11 Ağustos 2019 Pazar

FERÎDÜDDÎN ATTÂR'DAN(*), "BAĞNAZ/FANATİK ALEVÎLER"E, "SİYASÎ ALEVÎLER"E, "ALEVÎCİLER"E SUÂLLER...

FERÎDÜDDÎN ATTÂR’DAN(*),
“BAĞNAZ/FANATİK ALEVÎLER"E,
“SİYASÎ ALEVÎLER”E,”ALEVÎCİLER”E SUÂLLER…




“Ey bağnazlığın tutsağı! Ey sevgi ve nefret arasında parçalanıp duran!

Akıl ve fikir sahibi olduğun iddiasındaysan, söyle, neden fanatiksin böyle?

Ey cahil! Devlet yönetimi konusunda adam kayırma olmaz, olamaz! Hz. Ebubekir’in de, Hz. Ömer’in de asla böyle bir eğilimi olmamıştır! Eğer o  iki halifede öyle bir düşkünlük olsa idi, ikisi de kendi yerlerine oğullarını tayin ederlerdi! Eğer o iki muhterem zat, halifelikte hakkı olanın hakkını korumayıp da gasbedecek olsalardı, diğer sahabîler onlara kesinlikle karşı çıkardı!

Onların halifeliğine hiçbir sahabî karşı çıkmadığına ve mâni olmaya kalkmadığına göre, onlara itiraz edilmediği açıktır.

Kimse Hz. Ebubekir’in halife ilan edilmesine karşı çıkmadığı hâlde, sen herkesi, yani bütün sahabeyi yalancı olarak görmek ve onları böyle ilân etmek mi istiyorsun?

Dikkat et, şayet Hz. Peygamber’in ashabını yalancılıkla itham edersen, o zaman sen Hz. Peygamber’in şu sözlerini de kabul etmiyorsun demektir: “-Benim dostlarımdan(sahabîlerimden) her biri gökteki bir yıldız gibidir. Benim asrım asırların en hayırlısıdır. İnsanların en hayırlıları benim sahabelerimdir. Onlar benim ya akrabalarımdır, ya da sevdiklerimdir!”

Eğer o “en iyiler” senin gözünde “en kötüler” ise, sana nasıl basiretli, kavrayışlı denebilir? Allah Elçisi’sinin sahabîlerinin, adîl olmayan biri canı gönülden benimsediklerini veya Hz. Resul’ün makamına öyle birini oturttuklarını sen nasıl kabul edersin? Böyle bir şey Hz. Peygamber’in sahabîleri için asla mümkün değildir!

Eğer onların bu tercihleri doğru değilse, o zaman Kur’an’ın(onlar tarafından) derlenip Mushaf hâline getirilmesi de yanlıştır!

Bil ki Resulullah’ın sahabîleri her ne yapıp etmişlerse, hepsini de Allah’ın rızasına uygun olarak, âdil ve haklı bir şekilde yapmışlardır!

Sen birinin halifeliğe seçilmesini reddedersen, otuz üç bin kişiyi de reddetmiş, mahkûm etmiş olursun! O biri (Hz. Ebubekir) ki, Allah’ın yolundan bir an bile sapmamış, en ufak bir sapmaya da göz yummamıştır. Böylesine ince eleyip sık dokuyan biri, hakkı olanın hakkını nasıl yer? Bu konuda şüphe etme!

Eğer o Hz. Sıddık (Ebubekir) böyle eğilimlere kendini kaptırmış olsaydı, “Bırakın beni!” der miydi? Oğlunu bir suçundan dolayı kamçılayarak yaralayan ve ölümüne yol açan Hz. Ömer’den hiç halifelik hırsı beklenir mi?

Hz. Ebubekir her zaman maneviyat yolunun yolcusu olmuş, dünya mal ve makamına sırtını dönmüş ve bütün kalbiyle Allah’a yönelmişti. Servetini İslâm uğrunda harcamış, kızını da dahası canını da Allah’ın Elçisi’ne adamıştı. Böyle bir büyük adam, hiç haksızlık yapabilir mi? Utan!

O kabukta kalan bilgilerden arınmıştı, zira hakikî bilginin künhüne ermişti. Minberde edebe riayet etmiş, Efendiler Efendisi’nin oturduğu basamağa oturmamıştı.

Onun ne yapıp ne ettiğini öncesiyle sonrasıyla görüp bilen bir kimse, nasıl olur da ona haksız diyebilir?

Derken Fâruk (Hz. Ömer) geldi. Onun bütün yaptığı adaletin tâ kendisiydi.

Kendisi kâh kerpiç döker, kâh çalı çırpı toplardı. Sırtında yakacak çalılarla şehirde gözükür, halktan yol isteyerek yürür giderdi. Şu boş hevesler zindanında günlük besini yedi lokmadan ibaretti, hepsi bu! Sofrasında sirke ile tuz vardı. Günlük rızkı devlet hazinesinden gelmezdi!

Uyuduğunda yatağı kumdu, yastığı ise bir kırbaç. Gün batımı sırası yaşlı bir dul kadına götürmek üzere bir saka gibi kırbayla su taşırdı. Geceleyin evinden çıkar kendisine hiç acımadan bütün gece ordusunu görür gözetirdi.

Zaman zaman Hz. Huzeyfe’ye gider ve ona şöyle derdi: ‘-Ey basiret ve feraset sahibi! Ömer’de bir münafıklık alâmeti görüyor musun? Yüzüme hata ve kusurlarımı söyleyen kimse bana en büyük armağanı sunmuş olur!

Eğer Hz. Ömer halifeliği haksızlıkla elde etmiş olsaydı, niçin kırk yamalı ve hantal bir hırka giysindi? Ne kumaştan bir elbisesi, ne de kilimi vardı; hırkasını deri parçalarıyla yamardı.

Çok önemli bir iktidar makamını böyle bir hâlde yürüten biri, hiç başkasına (Hz. Ali’ye) haksızlık etmekle suçlanabilir mi? Gâh kerpiç taşıyan, gâh balçık karan biri, bütün bu ağır işlere boşuna niçin katlansındı? Kendisinin iktidar hırsına kaptırsaydı, tutup da sultanlığa soyunmaz mıydı?

Onun hilâfeti sırasında nice kâfirlerin şehirleri kâfirlikten kurtuldu.

Hz. Ömer’e karşı fanatik bir muhalefette bulunursan, sende hak ve adalet duygusu yok demektir ki öyleyse geber öfkenden! Hz. Ömer zehirden ölmedi., sense onun gibi zehir yutmana rağmen, ona olan öfken yüzünden acaba kaç defa öleceksin?

Ey hak ve adalet yoksunu cahil! Sen halifeliği kendi bakış açına ve kendi çapına göre değerlendirmeye yeltenme! Eğer o makam sana verilseydi, gam ve kederden içine ateş düşer yüreğin bin parça olurdu! Şayet o ilk dört halifeden birinin elinden biri bu halifeliği alıp sırtlanmış olsaydı, onların çektikleri acı ve ıstırapların yüz katını yüklenmiş olurdu!

Çünkü ömür boyu bütün bir halkın vebalini omuzlarında taşımak hiç de öyle kolay değildir!

HALİFELİK YÜKÜ

Bir gün Hz. Ömer, perişan bir hâlde Hz. Veysel Karanî ile karşılaştı ve ona şöyle dedi: “-Ben halifeliği satmak istiyorum! Bu halifeliğe bir müşteri çıkarsa, bir dinara da olsa satacağım!”

Hz. Veysel Karanî ise ona şöyle dedi: “-Sen bırak onu ve geç git! Sen at onu! İsteyen ve bu yolun yolcusu olan onu alır ve yüklenir götürür!”

Hz. Ömer’in halifeliği bırakacağı duyulunca, sahabîler arasında ağlayışlar ve çığlıklar yükseldi. Hepsi de gelip kendisine şöyle dediler:”- Ey Müminlerin Emiri! Allah aşkına, Allah’ın kullarını başsız bırakma! Bu yükü senin boynuna Hz. Ebubekir yükledi, bunu elbette körü körüne yapmadı; düşündü, bildi de öyle yaptı. Şayet onun sana yüklediği bu emanetten yüz çevirirsen, ruhu muazzep olur, sana darılır!”

Hz. Ömer, bu güçlü delile hak verdi, fakat o andan itibaren de halifelik görevi kendisine daha ağır gelmeye başladı!

O uğursuz katil, kaderin sonucu, Hz. Murtaza’yı hançerleyince, getirip ona şerbet sundular. Hz. Ali ise şöyle seslendi:”- Benim kanımı döken nerede? Önce ona verin, sonra bana! Çünkü o bana bu yolda refik olacak!”

Şerbet götürülünce adam bağırdı: “- Eyvallahlar olsun! Haydar beni zehirleterek öldürmek istiyor!”

Hz. Murtaza ise şöyle buyurdular:”- Hakk’a yemin olsun ki, eğer o bedbaht bu şerbetimden içseydi, kıyamet günü ben onsuz Allah’ın huzuruna çıkıp da cennete ayak basmayacaktım!”

O iğrenç adam Hz.Murtaza’nın canına kıymış olmasına rağmen, onsuz cennete gitmek istemeyen ve düşmanına bile böyle şefaatte bulunmaya kalkan Hz. Ali, nasıl olur da Hz. Sıddık’a kin ve garez besleyebilir?

Düşmanı için bile böylesine kaygılanan Atîk’e karşı kin beslediğinden nasıl şüphelenebilinir?

Şu uçsuz bucaksız âlemde, Hz. Ebubekir’e, Hz. Ali gibi dost biri daha bulunamaz!

Sen daha ne zamana kadar; “- Hz. Ali haksızlığın kurbanı oldu! Hak onunken halifelikten mahrum bırakıldı!” deyip duracaksın?”

Ey oğul, Hz. Ali Allah’ın Aslanı ve baş tacıysa eğer, kimse aslana bir şey yapamaz!

SUYU KAN AĞLAYAN KUYU

Peygamberimiz aleyhisselam bir gün bir yerde konakladı ve ordu için bir kuyudan su getirilmesini buyurdu. Bir adam gitti, ama telâşla geri döndü ve şöyle dedi: “- Kuyu kanla dopdolu, su yok!”

Bunun üzerine Hz. Nebi buyurdular:”- Neden öyle bilir misin? İçi dertle dolan Ali, gidip derdini o kuyuya döküp emanet etti de ondan! Kuyu ise bu sırları duymaya dayanamadı, o yüzden de su kan kesildi.”

Gönlü böyle coşup taşan, içi ıstırapla kavrulan biri, bir karıncayı olsun incitebilir mi?

Seninse gönlün bağnazlıkla, taassupla kaynıyor! Hz. Murtaza öylesi bir gönülden uzaktı! Sus artık! Hz. Ali’yi sana benzer sanma!

Çünkü o Allah eri, kendini bütünüyle Hakk’ın varlığı içinde eritmişti! O her işinde Allah’ın hikmetleri içinde yüzer ve senin yakıştırdığın o kuruntulardan da nefret ederdi!

Eğer Hz. Ali senin gibi kin ve düşmanlıkla dolu olsaydı, Hz. Peygamber’in bütün sahabilerine karşı tek başına meydan okurdu!

O senden kesinlikle bin kat daha yiğit değil miydi? Peki, neden kimseyle (hilafet konusunda) savaşa kalkışmadı?

Olur şey değil! Eğer (halife olma konusunda)Hz. Ebubekir haksız, Hz. Ali de haklı olsaydı, hiç ondan halifeliği almak için kılıca sarılmaz mıydı?

Müminlerin anasının(Hz. Âişe’nin) ordusunun, dinî meseleden değil de başka sebeplerden ötürü, kendisine karşı yürüdüğünü  görünce, Hz. Ali böyle haksız bir kavgayı ve böyle bir fitneyi hemen fark etti ve orduyu zor kullanarak geri püskürttü!

Kızına(Hz. Âişe’ye) karşı silaha sarılabilen biri, elbette onun babasına (Hz. Ebubekir’e) karşı da savaş açabilirdi!

Ah evlâdım, sende Hz. Ali’nin büyüklüğünden en ufak bir iz yok! Ne yazık ki sen Hz. Ali’yi, sadece onun adını oluşturan A,l ve i şeklindeki üç harften ibaret olarak görüyorsun!

Sen kaygılısın, canın da pek kıymetli, oysa, o, yüz canı olsa(Allah yolunda) yüzünü de vermeye hazırdı!

ŞEHİDLİK ÖZLEMİ

Sahabeden biri şehid düştüğünde, coşkun ve taşkın ruhlu Hz. Haydar büyük bir hüzne kapılır da şöyle derdi:
“-Niçin ben de şehid olmadım? Can azizdir, ama benim gözümde değeri yok!”

Bir gün Allah Resulü ona şöyle dedi: “- Merak etme ya Ali! Yâ Ali, Hakk sana onu da nasip eder!”
                                                    
DAYANILMAZ İŞKENCE

Hz. Bilâl-i Habeşî bir gün bir yerde o cılız bedenine bir yığın soba ve kırbaç yedi. Dayaktan her yanı kan revan içinde kaldı. Öyleyken “Allah birdir! Allah birdir!” demekten bir an dahi geri durmadı!

Seninse ayağına âniden bir diken batsa, tuttuğun bu yolda ne birine sevgin, ne de öbürlerine kinin kalır! Bir diken yüzünden böylesine perişan olan nasıl olur da öyle bir topluluk(sahabeler) hakkında ileri geri lâflar edebilir?

O halifeler, öyleydiler işte! Sen de böylesin! Acaba senin bu şaşkınlığın ne vakte dek sürecek?

Dilinle puta tapanların(müşriklerin) ekmeğine yağ sürüyorsun! Resul’ün sahabîlerini incittikçe incitiyorsun!

Be edepsiz, amel defterini habire karartmaktasın! Oysa dilini bir tutuversen oyunu çoktan kazandın gitti!
                                         
CANLARINI ORTAYA KOYDULAR

İster Hz. Ali olsun, ister Hz. Ebubekir, onların ikisinin de canı hakikat ummanına daldı!

Hz. Peygamber gidip mağaraya sığındığında, o gece Hz. Murtaza, Hz. Mustafa’nın yatağında uyudu. En büyükler büyüğünün canı kurtulsun diye, Hz. Haydar-ı Kerrar kendi canını ortaya koydu.

Bu dünyanın Hz. Sıddık’ı ise, o mağarada yılan ve çıyanlara karşı Hz. Resul’ün canı yerine kendi hayatını fedaya hazırlandı.

Demek ki ikisi de canlarını Hz. Peygamber için feda edecek ve onu korumak için her şeyi göze alacak yüreğe sahiptiler!

Şimdi sen, kendi dostları için canlarını vermeyi cana minnet bilen o kişilere nasıl bağnazca davranırsın? Eğer sen berikinin veya ötekinin adamı isen, nerde sende berikinin o ıstırabı ve de ötekinin o ıstırabı?

Haydi ya onlar gibi sen de canını feda etme yolunu seç, ya da sus ve o düşünceden vazgeç!

Evlâdım, sen Hz. Ali ile Hz. Ebubekir’i biliyorsun, fakat sen aklın ve canın Yaradan’ından bîhabersin!

Mühürlenip kapanmış o hâdiseleri artık bırak da, sen de Râbia Hatun gibi gece gündüz Allah eri ol!

Râbia alelâde bir kadın değildi, tepeden tırnağa yüz erkeğe bedel bir erdi! Istırap ve çilenin tâ kendisiydi! İlâhî nura gark olup gitmiş, dünyadan elini eteğini çekmiş, muhabbet deryasına dalmış bir erdi!

GÖZÜNE DİKEN BATTI DA…

Biri Hz. Râbia’ya sordu:”- Ey Allah’ın rızasına ermiş olan! Hz. Peygamber’in ashabı, o dostları hakkında kanaatin nedir?”

Râbia hazretleri şu cevabı verdi:”- Ben Allah’ın sırrı hakkında yeterince bilgiye sahip değilken, nasıl olur da dostlarından bahsedebilirim? Eğer ruhumu ve aklımı Allah’ta kaybetmemiş olsaydım, bir an için de olsa, insanlara dikkatimi çevirebilirdim! Fakat secdede iki gözüne diken batıp da sonra yolda yürürken yerlere kan aktığını görüp, o kanların benim gözlerimden aktığını fark eden biriyim ben!

Böylesi bir derde müptelâ olan, erkeklerin ve kadınların işleriyle gönlünü nasıl meşgul edebilir?

Ben ki yokum, kendimi bile bilmiyorum, nasıl olur da kıyas yaparak (akıl yürüterek) başka birini tanıyabilirim.?”

Sense, bu yolda ne Allah’sın, ne de Peygamber, öyleyse o redden de elini çek, o kabulden de! Bir avuç topraksın sen, bu yolda toz ve toprak olmakla yetin! Mademki bir avuç topraksın, toprakça (tertemiz olan toprak gibi) konuş! Hepsini (Dört Halifeyi) de o tertemiz hâlleriyle an! Sen onlardan “temizler” diye bahset!

ÜMMETİN GÜNAHI

Âlemlerin Efendisi, bir gün Allah’a şöyle yakardı:”- Ümmetimin işlerini bana bırak, öyle bırak ki kimse ümmetimin günahından hiçbir şey  bilmesin!”

Hakk Teâlâ ona şu cevabı verdi:”- Ey insanların en yücesi! Sen onların günahların ne kadar çok olduğunu görünce dayanamaz, şaşkına döner, utanır ve bir köşeye saklanırsın!

Hz. Âişe senin için canın kadar kıymetliydi. Öyleyken onun aleyhinde bir iftira duydun da hemen soğudun! Sahtekârların kopardıkları yaygaraya kulak verdin de, onu babasının evine gönderdin! En sevdiğin kişiden yüz çevirdin!

Bil ki ümmetinin içinde günaha batıp gitmiş olan pek çok insan var! Sen onca günaha tahammül gösteremezsin! Sen ümmetini Allah’a bırak!

Eğer ümmetinin günahlarından şu dünyada kimse haberdar olmasın istiyorsan, ey temiz yaratılışlı, isterim ki sen bile bundan haberdar olmayasın!

Sen araya girme, kenara çekil ve ümmetinin gece gündüz işlerini bana bırak!”

Madem bu ümmetin meselesi, Hz. Mustafa’nın bile işi değil, sen bu konuda nasıl yargıda bulunabilirsin?

Bırak hüküm vermeyi! Tut dilini! Bağnazlığı terk et de, (şu manevî) yolun yolcusu olmaya çalış!

Onların (ilk dört halifenin) davranışlarını örnek al, gönül huzuruyla yürü ve sen kendine bak!

Ya Hz. Sıddık gibi ayağını doğruluğun yoluna bas, ya Hz. Faruk gibi adaleti seç! Ya Hz. Osman gibi hâyalı ol ve yumuşak davran, ya da Hz. Haydar gibi ilim ve cömertlik okyanusu ol!

Ya sus, öğüdümü tut ve git! Ya da uzaklaş buradan ve yürü kendi yolunda!

Sen ne Hz. Sıddık gibi doğruluk erisin, ne Hz. Haydar gibi ilim eri! Sen sadece nefis erisin  ve her an küfre batmakta, kâfirleşmektesin! Öldür nefsini de mümin ol! Ne zaman ki nefsini öldürdün, sen işte o an kurtuldun!

Bu taassuba, bu bağnazlığa saplanıp kalma! Kendi kafana göre öyle peygamberlik  de taslama! Şeriatta tek kişinin sözü(şahidliği) geçerli değildir, öyleyse Hz. Peygamber’in ashabı hakkında niçin böyle atıp tutuyorsun?

Yârabbi, böylesi bir haddini bilmezlik bende yok! Sen beni bağnazlıktan ebediyen uzak tut! Gönlümü her türlü taassuptan/bağnazlıktan arındır! Arındır ki böyle şeyler benim şu Divan’ımda(Mantıku’t-Tayr’ımda) yer almasın!”(*)

Terme, 11 Ağustos 2019
İsmet GÜLTEKİN
Araştırmacı-Yazar ve Eğitimci


(*): “Attâr, “KUŞLARIN İLÂHİSİ-MANTIKU’T TAYR”, Çeviren: Cemal AYDIN, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 1. Baskı, Ocak 2016, s.59-68

Hiç yorum yok: