE TERMELİ ŞEHİD

OSMANOĞLU HAŞİM SEZER



İstanbul Hadımköy Şehidliği’nde, İlçemiz Bahçelievler Mahallesi Muhtarlarından Aziz SEZER’in babası, “görev şehidi”, Osmanoğlu Haşim SEZER’in de kabri var. Termeli şehid Osmanoğlu Haşim SEZER, 1929 doğumlu..1951’de şehid olmuş. Kuşculu Köyü’nden…(*)

(*): Kaynak Kişi: Aziz SEZER, Bahçelievler Mahallesi Muhtarlarından, Ekim 1999



NOT: FOTOĞRAFLAR VAR-EKLE
TERMELİ DEPREM ŞEHİDİ İSA EROĞLU(*)



19 Ağustos 1999 Marmara Bölgesi Depremi’nde, Gölcük Donanma Komutanlığı’nda vatani görevini yaparken göcük altında kalarak hayatını kaybeden, 21 yaşındaki Termeli İsa EROĞLU, Töngellibel Köyü’nde, gözyaşları arasında toprağa verildi.

(*): Türkiye Gazetesi, İHA, 24. Ağustos. 1999, Salı




















ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


TERMELİ GAZİLER



TERMELİ GAZİLER…

Toprağımızın manevi sahipleri, “yatır”lar, “türbe”ler, “makam”lardaki “evliyaullah”lardır. İslami inancımıza göre “toprağın bile yemediği” bu “nurlu insanlar”, Allah(c.c.) yolunda şehadete ermiş hakiki şehidler, şühedalardır. Allah(c.c.) yolunda “ölürsem şehid, kalırsam gazi” İslami inanç ve şuurudur ki, “toprağımızı” “vatan” hatta “cennet vatan” yapmıştır. Bu sebepten gazilerimizi de unutamayız.
Allah(c.c.) indinde kimin “şehid”, kimin “gazi” olduğunu en iyi Rabb’ül-alemin bilir. her şeyin en doğrusunu ancak Cenab-ı Hakk bilir..
Bu anlayış ve şuur içerisinde, bu “Üçüncü Bölüm”ü, “Termeli Gaziler” olarak isimlendirdik. “Yedi Düveli/Yedi Devleti” dize getirdiğimiz, “her rengi ile emperyalizm”e diz çöktürdüğümüz diyebileceğimiz “İstiklal Harbi”mizin, “Milli Mücadele”mizin(1918-1923) “gazileri”, ayrıca “İstiklal Madalyası” almış “gazilerimiz”; “Kore Gazileri”(1952) ve “Kıbrıs Gazileri”(1974)…İsimleri, askeri rütbeleri, doğum yeri ve tarihleri…
Dikkatli bir okuyucu, Kore’de şehadete ermiş Termeli şehidin varlığını görecektir. Mustafa Necati ÖZFATURA gibi büyüklerimiz, yazılarında, zaman zaman, “Kore Gazileri”nin aldıkları madalyaları- ki varsa- Amerika’ya iade etmeleri gerektiğini vurgulamaktadır.”Madalya Sahibi” Termeli Kore Gazileri, ne düşünür bilemeyiz?


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TERMELİ GAZİLER


“İSTİKLAL HARBİ/MİLLİ MÜCADELE”(1918-1923) GAZİLERİ
MUHTEMELEN “İSTİKLAL MADALYASI” ALMIŞ TERMELİ GAZİLER


SAYISI ADI SOYADI ASKERİ RÜTBESİ DOĞUM YERİ DOĞUM TARİHİ

3(ÜÇ) HALİL BAŞ PİYADE ER TERME/YENİ MAHALLE HİCRİ 1317
MİLADİ 1899
HALİD KESKİN PİYADE ER TERME/YALI MAH. HİCRİ 1317
MİLADİ 1899
MAKSUT BAHAR PİYADE ER TERME/KESİKKAYA KÖYÜ HİCRİ1316
MİLADİ 1898


“TERMELİ KORE GAZİLERİ”(1952)

SAYISI ADI SOYADI ASKERİ RÜTBESİ DOĞUM YERİ DOĞUM TARİHİ

18(ONSEKİZ)
MEHMET DUMAN PİYADE ER TERME 1930
ALİ KARACA ER ORDU(AKÇAY YENİ MAHALLE) 1930
AHMET SİVAS PİYADE ER TERME/ELMALIK MAH. 1931
HASAN MEMİŞ PİYADE ER TERME/TAHNAL KÖYÜ 1931
DURMUŞ ÖZEN PİYADE ER TERME/GÖLYAZI BELD. 1929
İBRAHİM YILDIZ PİYADE ER TERME/EVCİ BELDESİ 1930
MUSTAFA GÜMÜŞ PİYADE ER TERME/KÖYBUCAĞI KÖYÜ 1930
KEMAL AYGÜN PİYADE ER TERME/BAYRACALI(!) 1930
VEYSEL KURU PİYADE ER TERME/AKSARAY KÖYÜ 1930
HASAN DOĞANCI PİYADE ER ÜNYE(TERME AKÇAY’DA) 1931
SALİH BERLİK PİYADE ER FATSA(TERME ÇARDAK KÖYÜND.) 1924
MUSTAFA BOZ PİYADE ER OF(TERME ÇAY MAH.’DE) 1931
KADİR KONAÇOĞLU PİYADE ER TERME/ESATÇİFTLİĞİ KÖYÜ 1932
MEHMET ŞAHİNKAYA PİYADE ER TERME/ YALI MAHALLESİ 1932
RECEP ÇETİN TOPÇU ER TERME 1931
TAHİR ALİ KATMER ORDUNAT ÇAYELİ(TERMEKOCAMANBAŞI’DA)1929
ALİ ÖĞÜT PİYADE ER KORGAN(TERME AŞAĞISÖĞÜTLÜ’DE)1929

“TERMELİ KIBRIS GAZİLERİ”(1974)


SAYISI ADI SOYADI ASKERİ RÜTBESİ DOĞUM YERİ DOĞUM TARİHİ
130(YÜZOTUZ)

AHMET TEZ PİYADE ER TERME/KOZLUK BELDESİ 1954
DURSUN ALİ ALTUN DZ. ER TERME/GÜNDOĞDU KÖYÜ 1953
MUSTAFA SARAL DZ. ER TERME 1953
HÜSEYİN KUL İS. ER TERME/KOZLUK BELDESİ 1954
SABRİ UYTAN ORD. ER TERME/SAKARLI BELDESİ 1953
ALİ KANDAN DZ. ER ÜNYE(TERME/SAKARLI’DA) 1953
YUSUF ERDEN DZ. ER TERME/SAKARLI BELDESİ 1952
SEBAHATTİN AKÇAY PİYADE ER TERME/FENK MAHALLESİ 1953
MEHMET KESKİN DZ. ER TERME/EVCİ BELDESİ 1953
HAYRETTİN YÜKSEL PİYADE ER TERME/ÇARDAK KÖYÜ 1954
RAMAZAN FİDAN DZ. ER TERME/YAYLA KÖYÜ 1953
CEMAL MERT DZ. ER TERME/ÇAY MAHALLESİ 1953
MEHMET KERİM DZ. ER TERME/SİVASLILAR KÖYÜ 1953
HASAN KAYA DZ. ER TERME/SİVASLILAR KÖYÜ 1953
MUZAFFER TAŞDAN DZ. ER TERME/SİVASLILAR KÖYÜ 1953
EROL BEKMEZ PİYADE ÇAVUŞ TERME 1951
CEVAT HAKALMAZ DZ. ER TERME/SAKARLI BELDESİ 1954
İRFAN GÜREL PİYADE ER TERME/YUKARI TAŞPINAR KÖYÜ 1954
MUSTAFA AYAN TOPÇU ER TERME/GÜNDOĞDU KÖYÜ 1954
YUSUF KAPLAN PİYAD ER TERME/KESİKKAYA KÖYÜ 1954
MUSTAFA KABAŞ DZ. ER TERME/SAKARLI BELDESİ 1953
SAMİ AKYÜZ DZ. ER TERME/MESCİTLİ KÖYÜ 1953
MAZHAR AYAR PİYADE ONBAŞI TERME/FENK MAH.(GİRESUN) 1954
YILMAZ TRABZON TNK. ER TERME/UZUNGAZİ KÖYÜ 1954
İSMET SURUÇ DZ. ER TERME/EVCİ BELDESİ 1953
SALİH ÖZÇELİK DZ. ER TERME/AHMETBEY KÖYÜ(FATSA DOĞUMLU)1954
MEHMET TÜRK PİYADE ER TERME/ELMALIK MAH.(FATSA DOĞUMLU) 1954
ŞEVKET AKÇAY PİYADE ER TERME/UZUNGAZİ KÖYÜ 1954
NİYAZİ YETİM TANK. ONB. TERME/YENİ MAH. 1954
ALİ BERK DZ. ER TERME/ELMALIK MAH. 1953
SAMİ KÖSEOĞLU DZ. ER TERME/KONAKÖREN KÖYÜ 1953
YÜKSEL SOYLU DZ. ER TERME/YERLİ KÖYÜ 1954
SÜLEYMAN ARSLAN DZ. ER TERME/YAVAŞBEY KÖYÜ 1954
ERDAL PEKMEZ DZ. ER TERME/BAĞSARAY KÖYÜ 1953
AHMET ÖZEN DZ. ER TERME/ÇANAKLI KÖYÜ 1953
OSMAN USLU TOPÇU ER TERME/KOCAMANBAŞI KÖYÜ 1953
TURAN DARENDELİ DZ. ER TERME/YAVAŞBEY KÖYÜ 1953
MUSTAFA YILMAZ DZ. ER TERME/EVCİ BELDESİ 1953
VEYSEL ÖZKAN SIH.ONB. TERME/KOCAMAN BELDESİ 1953
AHMET YÜKSEL DZ. ER TERME 1953
MEHMET BÜLBÜL DZ. ER TERME 1953
SECAETTİN ÇETİN PİYADE ER TERME/YENİMAHALLE 1953
HASAN MEMİŞ DZ. ER TERME 1953
YAŞAR PALA DZ. ER TERME/OĞUZLU KÖYÜ 1953
TURGUT KARADAĞ DZ. ER TERME 1954
RECAİ YAŞLI DZ. ER TERME/AHMETBEY KÖYÜ 1953
ENVER CANBULAT DZ. ER TERME/HÜSEYİNMESCİT BELDESİ 1953
VEYSEL KARA DZ. ER TERME/KOZLUK BELDESİ 1954
NECATİ MACİT DZ. ER TERME/OĞUZLU KÖYÜ 1953
KERİM AKGÜL İS.ER TERME/KARAYONCA KÖYÜ 1954
ALİ AKGÜL DZ. ER TERME/KARAYONCA KÖYÜ 1951
MURAT BAŞER PİYADE ER TERME/SÜTÖZÜ KÖYÜ 1954
ÜZEYİR AKMAN PİYADE ER TERME/YENİMAHALLE 1954
NİZAMETTİN DOĞAN DZ. ER TERME 1953
SAİD ÖZDEMİR DZ. ER TERME/ÇAY MAHALLESİ 1953
HASAN KÖKSAL DZ. ER TERME/ELMALIK MAHALLESİ 1953
TEVRAT ARSLAN DZ. ER TERME/SARAYKÖYÜ 1953
ARİF ÇELEBİ DZ. ER TERME/KOCAMAN BELDESİ 1953
ŞAKİR CENGİZ DZ. ER TERME/KARACALI KÖYÜ 1953
HASAN YAZAL TNK.ÇVŞ. TERME/KARACALI KÖYÜ 1953
EKREM VAR DZ. ER TERME/KARACALI KÖYÜ 1953
YAŞAR KURU DZ. ER TERME/KIRGIL KÖYÜ 1953
ŞAHİN BÜTÜN DZ. ER TERME 1950
İBRAHİM TERZİ DZ. ER TERME 1953
HÜSEYİN BAŞ DZ. ER TERME/MURATLI KÖYÜ 1954
SELAHATTİN YILMAZ DZ. ER TERME/BAZLAMAÇ BELDESİ 1954
İRFAN ÇETİN PİYADE ÇAVUŞ TERME/YUKARITAŞPINAR KÖYÜ 1951
HASAN ŞAHİN P.KOM.ONB. TERME/AŞAĞISÖĞÜTLÜ KÖYÜ 1953
AHMET AKDENİZ DZ. ER TERME/AŞAĞISÖĞÜTLÜ KÖYÜ 1953
ŞAHİN KESKİN DZ. ER TERME/YENİ CAMİİ KÖYÜ 1954
HASAN EROĞLU DZ. ER TERME 1953
MEHMET KATAR DZ. ER TERME/YENİ MAHALLE 1953
HAMZA PALA PİYADE ÇAVUŞ TERME/ÇAY MAHALLESİ 1954
RAFET ŞAHİN DZ. ER TERME/ESAT ÇİFTLİĞİ KÖYÜ 1953
DURMUŞ ERZURUM DZ. ER TERME 1953
ADİL DURSUN DZ. ER TERME/ALTUNLU KÖYÜ 1953
KAMİL AVCI MU. ER TERME/SKARLI BELDESİ 1953
MEHMET ÖZSOY DZ. ER TERME 1954
ALİ VAR DZ. ER TERME/YUKARISÖĞÜTLÜ KÖYÜ 1953
TURGUT KÖKTEN DZ. ER TERME 1954
AZİMET TURAN DZ. ER TERME 1954
İSMAİL VAROL DZ. ER TERME/ÇAY MAHALLESİ 1953
YAŞAR KAYA P. ONB. TERME/BULGURLU KÖYÜ 1954
CEMAL UZUN TOP.ONB. TERME/BULGURLU KÖYÜ
ENGİN YÜKSEL DZ. ER TERME/MESCİTLİ KÖYÜ 1953
SABRİ MARAŞ DZ. ER TERME/YERLİ KÖYÜ 1953
MUSTAFA ULUIŞIK P.KOM.ER TERME 1954
İLYAS ÇITIR DZ. ER TERME 1953
YUSUF ÖZ DZ. ER TERME 1954
İSMAİL ER DZ. ER TERME 1953
SEBAHATTİN DİNLER DZ. ER TERME/YENİ MAH. 1953
AHMET ÇAM PİYADE ONBAŞI TERME 1953
ALİ SAKARYA PİYADE ER TERME 1954
KÖKSAL GÜLER PİYADE ER TERME 1953
HASAN ÇALIŞKAN PİYAD ER TERME 1954
KAMURAN UZUN PİYADE ER TERME/BAFRACALI KÖYÜ 1954
FAZLI AYDIN DZ. ER TERME 1954
ATA KAHVECİ DZ. ER TERME 1953
KADİR ÖZEN DZ. ONBAŞI TERME 1953
MAHMUT UYSAL PİYADE ÇAVUŞ TERME 1953
KEMAL KANBER DZ. TOPÇU ER TERME/KOCAMANBAŞI 1953
MUZAFFER KONAÇOĞLU PİYAD ER TERME/ESAT ÇİFTLİĞİ 1954
TAHSİN YAZICI KOMANDO ER TERME/KÖYBUCAĞI 1954
NECATİ KOÇ DZ. ER TERME/KÖYBUCAĞI 1954
MUSTAFA GÜL KOMANDO ER TERME/DUMANTEPE 1953
MUSTAFA ALKIN DZ. ER TERME 1954
ZEKİ DALGIN DZ. TOPÇU ER TERME 1954
İSMAİL AYDIN PİYADE ER TERME 1954
MUSA USLU PİYADE ONBAŞI TERME/KOCAMAN BELDESİ 1954
KEMAL CANDAN KOMANDO ÇAVUŞ TERME/GÜNDOĞDU 1953
DURSUN ŞENTÜRK SIHHIYE ER TERME 1953(VEFAT ETTİ)
AHMET YAZICI DZ. ER TERME/YENİ MAHALLE 1953
YAKUP DOĞAN DZ. ER TERME 1953
EKREM KILIÇ PİYADE ONBAŞI TERME 1953
YUSUF ERGEN PİYADE ER TERME/AKÇAGÜN KÖYÜ 1953
OSMAN KEÇEÇİ PİYADE ER TERME/ERENKÖY 1954
ŞEVKET GÜNAL DZ. ER TERME/BAZLAMAÇ BELDESİ 1953
FAHRİ KESKİN DZ. ER TERME 1953
MEHMET KAYA PİYADE ONBAŞI TERME 1954
CEMAL KAYMAK SIHHIYE ER TERME/KÖYBUCAĞI 1954
HAYATİ ÖZEN DZ. ER TERME 1953
MUZAFFER BAŞ PİYADE ER TERME 1950
MUHAMMED UYAR PİYADE KOMANDO ÇAVUŞ TERME 1950
NECMİ ÖZTÜRK DZ. ER TERME/ÇAY MAHALLESİ 1953
TURHAN KÖKTEN DZ. ER TERME 1947
AHMET AKDENİZ DZ. ONBAŞI TERME/ORTASÖĞÜTLÜ 1953(VEFAT ETTİ)
ADEM KÖKTEN DZ. ER TERME 1953(VEFAT ETTİ)
YÜKSEL KARA DZ. ER TERME/SAKARLI 1953
TERMELİ KIBRIS GAZİLERİ

MEVLÜT AKSÜT


“Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” isimli kitabımızın ilk baskısında, “Termeli Kıbrıs Gazileri” bölümünde, “Termeli Kıbrıs Gazisi Mevlüt AKSÜT” yer alması gerekirken; sehven unutulmuştur. Sonraki aylarda, yayınladığımız “Terme Birlik MEFKURE” isimli mahalli gazetemizde, kendisi ile uzun bir ropörtaj yapmıştık.
Hem bahse konu ropörtajı kitabımıza eklerken; hem de “Termeli Kıbrıs Gazileri” bölümüne “Mevlüt AKSÜT”ü de ekliyoruz…



ÖZEL BÖLÜM İKİ

TÜRK ÇOCUGU! DÜSMANINI TANI!!...(1)

Türk Çocugu! Zannetme ki, Türkiye’nin çevresinde dönüp dolasan olaylar, olaylarin geçtigi bölgeyi ilgilendiriyor. Hayir bilakis; Türkiye’yi, yani, seni ilgilendiriyor. Zannetme ki düsman görünürde olanlardan ibarettir, hayir; asil düsman içine tebelles olanlarla sana dost görünenlerdir. Zaten en tehlikeli düsman sinsi olandir. Gizli hastalik gibi. “Açik yaradan kimse ölmez” denmistir. Bu yazi serimizde sana en tehlikelisinden daha az tehlikeli olanina kadar düsmanlarini tanitmaya çalisacagiz. Umarim faydali olur. EN TEHLIKELI DÜSMAN:SIYONIZM 1-GIRIS: Genellikle biz Türk halki ülkemizin, milletimizin, dinimizin ve huzurumuzun düsmani olarak Ermenileri, Rumlari, Yunanlilari, Batililari, Iran’i, Saddam’i, Suriye’yi vs görür öyle biliriz. Böyle bilmemizin asil nedeni tarihten ve komsuluk iliskilerimizden gelen bazi pürüzlerin çok detaylandirilarak önümüze konulmasidir. Lozan Anlasmasiyla çizilen sinirlarimizin kimi komsularimiz tarafindan benimsenememesi ile, Osmanlinin varisleri olmamizdan dolayi, yine o eski mehabetli günlerimize döner, yakin ve uzak bölgeleri kontrolümüzde tutmak isteriz endisesinin komsularimizda meydana getirdigi ‘ihtiyatli’ durma pozisyonu da iliskilerimizin ,zaman içinde gerilmesine sebep olmaktadir. Halbuki en kestirme ve sinsi düsman, Osmanlinin da ipini çeken, Allah’a düsman, dünya milletlerinin basina bela olan “Kuranda lanetlenen kavim” Yahudilerin ‘Siyonizm’ gayesi etrafinda toplanmis örgütüdür. Bu yazimizda kisaca ‘Siyonizm’i ve hedeflerini açiklayacagim. 1-SIYONIZM’IN TARIHÇESI Siyonizm’in tarihi 3000 yil öncesine dayanir. Allah’in Peygamber Musa’ya gönderdigi hak kitabi (Tevrat) i degistirerek kendi emel ve amaçlarina uygun bir kitap haline getirip Israil Ogullarinin dünyaya hakim olmasi gerektigini, “Yehova” adini verdikleri tanrilarinin böyle buyurdugunu iddia ile o gün bugün fitne ve fesadin en âdicesini, pustluk ve zulmün en vahsicesini uygulaya gelen bir örgüttür. Yakup peygamberin ogullaridir Yahudiler. Içlerinden iyi niyetli, Allah’a yakin olanlari da çikmistir elbet. Ama çogunlukla hem Allah’a, hem gönderilen peygamberlere hem de tarih boyunca beraber yasadiklari toplumlara veya sinirlarinda yasayan milletlere en adi ve vahsi isyanlari yapmis bir kavimdirler. Siyonizm ise onlarin dünya hakimiyeti fikrinin islendigi karanlik örgütleridir. 2-ÖNCE TEVRAT’I, SONRA INCILI BOZDULAR Tevrat’i maalesef bozdular ve içine gerçekle asla bagdasmayan ayetler yazdilar. Iste tahrif edilmis Tevrat’tan bazi saçma sözler ve çeliskiler: a-Çeliskiler: “Ve Saul’un kizi Mikal’in ölümü gününe kadar çocugu olmadi.” (II.Samuel Bölümü 6/23) “Saul’un kizi Mikal’in Meholali Barzillay oglu Adriel’e dogurmus oldugu bes oglunu kral aldi.” (Samuel Bölümü 21/8) “Ve Suriyeliler Israil’in önünden kaçtilar. Ve Davud, Suriyelilerden yedi yüz araba cenkçiler ile, kirk bin atli telef etti ve ordu basbugu Sofak’i vurdu ve orada öldü.” (II. Samuel Bölümü 10/18) “Ve Suriyeliler Israil’in önünden kaçtilar ve Davud, Suriyelilerden, yedi bin araba cenkçiler ile kirk bin yaya asker öldürdü. Ordu basbugu Sofak’i da öldürdü.” (I: Tarihler Bölümü 19/18) Hangisi dogru sözüm ona bu ayet(!)lerin? “Ahazya kral oldugu ,zaman kirk iki yasinda idi ve Yarusalem’de bir yil krallik etti.” (II: Tarihler Bölümü 22/2) “Ahazya kral oldugu ,zaman yirmi iki yasinda idi ve Yarusalem’de bir yil krallik etti.” (II. Krallar Bölümü 8/26) Ahazya kirk iki yasinda mi kral oldu yoksa yirmi iki yasinda mi? Degistirilmis Tevrat’tan Yahudilerin kendilerini üstün irk gösteren uydurma ayetlerine bir bakalim: “Siz Allah’in, Rabb’in ogullarisiniz. Çünkü sen, Allah’in, Rabb’e mukaddes bir kavmisin ve Rab üzerinde olan bütün kavimlerden üstün olarak, kendine has bir kavim olmak üzere, seni seçti.” (Tevrat, Tesniye Bölümü, 14/2) “Ve Allah’in Rabb’in sana teslim edecegi bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acimayacak.” (Tevrat, Tesniye Bölümü,7/16) Görüldügü gibi Yahudiler kendilerini diger tüm insanliktan üstün görüyor ve tanrilarinin has kullari olduklarini, diger milletlerin efendisi olarak yaratildiklarini bozduklari Tevrat’a yazdiklari uydurma sözlerle iddia ediyorlar. Siyonizm fikrinin babasi sayilan Ahad Ha’am Nietsche Yahudilerin üstün irk inancini söyle ifade ediyor: “Yaratilis merdiveninde farkli basamaklar oldugunu herkes dogal olarak kabul eder: Önce inorganik nesneler, bitkiler ve hayvanlar alemi sonra konusan yaratiklar ve hepsinin üstünde Yahudiler.” (Sources de la Pensee Joive Contenporaine, sf.49) Demek Yahudi olmayanlar “Konusan yaratiklar”... Nitekim bu anlayis Felsefeye de bulasmis; “El insanü hayvanün natikun: Insan konusan bir canlidir.” Denilmistir. Yahudilerin bu sakat ve Ilahi mesajdan uzak inanci onlari yer yüzüne egemen olma hayaline sevk etmistir. Fakat bir handikaplari var: Sayilarinin azligi. Soylu bir irk olduklarini iddia ettiklerinden insanlik ailesinin diger fertleriyle evlilik yapmamislar, ne kiz almislar ne de vermislerdir. Soylari sayica az, insanlik sayica fazla oldugundan, tüm insanligi egemenlik altina almak zor olacagindan “Siyonizm” fikrini ortaya atarak onun çevresinde kümelenmislerdir. Siyonist emellerini gerçeklestirebilmek için ise çesitli karanlik örgütler kurarak insanligi egemenlikleri altina almayi basarmislardir maalesef. Insanliga egemen olabilmek için son derece zalim ve acimasiz olmaktadirlar. Çünkü kendileri disindaki insanlari öldürmekle sinek öldürmek arasinda fark yoktur onlar için. Bakiniz bozulmus Tevrat’tan uydurma sözleri ne diyor: “Eger kendi yüreginde, “Bu milletler benden çokturlar, nasil onlarin mülkünü alabilirim?” dersen, onlardan korkmayacaksin...Allah’in Rab o milletleri önünde azar azar kovacak, onlari çabukça bitiremezsin yoksa senin üzerinde kir hayvanlari çogalir.” (Tevrat, Tesniye Bölümü, 7/17-22)(www.giresunısık.com,13 Temmuz.2004, İdris Günaydın)

TÜRK ÇOCUĞU! DÜŞMANINI TANI!!...(2)
Bir önceki yazımda Türkün ve tüm insanlığın en tehlikeli düşmanının “Siyonizm” olduğunu yazmıştım. Aynı ifadeyi Yahudi Milletinin tümü için kullanmıyorum. Çünkü, elbet onlar içinde de masum olanlar var. Benim bahsettiğim “Siyonizm” adlı karanlık örgütün fikrini benimseyenler.Günümüzde Siyonist Yahudiler maalesef, kurdukları muazzam ekonomik, siyasi, korkuya dayanan masonik, rotaryen örgütleri ile dünyanın kanını emmektedirler. Bunu bozdukları Tevrat’a uydurarak yazdıkları şu söz çok güzel anlatıyor: “Çünkü sana kulluk etmeyen millet harap olacak. Ve seni sıkıştıranların oğulları sana eğilerek gelecekler ve seni hor görenlerin hepsi senin ayaklarının tabanlarında yere kapanacaklar ve sana, Rabb’in şehri Kudüsün Sion’u diyecekler. Ve milletlerin sütünü emeceksin.” (İşaya Bölümü, 60/10-16)Ne acı! Kurdukları faizli banka ve finans sistemleri ile tüm dünyanın sütünü emerek her yıl en az beş trilyon doları örgütlerine aktarmaktadırlar.Bakınız değiştirdikleri Tevrat’ta daha ne uydurma sözler bulunmaktadır:“İşte şimdi bildim ki, bütün dünyada Allah yoktur, ancak İsrail’de vardır.” (II.Krallar Bölümü. 10/15)O nasıl Allah anlayışıdır ki; sadece yeryüzünün bir bölgesinde, bir milletle bulunacak; diğer bölgeler ve milletler tanrısız olacak.“Kızlarınızı onların oğullarına vermeyeceksiniz ve oğullarınıza ve kendinize onların kızlarından almayacaksınız.” (Nehemya Bölümü, 13/25)“Bütün göklerin altında olan kavimler üzerine bu gün senin dehşetini ve korkunu koymaya başlayacağım, onlar senin haberini işitecekler ve senin yüzünden titreyip kıvranacaklar.” (Tesniye Bölümü,2/25)Filistin’de ve tarih boyunca yaşadıkları tüm bölgelerde neden rahat durmadıkları, niçin anarşi ve terörün kaynağı oldukları bu uydurma sözden anlaşılıyor.“Hiç bir leş yemeyeceksiniz; onu yabancıya satabilirsin, çünkü sen Allah’ın, Rabbe mukaddes bir kavmisin.” (Tesniye Bölümü, 14/21)Ne ilkel ve vahyi anlayıştan uzak bir düşünce.Kendilerine temiz olanı, tüm insanlık ailesine leş olanı reva gören iğrenç bir inanç.Bununla kalmıyor saçmalıkları:“Tanrı tüm evreni dört temel ayırım yani, mineral, bitki, hayvan ve insan üzerine kurmuşsa da, aslında beşinci bir türün var olduğu yazılmıştır. Bu da Am İsrael, yani Yahudilerdir. O’nu dördüncü türden, konuşanlar topluluğu insanlardan ayıran mesafe, insanı hayvandan ayıran mesafeden daha az değildir.” (Rav Yoel Kahn, “La cinquieme dimension” Rencontres Habad No:25, 1989, sf,15) Irkçılığın böylesi, sapıklığın ve sapkınlığın böylesi nerede görülmüştür?Nerede “Bir insanı öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir, bir insanı öldüren bütün insanları diriltmiş gibidir.”(Kuran-ı Kerim, Maide Suresi/32) diyen İslam Dini, nerede tüm insanlığa ‘leş’i layık gören Yahudi inancı.Nerede “Biz sizi bir dişi ile bir erkekten yarattık. Bilişip tanışanısınız diye kabilelere ve boylara ayırdık. Allah katında üstünlük ancak Allah’a yakınlık iledir. (K.Kerim, Hucurat Suresi /13) diyen İslam dini, nerede kendilerini tüm insanlardan üstün görüp, insanlığı hayvanlarla aynı kefede gören Yahudilik?Onların bu bilime, dine ve hakikate aykırı inançlarına Allah 14 asır önce Kuranda ne anlamlı cevap vermiş:“.........Yahudiler: “Biz, Allah’ın çocukları ve sevgilileriyiz.” derler. De ki: “Hayır, siz de onun yarattığı birer insansınız.” (Maide Suresi/ 18) YERYÜZÜNÜN EN BÜYÜK BOZGUNCUSU SİYONİZM DÜŞÜNCESİNDE ALLAH İNANCIKuran-ı kerim yüzlerce ayette İsrail Oğullarının Allah’a olan isyanlarını anlatır. Onların nasıl Allah ve Onun peygamberleriyle alay ettiklerini...Kuran’ın anlattıklarını Tevrat’a uydurarak yazdıkları sözler teyid etmektedir.İşte bunlardan bir kaçı:“Ve dedi; Artık sana Yakub değil, İsrail denilecek; çünkü Allah ile uğraşıp yendin.” (Tekvin Bölümü, 32/28)Nasıl bir Allah ki, Yahudiler kendisini yeniyor. Bu Yahudiler sadece tüm insanlık ailesinden üstün değil, (haşa) Allah’tan da üstünmüşler.Diğer yandan kendilerini ilahlaştırıp Allah’a insani vasıflar veriyorlar:“Ve günün serinliğinde bahçede gezmekte olan, Rab Allah’ın sesini işittiler.” (Tekvin, 3/8)“O zaman Rab, uyanan adam gibi, şaraptan bağıran yiğit gibi uyandı.” (Mezmurlar Bölümü 78/65)DEĞİŞTİRDİKLERİ TEVRAT’A YAZDIKLARI MÜSTEHÇEN SÖZLERBen, Yahudiler tarafından Allah’ın sözü olduğu söylenen müstehçen(erotik) sözleri burada anmaya utanıyorum.Merak edenler için:a-“Lut Peygamberin kızlarının babalarıyla yattıkları ve ondan gebe kaldıkları...”(Tekvin Bölümü, 19/30-38)b-Bir kadın vücudunu tasvir eden sözler...” (Neşideler neşidesi,7/1-9)c-Kız kardeşe yazılmış aşk ve erotik sözler “Neşideler neşidesi, 4/8-12)TEVRATTA YAHUDİLERİN (GÜYA) İDEALLERİ İLE İLGİLİ UYDURULMUŞ SÖZLERA-VAAD EDİLMİŞ TOPRAKLAR“O ,zaman Rab bütün milletleri önünde kovacak ve sizden büyük kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksınız. Ayak tabanınızın bastığı her yer sizin olacak. Sınırınız çölden Lübnan’dan ırmaktan, Fırat ırmağından garb denizine kadar oloacaktır. Önünüzde kimse duramayacak, Allah’ınız Rab size söylediği gibi dehşetinizi ve korkunuzu aayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır.” (Tevrat, Tesniye Bölümü, 12/25)“Ve Kızıl Denizden Filistinlilerin denizine kadar ve çölden ırmağa kadar sana hudut koyacağım, çünkü memleketin ahalisini elinize vereceğim.” (Çıkış Bölümü, 23/31) Görüldüğü gibi Yahudilerin hedef toprakları içinde Türkiye toprakları da mevcuttur. Nitekim bu hususu destekleyen sözler İsrailli siyasi ve askeri şahısların dudaklarından dökülmüştür.Bir sonraki yazımızda bu sözlerden örnekler neşretmeye devam edelim de Türk Çocuğunun ne kadar uyanık olması gerektiğini hatırlatalım.(www.giresunışık.com, 21.Temmuz.2004, İdris GÜNAYDIN)













TÜRK BAYRAĞI

İSLÂM BAYRAĞI





Hazırlayan ve Derleyen:

İsmet GÜLTEKİN




-2008-

HAVZA








SÖZBAŞI


TÜRK BAYRAĞI İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR

Ben, ömründe ilk defa “Türk Bayrağı” hakkında okuyacağınız bilgileri okuduğumda, Yüksek Lisans tahsilim ve askerlik hayatım bitmişti. Onca yıl sonra okuduğumda da bir hayli heyecanlanmıştım. Ve her Müslüman Türk çocuğu gibi onca yıl “Eğitim Öğretim” gördüğümüz senelerime de çok hayıflanmış ve “Eğitim Sistemi”nin acımasız çarkları altında, “öyle bir eğitim ile yetiştirildiğimin” bir kere daha farkına varmıştım.
Okuma iştiyakı yüksek olan nesiller kategorisinden olmam hasebiyle, şu an hatırlayamadığım bir şekilde, elime Kastamonu İmam-Hatip Lisesi dergilerinden biri geçti. Derginin yılını ve tarihini de şu an hatırlayamıyorum.Belki de sizlerin de “İlk” okuyacağınız bu bilgileri , ben de “Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri”nden birinde okudum..
Sonraları konuyu biraz daha detaylaştırma gayretine girerek, aşağıdaki çalışma oluştu.Ve kendimim “Birlik olmadan, dirlik olmaz” şiarı ile çıkarttığım ve 50’yi aşan sayıyı bulan “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli gazetemde yayınladım.
Maalesef çoğu değerlerimizi hâlâ tam anlamıyla kavramadan, kavratamadan yaşıyoruz. “Türk Bayrağı”mızı bile “seküler” bir anlayışla ve gayet de bir iki cümleyi geçemeyen bilgiler ötesinde fazla bir şey de bilmiyoruz.
Halbuki gönderlere çektiğimizde, çehresine baktığımızda gururlanıyor ve heyecanlanıyoruz. Ancak çoğumuzun heyecanı bilgilerden eksik…
Bu çalışmamı okuduğunuzda bazı densizlerin de ağızlarının payını alacaklarını göreceksiniz. Hâlâ da ecnebî bayraklara meftun “kuşaklar” içimizde varken; bir de sözde“İslâmî hassasiyet” namına “Türk Bayrağı”mızı küçümseyenler, hattâ “İslâm dışı” algılayanlar da, gerekli cevabı alacaklar. Ve neticede “Türk Bayrağı, İslâm’ın da Bayrağıdır” diyeceklerdir.
Ki, biz Türkler, “İslâmiyet’in Bayraktarlığı”nı, “İslâmiyet’in hadimliğini” yapmış “Büyük Bir Milletiz” ve aslında hâlâ da öyleyiz.
“Oğuz/Türkmen Çocukları” yeniden uyandıklarında Türk’ün dirilişi de bambaşka olacaktır, inşallah..
Rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’nin tabiriyle, “Tanrı Türk’ü, Allah da milletimizi korusun ve yüceltsin.”(Âmin)

Havza, 16. Nisan 2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com



TÜRK BAYRAĞI İSLÂM BAYRAĞI

Türk Bayrağı’nın rengini şehidlerin kanından, ilhamı da kan gölüne yansıyan Ay ve Yıldız’dan aldığını biliyoruz. Fakat bayrak hakkındaki bu bilgi, bayrağın taşıdığı kutsal anlamı, o anlamdaki sembolizmi, ondaki derinliği ve yüceliği anlatmaya yeterli mi?
İnsan düşüncesi manevî anlamdaki yücelik kavramı ile maddî anlamdaki yükseklik kavramı arasında bir ilişki,bir paralellik kurar. Kutsal saydığı ve saygı duyduğu manevî değeri yüce olan mekan bakımından da yerinin yüksekte olmasını arzu eder.
Onun içindir ki, işlemeli Mushaf(Kur’an) çantasını yükseğe veya kütüphanemizin en üst tarafına koyarız. Ezanı yüksek bir yer(minare)den okuruz. Ve bayrağı yüksek bir direğe çekeriz.
Niçin?
Çünkü o, başta milletimizin İstiklâl ve Hakimiyeti olmak üzere inandığı ve uğrunda can verdiği ne kadar kutsal değerleri varsa hepsini sembolize eder.
Bu anlamda her bayrak, kendi milletine göre kutsaldır. Hiçbir bayrak kendi milletinin gözünde yalnızca iki metre kumaş parçası değildir. Bundan çok yüksekte özel ve manevî bir değere sahiptir.
Bilindiği gibi, genellikle Hıristiyan milletlerin bayrağında Haç şeklinde semboller yer almıştır. Müslüman milletlerin bayraklarında da genellikle Hilâl görülmektedir. Haç’ın ne anlama geldiğini biliyoruz. Hazreti İsa’nın çarmıha gerilerek Haç şeklinde şehid edildiğine inandıkları için Hıristiyanlar, o sembolü benimsemişlerdir. Hilâl’in de Müslümanlarca bir sembol kabul edildiğini, hattâ bu Hilâl sembolünün biz Müslüman Türkler’in, 1453’de, Fatih Sultan Mehmed Han Kumandası’nda, İstanbul’u fethettiğimiz 15. asırda, yeryüzündeki bütün Müslümanlarca Hilâl’in artık bir sembol olarak kabul edildiğini biliyoruz. (Bakınız, İsmet ÖZEL, “Kalın Türk” kitabı…)
Ancak bunun sembolik değeri nereden gelmektedir? Dolunay(Bedir) ayın ondördüncü gecesindeki en parlak hâliyle daha parlak olduğu hâlde, niçin ayın en az ışık verdiği yay şeklindeki zayıf şekli sembol olarak seçilmiştir?
Hilâl, eğer Haç’ta olduğu gibi doğrudan doğruya şekilden alınan bir sembol olsaydı, ayın öndördüncü gecesindeki en parlak hâliyle dolunay şeklini sembol olarak kullanmak daha uygun olurdu. Oysa Hilâl şekli dolayısıyla değil, ismi dolayısıyla sembol olmuştur. Bu anlamı da Allah (cella celalühü) isminden almıştır.
Bilindiği gibi, Arapça aslında Hilâl kelimesinde bir “He”, bir “Lâm”, bir “Elif” ve yine bir “Lâm” harfi bulunmaktadır. Yani bir “He” ve iki tane “Lâm” bulunmaktadır.
Bu harflerin ebced hesabıyla rakam değeri de:
“He”: 5
“Lâm”: 30
“Elif”: 1
“Lam”: 30
Toplam= 66’dır.
“Allah” kelimesi de yine bir “Elif”, iki “Lâm” ve bir “He” ile yazılmaktadır. Bu harflerin de değeri yine ebced hesabı ile aynıdır. Bunlar da 66(altmışaltı)’dır. Her iki kelimeyi meydana getiren harfler değişmediği için bunların rakam olarak değeri de değişmez. Aynı harfler her iki kelimede de aynıdır. Sadece yerleri değişiktir. Yani biz “Hilâl” yazarken “Allah” isminin harflerini kullanıyoruz.
Madem ki her iki kelimeyi meydana getiren harflerin kendilerinde ve rakam olarak değerlerinde bir değişiklik yoktur; öyleyse bu iki kelimeyi bilhassa sembolik olarak birbirinin yerine kullanmak mümkündür. O hâlde bayrak üzerine “Allah” yazacak yerde, aynı ismin eş değerlisi olan “Hilâl”i koymak, hem daha anlamlı, hem inançlarımıza daha uygundur. Çünkü inancımıza göre, “Allah”ı sembol olarak bile ifâde etmek mümkün değildir. Aksi hâlde putperestlerin düştüğü hâtâyı tekrarlamış oluruz. Oysa İslâmiyet, putperestliğin her çeşidini yıkmak üzere gelmiş bir dindir.
İşte bu sakıncalarından dolayı “Allah”ı zâtı ve ismi tenzih edilerek, o ismin harf ve ebcedi bakımından eş değerlisi olan “Hilâl” sembol yapılmıştır. Madem ki sembolik bir anlam taşıyacaktır, o hâlde “Hilâl” yazmaktansa “Hilâl”in şeklini yazmak arasında hiçbir fark yoktur. Aksine sembol olarak Hilâl şekli daha uygun, daha anlamlıdır.
Böylece “Hilâl”in sembol olarak seçilmesinde şu mantık silsilesi görülmektedir:
Allah(ismi)-Hilâl(ismi)-Hilâl(şekli)
Allah’ın birliği (Tevhid) inancı ve bu inancın Lâ ilâhe illallah(Allah’tan başka Tanrı yoktur) formulüyle ifâde edilen manası böylece “Hilâl” şeklinin içinde sembol olarak ifâdesini bulmuştur.
Bildiğiniz gibi bazı İslâm Ülkelerinin bayrağında, özellikle Suudî Arabistan Devleti’nin bayrağında böyle bir sembole gidilmeden doğrudan doğruya Kelime-i Tevhid’in kendisi yazılmıştır.
Ancak birtakım mânâların sembol ile ifâdesi sözle ifâdesinden daha derin ve daha anlamlıdır.(Not: Ancak, Fevzi KURTOĞLU’nun “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız” isimli kitabında, (Türk Tarih Kurumu Basımevi, İkinci Baskı, Ankara, 1982) Osmanlı İslâm Ordusu’nda, Kelime-i Tevhid gibi kutlu sözün bizzat yazıldığı “Alay Sancakları” da mevcuttur. Adı geçen eserdeki şekil 109’daki misal gibi.Kaynak: Nizâm- Âlem Ülküsü, Terme Nizam-ı Âlem Ocakları Bülteni)
Büyük yazarlar, büyük mütefekkirler duygu ve düşüncelerini basit ve katı kelimelerle değil, ince sembollerle ifâde yolu seçerler. En çok sembol kullananlar Fuzulî ve Mevlânâ gibi en büyük, en güçlü ve kalıcı eserler vermiş olanlardır. Şeyh Galip de Hüsn-ü Aşk adlı eserinde aşk ile güzelliği ve bunların arasındaki ilişkileri, birtakım sembollerle ifâde etmiştir.
Biz konumuzdan uzaklaşmayalım ve yine konumuza dönelim. Bayrağımızdaki ikinci sembolü, “Yıldız”ı anlatmaya çalışalım:
“Hilâl’in kuçağındaki Yıldız”, “Hilâl”de olduğunun aksine doğrudan doğruya şeklinden alınmıştır. Ancak bu şekil yine Arapça “Muhammed” yazısının şeklidir. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in ismi yazıldığı zaman birinci “mim”in başı, “ha” harfinin dirseği, ikinci “mim”in kıvrımı ve “dâl” harfinin alt ve üst kanadı beş tane çıkıntı meydana getirir ve tam bir “Yıldız” şeklini alır. Zaten İslâm’ın şartı da beştir.
Hilâl, Allah(c.c.) inancını; Yıldız, Peygaber Efendimize(s.a.v.) bağlılığı ifâde eder.
Allah inancı, Âmentü ile bildirilen imân şartlarının temeli olduğu için imân esaslarının hepsi bu sembolle ifâdesini bulmuş olur. O zaman Hilâl, İmânın şartlarını; Yıldız da,İslâm’ın şartlarını remz olarak dile getirir ki, bayrağımızdaki bu iki sembolle, “Ay ile Yıldız”la, İslâm Dini bütün yönleriyle ifâde edilmiş olur.
Claude Farrere (Klod Farer) dilimize “Türklerin Manevî Gücü” adıyla çevrilen eserinde (sh.36) “Hilâl” şekli üzerinde durarak; bu şeklin Türklerin hayatında nasıl bir önem taşıdığını anlatmaya çalışır:” En mükemmel gemiler, Yarım Ay şeklindeki Amiral gemisinin etrafına sıralanmıştı. Evet, Yarım Ay yani Hilâl şeklinde…Ve Hilâl şekli gerçekten Müslüman, gerçekten Türk olan herkes heyecandan titremeye yeter!...”, diyerek Türk toplumunun hayatında örf ve geleneklerin ne kadar köklü bir yeri olduğunu anlatır.
İstiklâl Marşı’mızda;
“Çatma! Kurban olayım, çehreni ey nazlı Hilâl.
Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl?” mısralarında bayrağımızın ve Hilâl’in şahsında dile gelen hitap, aslında doğrudan doğruya Allah’a niyazdır. Allah’dan, artık bu millete rahmet ve merhametiyle nazar etmesi istenmektedir.
Zaten; “Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli” mısrasında bu dilek daha açık bir dille ortaya konmaktadır.
“Hilâl” şekli sadece bayrağımızda değil, Kandil Geceleri yapılıp dağıtılan ay çöreğinde de görülür. Bu çörek özellikle kutsal Kandil Geceleri dolayısıyla yapılır. Camii’de ve Kışla’daki ders nizamı da, Mehter Takımı’nın nöbet vurma sırasında aldığı şekil de hep “Hilâl” şeklidir.
“Lâle” kelimesi de “Allah” ve “Hilâl” kelimesinin harfleriyle yazılır. Öyleyse onun da tarihimizde ve hayatımızda sembolik yeri olmalıdır. Zaten öyledir; Osmanlılar, dinî konularda “Hilâl”i sembol seçmişken; bilhassa askerî konularda “Lâle”yi sembol olarak kullanmayı uygun görmüşlerdir. Minarelerin tepesine, Camii kubbelerine “Hilâl” dikilirken; Kışlalar için “Lâle” sembolü kullanmayı tercih etmişlerdir.
Bu ince düşüncelerden hareket eden ve kutsala saygıyı tül tül, dantel dantel ruhlara işleyen o büyük atalarımız, Allah(c.c.) adını bayrak ve minarelerle göklere kazımaya çalışmışlar:
“Gök nura garkolur nice yüzbin minareden
Şehbal açınca rûh-i revan-ı Muhammedî
Ervah cümleten görür Allahu Ekber’i
Akseyleyince Arş’a Lisan-ı Muhammedî”(Emin IŞIK, “Devlet Kuran İrade”, Kalem Yayınları, Üçüncü Baskı, Nisan 1988, İstanbul, sh.81,82,83,84,85,86)

Kaynaklar:

(1): Fevzi KURTOĞLU, “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız”, Türk Tarih Kurumu Basımevi,,2. Baskı, Ankara 1987
(2): Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri
(3): Terme Nizam-ı Âlem Ocakları Bülteni
(4): Emin IŞIK, Devlet Kuran İrade, Kalem Yayınları, 3. Baskı,Nisan 1988, İstanbul
(5). Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.: 2000, Sayı.:2, Mahallî Gazete(Kapandı)
(6): İsmet ÖZEL, Kalın Türk, …Kitap….
(7): Mehmed Şevket EYGİ, Sahife Sutünu Yazıları, Millî Gazete
BİYOGRAFİ:


İSMET GÜLTEKİN KİMDİR?
Ben, 15 Eylül 1965’de, Samsun’umuzun Terme ilçesine doğdum. İlkokulu, Barbaros İlkokulu’nda, ortaokulu ve lise’yi, Terme Ortaokulu ve Terme Lisesi’nde okudum. 1987’nin Şubat’ında, İstanbul Teknik Üniversitesi(İ.T.Ü.) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nden “Meteoroloji Mühendisi” olarak mezun oldum. İstanbul Üniversitesi(İ.Ü.) Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nün Klimatoloji-Meteoroloji dalında yüksek lisansımı(master) tamamladım. Mesleki alanda fiilen çalışmak nasip olmadı...1988'de, 199.Kısa Dönem Topçu Çavuş olarak vatani hizmetimi ifa ettim. Altı erkek, bir kız olan ailenin ahir beşiyiğim. "Efendioğulları” olarak biliniriz...Babam, anne ve babasız olarak büyümüş...
Terme Kocaman Ortaokulu’nda, Hüseyinmescit Ortaokulu’nda, Akçay Ortaokulu’nda ve İstanbul Silivri Büyükçavuşlu Ortaokulu’nda ücretli öğretmen olarak derslere girdim. 1990-1993 yılları arasında, Türk Edebiyatı Vakfı’nda, Türk Edebiyatı Dergisi’nin dizgi servisinde çalıştım. Ahmet KABAKLI HOCA’nın, Türkiye gazetesindeki ilk sekreteriyim..
1994’de, Isparta’da, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda araştırma görevlisi iken istifa ettim..1995’de, Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği’nin Kurucu Başkanı olarak hizmet verdim. İlk kitabımı, 1999’un Eylül’ünde, “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” ismi ile Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği adına yayınladım.
Yeni Şafak, Yeni Düşünce, Zaman(Kandil ilaveleri),Türkiye(Kültür-Sanat), Yeni Haber(Fatsa yerel), Altınova(Bafra yerel), Gündüz gazeteleri ile Akçakale’nin Sesi(Şanlıurfa yerel) ve haftalık Muhalif gazetesinde ve Yeni FORUM, Bizim DERGAH, Bizim GERGEF, Feyz, Türk Edebiyatı ve Orkun dergilerinde, araştırma, makale, biyografi-yad, kitap kritikleri türünde yazılarım yayınlandı. Terme’de kendi imkanları ve Termeli okurların katkıları ile 50 sayıyı aşan ve beş yılı bulan sürede “Birlik Olmadan ,Dirlik Olmaz” şiarı ile “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli mahallî gazete ile yine “Sahipsiz olan memleketin batması haktır” şiarı ile de “Terme REFLEKS” mahallî gazetelerini bizzat çıkardı.Hâlen Terme’de haftalık periyotlarla yayınlanan “Terme Bilgi Gazetesi”nde haftalık yazmaya devam etmektedir.
Bu yazılarımdan oluşan “Mankurt Olmak İstemiyoruz!” ve “İsyânlı Sükût” isimli iki kitabım, 3 yıldan beri TİMAŞ tarafından basılmayı bekliyor.
“Samsunlu Şehid Ülkücüler” ve “Unutulan Termeli Güreşçilerimiz”, 2003 Ağustos’unda yayınladığımız kitaplarım...
Evli ve üç erkek çocuk babasıyım. Yine hâlen öğretmenlik yapmaktayım...





KURBAN / İSMET GÜLTEKİN


TERMEMİZİ TANIYABİLMEK
ve
TANITIMINI YAPABİLMEK


“Yaşadığımız coğrafyayı” bilerek, tanıyarak, şuurlu bir şekilde sevebilmek, en ideal olan durum olsa gerek. Maalesef, Türkiyemizde muteber olan “Eğitim Sistemi”miz, çocuklarımıza, insanlarımıza, öncelikli olarak, ayaklarını bastıkları, suyunu içtikleri, ekmeğini yedikleri ve nefes alıp-verdikleri topraklarını, memleketlerini tanıttırabilmekten ve yakından uzağa bütün vatan coğrafyasını aşk derecesinde sevdirebilmekten çok uzak. Daha “memleketimizi” tanıyamadan, bilmem hangi ülkenin hangi nehirlerini, bilmem hangi dağlarının isimlerini öğreniyoruz. Gazetemizin geçen sayılarında da zaman zaman vurguladığımız üzere, bizler, meselâ bir Amerikalı’dan daha iyi derecede memleketimizi ve bütün vatan coğrafyamızı, iğneden ipliğe, herşeyi ile, yakından uzağa tanıyarak, bilerek sevebilmek gayretindeyiz. 15 Kasım 2003’de “üç yaşına” giren gazetemiz, öncelikli olarak, elindeki imkânlar doğrultusunda, hep bu gayrette olmuştur, diyebiliriz. Nitekim, gazetemizin bütün sayıları incelendiğinde bu durum aşikâr görülecektir. Ayrıca, bu Ağustos’da neşrettiğimiz “Unutulan Termeli Güreşçilerimiz” ve “Samsunlu Şehid Ülkücüler” isimli iki kitapçığımız da bunun ispatı olsa gerek. Yeri gelmişken, inşaallah önümüzdeki 2004’ün Ağustos’unda da, “Terme’de Ermeni-Rum Zulmü”, “Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı’ndan Seçmeler” isimli iki kitapçığımızı da neşredeceğiz.
İlçe halkımızın ülke genelinde yaşadığımız “iktisâdî buhranlara “rağmen, mevkutemizi, beher olarak da olsa, para verip, satın alarak bizleri desteklemesi, neticede, ilçemizde “yerel-mahallî basın” adına yeni ve köklü gelişmelere de vesile olmamızı sağlamıştır, diyebiliriz.
“Termemizi Tanıyabilme ve Tanıtabilme” konusunda, son zamanlarda,“Terme BİLGİ Gazetesi”nin çıkardığı, ilçemizdeki “Sivil Toplum Kuruluşları”nı derli-toplu şekilde biraraya getirdiği ve halkımıza bedava dağıttığı “Terme Sivil Toplum Dergisi” ilavesi ile geçen yazımızda belirttiğimiz, “Evci Belediyesi”nin maddî katkıları ile yayınlanan “Evci Kataloğu” gibi çalışmalar ile ilçe Kaymakamlığımızın “Cumhuriyetimizin 80. Kuruluş Yıldönümü Anısına” daha geniş çaplı ve bol imkânlı bir şekilde muhtemelen 2004’ün yazında yayınlamayı tasarladığı “Terme Kitabı” nı da, bu yönde değerlendirmek gerekir, diye düşünüyoruz.
“Birlik Olmadan, Dirlik Olmaz” şiarı ile ilçemizde üç yıldan beri fasılalarla da olsa neşredilen gazetemizin çeşitli sayfalarında vurgulamak istediğimiz üzere, local-mahallî bazda, herkesin birbirini âdeta iliğine kadar bildiği, tanıdığı bir memlekette, halkımızın “Termemize” yönelik faaliyetlere gösterdiği alakayı,muhabbeti hazmedemeyen ilçemizde yuvalanmış birtakım “art niyetliler” ve “ahmakları” da Allah(c.c.)’a havale ediyoruz. “Bizim kurgulamadığımız hiçbir faaliyete geçit vermeyiz” diyen “bu çevrelerin şerrinden” de Allah(c.c.)’a sığınıyoruz. “Terme Birlik MEFKÛRE” olarak ne demek istediğimizi anlamak istiyorlarsa, hâlâ “mahkeme kapısı”nda olduğumuzu da hatırlatırız...
İlçemizde yerel-mahallî ölçekte “dergi kültürü”nün oluşmuş olması, bizleri elbetteki sevindirmektedir. Ancak,”Terme Birlik MEFKÛRE”, “can sağ oldukça”,, rahmetli Osmanlı Yüksel SERDENGEÇTİ’nin de dediği üzere “Bir Çıkar, Pîr Çıkar...Para ve imkân buldukça çıkar”, asla neşriyatına (birilerinin hararetle beklediği üzere) “son” vermez...
Gazetemizin hararetli okurlarına şimdiden, şayed içinde bulunduğumuz olumsuz şartlar eninde –gecinde düzeldiğinde, “yayın periyodumuzu” daha da kısaltacağımızı müjdelerim....
.

“OSMANLI’YA TOZ KONDURMAYACAĞIM”

Osmanlı, her dem gündemde. Bugün bile, Kafkas’larda, Balkan’larda, Orta Doğuda, Afrika’da, “Aleme Yeniden Nizam” vermesi için; hasretle gözyaşları içerisinde beklenmiyor mu? “Hey Osmanoğlu! Gel artık. Yeter zalimlerden çektiğimiz...” diye haykırıyorlar. Tıpkı, Prusya Kralı “Büyük Friedrich’in, 1761’de,
“Baskı altında olanların dostu,
Mazlumun kırbacı,
Şark’ın zafere aşina çocuklarına...”
Yani “Osmanlıya ithaf” olarak yazdığı şiirinde olduğu gibi, sesleniyorlar:
“Ey cesur Yeniçeri! Bu tarafa yetiş
Seri zaferinle yakala ve yen düşmanı
Kazan harp meydanında yeni zafer çelenkleri
Daha şimdiden düşmana korkun basıyor
Çekiyor ayakların altında kötülüklerin cezasını
Zaferinle zilletimiz sona eriyor
Talihin asıl cesaretini mükafatlandırsın
Hilal Tuna’yı hakimiyeti altına alsın
Yetiş, yetiş korkusuz elinle
Avrupa’nın günahlarını, Asya’nın faziletlerine kurban et.”(1)
Evet,”Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi” tercih edenler...
“Türk atları Vistül nehrinden su içtikleri zaman” kurtulacaklarına inananlar...
“Mazlumların dostu, zalimlerin hasmı,” olan Osmanlıya hasretin temelinde, Milli, İslam’i ve İnsani düsturlara dayanan “Cihan Hakimiyeti Mefkuresi” ve “ İslam’ın Adalet Anlayışı” bulunmaktadır elbette.
Ve tabii “Hadim’ül-İslam”, “İslam’ın Hizmetkarlığı” misyonu ise Osmanlıyı da yüceltiyordu..
(X): Y. Kenan KILIÇASLAN, “Tahliller”, Belvak Yayınları Nisan 1993, s.106,110,28,29,129

Kapı Dışarı Edilen Osmanlı

Tarih: 3 Mart 1924: “On günlük mühlet” emrine rağmen, bir gecede, göz yaşları, içinde vatanlarından “kovulan” Osmanoğulları.. Osmanlı Hanedan mensuplarının, yad ellerdeki sürgün hayatlarını anlatan “Osmanoğullarının Dramı”(2) ve “Son Osmanlılar”(3) gibi eserlerde, acı dolu, çileli faka t hasiyetli, izzetli, şerefli bir çok sahneler mevcut.
“Ecdadım, bu milletin hükümdarı olmasa idiler, onlara kim bu hediyeleri verirdi? Binaenaleyh bu kıyamet biçilmez eşya ve evaniden, benim kadar, milletin de hakkı vardır. Ben bu ihaneti kabul edemem”(4) Sulatan Vahideddin Han (rh.a.)’ın naşının, yad ellerde, parasızlıktan on beş gün beklemesi...
Fabrikalarda işçilik, şoförlük, pilotluk, otomobil dağıtıcılığı yapıp, nihayetinde mezarlık bekçiliğinden elde ettiği emeklilik maaşı ile geçinenler, açlıktan ölenler..
Her akşam, yastık altlarındaki Türk toprağı ile yatanlar....
Hatta gemilerle limanlara kadar gelip, güvertelerden bakarak memleket hasretini gidermeye çalışanlar...
Birkaç istisnası dışında, 37 sene boyunca, evinden dışarı çıkmadığı görülüp; “ Nasıl vakit geçiriyorsunuz?” sualine, “ Namaz kılıyorum, Kur’an-ı Kerim okuyorum evladım..” diye cevaplayanlar..

“Osmanlı’ya Toz Kondurmayacağım”

Vatanlarından kovulan, sadece etten, kemikten “Osmanlılar” değil de; sanki, top yekun
“Osmanlı mirası” idi... Asıl hedef ise İslam’ı gadr’e uğratmak..
“Kendi artıkları tarafından, bu kadar gadre uğramış, bir başka büyüklük, bir başka tarihi ihtişam yoktur. Bir sürü soytarılık uğruna, üzerine simsiyah bir örtü çekilen, böylesine bir tarihi güzellik görülmemiştir.
Osmanlı’ya sırt çevren gavur bile iflah olmamışken, biz, bu günahın hesabını nasıl vereceğiz. Biz, hangi büyük tövbe ile yeni bir istikbale yöneleceğiz. Onun için, Osmanlı’ya toz kondurtmayacağım.”(5)
Biz anamızın Alp-Erenleri olmaya namzed, “Osmanlının torunları”, “Nizam-ı Alem Ülkücüleri” de asla Osmanlı’ya toz kondurtmayacağız.. Rahmetli Mehmed Akif ERSOY’un dediği gibi:
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım...
Boğamazsın ki...
Hiç olmazsa yanımdan kovarım...”
“Maskeli Vicdanlara Tükürün!”

Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, 1947’de, “Büyük Doğu da, Rıza Tevfik’in, menşur “Sultan Hamid’in Ruhaniyetinden İstimdad” isimli şiirini yayınladığı zaman, “Millete Hakaret” ettiği gerekçesiyle, “zindanlara” atılmıştı. Rıza Tevfik:
“Divane sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülya dizmiş,
Sade deli değil, edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegahına” mısraları ile “af diliyor”du.(6)
“Osmanlı’ya iade-i itibar mı ? Osmanlı, “itibarı”nı ne zaman kaybetti ki? Asla.. Fakat düşününüz: “Topal Osman Üniversitesi” kuruluyor. Yarınlarda, “Mustafa Kemal’le Kavgalılar”ın haklılığı zihinlere nakşettiği zaman, “Devlet” çapında “Anma”ların yapıldığını... Hatta, bir zamanlar, naşının, bile bu güzelim topraklara getirilmesine müsaade edilmeyen Sulta Vahideddin Han (rh.a.) Hazretlerini.... “Devlet Töreni” ile naşının getirildiği...
Bir yiğit ses çıksa... “Devlet” içinden çıkacak bir yiğit ses!... “Gece uyumayan, gündüz uyumayan... Çıplak milleti giydiren, aç milleti doyuran” bir “Devletli”nin sesi... Sadece şunları dese: Ey Müslümanlar!... Hata etmişiz... Affola...
O günün hasretiyle yanıp tutuşan, o günleri aşk ile bekleyen Nizam-ı Alem Ülkücüleri:
“Medeniyet denilen maskara mahluku görün
Tükürün asrın maskeli vicdanına tükürün!..”


Dip Notlar:

(1): Prof. Dr. Kemal BEYDİLLİ, “Büyük Friedrich ve Osmanlılar”, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1985
(2): Kadir MISIROĞLU, “Osmanoğullarının Dramı”, Sebil Yayınları, Nu.: 5. Baskı, İstanbul 1990
(3): Murat BARDAKÇI, “Son Osmanlılar”, Gri Yayınları, 2. Baskı, 1991 İstanbul

İNGİLİZ

Baku’ye gelmişiz selam vermeye
Ey Han Sarayı’nı tutan İngiliz?
Giderken Kabe’ye hacı kervanı,
Hacılar yoluna çıhan İngiliz!

Damağında Çanakkale ağısı,
Sen misen Türk ellerinin yağısı?
İslam dünyasına ölüm çalgısı
Ölüm laylasıyla yahan İngiliz!

Serup Hindistan’ın cansız golunu,
Geldin bağlamağa Turan yolunu,
Aldadıp her yerde tanrı kulunu,
İnsanları ucuz satan İngiliz!

Bah, yene garşında göysümü açdım,
Baku dağlarına al bayrak sançdım,
Sen meydan ohudun, geldim, ulaşdım,
Mert deyil meydandan gaçan , İngiliz!

Sen bağla her yolu, süngüm tez açar,
Üç ayda gelenler, üç günde gaçar,
Zannetme gurşunum havayı uçar,
Türk’dür bu gurşunu atan İngiliz!

O hain gözünü tikdiydin eller
Menim nişanlımdır, türküler söyler,
Göz tikme tahtıma, bah, elim titrer,
Düşecek tahtına talan, İngiliz!

Ahmed CEVAD



BİRİNCİ BASKI SONRASI(1999) BASINDA ÇIKANLAR


1) CUMA DERGİSİ: “NİZAM-I ALEM OCAKLARI’NDAN TERME EVLİYALARI”
2) BÜYÜK KURULTAY GAZETESİ: “TERME EVLİYALARI-ŞEHİD ve GAZİLERİ”
3) AKİT GAZETESİ: “TERME’NİN EVLİYALARI KİTAP OLDU”
4) TÜRKİYE GAZETESİ: “TERME EVLİYALARI KİTAP OLDU”
5) YENİ ŞAFAK GAZETESİ: “TERME EVLİYALARI”
6) GÜNDÜZ GAZETESİ: “TERME EVLİYALARI ve TERMELİ ŞEHİDLER-GAZİLER”
7) TERME GÜNDEM GAZETESİ: “TERME EVLİYALARI KİTAP OLDU”



CUMA DERGİSİ:


“NİZAM-I ALEM OCAKLARI’NDAN TERME EVLİYALARI”



Nizam-ı Alem Ocakları Terme Şubesi tarafından hazırlanan bu eserde, Nizam-ı Alem Ocaklarıyla ilgili kısa bilgiler verildikten sonra, birinci bölümde, Terme Evliyaları, ikinci bölümde, Termeli Gazilerve özel bölümde de Osmanlı ile ilgili bazı anekdotlar dile getirilmektedir.
Eser BBP Genel Başkanı Muhsin YAZICIOĞLU’nun şu güzel sözüyle noktalanmaktadır:
“…….Anadolu çocuğuna şehid olmaktan başka görev layık görmüyorlar. Hep askerlikte hatırlıyorlar. Öyleyse Anadolu çocuğu şehid olmayı nasıl biliyorsa, hiç tereddüt etmeden bu Devlet’i yönetmenin de yolunu bulacaktır. Yani dışarıya götürülerek, yetiştirilip prens olarak başımıza getirilenlerin yerine, bu toprağın kültüründen yetişmiş insanlar Devlet’i idare edecek. Ben siyaseti bunun için yapıyorum.”(Yeni Bir Dünya İçin Yeni Bir Türkiye, Seba Yayınları, Sayfa 179)(*)

(*): CUMA Dergisi, Yıl.: 9, 8-14 Ekim 1999, sh. 43


BÜYÜK KURULTAY GAZETESİ:

“TERME EVLİYALARI ŞEHİD ve GAZİLERİ”

Araştırmacı-yazar İsmet GÜLTEKİN’in “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” adlı kitabı yayınlandı. Doğup büyüdüğü ve halen yaşadığı topraklara olan “vefa borcu”nu ödemeye çalışan yazar, kitabında Terme Evliyaları konu ediliyor. Çok ciddi ve titiz bir çalışmada Osmanlı –Rus, Osmanlı-Yunan, Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya, İstiklal, Kore ve Kıbrıs savaşlarının yanı sıra “iç güvenlik”te yitirdiğimiz şehid ve öykülerine yer verilirken; sayfalara serpiştirilen şiirlerle daha bir anlam kazanıyor.(**)

(**): Büyük KURULTAY Gazetesi, “Türk Milliyetçilerinin Fikir Meydanı”, 5-11 Ocak 2003, Yıl.:5, Sayı: 281, s.15

AKİT GAZETESİ:


“TERME’NİN EVLİYALARI KİTAP OLDU”

Osmanlı Devleti’nin 700. kuruluş yıldönümü dolayısıyla Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği tarafından “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” adlı bir kitap yayınlandı.
İsmet Gültekin tarafından kaleme alınan kitapta, Terme’de bulunan evliyalar, şehidler ve gazilerin hayatlarından kesitler sunuldu. Bu tür hizmette bulunduğu için büyük mutluluk duyduğunu ifade eden İsmet Gültekin, “- Terme ilçesinde bulunan evliyaları, şehidleri ve gazileri anlatan kitabımı yazarak, halkımızı aydınlatmaya ve hizmet vermeye çalıştım. Halkımızın çoğu bu değerli insanlarımızı tanımıyor ve bulundukları yerleri bilmiyorlar. Milli ve manevi değerlerimizi korumak, onları tanımak ve tanıtmak için, zor da olsa böyle bir kitap hazırladım. Amacım, insanların duasını almaktır”, dedi.(***)

(***): AKİT Gazetesi, 28 Ekim 1999, Perşembe, sh. 14

TÜRKİYE GAZETESİ:

“TERME EVLİYALARI KİTAP OLDU”

Osmanlı Devleti’nin 700. kuruluş yıldönümü dolayısıyla Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği tarafından, “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” adlı kitap yayınlandı. İsmet Gültekin tarafından kaleme alınan kitapta, Terme’de bulunan evliyalar, şehidler ve gaziler işleniyor. Böyle bir hizmet verdikleri için mutlu oldukları için ifade eden İsmet Gültekin, “- Terme İlçesi’nde bulunan evliyaları, şehidleri ve gazileri analatan kitabı yazarak halkımızı aydınlatmaya ve hizmet vermeye çalıştım. Halkımızın çoğu bu değerli insanlarımızı tanımıyor ve bulundukları yerleri bilmiyorlar. Millî ve manevi değerlerimizi korumak, onları tanımak ve tanıtmak için, zor da olsa böyle bir kitap hazırladım. Gayem insanların duasını almaktır.” dedi.(****)

(****): TÜRKİYE Gazetesi, Hüseyin TANGAL, 29 Ekim 1999, sh. 18


YENİ ŞAFAK GAZETESİ:

“TERME EVLİYALARI”

“Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” Osmanlı Devleti’nin 700. Kuruluş Yıldönümü anısına İsmet Gültekintarafından hazırlanmış ve Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği’nce yayınlanmış. Tarihimize ışık tutan araşırma-derleme.(*****)
(*****): YENİ ŞAFAK Gazetesi, 8 Kasım 1999, Pazartesi,sh.14


GÜNDÜZ GAZETESİ:

“Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler”


Osmanlı’nın 700. Kuruluş Yılı münasebetiyle Nizam-ı Âlem Ocakları Terme Temsilciliği de bir etkinlikte bulunarak kitap yayınlamış. Kitabın adı, “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler”. Kitabın ilk bölümünde Terme Evliyaları hakkında bilgiler yer alıyor. İkinci bölümde Emniyet mensubu şehidlere, üçüncü bölümde Termeli Gaziler’e yer verilmiş.(******)
(******): GÜNDÜZ Gazetesi, 24 Ekim 1999, Pazar, sh.11


TERME GÜNDEM GAZETESİ:

“TERME EVLİYALARI KİTAP OLDU”

Osmanlı Devleti’nin 700. Kuruluş Yıldönümü dolayısıyla Nizâm-ı Âlem Ocakları Terme Temsilciliği tarafından “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” adlı kitap yayınlandı. İsmet Gültekin tarafından kaleme alınan kitapta, Terme’de bulunan evliyalar, şehidler ve gaziler işleniyor. Böyle bir kitabı yayınlamaktan mutlu olduklarını ifade eden İsmet Gültekin, “-Terme İlçesi’nde bulunan evliyaları, şehidleri ve gazileri kitaba yazarak halkımızı aydınlatmaya ve hizmet vermeye çalıştım. Halkımızın çoğu bu değerli insanları tanımıyor ve bulundukları yerleri bilmiyorlar. Millî ve manevî değerlerimizi korumak, onları tanımak ve tanıtmak için, zor da olsa böyle bir kitap hazırladım. Gayem insanların duasını almak.” dedi..(*******)

(*******): Terme GÜNDEM Gazetesi, Yıl.:1 Sayı.:7 Kasım 1999, sh.4


VESSELAM…


“….ANADOLU ÇOCUĞUNA ŞEHİD OLMAKTAN BAŞKA GÖREV LAYIK GÖRMÜYORLAR. HEP ASKERLİKTE HATIRLIYORLAR..ÖYLEYSE ANADOLU ÇOCUĞU ŞEHİD OLMAYI NASIL BİLİYORSA, HİÇ TEREDDÜT ETMEDEN BU DEVLETİ YÖENETMENİN DE YOLUNU BULACAKTIR. YANİ DIŞARIYA GÖTÜRÜLEREK, YETİŞTİRİLİP PRENS OLARAK BAŞIMIZA GETİRİLENLERİN YERİNE, BU TOPRAĞIN KÜLTÜRÜNDEN YETİŞMİŞ İNSANLAR DEVLETİ İDARE EDECEK. BEN SİYASETİ BUNUN İÇİN YAPIYORUM.”(*)
MUHSİN YAZICIOĞLU
BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ
GENEL BAŞKANI


(*): MUHSİN YAZICIOĞLU, YENİ BİR DÜNYA İÇİN YENİ BİR TÜRKİYE-MİLLİ MÜCADELE’DEN MİLLİ MUTABAKAT’A-DERLEYEN ve YAYINA HAZIRLAYAN: EROL DOK, SEBA YAYINLARI, EYLÜL 1998, S.179

Hiç yorum yok: