30 Temmuz 2014 Çarşamba

ŞİİR: BU BENİM BABAM

ŞİİR:

                   BU BENİM BABAM

Bu benim babam:
Anasız-babasız,
Yetim-öksüz büyümüş,
Bu benim babam.

Yoksulluk yıllarında,
‘Tavuk pinleri’nde kalarak,
Ünyeli bir güzel nine tarafından büyütülmüş
Bu benim babam.

“Candarma” baskısı,
“Devlet” baskısı,”
“Gladstone”ce İslâm’a hücûm döneminde büyütülmüş,
Bu benim babam.

Alınteri, el emeği ile çalışmış,
Yıllarca  alnıaçık bir şekilde yaşamış,
Bir ömrü daima helâl yaşamış,
Helâl tamamlamış,
Bu benim babam.

Bu benim babam,
Babaların en güzeli,
Tam bir “rol model baba”,
Ben babamın oğluyum.

Anlatırdı: Merdiven altlarında,
Yaşadığı  “ağa zulmü”nü,
Haksızcasına “zindan”da yatışını,
“Hakkımı helâl etmem” derdi.

Anlatırdı: Üç yılı aşan,
Askerlik vazifesini.
‘Gelibolu’daki, ‘Çanakkale’deki tabyaları,
Kars Göle’ye, bitler, pireler içinde sevkiyatını.

“-Bu yaşımda(80) çağırsalar,
Yine yaparım askerlik hizmetimi”, derdi.
“Vicdansız retçileri” çatlatırcasına…
Bu benim babam.

Ne sigortası vardı,
Ne de maaşı,
Yedi evlâdını da,
Helâl büyüttü,
Bu benim babam.

Gözüpekti bu benim babam,
At sevdası ondaydı,
Günümüzün sahte hayvanseverlerine inat,
Atları, köpekleri, ördekleri, hayvanları,
Sahiden sever, bakar, büyütürdü.

Mahallenin “Topal Salih”in ,
Cılız, çelimsiz atlarını satın alır,
Besleyip büyütür,
Âdeta bir ‘yağız at’ yapardı,
Bu benim babam.

Hele bir ata binişi, at koşusu vardı ki;
Belki de kimse öyle at binemez, at koşamazdı,
Yedi evlâdı bile.
Öyle ata sevdâlı idi.

Güneş ışığı üzerine tarlada doğar,
Sabah ezanını tarlada dinlerdi.
Yedi evlâdını da,
Helâl büyütmek uğruna.

“Dönme” derlerdi babama,
Hakaret edercesine,
Küçümsercesine,
Bu benim babam,
Öyle bir “dönmüş” idi ki,
Son nefesini bile,
Camii kapısında, mescid kapısında verdi.

Birgün paramparça etmişti,
Bembeyaz renkli “M. Kemal Büstü”nü,
Çocukluk duyguları ile izlemiştim,
Olan biteni,
Belki de çocukluk duyguları ile de olsa,
Bu benim babamla öğünmüştüm.

Bu benim babam,
‘Kahve’yi, ‘kahve ikram’ etmeyi,
O yoksulluk, fakirlik hâli ile,
Yemek yedirmeyi  de çok severdi.

Neredeyse Hazret-i İbrahim vâri,
Sokaktan, evin önünden her geçene,
Yemek yedirmek, doyurmak isterdi,
Bu benim babam.

İtilmişti, kakılmıştı, ötekileştirilmişti, horlanmıştı,
Bu benim babam.
Lâkin asla ve kat’a “Masonlar”a, “Yahudiler”e, “Zalimler”e,
Boyun eğmemişti.
Bir ömrü şerefi ile yaşadı, şerefi ile tamamladı,
Bu benim babam.

Hele “Yahudiler” karşı bir “tavizsiz duruşu” vardı ki;
“Yahudi malları”nı bizzat elleri ile
Kapı dışarı edecek kadar,
Sonunu düşünmeden hem de,
Cesaretle ve kahramancasına,
Bu benim babam.
Sadece Allah’ın huzurunda eğilirdi.

Bu benim babam,
Her “güzel baba” gibi,
Yedi evlâdının da,
Aslında her birinin de,
Kahraman olmasını isterdi:
“Türk kahramanı,İslâm kahramanı.”

O “ümmî” hâli ile,
Belki ne duâlar etti,
Ne gözyaşları döktü,
Bu benim babam.

Sevdiğini belli etmezdi,
Bu benim babam.
Yedi evlâdını da,
Aslında çok severdi,
İçten, gönülden, candan, yürekten,
Belki de bir evlâdını,
Kucağına alıp da sevemedi amma,
Cân-ı gönülden severdi.

“Başörtüsüz gelin” arzulamazdı,
Bu benim babam.
Ne nasihatlar,
Ne “dayaklar” attı,
Rahmetli ağbime,
Lâkin vazgeçirtemedi.

“Aile meclisi”ni toplamak,
“Kur’an’a el basarak”,
“Söz” almada,
Babamın üzerine yoktu.
Ben babamın oğluyum.

“Yahudi Şehri Selânik”ten,
Yıllar sonra gelen,
Zengin mi zengin,
Güyâ kardeşlerine,
Asla yüz vermedi,
Sevemedi onları,
Daima dik durdu,
Bu benim babam.

Yedi evlâdını da,
“Cân-ı gönülden severdi”, dedim ya,
“Evlâd acısı” yaktı babamı,
İçten içe,
Evlâdlarına hiç belli ettirmedi amma,
“Erken gitmesi”(!)ne sebepti belki de.

“Oğlum” demişti,
“Ankara’dan senin arkadaşların,
Nizâm-ı  Âlem’den arkadaşların da geldiler, demişti,
Rahmetli ağbimin cenazesine.
Ben babamın oğluyum.

“Mefkûre”min yeni sayısını bastırmak için,
Samsun sokaklarında dolaşırken;
Dayı oğlu Necati’den,
Bir telefon geldi,
Anlamaya çalıştım,
Bu benim babam,
Rabbine kavuşmuştu.

“Oğlum” derdi;
“Geceleri sık sık su dökünmeye gidiyorum”,
Anlamamıştım,
Meğerse, bu benim babam,
“Prostat” olmuştu.

En ufak oğlu olarak,
Öğretmenlik yıllarımda,
“Köprü”den, “Vezirköprü”den,
Yünlü, orijinal, kışlık,
Pantolan, yelek, kalın bir urba,
Almak istemiştim de.
Şimdi tam hatırlayamıyorum,
Alabildim mi, alamadın mı?
Nerede üzerine böyle kalın urbalı birini görsem,
Bu benim babamı hatırlarım.

“Ahde vefâlı” idi,
Bu benim babam.
Her “arefe günü”,
Beraber giderdik,
Ünye şehir içindeki,
Labirent gibi kabristana,
Duâ ederdi, o güzel nineye, ahfadına,
Bu benim babam.

Bazen kasıtlı bir şekilde,
Asfalt kenarına binbir zorluklarla yığdığı,
Ot öbekleri,
“Molotof kokteyi” gibi,
Şişe içindeki gazlarlar yakılırdı,
Sermayesini sözde çökertmek için zalimler.

Yazın sıcağında,
Yerden direnle ot verirken,
Traktör üstündeki bana,
“Oğlum”, derdi,
“Bunları da öğren, öğren de yanında kalsın”,derdi,
Bu benim babam.

Dayım ile birlikte,
Yazın sıcağında yine,
“Ada”da, tarlada ot biçerken,
“Kız istemeye gidelim”, dediğimde,
Hiç kırmamıştı beni,
O yoksul, fakir hâli ile,
Hiç itiraz bile tememişti,
Bu benim babam.

Evet, bu benim babam,
“Adam gibi adam” bir babam,
Babaların en güzeli babam,
Ben bu babamın oğluyum.

Terme, 30 Temmuz 2014,
İsmet GÜLTEKİN

metgultekin@hotmail.com

Hiç yorum yok: