“MÜZELER ŞEHRİ” “MEDİNE-İ İSTANBUL”
“İstanbul Günlerim”e dahil olabilecek ehemmiyetli bir gün
daha yaşadım. Yaşatan Rabb’ül âlemine sonsuz hamdolsun.
Bugün, 17. Ekim.2014, Cuma tarihi itibari ile öğrencilerim
ile birlikte ‘İstanbul Büyük Postahane’deki “PTT Müzesi”ni ziyaret ettim.
Geçenlerde ikâme ettiğim bir namaz ibadeti sonrası,
“Şeyhler Şeyhi”, “Güneşler Güneşi”; “mübarek, nurlu kademinin, öpülesi nurlu
ayağının bütün evliyâların boyunları
üzerinde olan”Abdülkadir-i Geylanî(k.s.) Hazretlerinin evlâdlarına ait
bir “yatır”daki mescidin duvarına monte edilmiş, “Sultan Fatih”in bir
“fermanı”ndaki şu muhteşem terkipli mefhumu da “ilk “defa okumuş ve çoook
hoşuma gitmişti: “Medine-i İstanbul”
Tamamiyle ‘İstanbul’un Fatih”i , “Sultan Muhammed Fatih
Han(k.s.)’a ait orijinal bir terkipli mefhum. Gün boyunca, kendimce bu mefhuma
ilâveler de yaptığımı hatırlıyorum: “Medine-i Bursa”, “Medine-i Konya”,
“Medine-i Diyarıbekr”, “Medine-i Urfa” gibi.
Maateessüf böyle bir
‘orijinal mefhum’un ise en fazla “İstanbul”umuza yakıştığını da ifâde
etmeliyim: “Medine-i İstanbul.” Yani “İstanbul’daki Medine”, “İstanbul’un
Medinesi”, “İstanbul Şehri.” Yani “bütün Peygamberlerin Başbuğu”, Peygamber
Efendimizin nurlar dolu “Ravza-i Mutahhara”sının simetriği, uzantısı bir
“İstanbul..”
Aslında bütün vilâyetlerimize de ne kadar çok yakışıyor
böyle terkipli bir ifade: “Medine-i …………………”
Aslında bütün vatan sathımızda “Medinelileşmeli” değil mi
ki? : “Medine-i Türkiye…”
Yarım asra yaklaşan bir ömrümde, bence ne rahmetli Yahya
Kemal BEYATLI’nın “Aziz İstanbul”
mefhumu; ne de “Şairler Sultanı” rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’in
“Canım İstanbul” mefhumu, “İstanbul”umuzu tamamiyle ifâde edemiyor!
“İstanbul”umuzu en güzel şekilde ifâde eden mefhum; yine
biiznillah “şehri fetheden”, “ne güzel kumandan” olan “Sultan Muhammed
Fatih(k.s.)’ye ait: “Medine-i İstanbul”/ “İstanbul Medinesi”/ “İstanbul
Şehri..” Hattâ ve hattâ “Şehr-i İstanbul” gibi terkipli ifâdeler bile “Medine-i İstanbul” terkipli ifâde yanında
esâmesi bile okunmaz.
“Müzeler Şehri
“Medine-i İstanbul”da “PTT Müzesi” Ziyareti
Evet, “Medine-i İstanbul”, külliyen “Müzeler Şehri..” Hele
de “Medine-i İstanbul”un “Tarihî
Yarımadası”ndaki “müzeler..”Onlarca, belki de yüzlerce “müze.” “Müzelerin
Nüvesi”, neredeyse “Medine-i İstanbul”umuzun
“Tarihî Yarımadası”nda, “Fatih”de…
“Medine-i İstanbul”umuzda, bir öğretmen olarak, bugün bir
“ilki” yaşadım dedim.
Dün, ders saati bitimine yakın; “idarecilik”te, “okul
müdürlüğü”nde gerçekten “kariyer” ve “kalite” sahibi de olan Kazım Beğ’in ;
sınıfa girip, öğrencilerime ve bana, biraz kısık bir ses ile bir şeyler dedi.
Ancak, ne ben, ne de öğrencilerim tam olarak ne dediğini anlamadık! Ben de
şaşkınlıkla tekraren soramadım.
Lâkin, Cuma günü, bugün için, ikinci teneffüs sonrası bir
yere gidilebilir ihtimali hep aklımda kaldı. Zaten, 21. Ekim .2014’de, “PTT
Müzesi” gezimiz vardı. Ve Cuma sabahı, birinci teneffüste, birinci, ikinci ve
üçüncü sınıflar “Panoroma Fetih”e, bizler ise 4. sınıf öğrencilerimle “PTT Müzesi”ni ziyaret edebilmek için ;
“Fatih Belediyesi”nin otobüslerine binerek, görevlinin de nezaretinde araçlara
bindik. “Büyük Postahane”ki “PTT Müzesi”ne yakın bir yerde otobüslerden indik.
Öğrenci velilerimde şaşkınlık, hayret-önceden haberdar
edemedim-öğrencilerimde “uzun teneffüste yemek yiyeceğim telaşası” ile ben
de ise “Medine-i İstanbul” da böyle bir
“ilki” yaşama heyecanım ile “PTT Müzesi”nden içeri girdik.
Hanımefendi görevlinin kısa bir “kırmızı halı” muhabbeti
şaşkınlığı sonrası, daha girişteki artık “antika” olmuş ‘Posta Kutuları’nı,
‘Terazileri’ görmeye başlamıştık bile.
Yine Hanımefendi görevlinin rehberliğinde, üst kattaki “Pul
Kolleksiyonu” kısmı ile “Manastırlı Osman Hamdi Bey” anısına açılan “İstiklâl Harbi” döneminin fedakâr iletişim kahramanlarının
resimlerini ve dönemin iletişim
araçlarını gördük. Telefonlar, telgraf çekme makineleri vesaire bakıp görmeye
gayret ettik.
Dönemin “Düvel-i Muazzama”nın “Büyük Devletleri”n ve “Yedi
Düvel”in, “Yedi Devlet”in müthiş
derecedeki iletişim araçları yanında, biz Türklerin , fedakârca gayretleri ile
sergiledikleri , adetâ “iletişim kahramanları” dedirten mücadeleleri…
Bir şairimizin de dediği üzre; adetâ hissedilen “sapan
taşları ile füze farkı” idi!
NETİCE-İ KELAM
Tamamiyle “Müzeler Şehri” olan hattâ mübalağa olmasın amma
“her bir santimetresi bir asra bedel” olan “Medine-i İstanbul”umuzu tanıyarak,
bilerek sevebilmeli ve sevdirebilmeliyiz.
“Taşra”dan, “Medine-i İstanbul”umuzun dışından, muhtelif
idealler, ülküler ve mefkûrelerle gelmiş olan “Anadolu İnsanımız”ın,
yaşadıkları, havasını teneffüs ettikleri, suyunu içtikleri, ekmeğini yedikleri
şehri, “Medine-i İstanbul”u, bilerek, tanıyarak, şuurlu bir şekilde
sevebilmelerini ve sevdirebilmelerini ne kadar da çok arzulardım!
Belki de, bunun için de, “Medine-i İstanbul”umuza, yine
başka “taşra”lardan gelen
“Ecnebî/Yabancı Turistler” kadar da “merak”lı ve “tahkikci,araştırıcı”olmak da
elzem!
Elbette ki, hâşâ, “Medine-i İstanbul”un dışında olan
“Şehirlerin Anası” “Mekke-i Mükerreme”, “Ravza-ı Mutahhara”nın bulunduğu
“Medine-i Münevvere”, “Mescid-i Aksa”nın bulunduğu “Kudus-ü Şerif”,“Şam-ı
Şerif”, “Bağdad” ise “taşra” değildir!!!
“Medine-i İstanbul”umuz, malumdur ki “bütün güzelliği”ni
mezkûr şehirlerden de almıştır. Hattâ “Tarihî Yarımada”daki “mescidler/camiiler”
bile “Mekke-i Mükerreme”ye olan “coğrafî mesafeleri” ile de “meşhur”dur.
“Akbıyık Mescidi” gibi…
Fatih, 17.10.2014
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder