6 Mayıs 2008 Salı

SAMSUNLU ŞEHİD ÜLKÜCÜLER

YENİ SÖZBAŞI



“SAMSUNLU ŞEHİD ÜLKÜCÜLER”


Rabb’ül-âlemine sonsuz hamdüsenalar olsun ki, “Samsunlu Şehid Ülkücüler” isimli çalışmamı, “internet okyanusu”na da aktarabildim. İnşallah nasibi olanlar nasiblenirler ve asla da “dünlerine çizikler atarak” hayatlarını idâme ettirmezler..
Bu çalışmam da, Terme’de yaklaşık 5 yıla yakın bir süre, binbir zorluklarla ve imkansızlıklarla , “Birlik olmadan, dirlik olmaz” şiarı ile neredeyse “tek başıma” çıkarttığım “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli yerel/mahallî gazetemde şekillenmişti. Yazı dizileri hâlinde 2000-2003 yıllarında yayınladığımda, malum çevreler, “Ne diye o dönemleri hatırlatıyorsun?”, diye de hayıflandılar. Bazıları da kitabımın ismine “kafayı takarak”, “Ülkücüden şehid mi olurmuş?”, demeye getirdiler…Halbuki onlarda, Rabbimde çok iyi bilmektedir ki, “elbette Ülkücüden şehid olurdu…” “Kıt anlayışlı”, “taassup dolu her türü ile yobazlar”, “Ülkücü Hareket’e saldırmayı bir marifet sanıyorlar” ve hâlâ da öyle… Beni en fazla da “yaralayan” “küfür cenahının söylemleri”nden daha ziyade “iman cenahından” bazılarının “söylemleri…
“Samsunlu Şehid Ülkücüler” isimli çalışmamın, “Ülkücü Teşkilatlarca “ yeterince ve gerektiği şekilde de “sahiplenebilindiğini” maalesef söyleyemeyeceğim. Her ne kadar, bazı “Ülkücü Teşkilatlar”, kitap raflarında kitabımı sergiseler de, hiçbir Ülküdaşımdan, nezâket, incelik nâmına da “bir telefon bile almadığımı” dile getirmek durumundayım..Bence, böyle neticeler “Ülkücü Hareket’in içte yaşadığı ve de bitmediği sebepler” ile ve “Ülkücü Hareket’in muhtelif zorluğu ile” ve de “Samsun’un mevcut her türlü yapısı”ndan kaynaklanıyor gibi…
2003’de kağıda basılı kitap hâlinde yayınladıktan sonra şimdi de 2008’de, beş yıl sonra “internet/sanal ortam”da, “pdf’li” bir şekilde yayınlamış olmak, Rabbimin bana en büyük bağışlarından biri, olarak değerlendiriyor ve öyle de algılıyorum. Ve tabiî yine acele ettim. Muhakkak eklemem gerekli fotoğrafları, bazı önemli, sonradan öğrendiğim malumatları da eklemlemeliydim. İnşaallah bütün bunları da tiz zamanda eklemleyeceğim. Ve “Ülkücü Şehidler Anatolojisi” gibi devasa çalışmayı tamamlayan Lütfü Bey’in de çalışmalarından istifade edeceğim…Ayrıca Termeli ressam Piri AYÇİÇEK’in de çalışmalarını ekleyeceğim…
“Dünlerimizi bilmeden, unutarak istikbâle uzanmak”, hiçbir milliyetçi-ülkücü Türk gencine yakışmaz.Bunun yolu da öncelikle bilgilenmeden geçer. Ben bile “Allah’ın rahmeti teknoloji”nin sağladığı imkânlardan istifade ederek “Ülkücü Şehidler Kervanı “”görsel sunumları” izlerken “yeni yeni bilgiler” de öğreniyorum…
Rabb’ül- âlemin, bütün versiyonları ile “Ülkücü Hareket” mensuplarının her bir ferdini, “Ülkücü Şehidler Kervanının” huzurunda, yüzünü kara çıkartmasın, utandırmasın.(ÂMİN.)
Havza, 24. Nisan. 2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/metgultekin@hotmail.com









SÖZBAŞI:

NESİLLERİMİZİN YÜZAKI GENÇLİK:
MİLLİYETÇİ-ÜLKÜCÜ GENÇLİK

Bizler, “bir imparatorluğun varisleriyiz”, demeyeceğim, bir “Büyük Osmanlı Devleti”nin, “devlet-i aliyey-i osmaniye”nin varisleriyiz. Onbinlik yıllık tarihimiz, muhteşem kültür ve medeniyetimiz var. Bir “süper devlet” olarak 400 yıl, “Cihan”da ,adaletli bir nizam, “Nizam-ı Âlem”i tesis etmiş, çok çeşitli ırktan, din’den, kavim’den toplulukları huzur ve güven içinde yaşamalarını sağlamışız... Bugün de aynı “gen”lere sahibiz...Rahmetli Cemil Meriç’in tabiriyle, “Bütün camilerimizi yıksak, bütün Kur’an-ı Kerimleri yaksak, Batı’nın gözünde, yine de Osmanlı’yız, İslam’ız...”
Böyle bir muhteşem maziye sahip nesillerimiz, yakın tarihimizde, şöyle veya böyle, hatalarıyla ve sevapları ile şairin, “Sahipsiz bir memleketin batması haktır / Sen sahip çıkarsan, bu vatan batmayacaktır” mısralarında da ifade ettiği üzere vatan demiş, bayrak demiş, millet demiş, mukaddesat demiş, Allah demiş, İslam demiş, verdiği mücadelede binlerce şehid verme uğruna milletimizin reflekslerini, direncini, belki de “yedibin düvel’e/devlet’e” ispatlamış, göstermiştir..Kim ne derse desin, bu nesiller, bu gençler, milletimizin bağrından çıkmış, “milletim uğruna ha kurşun yemişim, ha da darağaçlarında sallanmışım” diyen nesillerimizin yüzakı “Ülkücü/Mefkûreci Gençlik”, “Ülkücü/Mefkûreci Nesiller” olmuştur. İtilen, kakılan, horlanan, vurulan,şehid edilen bir dönemin bu güzelim “Ülkücü Gençliği”nden şehid olanlar dirilse de, alınlarından doyasıya öpebilsek!!!
Kim ne derse desin,bu gençler, sindirilmiş bir milletin “korkusuz cengaverleri”dir...Bugün de bu gençliğin bilemedin, ikinci, bilemedin, üçüncü, bilemedin dördüncü derecede, kıvamında olan uzantıları da içimizde yaşamaktadırlar.”Vahşi Kapitalizm”in “elimine” edemediği, “yok” edemediği bu güzelim gençliği de can-ı gönülden selamlıyorum...
Çünkü, nice güzel örnekleri de olsa, günümüz Türk Gençliği, “Mefkûresizliğin girdabında” dolanıp durmaktadır.. Müslüman Türk Milleti’nin içinden çıkan “Ülkücü/Mefkûreci Gençliği”n, çağımızın bilgi/iletişim teknolojinin sağladığı bütün imkanlardan faydalanmasını bilen ve rahmetli şairin ifadesiyle “Ak sütün içindeki ak kılı görebilecek kadar gözü keskin, strateji ve taktik sahibi” olabilmelerinin yolunun, bütün Alperenlerin yolu olan “sonsuzluk kervanına” katılmakta olduğunu da asla unutmamalarını, keza Alperen olabilmenin en önemli şartının “el almak” olduğunun bilhassa şuurunda olmalarını hatırlatırım...
“Samsunlu Şehid Ülkücüler” kitapçığı, Terme’de üç yıldan beri aralıklarla yayınladığımız “Terme Birlik MEFKURE” isimli yerel-mahalli gazetemizde yazı dizisi halinde neşredilmişti. Türkiyemiz genelinde, bütün Ülkücü şehidlerin bir kitap halinde toplanıldığı, “Bu Davaya Can Verenler” gibi çalışmalar oldu. Ayrıca, sadece bir İl coğrafyasındakileri kapsayan müstakil bir çalışma, “Şanlıurfalı Şehid Ülkücüler”i ihtiva eden “Ahde Vefa” isimli bir çalışma da mevcut. Yine altı ciltlik “Ülkücü Hareket” kitabını(1980’li yıllara kadar) hazırlayan Hakkı ÖZNUR’un da, “Ülkücü Şehidleri”n isimlerini bir arada yayınladığını da biliyoruz..
Rabbim niyetlerimizi sahih ve halisane eylesin derken, bütün Ülkücü Şehidlerimizden bizlerin de nasiplenmesini, Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum,
Allah(c.c.)’a Emanet Ol’unuz...
05.Ağustos.2003
İsmet GÜLTEKİN














TAKDİM-1

“ONLARCA İNSAN VATAN ve MİLLET İÇİN ŞEHİD OLURKEN, ‘DEVLET’ NEREDE İDİ?”


Tarih sahnesinde yer aldığı andan itibaren , dış düşmanlarca yok edilmeye çalışılan Türk Milleti, buna fırsat vermemiştir. Vurulan her darbede sendeleyip ayağa kalkmış, değişik devletler kurarak, günümüze kadar gelebilmiştir. Malum güçler, 20. Asrın sonlarına doğru, Türk Milleti’nin son devletlerinden biri olan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni ortadan kaldırabilmek için “parçala-böl-yut” taktiğini sahnelemeye geçtiler. Savaş meydanlarında “erkekçe” vuruşmaktan çekindikleri Türk Milleti’ni, geçmişte olduğu gibi “içten” yıkmaya ağırlık verdiler.
“Sıcak harp”lerle netice alamayanlar, “baş usta kaypak Rusya”nın liderliğinde “ajanlar” vasıtası ile içimizdeki “bölücü” ve “vatan hainleri”ni besleyerek, kendi ülkelerini satmalarına yardımcı oldular. Zamanın siyasi iktidar mensuplarının, “Yollar yürümekle aşınmaz”, “masum öğrenci hareketleri”, diye küçük gördüğü, “devlete isyan hareketleri” hızla büyüdü. Eli silahlı ve yer yer “devletin gizli güçleri” tarafından desteklenen gözü dönmüş caniler, “geçilmez caddeler, kurtarılmış şehirler” kurdular. Türk Milleti ve Ülkücü Gençlik, büyük tehlike altında idi. Bugün Güneydoğu’da olduğu gibi, bazı bölgelere “devletin güvenlik güçleri giremez durumda” idi. Vatan ve millet sevdalıları, hainlerin kurşunlarına hedef olurken; bazıları da ,sözde “halk mahkemeleri”nde ölüme mahkum ediliyordu. 1971 ile 12 Eylül 1980 arasında, sadece Ülkücü görüşe mensup Türk Genci, 5.000 şehid vererek, Rusya’nın hedeflediği “Komünist Türkiye”nin kurulmasına engel oldular...
Peki, onlarca insan, vatan ve millet için şehid olurken, “devlet” nerede idi?
Bugün “devleti yönetenler” ne yapıyorlarsa, o günküler de aynı şeyi yapıyorlardı. Yani “loca”dan “vahşeti” seyrediyorlardı. Kısacası, “uyuyorlardı...”Neden sonra “uyandılar...” 11. Eylül’e kadar durduramadıkları bu savaşı / terörü, 12 Eylül’de “şak!!!” diye durdurdular!!!
Her yerde olduğu gibi Terme’de de var olma savaşında Ülkücü Gençlik vazifesini yapmış, canı pahasına, ilçemizde, “ayyıldızlı albayrağı” yere düşürmemiş, karşılığında da , biri Ordu’da olmak üzere , iki tane gencini şehid vermiştir.
Resul ŞAHİN (08. Şubat.1980) ve Turan TUFAN (15 Mayıs 1980); 19 ve 17 yaşlarında, “şehadet şerbeti”ni içmişlerdir.
Onları ve bütün şehidlerimizi rahmetle anıyor, ruhları şad olsun, diyorum...
23.Temmuz.2003
AHMET KARTAL
M.H.P. Terme İlçe Teşkilatı Başkanı







TAKDİM:2

“ALPERENCE BİR TAVIR”

İdeolojik hareketlerde liderin ve etrafının keyfiyetinin yüksekliği, hareketin mukadderatına birebir tesir edecek unsurlardandır. Ancak lider ve etrafının kıymeti kadar, o hareket için adeta mukaddes bir emri ifa edermişcesine çalışan; buna mukabil isimleri dahi bilinmeyen zevatında fevkâlede kıymeti vardır. Zira “dava” olarak nitelenen hareket umumiyetle bu neferlerin yüreklerinde ve omuzlarında yükselir, neş-u nema bulur, onların sayesinde badireler aşılır ve menzil, bu isimsizlerin ali himmetleriyle yakın olur.
“Ülkücü Hareket”in bu minvalde; isimsiz kahramanlarını hatırlamak ve hatırlatmak gayretleri, hareketin bekası namına ehemmiyet arzettiği kadar, Allah(c.c.) için, Vatan için, Millet için toprağa düşenlere karşı bir “ahde vefa”nın da icabıdır. Herne kadar mukaddes değerler uğruna toprağa düşenlerin böyle bir talebi olmasa ve buna muhtaç olmasalar bile, “Ben Ülkücüyüm” diyenlerin kadirşinaslığı adına bu bir mecburiyettir.
Özellikle “Ülkücü Hareket”in temsil ve tatbikat sahasında zaafiyete düşürüldüğü bir vasatta; Alperence bir tavır sadedinde tarihe bir vesika oluşturmak; bunun yanısıra “ahde vefa”yı, kadirşinaslığı, ülküyü, Ülkücüyü, yeni nesillerin hafıza ve gönüllerine nakşetmeye vesile olabilecek bu gayret, takdire şayandır.
Bu münasebetle, aziz şehidlerimize Rabb’ül Alemin(c.c.)’den rahmet niyaz ediyor; sayın İsmet Gültekin’in daha nice güzel eserlere imza atmasını arzu ediyor ve de 21. Yüzyılda “Hakikat” arayışını şiar edinen Alperenlere muvaffakiyetler diliyorum.
30.Temmuz.2003
Recep TEMEL
Alperen Ocakları
Samsun İl Temsilcisi















TAKDİM:3


“4.500 Ülküdaşını şehid vermiş bir davanın mensupları olarak biz bugün neredeyiz?”

“ÜLKÜCÜLER, MEHDİ RESULÜN ORDUSUDUR”

Gönül dostu, büyük dava adamı Ahmet ER Bey; bir çok hakk dostunun Ülkücüleri “ÜLKÜCÜLER, MEHDİ ORDUSUDURLAR”, diye tarif ettiklerini söyler.
Evet.
Ülkücüler bir döneme damgasını vurmuş bu ülkenin karasevdalı serdengeçtileriydiler. Ezanların susturulup yerine “Enternasyonel Marşları”nın çalınmak istendiği bir dönemde “EZAN SUSMAZ, BAYRAK İNMEZ” diyerek bir mücadele başlatmışlardı.
Türk Bayrağı’nın indirilip, Orak-Çekiçli Rus bayrağı asmak isteyenlere karşı bir milletin onur ve bağımsızlığının sembolü olan TÜRK BAYRAĞI’nın onur mücadelesini vermişlerdi.
Kurtarılmış bölgelerde duvarlara “Muhammed’in Piçleri Giremez” sözlerinin yazıldığı bir dönemde “KANIMIZ AKSA DA ZAFER İSLAMIN” diye haykırarak Allah ve Rasulünün davasının mücadelesini verdiler. Bu uğurda bir gül bahçesine girercesine nice canlarını toprağa verdiler. Başkaları kız peşinde koşarken onlar, “ÜLKÜ” denen bir nazlı geline sevdalandılar. Başkaları zengin olmanın hayalini ve hesabını yaparken, o “ÜLKÜ DEVLERİ” Tuna nehrinde abdest alıp Çin Seddinde namaz kılmanın hayalini kurdular.
Bu sevda uğruna 4.500 şehid verdiler. Mamak zindanlarında ömürlerinin en güzel günlerini işkenceyle geçirdiler.
İdam sehpalarında 9 canlarının şehid edilişlerini seyretmek zorunda bırakıldılar. Hepsinin ruhu şad, mekanları cennet olsun.
Ülkücü Hareket’in Lideri Muhsin YAZICIOĞLU, Ülkücü neslin yaşadığı serencamı bakın nasıl şiirleştirmiş:
Gençliğim dedim, ver dediler,
İstikbalim dedim, yok dediler,
Kanım dedim, dök dediler,
Canım dedim, milletin dediler,
Sevdim, suçtur dediler,
Ve çığlıkla yarıldı karanlık,
Sevgimi çarmıha gerdiler.
Değerli dostum İsmet GÜLTEKİN hocam; emeğini, alınterini ve zamanını harcayarak bir vefa örneği göstererek Samsun İl’inde şehid düşmüş Ülküdaşlarımızı bir kitapta toplamış. Gerçekten de insanı duygulandıran bir çalışma örneği sergilemiş. Kendisini kutluyorum ve çalışmalarının devamını diliyorum.
Ben bu vesileyle Ülkücü Hareket’in bu gün hayatta kalmasını bilmiş olan Ülkücü’lerine şu soruyu sormak istiyorum: 4.500 Ülküdaşını şehid vermiş bir davanın mensupları olarak biz bugün neredeyiz?
Şehid olan Ülküdaşlarımızın biz hayatta kalabilenleri affetmeleri dileğiyle saygılarımı sunarım.
01.08.2003
RASİM KANİ
Büyük Birlik Partisi
Terme İlçe Teşkilatı Adına
















SAMSUNLU ŞEHİD ÜLKÜCÜLER

Hazırlayan: İsmet GÜLTEKİN


ADEM TAŞTAN-Şehid Ediliş Tarihi:25.Şubat.1980-
Samsun’un Çarşamba ilçesinden. 18 yaşında lise öğrencisiydi. Ailece Çarşamba’da ikamet ediyorlardı. Çarşamba’da komünistlerle girişilen bir silahlı çatışmada şehid oldu. Cenazesi, evlerinin karşısında bulunan toprağa verildi.
ADNAN YILMAZ
Samsun’un Havza ilçesine bağlı Ilıca nahiyesindendi. 21 yaşında olup, lise mezunuydu ve ailece Havza’da ikamet ediyorlardı.Babasına ait beyaz eşya bayiliğinde çalışıyordu. Havza Ülkücü Gençlik Derneği(ÜGD) eski başkanlarındandı. Olay günü, öğle vaktinde, Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan dükkanlarını basan komünist militanlar tarafından kurşunlanarak, alnından yediği tek kurşun ile şehid oldu.
ALİ BÜLENT ORKAN-Şehid Ediliş Tarihi(İdam)13 Ağustos 1982-
Samsunluydu. 25 yaşında olup, ailece Ankara Etlik Aşağıeğlence semtinde ikamet ediyorlardı. Ankara İncirli Lisesi Gece Bölümü öğrencisiydi. “Piyangotepe katliamı”ndan sorumlu tutularak yargılandığı “12 Eylül Mahkemeleri”nde “idam” cezasına çarptırıldı. Kapatıldığı “Mamak Askeri Cezaevi Ölüm Hücresi”nden, sabaha karşı alınarak götürüldüğü “Ankara Merkez Kapalı Cezaevi”nde, asılarak şehid edildi. Cenazesi “Ankara Karşıyaka Asri Mezarlığı”na defnedildi.
“ONLAR DİRİDİRLER”/ ALİ BÜLENT ORKAN(MAMAK-MERKEZ KAPALI CEZAEVİ)
Onu cezaevine gelmezden evvel gazetelerin haberlerinden tanıyorum. Hakkında çok şey duydum.
Menfi yönde öyle yaygaralar koparıldı ki, mahkemenin kurulmasına, yargılanmasına lüzum kalmadı. Basın, onun için hükmü vermişti.
Suçludur!
Türkiye’de basının tuhaf işlevi vardır. Güvenlik Kuvvetlerince aranan birini suçlu, yani hüküm giymiş olarak kamuoyuna lanse eder. Sonra da, döner Emniyet’teki işlemleri tenkide kalkışır.
İnsana sormazlar mı, hem mıhına vurmak, hem nalına vurmak ne iştir? Zanlı olarak aranan birini sen suçlu ilan et, sonra da , Emniyet’teki keyfiyetten ötürü bu kurumu eleştiriye kalk!
Emniyet’teki bu muameleyi hazırlayan unsurlardan biri de ne yazık ki, basındır.
Ali Bülent, mahkemeye çıkmadan önce mahkum edilmişti!
Tıpkı İbrahim ÇİTÇİ, Hüseyin KOCABAŞ, Turan DEMİRKIRAN ve diğerleri gibi.
Pekiyi basının gözünde o suçlu değil miydi?
Kamuoyonda “Bahçelievler Yedi Tip”li olarak geçen hadisede bir tek görgü tanığı bulunmadığı halde, basın yine bu davada yargılanan insanlara suçlu damgasını yapıştırmış ve mahkemeyi yönlendirmiştir. Şu Şu an bir idam, diğeri müebbet hapis cezalarına çarptırılmış insanlar suçsuz yere yatmaktalar.
Türkiye’deki tuhaflıklardan sadece biridir bu...
Ne yazık ki, paye ve itibar da görmektedir.
Yakalanmadan önce, İzmir’de seyyar satıcılık yaparak hayatını idameye çalışmıştır.
Emniyet’te uzun ve dayanılmaz muamelelere maruz kaldığından akıl zembereğini uzun bir süre dengesiz çalıştırmış.
Dört ayı geçen bir delilik serüveni vardır.
Gelin bu dört ayın manzarasının bir bölümünü hücresinin önünde nöbet tutmuş bir er’den dinleyelim:
NÖBETÇİ ASKERİN ANLATTIKLARI
“Herkesin dilinde, sohbetindedir. Birkaç kez hücresinin önünde nöbet tuttum.
Bir defasında onu konuşturmak için çok uğraştım ama başaramadım.
Kalk! Dersin, kalkmaz;”yat!” dersin yatmaz. Yemek verirsiniz, yemez. Yüzü sakala boğulmuş. Gözleri bile gözükmez. Kafası estiğince yaşıyor.
Yetkilinin biri geldi, karşısında durdu. Eğitime kaldırmak istedi!..Kalkmadı. Tınmadı, söylenenlere aldırdığı yok.Hücresini açmaya korkuyorlar. Hava yok, doğru dürüst sıcak su yok.
Yıkanamıyor.
Hep hücrede, hep hücrede.
Bir birinci sigarası, kapının dışında bir yere asılmış orada görevli olan asker, o işaretlerle istedikce yakıp tek tek veriyor.
Emir böyle!
Delidir, her kötülüğü yapacağı bellidir! Böyle denmiştir bizlere. Emir kuluyuz. İnsan acıyor, istiyor ki, ona yardım etsin, onun haline derman olsun, konuşsun, gülsün, diğerleri gibi havaya çıksın, eğitim yapsın.
Nerede?
Akşamdan kirli battaniyenin içine giriyor, sabah çıkmak bilmiyor.
O sabah çorba geldi. Kapıyı vurdum kalkmadı. İstedim ki, çorba içsin, sıcak sıcak.
Vurdum bütün gücümle kapıya, duymuyor adam.
Baktım kalkmıyor, duymuyor beni, vurmaktan vazgeçtim kapıya.
Öğleye doğruydu.
Kendiliğinden kalktı, bir ileri, bir geri gitti, geldi.
Demir parmaklara yanaştı. Sonra işaretle sigara istedi.
Elini ağzında tutuyor, sigara içiyormuş gibi yapıyor. Sonra da deli deli bakıyor yüzüme...
Oyaladım bir zaman..
İlkin vermedim. İstedim ki, biraz hareket etsin, zıplasın tepinsin, çağırıp bağırsın...
Yok! Tınmadı. Bekledi öylece. Yüzüme mel mel baktı. Tam deli suratı var. Korktum vallahi. Uzatmadam, hemen bir sigara yaktım verdim.
Çömeldi hücrenin bir köşesine, sırtını duvara verdi. Sigaraya sarıldı, somurdu. Dumanlar başının üzerinde döne döne tavana vurdu. Haline baktıkça ağlayasım geldi. Kendimden utandım. Onu bu hale getirenlere lanet ettim.
Başına ne geldiyse Emniyet’te gelmiş diyorlar. Orada çok cefa çekmiş. Kafayı orada oynatmış.
Yüzbaşı bizim koridora girdi, esas duruşa geçtim, “dikkat!” komutu çektim. Kalkmadı, hala öyle. Duvara yaslanmış sigarayı ağzından çekmiyor. Yüzbaşı geldi, hücrenin önünde durdu.
- Bülent! Dedi.
Dönmedi. Çömeldiği yerden kımıldamadı bile.
Yüzbaşı güldü. Sonra cebinden malbora paketini çıkardı gösterdi.
- Al!, dedi,.
Sigaraya koştu. Yüzbaşı paketten bir tane çıkardı verdi. Elindekinin ateşiyle yeni sigarasını yaktı, büyük bir zevkle tüttürdü.
Herkes seviyordu onu. Durumu hakkında cezaevindeki personelin haberi olduğundan üzerine varmıyorlardı. Dedim ya, nöbetten, eğitimden ve diğer mecburiyetlerden muaftı.
Karşısına geçtim. Ona dikkatlice baktım.
Gözlerinin altı mosmordu. İki dakikada bir elini kulaklarına götürüyor, kulaklarını kapatıyordu. Bir zaman öylece duruyor, sonra yavaş yavaş elini kulaklarından çekiyor, normale dönüyordu. Çok geçmiş, çok.
Ağzından bir tek kelime çıktığını duymadım. Sanki konuşmayı unutmuş. Dil ağzında yok olmuştu.
Adama çok çektirmişler. Bir insan akıllıyken, zor altında deli oluyor. Yazık değil mi?
O gün çok düşündüm. Daha mahkemelerin suçlu saymadığı birine akla gelmedik muamele yapmak, insan işi olamaz. Azıcık vicdanı olan insanı deliliğe götüren işkenceler yapmaz.
Ben o kadar yetkiye sahiptim ki, istesem bir çok insanı sakat bırakabilirdim.Ama yapmadım. Vicdanım elvermedi. Bana yakışmaz. Eli kolu bağlı bir ansana dayak atmak, er kişinin karı değildir.
Ne Ali Bülent’e, ne de başkasına bir fiske bile vurmadım. Acıdım oradakilere. Yemek yerken dayak, çay içerken dayak, tuvalete giderken dayak. Vallahi sabırlı insanlarmış, insan fıttırır.
Nöbetim orada biterken aklımda hep o, hep o.
Rüyama bile girdi.
İhtiyar bir babası vardı. Sakallı nur yüzlü. Hücrenin önünden bir türlü gitmiyor.Durmadan dua ediyor. Diz çökmüş , gözleri kapalı:
- Oğlum korkma! Allah sabredenlerle beraberdir. İdam alsan da bozma kendini. Sen ilksin, ne de sonuncusu. Allah yolunun yolcususun.Senin için müjdeler var. Ne mutlu sana ki, çile çekiyor, günahlarının kefaretini ödüyorsun. Bu hal herkese nasip değildir.
Müslümansın, Müslümanca yaşa ve öl! Ölüme giderken sallanma. Dilinden dualar eksik olmasın. Arkada bıraktığın gönüldaşların senden rahmetle bahsetsinler. Sen büyüksün, sen inanıyorsun, cesursun, mertsin.
Allah’a dayan ve hep Allah de!
Kayboldu beyaz sakallı rikkat tavırlı baba. Sisli bulutların içine girdi. Görünmez ufuklara yıldız oldu.
Böyle bir rüya gördüm.
Yatakta doğrulduğumda gözlerim yaşla doluydu.”
GÖREVLİ GARDİYANIN ANLATTIKLARI
“Bize gelmezden evvel, Emniyet’te uzun süre kalmış. Ne olduysa orada olmuş. Günahları boyunlarına çok eziyet etmişler. Akla gelmedik kılıklara sokmuşlar. İnsanın hafsalasının almayacağı yollarda yürütmüşler. Demek akıl dayanamadı. Tahammül sınırı çatladı. Beyin iflas etti.
Şimdi biraz akıllı. İlk geldiğinde zır deliydi valla. Otur dersin oturmaz, kalk dersin kalkmaz. İsmini bile zor söylettik. Bir yere imza atması gerekiyordu. Dilimizde tüy bitti. O imza atmadı. Sonra zorla eline kalem verdiler. Öylesine karaladılar.
Hele gözlerini görecektiniz. Fıldır fıldır oynuyordu. Yerinde duramıyordu. Bir o yana yürüyor, bir bu yana.
Biri dedi ki:
-Bizim sopayı yerse akıllanır. Deliliği kalmaz.
Denemesini o an yaptılar. Nafile. O kadar sopa yedi gıkı çıkmadı. Ben onun yerinde olsaydım, yerimden kalkamazdım. Çok dayanıklıymış.
Baktılar ki, essahtan deli, tuttular tek bir hücreye attılar.
Yüzü tertemizdi. Elleri de öyle. Üzerinde yırtık bir gömlek kirli bir kumaş pantolan vardı. Çorap bile ayağında yoktu.
Hücrede eğitim yaptırmaya kalkıştılar. Milleti duymuyor ki...Hep gözlerinin beyazıyla bakıyor insanların yüzüne..Orada da sopa yedi bolca, ama eğitim yapmadı.
İdam alırken bile kafası yerinde değildi. Biz diyorduk ki, deli raporu verirler, salıverirler..
İlk celse de aldı idamı. Hemen de onaylandı...”
****
Ali Bülent’in bu hali dört ay devam etti. Ben tecrit bir otuz numaradayken, o tecrit iki ön kırk numaradaydı. Bir ara hastahaneye götürüldü. İğne hap derken biraz kendine gelir gibi oldu. Hemen eğitime tabi tuıtuldu. Hastalığı yine nüksetti.
Sonra yine hastahane hastahane dolaştırıldı. İğne hap, iğne hap...iyileşti bir nebzecik.
Aklı yerine geldi, diye idam yaftası boynuna asıldı.
Mamak idaresi de fırsat bu fırsat dedi, eğitimin en zorlusuna sürdü.
Dosya Yargıtay’da. Sonuç:İdam yerindedir...Üst makama arz olunur!
Statüsü değişti. Herkesin yaptığı iflah kesen eğitimin içinde kayboldu. Dinlenmedi, durmadı, öğrendi, ezberledi, bağırdı, bol bol dayak yedi.
Sayılı günlerin farkındaydı. Biliyordu gelecek günlerin ince tül gerisindeki yüzünü. Biliyordu sehpaya yürüyeceğini..Kendini hazırlıyordu vuslat anına.
Sehpaya giden yolu şuurlu ve büyük bir iştiyakla tepiyordu.
Bütün hazırlıklar köprüyü rahat ve itidatlı bir hal ile atlatmak için.
O günün gelmesi için zaman zaman sabırsızlandığı, dünyanın rehavetinden uzak, ebedi halin güzelliğine düçar olduğu aşikardır.
Namazın sonunda ettiği dua:
-YARABBİ! SANA GELMEMİ UZATMA!
Sabretmek!Sabır..Yaşamanın azabını, kötülüklerine sabır, sebat. O ölümü diliyor, ölümü arzuluyor. İnanarak, olup biteni idrak ederek, ölümün soğuk değil, sıcak kollarına atılmak ve sarhoş olmak.
Dileği bu.
Tecessüs, aklın çomağı, feneri..
Bilerek, duyarak, severek ölüme gitme vakasını merak edenlere bir tek söz söylenir:”ŞEHİDLERİN YOLCULUKLARINA TANIK OLANLARA MUTİ OLUN, DİNLEYİN!”
Beklediği an geldi, çattı. İçi içine sığmıyor. Ahiret yurdunun merakı ve sırrı onu heyecana boğmuştur.
Merkez Kapalı Cezaevi’nin avlusunda yanan ampullerine şavkı bet ve nurdan nasipsiz...Bir adım ötesine ışık uzatmaktan aciz ampuller.
Uzun boy, geniş omuzlar, esmer ten, mutedil kalp...
Yürüyor silahlar arasında...
Dünü düşünüyoır...dünün mutlu, mutsuz anlarını,vakalarını, insanlarını...
Karanlık büroda.Bir köşesine büzülmüş, ayakları karnına çekilmiş, nefes almakta güçlük çekiyor.Harap bir hane. Ev atadan yadigar. Duvarlarda, tavanlarda, halılarda kan var, şehidler kanı. Öyle hoppadan omuz vermedi bugünlere bu yapı.Ne simalar, ne rüzgarlar, ne yağmurlar, dolular gördü...
Evin dört yanı çevrilmiş.Yılanlar, çayanlar, sıçanlar sıra sıra
Bu zararlı mahlukatı izale etmek gerek. Aksi takdirde ev evlikten çıkacak, içindekiler kılık değiştirecek, hayvanlaşacaklar...
Kafası bulutların orta yerinde günlerce düşündü, aklı görünüyordu.
Önünde, arkasında, yanında, yönünde zıplayan,çığıran, zehir akıtan mahlukatı göre göre tefekkür kapısında gözyaşları döktü.
Sonra da vardı bir karara:
Teslim olmayacak, savaşacaktı...
Geçerli silahlarla ölüm dirim savaşına girdi.Vurdu, vuruldu, düştü, kalktı, süründü.
Netice:
“Hayvanları Besleyenler Derneği”, onu suçlu ilan etti.
Sandalyelere kurulu, kurul toplandı. Sonunda karar “saptandı.”
HANÇER SAPLANACAKTI MAZNUNUN KALBİNE!
Kan aktı. Kanı hayvanatlar şarap sanıp kadehlere doldurdular ve şerefe kadeh kaldırdılar...
- Son bir arzun?
Görevli soruyor.
O gülüyor, gözleri Sonbaharın ilk turfandası olan üzüm tanesinin berraklığı ve parlaklığında..
Görevli kızdı:
- Arzunu sordum, sen gülüyorsun!
Cevab:
- Beni öldü bileceklere gülüyorum. Temizim, pakım, Allah’ıma kavuşuyorum. Daha ne isteyeceğim? Hazırım ben
- Son sözünde mi yok? Yani annene, babana ve...
Kafası dik, göğsü çıkık, ağzı yarım açık:
- Vazifemizi yaptığımıza inanıyoruz. Ülkücünün kadir ve kıymetini ve Ülkücünün nişanı pek yakındır. Bu hakikatı bütün insanlığa duyurunuz. İstediğim bu!
Bütün kafaların içinde duman dumanı kovuyor. Böylesi laflarda neyin nesi? Ölüme giden bir insan bu kadar metin, bu kadar serbest olabilir mi? Bu insana bu kuvveti veren kimdir, nerdedir?
Kafalardaki sual bu!
Karar yüzüne karşı okundu. Emir verildi.
- Girin kollarına!
Aniden geri döndü. Kızgın bir yüzü, çakmak gözleri:
- Lüzum yoktur. Düğünüme gidecek kadar güçlüyüm, kuvvetliyim.
Durmuş kalpler, kar yağıyor lapa lapa. Rüzgarın uğultusu keşfi güç nağmeler türetti.
Korkunun yerini merak ve şaşkınlık almış.Kalplerde tekdir duygusu...
Allah’ın ayeti her yerde:”Allah yoluna ölenlere cennet vaadeldilmiştir...”
Ağlayanlar var.Yüzünü başka yönlere çevirenler var.Kalpleri kütük kütük yananlar var...Vakarlı duruşu ile onlara haykırıyor, Ali Bülent:
AĞLAMAYIN, BEN YENİDEN DOĞUYORUM!
Bu denli soğukkanlılık, bu denli itidal ve cesaret görülmüş şey değil.
Boynunda ip, ağzında imanı tasdik:
“EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RASULULLAH”
Bir yıldız kaydı gökyüzünden, diğer yıldızlar titreşimde. Gökyüzünde bir tek parça bulut dahi yok...lakin gökyüzü gürül gürül gürüldemekte. Ayın peçesi açılmış, ay kızgın!
Ağladı yıldızlar, sızladı ay!
Raporu tanzim eden eller titriyor, bir yıldızın,kayan bir şehidin cesaretinden...
Korkmuşlar..
Hikmeti istikbalde.
Gözlerinizi ileriye dikin. Şayed gözler yaşarmamışsa, derim ki, herkes akıttığı yaşların diyetini ödesin!
Ödemeli!
Başka bir yol yok. Felaha kavuşmanın yolu BİR Kurtuluş BİR’de...
Naaşı, maaşlı ellerde. Onlar bile korkuyorlar...
Toprağa değil, ahiret yurduna göçtü Ali Bülent...(x)
ARSLAN KARAKAYA-Şehid Ediliş Tarihi: 07. Temmuz. 1979-
Samsun’un Kavak ilçesindendi. 27 yaşında, evli idi ve Samsun’un Hastahanebaşı semtinde ikamet ediyordu. Geçimini taksi şöförlüğü yaparak sağlıyordu. Olay günü, ülkücü arkadaşlarıyla birlikte hastahanede yatan bir arkadaşlarını ziyaretten dönerken, Devlet Hastahanesi yakınlarında pusu kuran komünist militanların bindikleri taksiyi kurşun yağmuruna tutmaları neticesinde şehid oldu. Cenazesi Samsun’da toprağa verildi.
BAYRAM ÇONOĞLU-Şehid Ediliş Tarihi:Temmuz.1977-
Samsun’un Havza ilçesindendi. Erzurum İşletmecilik Fakültesi 1. Sınıf öğrencisiydi. 18 yaşındaydı. Ailece Havza’da ikamet ediyorlardı. Okul tatili münasebetiyle memleketinde bulunduğu bir sırada, Pazar Yeri’nde, komünistlerle Ülkü Ocağı Derneği(ÜOD) binasının önünde çıkan bir kavgada arkadan bıçaklanarak, ağır şekilde yaralandı. Hastahaneye kaldırılırken de yolda şehid oldu. Cenazesi “Havza Mezarlığı”nda defnedildi.
BEKİR ÇON-Şehid Ediliş Tarihi:03 Aralık. 1977-
Samsun’un Havza ilçesine bağlı Kamlık Köyü’ndendi. Ülkücü bir aileye mensup olup, daha önce amcasının oğlu da şehid edilmişti. Lise mezunuydu ve 22 yaşındaydı. 19. Kasım 1977 tarihinde Amasya Suluova’da yapılan MHP eğlence gecesine, Havzalı Ülkücülerle birlikte gidip, Suluova’da, Emek Sineması’nda eğlenceye iştirak ettiği bir sırada, daha önceden salona yerleştirilen saatli bir bombanın infakıyla yanında bulunan arkadaşıyla birlikte ağır yaralandı. Merzifon Devlet Hastahanesi’ne kaldırıdıysa da , tıbbi yetersizlikler sebebiyle, Ankara Yüksek İhtisas Hastahanesi’ne kaldırıldı. Bir müddet tedavi görmesine rağmen, kurtarılamayarak, saat 23.00 sıralarında şehid oldu. Uzun müddet Havza Ülkü Ocağı Derneği(ÜOD)’nde, çeşitli görevler de bulunmuştu. Cenazesi Havza’da toprağa verildi.
BİLAL ARLI-Şehid Ediliş Tarihi:16. Haziran.1979-
Samsun’un Kavak ilçesinden olup, 18 yaşındaydı. Samsun’da Çarşamba Mahallesi’nde ikamet ediyorlardı. Erzurum Akşam Ortaokulu öğrencisiydi. Samsun’da bulunduğu birgün Mecidiye Caddesi’nde, Konak Sineması yakınındaki bir eczanenin önünde bulunduğu sırada, mitingden dönen bir grup komünistin silahlı saldırısına uğrayarak, kasığından yaralandı. Hastahaneye kaldırıldıysa da kan kaybından şehid oldu. Cenazesi köyünde toprağa verildi.
EKREM ÇAMAŞ-Şehid Ediliş Tarihi:24. Mayıs.1980-
Samsun’un Bafra ilçesindendi. Karadeniz Teknik Üniversitesi(KTÜ)’nde okuyor ve Trabzon Gülbahar Mahallesi’nde ikamet ediyordu. 24 yaşındaydı. Aynı zamanda Ülkü Yolu Derneği(ÜYD) ikinci Başkanlığını da yürütüyordu. KTÜ’de, bir saatli bombanın patlaması sonucu parçalanarak şehid oldu. Cenazesi memleketinde toprağa verildi.
EROL ÇUĞU-Şehid Ediliş Tarihi:17. Aralık. 1979-
Samsun’luydu. 23 yaşındaydı. Samsun’da, Zeytinlik Mahallesi’nde ailece ikamet ediyorlardı. Erzurum İslami İlimler Fakültesi son sınıf öğrencisiydi. Samsun’da Devrim Lisesi civarında, bir arkadaşıyla birlikte buluındukları sırada, birkaç komünist militanın mahalleye girmelerini önlemek için gayret ederlerken, açılan ateş neticesi, kalbinden yediği tek mermi ile orada şehid oldu. Cenazesi Samsun Yeni Mezarlığı’na defnedildi.
EROL SELÇUK-Şehid Ediliş Tarihi:30. Nisan. 1979-
Samsunlu olup, 17 yaşındaydı. Samsun Devrim Lisesi öğrencisiydi. Ailece Zeytinlik Mahallesi’nde ikamet ediyorlardı. Komünist militanlarla mahallesinde giriştiği bir silahlı çatışma sırasında şehid oldu. Cenazesi Samsun’da toprağa verildi.
FERİDUN BAŞ-Şehid Ediliş Tarihi: 22. Mart.1978-
Samsun’da Lise Öğretmenliği yapmaktaydı. Ülkü-Bir mensubuydu. 30 yaşlarında olup evliydi.Olay günü komünist militanlarla silah zoruyla kaçırılıp, Havza ilçesi yakınlarında, kırlık arazide, bir ağaca bağlanarak işkence yapılmak suretiyle şehid edildi.
HASAN GÜVEN-Şehid Ediliş Tarihi: 12. Mart. 1980-
Samsunlu idi. Ailece Ülkücü olup Samsun’un Yenidoğan Mahallesi’nde ikamet ediyorlardı. Aynı yerde bakkal dükkanı işletiyorlardı. 17 yaşındaydı. Olay günü mahalleye baskın yapan komünistlerle giriştiği silahlı çatışmada, vurularak şehid edildi. Cenazesi Samsun Yeni Mezarlığı’na defnedildi. 12 Eylül’den sonra, ailesi Emniyet’in baskısına uğrayıp, çeşitli işkenceler gördü. Şehadetinden 13 gün sonra, kardeşi de şehid edildi. Mezarları yanyanadır.
HÜSEYİN GÜN-Şehid Ediliş Tarihi: 25.Şubat.1980-
Samsun’un Çarşamba ilçesindendi. 18 yaşında, lise öğrencisiydi. Ailece Çarşamba’da ikamet ediyorlardı. Olay günü komünistlerle giriştiği silahlı çatışma sırasında Ülkücü bir arkadaşıyla birlikte şehid edildi. Cenazesi Çarşamba’da toprağa verildi.
HÜSEYİN GÜVEN-Şehid Ediliş Tarihi: 25. Mart.1980-
Samsunlu idi. Samsun Yenidoğan Mahallesi’nde ailece ikamet ediyorlardı 16 yaşında idi. Cezaevinden yeni çıkmıştı. Ağabeyi Hasan GÜVEN’in şehadetinin ardından 13 gün sonra, kendilerine ait bakkal dükkanlarının içinde, sigara almak bahanesiyle gelen iki komünist militanın silahlı saldırısı neticesi şehid edildi. Cenazesi Samsun Yeni Mezarlığa defnedildi. İki oğlunu da ard arda şehid veren babası Dursun Ali GÜVEN, bu acılara dayanamayarak, bir süre sonra vefat etti.
.İSA YILMAZ-Şehid Ediliş Tarihi: 18.Mart.1979-
Samsunlu idi. 18 yaşında olup, lise talebesiydi. Samsun’da okurken, komünistlerin baskıları sebebiyle kadını Tokat Endüstri Meslek Lisesi’ne aldırmıştı. Olay günü akşam üstü Tokat’ta, komünistlerin yuvalandığı bir kahvehanenin önünden geçerken, açılan ateş sebebiyle, vücuduna isabet eden tek kurşunla şehid oldu. Cenazesi memleketinde toprağa verildi.
KEMAL ÖZLÜ-Şehid Ediliş Tarihi: Temmuz.1980-
Samsun’un Havza ilçesindendi. 24 yaşında idi. Havza’da, Memduhiye Mahallesi’nde ikamet ediyordu. Ailece Ülkücü fikre sahiptiler. Ailesinin tek çocuğuydu. Çorum Eğitim Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra, Erzincan’da, bir okulda, öğretmenlik görevine başlamıştı. İzinli olarak memleketinde bulunduğu 1980 Ramazan ayı’nda, olay günü, Teravih’e gitmek üzere evlerinin kapısının önüne çıktığında, önceden pusu kurup beklemekte olan komünist militanlar tarafından vurularak şehid edildi. Ülkü-Bir mensubuydu. Cenazesi Havza’da toprağa verildi.
MUSTAFA BAŞOĞLU-Şehid Ediliş Tarihi: 04. Kasım 1977-
Samsun’un Ladik ilçesindendi. 23 yaşındaydı. Ankara Dil-Tarh-Coğrafya Fakültesi son sınıf öğrencisiydi. Site Yudu’nda kalıyordu. Olay günü, gece vakti, yanında bir arkadaşıyla birlikte , Abidinpaşa semtinde, Su Deposu civarında, bir yakınını ziyarete giderken, komünistler tarafından yolu kesilip, demir çubuklarla dövüldü. Daha sonra kurşunlanarak şehid edildi. Yanındaki arkadaşı da ağır yaralanmıştı. Cenazesi memleketinde toprağa verildi.
MUSTAFA DURSUN-Şehid Ediliş Tarihi:12. Şubat.1979-
Samsun’un Kavak ilçesindendi. 21 yaşında olup, işçilik yapıyordu. Samsun’da Hastahanebaşı Mahallesi’nde , içlerinde Pol-Derli polislerin de bulunduğu bir grup komünist tarafından silahla vurulmak suretiyle şehid edildi. Cenazesi Samsun Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi. (1)
Kardeşi Mahmut DURSUN anlatıyor: “-Mustafa ağabeyimin şehid düştüğü yer, 1979 Şubat 12’yi 13’e bağlayan gece, Samsun Zeytinlik Mahallesi’nin Birlik Sokağı’nda şehid oldu. Tek kurşunla ve srtından vurularak. Hamza ağabeyimde 1983 senesinin bayram arefesinde, Temmuz ayında rahmetli oldu.
M.L.SÜREK: Mustafa ağabeyinizin şehid olmasını bütün teferruatıyla anlatabilir misiniz?
M.DURSUN: Hadiseye bizzat ben vakıfım. Mustafa Ağabeyim, ben, annem ve babam evdeydik. Tabiki kış zamanıydı. Akşam 6-7 civarı oturup, çayımızı içerken, Osman AKER isimli arkadaşımız gelerek Zeytinlik Mahallesi’nde arkadaşlarımızın kıstırıldığını, kendisinin yaralandığını, bir arkadaşının da ölüp veya ölmediğini bilmediğini söyledi.Mustafa ağabeyimin üzerinde atadan kalma eski bir silah vardı. Onunla birlikte tabiki Ülkücü kardeşlerini komünist kurşunlarına hedef olarak bıkamazdı. Olay yerine gitmeye kalktı. O anda mübarek anamın içine doğmuş gibi, “-Gitme oğlum!Bu akşam gitme!” diyerek yalvarması, telkinde bulunması hala aklımdan çıkmıyor. Fakat Mustafa ağabeyim dinlemeyip gitti. Mustafa ağabeyim gittiği zaman, daha olay soğumamıştı. Beş-altı dakika sonrasıydı.
Mustafa ağabeyim, komünistlerle polisler arasında kalmıştı. Elinde silahı vardı. Ancak ateşleyemeden sırtından, omuriliğine isabet eden tek bir kurşunla orada şehid düştü. Belki komünistlerden, belki de polislerin attığı kurşun ile vururdu. Orası bize karanlık. Yani karambol bir kurşunla şehid oldu. (2)
MUSTAFA KARACA-Şehid Ediliş Tarihi:19.Eylül.1979-
Samsunlu idi. 24 yaşındaydı. Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun olduktan sonra askerlik görevini yapmış ve askerlik dönüşü, Erzurum Yapı Meslek Lisesi ‘nde öğretmenliğe başlamıştı. Daha sonra Adana Yapı Meslek Lisesi’ne tayinini yaptırarak, Adana’ya gelmişti. Okulun bekar öğretmenler için lojman haline getirilmiş 3. Katında6 öğretmen arkadaşı ile birlikte kalmaktaydı. Olay gecesi lojmana baskın yapan komünistler tarafından diğer 5 öğretmen arkadaşıyla birlikte kurşunlanarak şehid edildi.
MUSTAFA TUNA-Şehid Ediliş Tarihi: 06.Ocak.1980-
Samsunlu olup 22 yaşındaydı. Samsun’un Yenidoğan Mahallesi’nde ailece ikamet ediyorlardı. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra memleketi Samsun’a dönmek üzere Trabzon’da Değirmendere Otobüs Garajına geldiği sırada, komünist militanların silahlı saldırısına uğradı. Olayda yanında bulunan diğer Ülkücü arkadaşı ile birlikte şehid oldu. Cenazesi Samsun’da toprağa verildi. Kaatilleri olaydan sonra merak ettikleri vahşetlerini seyretmek üzere olay yerine geldiklerinde tanınarak yakalandılar.
OSMAN TAN-Şehid Ediliş Tarihi: 14. Mayıs.1979-
Samsunlu idi. 19 yaşında ailece Samsun’un Cedid Mahallesi’nde ikamet ediyorlardı. Balıkçılıkla iştigal ediyordu. Olay günü komünistlerin duvarlara yazdığı yazıları silmeye giderken, yolda kurulan pusuda, yanındaki arkadaşı ile birlikte vurularak ağır bir şekilde yaralandı. Kafasına isabet eden iki kurşunla yaralanmıştı. Ankara’ya, hastahaneye kaldırılırken, yolda şehid oldu. Cenazesi Kıranköy Mezarlığı’na defnedildi.
REFİK ASLAN-Şehid Ediliş Tarihi: 02. Eylül.1980-
Samsun’un Bafra ilçesindendi. 24 yaşında olup, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi 5. Sınıf öğrencisiydi. Ailece Bafra’da ikamet ediyorlardı. Erzurum Ülkü Ocakları Derneği(ÜOD) ‘nde, çeşitli kademelerde görev yapmıştı. Ankara Kızılay Mithatpaşa Caddesi’nde bulunan Ziraat Mühendisleri Birliği’nde, ziyaretine gittiği bir arkadaşı ile birlikte oturduğu sırada buraya silahlı baskın düzenleyen komünist militanlara karşı koymaya çalışırken; aldığı tek kurşun yarasıyla şehid edildi. Cenazesi memleketinde toprağa verildi. Şehadetinden birkaç gün önce evlenmişti.
RESUL ŞAHİN-Şehid Ediliş Tarihi: 08.Şubat.1980-
Termeli idi. 19 yaşındaydı. Dokuz erkek kardeşten altıcısıydı. Samsun Ticaret Lisesi’nden yeni mezun olmuştu. Üniversite imtihanlarına hazırlanıyordu. Olayın olduğu Cuma günü, Yeni Cami’de namazını eda ettikten sonra, çorap almak için, kendi mahallelerinde bulunan pazara gittiğinde, bir komünist grubun silahlı saldırısına uğradı. Bunlardan birini vurup, yere düşürdüyse de, arkasından ateş açan dört komünist militan tarafından orada şehid edildi.Cenazesi Terme Sarayköy Mezarlığı’na defnedildi. Olayın acısına dayanamayan annesi felç geçirdi ve daha sonra da vefat etti.
ŞABAN EĞİLİ-Şehid Ediliş Tarihi: 14. Haziran.1979-
Samsunlu olup, Samsun’da, Çarşamba Mahallesi’nde ikamet ediyordu. İnşaatçılık yapıyordu. 20 yaşındaydı. Komünistler tarafından Çarşamba Mahallesi’nde bulunan Ülkücü Gençlik Derneği(ÜGD) binasına yapılan silahlı baskın sırasında kurşunlanarak şehid edildi. Cenazesi Samsun’da toprağa verildi.(3)
TURAN TUFAN-Şehid Ediliş Tarihi: 15. Mayıs 1980-
Termeli idi. 17 yaşındaydı. Öğrenciydi. Olay günü, Regaib Kandili akşamı, Ordu vilayetinde bulunduğu bir sırada, arkadaşı Sefa KOL ile birlikte, uğradığı bir saldırı neticesinde komünist militanlar tarafından vurularak, şehid edildi.(4)
HAKLARINDA BİLGİ EDİNEMEDİĞİMİZ ŞEHİDLER
Buraya kadar, 25 Samsunlu şehid ülkücünün şehid oluş tarih, yer ve şekilleri açıklamalı olarak ifade edilmektedir. Henüz haklarında açıklamalar bu zamana kadar yapılmamış veya bizlerin karşılaşmadığı Samsunlu şehid ülkücülerin şehadet tarihleri, isim ve soy isimleri, meslekleri ve şehid oldukları yerlerin isimleri ise şu şekildedir:
1-Davut TURAN:Şehadet tarihi:28.Haziran.1978/Öğrenci/Samsun
2- Metin YEŞİLIRMAK: 21. Kasım.1978/ Öğrenci/ Samsun
3- İsmail YÜKSEL: 30.Kasım.1978/ /Samsun
4- Cafer CİVİL:16. Mart.1979/ Öğretmen/ Samsun
5- Sadık GÜNAY:23.Mart.1979/Samsun
6- Bahaaddin GÜLER: 24. Mart. 1979/Samsun
7- Fahri ÖZTÜRK: 13. Mayıs. 1979/Samsun
8- Hüseyin ÖZTÜRK: 31. Temmuz.1979/ Samsun
9- Mehmed AYDEMİR: 03. Temmuz.1979/Samsun
10-Dilaver ALTUN: 07.Temmuz. 1979/Samsun
11- Rasim MERT:18.Ağustos.1979/Samsun
12- ŞERAFEDDİN KARGIN:27.Ağustos.1979/Şöför/Samsun
13- Celal KÖSE: 19.Eylül.1979/ Samsun
14- Hüseyin KÖSE: 19 Eylül 1979/Samsun
15- Hıdır KÖSE: 19.Eylül.1979/Samsun
16- Sadık KAMİLOĞLU: 24.Eylül.1979/Bakkal/Samsun
17- Erdem YEDİBELA: 08.Ocak.1980/İşçi/Samsun
18- İsmail ARSLAN: 22.Mart.1980/Vezirköprü
19- Necati ŞENDÜN: 23. Mart. 1980/ Vezirköprü
20- Mustafa ELİTOK: 28. Mart.1980/ Samsun
21- Dursun ARSLAN: 21. Nisan 1980/ Öğrenci/ Samsun
22- Fevzi BAYRAM: 28. Nisan.1980/ Samsun
23- Mehmet BAYIR: 02.Mayıs.1980/ İşçi/Samsun
24- Cengiz KURT: 03. Mayıs.1980/Şöför/Samsun
25: Selahaddin YARAR: 31. Mayıs.1980/Samsun
26- Kamil EROĞLU: 14. Haziran.1980/Çırak/Çarşamba
27- Kadir ODABAŞI: 23. Temmuz.1980/Diş Hekimi/Samsun
28- İbrahim KUTOĞLU: 02. Ağustos.1980/Samsun
29- Hüseyin KURUMAHMUTOĞLU: 15. Temmuz.1987/Bafra(5)

NETİCE:
1970-1980 yılları arasında şehid olan Samsunlu şehid ülkücü sayısı 52(elli iki).Ali Bülent ORKAN, idam ile 1982’de; Hüseyin KURUMAHMUTOĞLU ise 1987’de şehadete erdiler.Bu iki şehidimizle beraber toplam 54(ellli dört) şehid..
Samsun merkezden toplam 36(otuzaltı) şehid; Havza’dan 4(dört); Bafra, Kavak ve Çarşamba’’dan 3(üç); Terme ve Vezirköprü’den 2(iki); Ladik’ten 1(bir) şehid... 10(0n) Samsunlu Şehid Ülkücünün resimlerini yayınlarken; dikkatimizi çeken bir husus da, 1980 öncesi Havza’da Ocak Başkanlığı yapan arkadaşlarımızın tamamının şehid edilmiş olması...
Terme’de neşredilen “Terme Birlik MEFKURE-Birlik Olmadan, Dirlik Olmaz-“ isimli mahalli-yerel gazetede, “Samsunlu Şehid Ülkücüler başlığı ile yedi bölüm halinde yayınlanan “Samsunlu Şehid Ülkücüler” ile ilgili bu derlememizde ulaşamadığımız yazı, resim ve dökümanlarınızı veya eklemek istediklerinizi bizlerle de paylaşmanız halinde, yapılacak genişletilmiş ikinci baskımızda,mutlaka yer vereceğimizi vurgulamak istiyorum.
Buna benzer bir çalışma, Türkiye genelinde, 2000 yılında, Şanlıurfa’da yapıldı. İ. Hüseyin SAVAŞ tarafından, “AHDE VEFA-Unutmayı Ar Bildik, Unutturmamayı Görev-“(7) başlığı ile yayınlanan, “Şanlıurfa’da Şehid Düşen Ülkücüleri” derli-toplu ve resimli, açıklamalı bir şekilde ortaya koyan, toplam 120 sayfalık kitaptan sonra, “Samsunlu Şehid Ülkücüler” çalışmamız, müstakil ikinci çalışma olmaktadır, bildiğim kadarıyla.
Buna benzer, başka yörelerimizde yapılacak müstakil çalışmalar, hem “ahde vefa”mızı ortaya koyması açısından, hem de “şehid düşmüş ülkücü “arkadaşlarımızı hatırlamak/hatırlatmak açısından da bir “kalıcılık” sağlayacaktır, diye düşünüyoruz.
“Allah(c.c.) yolunda ölenlere öldüler demeyiniz. Onlar gerçekte diridirler fakat siz bunu anlayamazsınız.”(Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi, 154.Ayet.)

Dip Notlar:
(x): Remzi ÇAYIR, “Onlar Diridirler”, 4. Baskı, Temel yayınları, P.K.:42 Ulus-ANKARA, sh.34,35, 36, 37, 38, 39, 40, 41
(1): “Bu Davaya Can Verenler”(Ülkücü Şehidler Antolojisi-1),Hazırlayan:Recep KÜÇÜKİZSİZ, Resimleyen:Lütfi KİREÇCİ, Yenisey Yay., Ankara, 1990(İlgili Sayfalar)
(2): M. Levent SÜREK, “Samsun’da Bir Aile”, Genç Alperen Dergisi, Sayı:7-8, Eylül-Ekim 1987, sh.31-32
(3): “Bu Davaya Can Verenler”(Ülkücü Şehidler Antolojisi-1)...
(4): Recep KÜÇÜKİZSİZ,”Bu Davaya Can Verenler”(Ülkücü Şehidler Antolojisi-1),(Şehidler Albümü-2), Birinci Baskı, Yalnızkurt Yay., İstanbul, sh.154-155
(5): Hakkı ÖZNUR, “Ülkücü Hareket-2 Teşkilatlar ve Mücadeleler”, Alternatif Yay., Cilt.: 2, Birinci Basım, Ocak 1999, Ankara, sh.623-676
(6): Genç Alperen Dergisi, Yıl.:1, Sayı:4-5-6, Haziran-Temmuz-Ağustos, 1987, sh.35
(7): İ. Hüseyin SAVAŞ, “AHDE VEFA-Unutmayı Ar Bildik, Unutturmamayı Görev”, Nisan-2000, Şanlıurfa, Cep tel.:0.532.553.49 08












ÖZEL BÖLÜM


İSLAM’DA GAZİLİK ve ŞEHİDLİK(*)

İslam’da mukaddes savaşın adı “cihad”dır. Bu savaşa katılan kadın-erkek, genç-yaşlı bütün müminlere “mücahid” ve “mücahide” adı verilir. Mücahidler, “Allah’a ve ahiret gününe iman, canları ve malları ile cihad eden” kimseledir.(Bkz. Kur’an_ı Kerim, Et-Tevbe Suresi, ayet:44)
Cihad, “ahdi bozan düşmana”, müminlere zulmeden “kafirleree” ve “mürtedlere” karşı “i’lay-ı kelimetullah” ve “nizam-ı alem” için yapılır. Ayrıca, Müslümanların, din ve devleti, vatan ve milleti, “dıştan” ve “içten” saldıran “düşmanlara” karşı korumaları da “cihad”dır. Yüce Kitabımız da:”Size harp açanlarla, Allah yolunda, siz de döğüşün"”diye emredilmektedir.(bkz., Kur'’an-ı Kerim, El Bakara Suresi, ayet:190)
İslam’da “Allah yolunda” ve şanlı Peygamberimizin sünnetine uyarak yapılan savaşlara “gaza” adı da verilir. İslam’ın zaferi içinde savaşa katılan “mücahidler”, ya “gazi”, yahud “şehid” olmak ümidi içinde, şevk ile vuruşurlar. Yüce Kitabımız da, bu iki ihtimal, “iki güzellikten biri” olarak öğülür. Şanı pek yüce olan Allah, İslam mücahidlerini “ölüm ile korkutmak” isteyen kafirlere ve mürtedlere şu şekilde hitap etmemizi emretmektedir:”De ki siz biz de, iki güzelliğin birinden başkasını mı gözetirsiniz:’De ki, biz siz de Allah’ın ya kendi katından, yahud bizim elimizle bir azap getireceğini bekliyoruz. Haydi siz (bizim akıbetimizi) gözetleye durun, biz de sizinle beraber (kendi feci akıbetlerinizi) bekleyeceğiz.”(Kur’an-ı Kerim, Et-Tevbe Suresi, ayet:52)
İslam’da mücahidler, günün ve şartların gerektirdiği bütün tedbir ve imkanları hazırlayarak savaşa katıldıktan sonra, kendilerini tamamı ile “Allah’a teslim ederler” ve O’nun takdirini “en güzel” olarak kabul ederler. Yüce Kitabımızda, şanı pek büyük olan Allah, bizi “kahretmeyi” planlayan düşmanlara karşı şöyle konuşmamızı emreder:”De ki, Allah’ın bizim için yazdığından başkası asla bize erişemez. O, bizim mevlamızdır. Onu için bütün müminler, yalnız Allah’a güvenip dayanmalıdır.”(Kur’an-ı Kerim, Et-Tevbe Suresi, ayet:51)
Şanlı Peygamberimiz, Allah yolunda çarpışanlardan ölenlere “şehid”, ölmeyenlere “gazi” ünvanını verirlerdi. Ayrıca, “şehid olmak ümidi ve arzusu ile döğüştüğü ve yaşadığı halde bu emeline nail olmayan mü’minlerin de şehid sevabı alacakları” müjdesini vermişlerdir. İslam’da “şehidlik mertebesi” çok yüksektir. Onlar, “Peygamberimizin ,’Allah’ın kılıcı’(Seyfullah) olarak öğdükleri, büyük sahabi Hz. Halid, ölüm döşeğinde şöyle konuşarak gözyaşı akıtmışlardır:”Neden ağlıyorum biliyor musunuz? Seksen yıl yaşadım, belki seksen savaşa katıldım ve seksen yara aldım. Fakat şehid olamadım, işte ona yanarım.”Osmanlı Türk’ünün büyük hakanı, şanlı Türkoğlu Murad’ı Hüdavendigar, son savaşlarında şöyle dua etmişlerdir:”Allahım, bana bu gazada, hem gazilik, hem de şehidlik rütbesini ihsan eyle.”Duaları kabul edilmiştir.
Bugün, bu şanlı hünkar, bu yüce sıfatlarla anılmaktadır. Türk-İslam kültür ve medeniyeti, oğullarını savaş meydanlarına “ya gazi ol, ya şehid” duası ile uğurlayan, “gazi ve şehid anası” olmakla mutlu olan “mukaddes anaların” öpülesi elleri ile yoğrulmuştur, “ılık ve tatlı” gözyaşları ile yıkanmıştır.
İslam’da “şehid”, “ölümü tadmış dirilerdir”. Yüce kitabımızda şöyle buyrulur:”Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar, Rabları katında diridirler” ve öyle ki, Allah’ın “lutf-ü inayetinden kendilerine verdiği (şehidlik mertebesi) ile hepsi de şad olarak rızıklanırlar. Aralarından henüz onlara katılmayanlar hakkında da: Onlara hiçbir koırku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir”, diye müjde vermek isterler.”(Bkz., Kur’an-ı Kerim, Al-i İmran Suresi, ayet:169-170)

Seyyid Ahmed ARVASİ

(*): Seyyid Ahmed ARVASİ, “Türk-İslam Ülküsü”, Ocak Yayınları, 2. Baskı, Şubat 1982,Ankara, sh. 368-369-370









ÜLKÜCÜLER(**)

Bu çocuklar hakkında çok kısa fakat çok özlü bir kıymet ölçüsü koymak isterim:
Bunlar için “müstesna bir motor kuvveti” tabirini kullanmıştım; yine o tabir üstündeyim. Aynı tabiri, şimşek, yıldırım, bora, çığ, yangın hakkında da kullanabilirsiniz. Elverir ki, bu şuursuz kuvvetler, merkezi bir şuur emrinde, düşünceli bir icra gücü vasfına ersin...Nitekim, İslamiyet’ten önce, şişek, yıldırım, bora, çığ, yangın gibi bir şey olan Türk, merkezi şuura İslam’la erdi ve üç kıtaya bayrağını dikti..
Ülkücü delikanlıların şu andaki manzarası, İslamiyet payını muhafaza etmekle beraber. İçin için ağırlık merkezini Türklükte arar gibidir.
İslam ise ne pay verir, ne pay alır; topyekun “hep”i ister ve onu bulamadığı her yerde “hiç”i görür.
“Kişi kavmini sevmekle kınanamaz” hadisindeki hikmet ölçüsüyle, ana-baba sevgisine eş kavim muhabbeti mübarek, hatta dini bir emir mahiyetinde olsa da bu alakayı sınırlamak ve gaye noktasına hakim mevkie sıçratmamak lazımdır.
Başbuğları Türkeş’inde “Millete Bildiri”sinde pek güzel takdir ettiği ve içinde hayat iksiri bulunan billur bir kasede “metbu-tabi olunan” kıymeti, iksire , tabi değeri de kaseye verdiği gibi, zarfa düşen şeref mazrufunu en iyi pırıldatma imtiyazından başka bir şey olamaz. Ve aynı iksiri zarflayan kaplar, ister siyah, ister sarı ırktan olsun, ayrılık ve aykırılık mevzuu teşkil etmez. İşte “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı (Mağarası) kadar Müslüman” gibi muvazaacı bir tekerlemenin belirttiği madde ve posa Türkçülüğü iyice bilmelidir ki, “Tanrı Dağı” bir put ismidir; “Hira” ise Kainat’ın Efendisine vahyin nazil olduğu sadece bir mekan adıdır ve zıt manalar asla birleşemez. Müslüman hiçbir dağa ilahi hüviyet biçmez, sadece layık olanını mübarek bilir; Allah’ı tevhidden ve bu tevhid potasında her alakanın eriyip gittiğini takdirden gayrı vazife tanımaz.
İşte Ülkücü gençlik, bu takdir ve idrake vardığı gündür ki, Allah’ın kendisine verdiği “motor kuvveti”ni yıldızlara elektrik verici bir dinamoya bağlamış olacak, başlara taç gençliği temsil edecek, kabuk müslümanlara eksiğini gösterecek ve bizi daima önünden çekici ve ardından itici bulacaktır.
İşte haklarında bir “çerçeve”miz:
“Türk’e, herşeyden önce İslam’a, tarihe, an’aneye, maddesi ve manasiyle Türk’ün ruh köküne saldıran, manada Moskof veled-i zinalarının karşılarına aldığı hedef, bugün sadece Ülkücüler...
Onların böylesine ulvi bir manaya ehil olup olmadıkları ayrı mesele; fakat kendilerine bu mananın yakıştırıldığı, bir(laboratuar) gerçeği...Niçin, halis Türk ve Müslüman bildikleri Milli Türk Talebe Birliği başta olmak üzere öbür milliyetçi ve mukaddesatçı topluluklara saldırmazlar da Ülkücülere çullanırlar?..Çünkü öbürlerini pörsük ve gevşek görüyorlar da onun için...
Hançeremizde “İslam, yalnız İslam!” nidasının yivlerinden başka bir ses kaydı olmayan ve 40 yıldır bu sayhayı koparan biz, avaz avaz haykırıyoruz ki, Ülkücüleri mahrum bulundukları iddia edilemeyecek olan bir gayeye büsbütün perçinlenme şartiyle desteklemeyecek Müslüman, Müslüman değildir, ve Moskof kafirinden aşağı ve belki daha zararlı bir din tahripçisidir.
Her gün nice felaketlere uğratılan, işittiğime göre nikahlı zevcelerine kadar tecavüz edilip öldürülen, fakat haberleri sızdırılmayan bu “Elmas Gençleri”, üzerlerindeki tozu alıp ve bazı çizgilerini düzeltip, muhtaç olduğumuz “dinamik gücün” bilmem kaç milyon silindirli motoru haline getirmek, her Müslüman için farz olan cihadın başlıca farzlarından biridir; ve buna “hayır” diyecek kim varsa, sade vatan haini değil, din suikastçısıdır.
Allah’ın, Ülkücülere layık gördüğü fedakarlık nasibine layık olmaları için elimizden geleni yapalım ve şimdilik, özlediğimiz neslin fideliğini onlardan başka hiçbir zümrenin vadetmediğini bilelim!...
Yeter artık bu gaflet, hamakat, rehavet ve enaniyet!...”
“ÜLKÜCÜLER, MEHDİ RESULÜN ORDUSUDUR”(***)

Muşlu Akbaş Baba, çok muhterem bir zat. .Büyük bir insan.Bana döndü, sordu:
- Ahmet Efendi, bu yanındakiler kimlerdir?
- Bunlar Ülkücü gençlerdir.
- Beni Ülkücü genç isimlerini bilemem. Bunları iyi tanıyın. Bunlar sizin tanıdığınızdan daha büyük insanlar.
- Buyurun tanıyalım efendim, dedim,
- Evladım, bunlar Mehdi Resulün Ordusudur. Bunlara çok dikkat edin, bu çocuklara dikkat edin, dedi.
- Bu sözü pek çok Hakk Dostundan duydum. Ülkücüler Mehdi’nin Ordusudurlar, öyle tanımlıyorlar.”
(**): Necip Fazıl KISAKÜREK, “Rapor 4- Topyekun Anarşi”, 2. Baskı, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, Nisan 1979, sh.66,67,68,69
(***): Ahmet ER,”Hakk Dostları”, 1. Baskı, Alternatif Yayınları, Ocak 2001, Ankara, sh.46












“KANIMIZ AKSA DA ZAFER İSLAM’IN”(****)

Dava a adamıydılar.
Ruhlarını İslamiyet’in Türklüğün potasında eritmiş bu yola bütün varlığını adamışlardı. İslamiyet’ten dünya insanlığının tek kurtuluş yolu olduğuna, Nizam-ı Alşem’i yalnız Türk Milleti’nin gerçekleştireceğine inanmışlardı
Çünkü, Allah(c.c.) ayet-i kerimesine böyle emretmişti.
“Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse, Allah Teala o kavmin yerine kendisinin seveceği öyle bir kavim gönderecektir ki onlar, mü’minlere karşı mütevazı, kafirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda savaşırlar ve kınayanların kınamasından korkmazlar. Bu, Allah Teala’nın fazlıdır, ki onu dilediğine veriri. Allahü Azimüşann’ın fazlı vasidir ve ona ehil olan alimdir.”(Maide Suresi, 54. Ayet)
Hayalleribnde Nizam-ı Alem Ülküsü, kalplerinde Türk Milleti’nim bugünkü halinin acısı, var güçleriyle çalıştılar. Hedef ne kadar uzak olursa olsun, yılmadılar. Birer volkan gibi engelleri aşa aşa ilerliyorlardı.
Bu uğurda ölmeyi şehadet, şehadeti de en yüksek mertebe saymışlardı. Biliyorlardı...Bu vatanın her karışının şehid kanlarıyla sulandığı, vatan için, bayrak iç.in, Allah için ölmeyi en büyük şeref sayanların nesli olduklarını.
Türk Milleti, Türk vatanı üzerinde oynanan oyunların farkındaydılar. Bu vatanı,bu milleti emperyalistlere köle yapmak isteyenler olduğunu biliyorlardı. Yaklaşan tehlikeyi sezmişlerdi. Emperyalizmin oyununu bozmak Türk Milleti üzerindeki ihanet zincirini kırmak için savaştılar.
Her biri tertemiz bir Bayrak’tı, bu bayrağı lekelemeden taşıdılar.
Ve kahpe, satılmış bir el uzandı, öz vatanlarında kurşunlandılar.
ŞEHİD OLDULAR...
Akan temiz kanlarıyla uğrunda can verdikleri vatan toprağını suladılar. Sükun buldular..
Sızlayan yaraları değil, Türk’ün kara bahtıydı. Akan kanlar vatan üzerinde İslamiyet üzerine çöken karanlığın şafak kızıllığıdır. Kara talihimizi aydınlattılar.
Onları Türk Milletini köle yapmak isteyenlerin işbirlikçileri vurdu. Vatanımızı sinsi oyunlarla ele geçirmek, İslam’ın güneşini yeryüzünde söndürmek isteyenlerin uşaklarıydı tetiği çeken eller. Ağababalığını emperyalistlerin , son Haçlı zihniyeti’nin yaptığı satılmışlardı.
Şehidlerimiz rahat uyusun. Ülkücü gençliğe uzanan kahbe elleri kıracağız, akan her damla kanın hesabını birer birer soracağız.Kanları yerde kalmayacak.
Hala anlamadılar mı, Türk Milleti’nin köle olmayacağını, İslam’ın güneşinin söndürülemeyeceğini!!
Anlamadılarsa, anlamak istemiyorlarsa, beyinlerine vura vura haykıracağız: Vurmakla tüketemezsiniz bizi, düşenlerin yerini almak, bu uğurda ölmek için binlerce demir bilekli ülkü savaşçısı sıra bekliyor. Bu kavgayı sürdüren yüzbinlerce Ülkücü var arkada. Bir kaçımızı vurabilrsiniz ama Türk Milleti’ni köle yapamazsınız, İslamiyeti ortadan kaldıramazsınız. Yeryüzünde tek ferdimiz kalsa bile bu kavgayı sürdüreceğiz.
Bu kavga ihanet zinciri kırılana kadar, Emperyalistlerin düzeni başlarına yıkılana kadar ve aleme İslam’ın nizamı gelene kadar devam edecektir.
Ne mutlu bu uğurda şehid olanlara.
Şehidlerimiz mücadelesini verdikleri ülkünün7mefkurenin gerçekleştiğini görmeden gözleri açık gittiler. Fakat bilsinler ki, bıraktıkları yerden mücadeleye devam eden ve Allah’a şehadet şerbeti içmeyi kendilerine nasip etmesi için dua eden Ülkü neferleri var. Belki onlar da hedeflerine varamadan fani hayata veda edecekler. Ama en güzeli bu mefkure uğruna, Allah yoluna ölmek değil midir?
Allah bize de şehadet içmeyi nasip eylesin.(amin)
Akan kanlarımız Allah yolundadır.
KANIMIZ AKSA DA ZAFER MUTLAKA İSLAM’IN OLACAKTIR!!
(****): Hakkı ÖZNUR,”Ülkücü Hareket-Teşkilatlar ve Mücadeleler-2-“, Cilt.:2, Alternatif Yayınları, Ankara 1999, sh. 624, 625











ŞEHİDLERE AĞLANMAZ(*)

O yanaklarından süzülen gözyaşların mı?
Gökte ay mı yarıldı, bu ağlayan kim?
Bu hıçkırık senin değil,
Benim...

Ana, ağlama gayrı,
Tenime dokunuyor gözyaşların,
Ürperiyorum...

Son uğurlayışın değil ki bu,
Savaş yeni başlıyor daha...
Değişen sadece,
Sadece arkamdan okuduğun,
Ayet el-Kursi yerine şimdi Fatiha...
N’olur ana, yetişir!
Kapanma tabutumun üzerine bu kadar,
Kapanma ana,
Yıldızları göremiyorum...
Eylül 1979
Lütfi ŞEHSUVAROĞLU


CİHAD ÇİÇEKLERİNE (**)

(Şirk sehbalarında Hakk’a yürüyen şehidlerimin anısına...)

Dinle dostum;
Ben;
Tetik düşmeden, vuruldum.
Suyu görmeden, boğuldum.
Sevgiliye giden yolu,
Darağacında buldum
Önce;
İnançlarımı astılar / sorgulamadan.
Sonra;
Kalemimi kırdılar / yargılamadan.
Şimdi;
Kendimden bile ücra hücrelerin
Soğuğunda / yanıyorum.
Bir zikir tutturdum kendimce,
“ALLAHé diyorum.
Her namaz sonrası,
Yönelip Rabbime:
“Şehadet” diliyorum...

Bir gece ansızın geldiler;
Omuzları kalabalık,
Kelli-felli herifler
“Katran” gözlerinde ; kin,
Çarpık dudaklarında;
Müstahzi bir tebessüm.
“İmam ister misin?” dediler
“Neme gerek
Bana imam değil
Biraz zaman gerek.”
Sustular, şaşırdılar ve gittiler
Bir daha dönmek için sessizce.

Çağın Ebu Cehillerine inat
“Nur üstrünr nur” olsun diye
Abdestlendim güzelce
Aynasız duvarlara bakıp,
Tarandım kendimce...
İki rekat namaz sonrası
Son kez öptü alnımdan
Beni seccadem
Ve
Başladı yol hazırlıuğı...
Kelepçeyip ellerimi ardıdından
Bir kefen giydirdiler / beyazımsı
“Yürü” dediler / yürüdüm
Koşarçasına
“Dur” dediler / durdum
Heyecandan boğulurcasına...
Artık, sevgiliye giden yolun / sonundayım.
İlmik geçti boynuma / farkındayım
Tevhid’den sonra
Son sözüm, son kelamım:
“Ümmeti devletsiz koma Allah’ım”

Diyorum ya dostum;
Ben,
Tetik düşmeden vuruldum
Suyu görmeden boğuldum
Sevgiliye giden yolu
Şirk sehbalarında buldum.

Kim miyim ben? Tanımadın mı?
Ben;
Saadet asrında ekilen tohumdan.
Ondört asır sonra filizlenen
Cihad çiçeğiyim...

Süleyman KALAYCI


(*): Hakkı ÖZNUR, “Ülkücü Hareket-Teşkilatlar ve Mücadeleler-2-“, Cilt.: 2, Alternatif yayınları, Ankara 1999, sh. 684
(**): ÖZNUR, a.g.e, sh.685















Samsunlu Ülkücü Şehidlerin Bazılarının Fotoğrafları


Şehid Resul ŞAHİN
Şehid İsa YILMAZ
Şehid Bayram ÇONOĞLU
Şehid Bekir ÇON
Şehid Ali Bülent ORKAN
Şehid Mustafa KARACA
Şehid Hasan GÜVEN
Şehid Erol ÇUĞU
Şehid Turan TUFAN
Şehid Hüseyin KURUMAHMUTOĞLU













ÖZEL BÖLÜM


TÜRK BAYRAĞI

İSLÂM BAYRAĞI


Hazırlayan ve Derleyen:

İsmet GÜLTEKİN




-2008-








SÖZBAŞI


TÜRK BAYRAĞI İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR

Ben, ömründe ilk defa “Türk Bayrağı” hakkında okuyacağınız bilgileri okuduğumda, Yüksek Lisans tahsilim ve askerlik hayatım bitmişti. Onca yıl sonra okuduğumda da bir hayli heyecanlanmıştım. Ve her Müslüman Türk çocuğu gibi onca yıl “Eğitim Öğretim” gördüğümüz senelerime de çok hayıflanmış ve “Eğitim Sistemi”nin acımasız çarkları altında, “öyle bir eğitim ile yetiştirildiğimin” bir kere daha farkına varmıştım.
Okuma iştiyakı yüksek olan nesiller kategorisinden olmam hasebiyle, şu an hatırlayamadığım bir şekilde, elime Kastamonu İmam-Hatip Lisesi dergilerinden biri geçti. Derginin yılını ve tarihini de şu an hatırlayamıyorum.Belki de sizlerin de “İlk” okuyacağınız bu bilgileri , ben de “Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri”nden birinde okudum..
Sonraları konuyu biraz daha detaylaştırma gayretine girerek, aşağıdaki çalışma oluştu.Ve kendimim “Birlik olmadan, dirlik olmaz” şiarı ile çıkarttığım ve 50’yi aşan sayıyı bulan “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli gazetemde yayınladım.
Maalesef çoğu değerlerimizi hâlâ tam anlamıyla kavramadan, kavratamadan yaşıyoruz. “Türk Bayrağı”mızı bile “seküler” bir anlayışla ve gayet de bir iki cümleyi geçemeyen bilgiler ötesinde fazla bir şey de bilmiyoruz.
Halbuki gönderlere çektiğimizde, çehresine baktığımızda gururlanıyor ve heyecanlanıyoruz. Ancak çoğumuzun heyecanı bilgilerden eksik…
Bu çalışmamı okuduğunuzda bazı densizlerin de ağızlarının payını alacaklarını göreceksiniz. Hâlâ da ecnebî bayraklara meftun “kuşaklar” içimizde varken; bir de sözde“İslâmî hassasiyet” namına “Türk Bayrağı”mızı küçümseyenler, hattâ “İslâm dışı” algılayanlar da, gerekli cevabı alacaklar. Ve neticede “Türk Bayrağı, İslâm’ın da Bayrağıdır” diyeceklerdir.
Ki, biz Türkler, “İslâmiyet’in Bayraktarlığı”nı, “İslâmiyet’in hadimliğini” yapmış “Büyük Bir Milletiz” ve aslında hâlâ da öyleyiz.
“Oğuz/Türkmen Çocukları” yeniden uyandıklarında Türk’ün dirilişi de bambaşka olacaktır, inşallah..
Rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’nin tabiriyle, “Tanrı Türk’ü, Allah da milletimizi korusun ve yüceltsin.”(Âmin)

Havza, 16. Nisan 2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com















TÜRK BAYRAĞI İSLÂM BAYRAĞI

Türk Bayrağı’nın rengini şehidlerin kanından, ilhamı da kan gölüne yansıyan Ay ve Yıldız’dan aldığını biliyoruz. Fakat bayrak hakkındaki bu bilgi, bayrağın taşıdığı kutsal anlamı, o anlamdaki sembolizmi, ondaki derinliği ve yüceliği anlatmaya yeterli mi?
İnsan düşüncesi manevî anlamdaki yücelik kavramı ile maddî anlamdaki yükseklik kavramı arasında bir ilişki,bir paralellik kurar. Kutsal saydığı ve saygı duyduğu manevî değeri yüce olan mekan bakımından da yerinin yüksekte olmasını arzu eder.
Onun içindir ki, işlemeli Mushaf(Kur’an) çantasını yükseğe veya kütüphanemizin en üst tarafına koyarız. Ezanı yüksek bir yer(minare)den okuruz. Ve bayrağı yüksek bir direğe çekeriz.
Niçin?
Çünkü o, başta milletimizin İstiklâl ve Hakimiyeti olmak üzere inandığı ve uğrunda can verdiği ne kadar kutsal değerleri varsa hepsini sembolize eder.
Bu anlamda her bayrak, kendi milletine göre kutsaldır. Hiçbir bayrak kendi milletinin gözünde yalnızca iki metre kumaş parçası değildir. Bundan çok yüksekte özel ve manevî bir değere sahiptir.
Bilindiği gibi, genellikle Hıristiyan milletlerin bayrağında Haç şeklinde semboller yer almıştır. Müslüman milletlerin bayraklarında da genellikle Hilâl görülmektedir. Haç’ın ne anlama geldiğini biliyoruz. Hazreti İsa’nın çarmıha gerilerek Haç şeklinde şehid edildiğine inandıkları için Hıristiyanlar, o sembolü benimsemişlerdir. Hilâl’in de Müslümanlarca bir sembol kabul edildiğini, hattâ bu Hilâl sembolünün biz Müslüman Türkler’in, 1453’de, Fatih Sultan Mehmed Han Kumandası’nda, İstanbul’u fethettiğimiz 15. asırda, yeryüzündeki bütün Müslümanlarca Hilâl’in artık bir sembol olarak kabul edildiğini biliyoruz. (Bakınız, İsmet ÖZEL, “Kalın Türk” kitabı…)
Ancak bunun sembolik değeri nereden gelmektedir? Dolunay(Bedir) ayın ondördüncü gecesindeki en parlak hâliyle daha parlak olduğu hâlde, niçin ayın en az ışık verdiği yay şeklindeki zayıf şekli sembol olarak seçilmiştir?
Hilâl, eğer Haç’ta olduğu gibi doğrudan doğruya şekilden alınan bir sembol olsaydı, ayın öndördüncü gecesindeki en parlak hâliyle dolunay şeklini sembol olarak kullanmak daha uygun olurdu. Oysa Hilâl şekli dolayısıyla değil, ismi dolayısıyla sembol olmuştur. Bu anlamı da Allah (cella celalühü) isminden almıştır.
Bilindiği gibi, Arapça aslında Hilâl kelimesinde bir “He”, bir “Lâm”, bir “Elif” ve yine bir “Lâm” harfi bulunmaktadır. Yani bir “He” ve iki tane “Lâm” bulunmaktadır.
Bu harflerin ebced hesabıyla rakam değeri de:
“He”: 5
“Lâm”: 30
“Elif”: 1
“Lam”: 30
Toplam= 66’dır.
“Allah” kelimesi de yine bir “Elif”, iki “Lâm” ve bir “He” ile yazılmaktadır. Bu harflerin de değeri yine ebced hesabı ile aynıdır. Bunlar da 66(altmışaltı)’dır. Her iki kelimeyi meydana getiren harfler değişmediği için bunların rakam olarak değeri de değişmez. Aynı harfler her iki kelimede de aynıdır. Sadece yerleri değişiktir. Yani biz “Hilâl” yazarken “Allah” isminin harflerini kullanıyoruz.
Madem ki her iki kelimeyi meydana getiren harflerin kendilerinde ve rakam olarak değerlerinde bir değişiklik yoktur; öyleyse bu iki kelimeyi bilhassa sembolik olarak birbirinin yerine kullanmak mümkündür. O hâlde bayrak üzerine “Allah” yazacak yerde, aynı ismin eş değerlisi olan “Hilâl”i koymak, hem daha anlamlı, hem inançlarımıza daha uygundur. Çünkü inancımıza göre, “Allah”ı sembol olarak bile ifâde etmek mümkün değildir. Aksi hâlde putperestlerin düştüğü hâtâyı tekrarlamış oluruz. Oysa İslâmiyet, putperestliğin her çeşidini yıkmak üzere gelmiş bir dindir.
İşte bu sakıncalarından dolayı “Allah”ı zâtı ve ismi tenzih edilerek, o ismin harf ve ebcedi bakımından eş değerlisi olan “Hilâl” sembol yapılmıştır. Madem ki sembolik bir anlam taşıyacaktır, o hâlde “Hilâl” yazmaktansa “Hilâl”in şeklini yazmak arasında hiçbir fark yoktur. Aksine sembol olarak Hilâl şekli daha uygun, daha anlamlıdır.
Böylece “Hilâl”in sembol olarak seçilmesinde şu mantık silsilesi görülmektedir:
Allah(ismi)-Hilâl(ismi)-Hilâl(şekli)
Allah’ın birliği (Tevhid) inancı ve bu inancın Lâ ilâhe illallah(Allah’tan başka Tanrı yoktur) formulüyle ifâde edilen manası böylece “Hilâl” şeklinin içinde sembol olarak ifâdesini bulmuştur.
Bildiğiniz gibi bazı İslâm Ülkelerinin bayrağında, özellikle Suudî Arabistan Devleti’nin bayrağında böyle bir sembole gidilmeden doğrudan doğruya Kelime-i Tevhid’in kendisi yazılmıştır.
Ancak birtakım mânâların sembol ile ifâdesi sözle ifâdesinden daha derin ve daha anlamlıdır.(Not: Ancak, Fevzi KURTOĞLU’nun “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız” isimli kitabında, (Türk Tarih Kurumu Basımevi, İkinci Baskı, Ankara, 1982) Osmanlı İslâm Ordusu’nda, Kelime-i Tevhid gibi kutlu sözün bizzat yazıldığı “Alay Sancakları” da mevcuttur. Adı geçen eserdeki şekil 109’daki misal gibi.Kaynak: Nizâm- Âlem Ülküsü, Terme Nizam-ı Âlem Ocakları Bülteni)
Büyük yazarlar, büyük mütefekkirler duygu ve düşüncelerini basit ve katı kelimelerle değil, ince sembollerle ifâde yolu seçerler. En çok sembol kullananlar Fuzulî ve Mevlânâ gibi en büyük, en güçlü ve kalıcı eserler vermiş olanlardır. Şeyh Galip de Hüsn-ü Aşk adlı eserinde aşk ile güzelliği ve bunların arasındaki ilişkileri, birtakım sembollerle ifâde etmiştir.
Biz konumuzdan uzaklaşmayalım ve yine konumuza dönelim. Bayrağımızdaki ikinci sembolü, “Yıldız”ı anlatmaya çalışalım:
“Hilâl’in kuçağındaki Yıldız”, “Hilâl”de olduğunun aksine doğrudan doğruya şeklinden alınmıştır. Ancak bu şekil yine Arapça “Muhammed” yazısının şeklidir. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in ismi yazıldığı zaman birinci “mim”in başı, “ha” harfinin dirseği, ikinci “mim”in kıvrımı ve “dâl” harfinin alt ve üst kanadı beş tane çıkıntı meydana getirir ve tam bir “Yıldız” şeklini alır. Zaten İslâm’ın şartı da beştir.
Hilâl, Allah(c.c.) inancını; Yıldız, Peygaber Efendimize(s.a.v.) bağlılığı ifâde eder.
Allah inancı, Âmentü ile bildirilen imân şartlarının temeli olduğu için imân esaslarının hepsi bu sembolle ifâdesini bulmuş olur. O zaman Hilâl, İmânın şartlarını; Yıldız da,İslâm’ın şartlarını remz olarak dile getirir ki, bayrağımızdaki bu iki sembolle, “Ay ile Yıldız”la, İslâm Dini bütün yönleriyle ifâde edilmiş olur.
Claude Farrere (Klod Farer) dilimize “Türklerin Manevî Gücü” adıyla çevrilen eserinde (sh.36) “Hilâl” şekli üzerinde durarak; bu şeklin Türklerin hayatında nasıl bir önem taşıdığını anlatmaya çalışır:” En mükemmel gemiler, Yarım Ay şeklindeki Amiral gemisinin etrafına sıralanmıştı. Evet, Yarım Ay yani Hilâl şeklinde…Ve Hilâl şekli gerçekten Müslüman, gerçekten Türk olan herkes heyecandan titremeye yeter!...”, diyerek Türk toplumunun hayatında örf ve geleneklerin ne kadar köklü bir yeri olduğunu anlatır.
İstiklâl Marşı’mızda;
“Çatma! Kurban olayım, çehreni ey nazlı Hilâl.
Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl?” mısralarında bayrağımızın ve Hilâl’in şahsında dile gelen hitap, aslında doğrudan doğruya Allah’a niyazdır. Allah’dan, artık bu millete rahmet ve merhametiyle nazar etmesi istenmektedir.
Zaten; “Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli” mısrasında bu dilek daha açık bir dille ortaya konmaktadır.
“Hilâl” şekli sadece bayrağımızda değil, Kandil Geceleri yapılıp dağıtılan ay çöreğinde de görülür. Bu çörek özellikle kutsal Kandil Geceleri dolayısıyla yapılır. Camii’de ve Kışla’daki ders nizamı da, Mehter Takımı’nın nöbet vurma sırasında aldığı şekil de hep “Hilâl” şeklidir.
“Lâle” kelimesi de “Allah” ve “Hilâl” kelimesinin harfleriyle yazılır. Öyleyse onun da tarihimizde ve hayatımızda sembolik yeri olmalıdır. Zaten öyledir; Osmanlılar, dinî konularda “Hilâl”i sembol seçmişken; bilhassa askerî konularda “Lâle”yi sembol olarak kullanmayı uygun görmüşlerdir. Minarelerin tepesine, Camii kubbelerine “Hilâl” dikilirken; Kışlalar için “Lâle” sembolü kullanmayı tercih etmişlerdir.
Bu ince düşüncelerden hareket eden ve kutsala saygıyı tül tül, dantel dantel ruhlara işleyen o büyük atalarımız, Allah(c.c.) adını bayrak ve minarelerle göklere kazımaya çalışmışlar:
“Gök nura garkolur nice yüzbin minareden
Şehbal açınca rûh-i revan-ı Muhammedî
Ervah cümleten görür Allahu Ekber’i
Akseyleyince Arş’a Lisan-ı Muhammedî”(Emin IŞIK, “Devlet Kuran İrade”, Kalem Yayınları, Üçüncü Baskı, Nisan 1988, İstanbul, sh.81,82,83,84,85,86)

Kaynaklar:

(1): Fevzi KURTOĞLU, “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız”, Türk Tarih Kurumu Basımevi,,2. Baskı, Ankara 1987
(2): Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri
(3): Terme Nizam-ı Âlem Ocakları Bülteni
(4): Emin IŞIK, Devlet Kuran İrade, Kalem Yayınları, 3. Baskı,Nisan 1988, İstanbul
(5). Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.: 2000, Sayı.:2, Mahallî Gazete(Kapandı)
(6): İsmet ÖZEL, Kalın Türk, …Kitap….
(7): Mehmed Şevket EYGİ, Sahife Sutünu Yazıları, Millî Gazete









BİYOGRAFİ:


İSMET GÜLTEKİN KİMDİR?
Ben, 15 Eylül 1965’de, Samsun’umuzun Terme ilçesine doğdum. İlkokulu, Barbaros İlkokulu’nda, ortaokulu ve lise’yi, Terme Ortaokulu ve Terme Lisesi’nde okudum. 1987’nin Şubat’ında, İstanbul Teknik Üniversitesi(İ.T.Ü.) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nden “Meteoroloji Mühendisi” olarak mezun oldum. İstanbul Üniversitesi(İ.Ü.) Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nün Klimatoloji-Meteoroloji dalında yüksek lisansımı(master) tamamladım. Mesleki alanda fiilen çalışmak nasip olmadı...1988'de, 199.Kısa Dönem Topçu Çavuş olarak vatani hizmetimi ifa ettim. Altı erkek, bir kız olan ailenin ahir beşiyiğim. "Efendioğulları” olarak biliniriz...Babam, anne ve babasız olarak büyümüş...
Terme Kocaman Ortaokulu’nda, Hüseyinmescit Ortaokulu’nda, Akçay Ortaokulu’nda ve İstanbul Silivri Büyükçavuşlu Ortaokulu’nda ücretli öğretmen olarak derslere girdim. 1990-1993 yılları arasında, Türk Edebiyatı Vakfı’nda, Türk Edebiyatı Dergisi’nin dizgi servisinde çalıştım. Ahmet KABAKLI HOCA’nın, Türkiye gazetesindeki ilk sekreteriyim..
1994’de, Isparta’da, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda araştırma görevlisi iken istifa ettim..1995’de, Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği’nin Kurucu Başkanı olarak hizmet verdim. İlk kitabımı, 1999’un Eylül’ünde, “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” ismi ile Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği adına yayınladım.
Yeni Şafak, Yeni Düşünce, Zaman(Kandil ilaveleri),Türkiye(Kültür-Sanat), Yeni Haber(Fatsa yerel), Altınova(Bafra yerel), Gündüz gazeteleri ile Akçakale’nin Sesi(Şanlıurfa yerel) ve haftalık Muhalif gazetesinde ve Yeni FORUM, Bizim DERGAH, Bizim GERGEF, Feyz, Türk Edebiyatı ve Orkun dergilerinde, araştırma, makale, biyografi-yad, kitap kritikleri türünde yazılarım yayınlandı. Terme’de kendi imkanları ve Termeli okurların katkıları ile 50 sayıyı aşan ve beş yılı bulan sürede “Birlik Olmadan ,Dirlik Olmaz” şiarı ile “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli mahallî gazete ile yine “Sahipsiz olan memleketin batması haktır” şiarı ile de “Terme REFLEKS” mahallî gazetelerini bizzat çıkardı.Hâlen Terme’de haftalık periyotlarla yayınlanan “Terme Bilgi Gazetesi”nde haftalık yazmaya devam etmektedir.
Bu yazılarımdan oluşan “Mankurt Olmak İstemiyoruz!” ve “İsyânlı Sükût” isimli iki kitabım, 3 yıldan beri TİMAŞ tarafından basılmayı bekliyor.
“Samsunlu Şehid Ülkücüler” ve “Unutulan Termeli Güreşçilerimiz”, 2003 Ağustos’unda yayınladığımız kitaplarım...
Evli ve üç erkek çocuk babasıyım. Yine hâlen öğretmenlik yapmaktayım...

Hiç yorum yok: