14 Haziran 2014 Cumartesi

"MÜZELER ŞEHRİ" İSTANBUL("İstanbul Günlerim" Dolu Dolu Geçiyor)



“İSTANBUL GÜNLERİM”, DOLU DOLU GEÇİYOR…

“MÜZELER ŞEHRİ” İSTANBUL




Derler ya;”Boğulursan büyük denizde boğul”, diye. İnşaallah “Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri(k.s.)”nin yüzü suyu hürmetine, “boğulmadan” ‘emaneti’ sahibine teslim ederiz de.
İstanbul’un milimetresi tarih-kültür-sanat. Havaların yeniden ısınması ve karne tatilinin de yaklaşması ile İstanbul’da, kabaca gezilecek-görülecek  yerleri gezmek ve görmek de kolaylaştı.
“Müzeler şehri” de olan İstanbul’umuzun-ki %42’lik oranı ile bir orman şehri de- ‘Gülhane Parkı’ndaki kısaca “Bilim-Teknoloji Müzesi”ni ziyaret edeyim dedim. “Ulu Çınarlar”ın insanın ufkunu da açtığı ‘Gülhane Parkı’nda, bir yandan mazimi hatırlarken, bir yandan da güya ‘düşünce sancıları’ ile mutad “ülke mes’eleleri”ni neredeyse ‘yüksek sesli’  düşünüyordum.
Öyle ya; “doğruya doğru, yanlışa da yanlış” demek lazım arkadaş!
“Hakk’ın hatırı âlidir, hiçbir hatıra fedâ edilmez…”
‘İlk dönem Nurcuları’, ‘Şehid Nurcular’ dahil, hepsine ‘can gurban’ da!
‘Son dönem Nurcuları’, neredeyse bütün ‘ekolleri’ ile o kadar da ‘can gurban’ değil be arkadaş!
Hemen hemen hepsi “postal yalayıcısı” be!
“Biz postal yalayıcısı değiliz. 12 Eylül Anayasasına bile karşı çıktık” diyenler bile “Masonik Nurcuları” teşkil ediyor be! “28 Şubat Post Modern Darbesi” olalı 17 yıl geçti, hâlâ “28 Şubat’ın Mimarı Mason Demirel”i  ‘bir harf ile’ de olsa “Yeni ASYA Gazetesi Ekolü” eleştiremiyor be arkadaş!
Bilmem kaç maaşlı Ekrem Beğ, hâlâ kendi fkriyatını aklamakla meşgul be arkadaş!
Ekrem Beğler!
Kendi “hareketi”nizin fikriyatının gerçeği ile yüzleşsenizse, öz-eleştiri yapsanıza be!
“17 Aralık Süreci”nden de önce neler yazıldı neler be!Kapanan  “Orkun Dergisi”nin doksanlı yıllardaki sayılarında, Yavuz Bülent BAKİLER vesilesi ile ne “tartışmalar” yapılmış be arkadaş!
Hiç de öyle “sütten çıkmış ak kaşık” değilsiniz be!
Neticede “Devrimciler-Ülkücüler, 12 Eylül zindanlarında işkencelerden geçirilirken, Hocaefendiler de dışarıda kalan Ülkücülerin bazılarından istifade etmiş be!
Mes’ele  bu kadar basit değil mi?
Ancak “kendi konsepti”ne uymayan Milliyetçi-Ülkücü gençleri ise “kurumlar bakidir”, diye işten bile atmış be arkadaşi!
Hem o kadar da “geniş ufuklu gençler” de değilmişsiniz be Ekrem! “Simonca” yetiştirilmişsiniz  be arkadaş! “17 Aralık süreci”nde çıktığınız televizyon programlarında ne kadar da zorlandınız!!!
İşte “Gülhane Parkı” içinde, “Ulu Çınarları” da temaşa edince böyle “sesli düşünmüş” ve “Bilim-Teknoloji Müzesi” önündeki ‘Uzay Üssü’ intibaı veren  bir “yapı” içindeki “Yerküresi”önünde kendimi bulmuştum. Meraklı gözlerle bakıp dururken, müzenin giriş kapısına yöneldiğimde görevliler, “Salı günü ziyarete kapalıyız” dediler..’Beni mi savsaklıyorlar?”, diye düşünürken tekrar “ziyaret saatleri” ilanını okudum. Sahiden de doğru diyorlardı.
‘Neye kısmet, neye kısmet’ misali “Gülhane Parkı”na girerken gördüğüm “Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi”ni ziyarete yöneldim. Kütüphane girişlerindeki muamele ile görevlilerin de ‘sevecen’liği ile “Edebiyat Müzesi”ni ziyarete başladım.
Başta elbette Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek gibi “bizim cenâh”ın(!) edebiyatçılarının eserlerine ve bazı edebî belgelere bakmaya başladım, gördüm. Çok sakin bir ortam. Tam da “çalışma ofisi” olabilecek kıvamda. Öğrenciler ve meraklılar için müstakil çalışma odası da mevcut.
Merhum Katip Çelebi’nin “Kitab-ı Cihannüma” isimli eserini de bir-iki yaprak çevirdim.
Sonra günümüzde yaşayan edebiyatçılarımızdan bazılarının kullandığı ‘daktiloları’ da gördüm. Hattâ “Doğan Hızlan”ın kullandığı ‘daktilo’yu  görünce, “Benim kullandığım elli liralık daktilo daha iyiydi”, diye kendimce söylendim.”Âşıklar Diyârı”ndan, “Uşak”lı İskender Pala’ya ait “kütüphane memuru kartı”nı ve kol saatini  de gördüm.
“Doğduğum memleket olan Terme”de de bir zamanlar yaşamış olan ve bir ömrü “hastane+hapishane+yazıhane” üçgeninde tamamlamış olan Rıfat Ilgaz’ın “Sarı Yazma”sı ile ilgili bir “tebliğ” den de “Niçin Cide’den Terme’ye sürgün edildiklerini” de daha iyi kavradım. Kaldı ki “Sarı Yazma”, “Terme’deki Ermeni-Rum Zulmünü”   anlatan  “otobiyografik roman” türü “kaynak kitap” tır da..
“Şairler Sultanı “ Necip Fazıl Kısakürek’in “çok az bilinen eseri” “Deprem(Çile)”  ise “senaryo roman” türü bir “tiyatro eseri…” Bir evlilik ve aile hayatı anlatılıyor…
“Edebiyat Müzesi”nin  tahta merdivenlerinden inerek, alt kattaki “dergi kapakları sergisi”ni de gördüm. “Ters Olan Devlet Ehramı!” ‘kapaklı’ “Büyük Doğu Mecmuası” günümüzü de çağrıştırıyor!
“Edebiyat’ın olduğu yerde edepli olmak” daha da önemli…”Edebiyatın Yazın; Edebî’nin ise Yazınsal” olduğu  bir “dönem”de de yaşıyor olsak bile “illâ edeb, illâ edeb…”
Kaldı ki nice edebiyatçılarımızı da “büyük” yapan da arkalarındaki “Ulu zatlar”, “Sâdatlar” değil mi ki?
Demek ki, dedim, “Ulu zatlar”ın, “Sâdatlar”ın  “duâları”nı alanlar, boylarına yakın çapta kitaplar yazabiliyorlar… “Bir tık kadar kolay” yani…
                    

 “DOĞU BANK”

Aylardır bakınıp durduğum fakat “göremediğim” “teknoloji pazarı” ‘Doğu Bank’ı da nihayet gördüm.  “Orijinal-sıfır cep telefonları”nın, “tablet”lerin ‘albenisi’ yüksek olduğu kadar; ‘ikinci el cep telefonları” ve “tablet”ler de gayet makûl fiyatlarda…
“Yürüyen merdivenler”de bile “tablet”lerden “bir şeyler izlenildiği” bir “teknolojik hız çağı”nda, “çağı elde yakalamak” da gayet ehemmiyetli…
                         “MISIR ÇARŞISI”

Eminönü Yeni Camii yakınındaki ‘Mısır Çarşısı’na ise ‘lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyül azim’ diye diye girdim. “Ne öğrendin?” derseniz, hâlâ ‘restorasyonu’ devam etmekte ve adetâ bir “Cumhuriyet Modası”(!) olarak “lacivet renkli köşebentlerle, profillerle” kaplanmış vaziyette… Bir de “sabun”ların ne kadar çok çeşidi varmış, dedim. Ben, daha çok Şanlıurfa’daki “Bıktım Sabunu”nu zikrederdim. Meğerse ‘Keçi Sütü’nden bile yapılmış ‘sabunlar’ varmış. Neredeyse yirmi çeşide varan ‘sabunlar’: “Nar”dan yapılmış ‘sabunlar’ bile var..”Urfalı Sabun imalatçılar” bile herhalde “nalları toplarlar” dedirtti….

“Ve kezâlik/İşte böyle…” bir de “Geylanî Türbesi Mescidi”nde diyeyim, ikindi namazımı da ikame edişim..Doğrusu, “asıl mescid “in “yukarı”da olduğunu bilmiyordum..Nasip oldu…
İstanbul’u gezmek, görmek “bir ömre değer..” “Flipboard” isimli “sosyal medya ağı”nda, “İstanbul”la ilgili çok itinalı “İstanbul  yazıları” mevcut..
Evet, “orijinal” ifâde ile; “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” İstanbul…
Ve bugün, “İstanbul gönderleri”nde, aslında “Türk’ün de, Kürd’ün de, İslâm’ın da Bayrağı”olan; başka bir ifâde ile “Sultan Fatih’lerin de, Sultan Selahaddin Eyyubî’lerin de Bayrağı” olan “İslâm Bayrağı” “Ayyıldızlı al Bayrağımız” bir başka dalgalanıyordu….
Sarıyer, 10.06.2014
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com

Hiç yorum yok: