“TASAVVUF
TARİHİ”MİZİN EN ENTERASAN SİMÂLARINDAN BİRİ:
NİYAZİ MİSRÎ(k.s.)
“Niyazi MİSRÎ(k.s.)”
ismini “ilk” defa ,Ankara-Sincan’daki bir “Nur Talebesi” arkadaşımın
kütüphanesindeki bir kitapta okumuştum.Bir şiir kitabı olsa gerekti ve
kapağında Niyazi MİSRÎ(k.s.) yazıyordu.
Geçen yıllarda ise
“Ülkücü Edebiyat”ımızın “kadın edebiyatçılarımız”dan Emine IŞINSU ÖKSÜZ
Hanımefendinin , “İslâm Tasavvufu”nu, “tasavvuf tarihimi”zi “roman tarzı”nda ele aldığı bir dizi
eserinin, rahmetli Niyazi MİSRÎ’yi anlatan “Bukağı” isimli romanını okumuş ve
bir şeyler kaleme almıştım.
Nihayet “Şeyh Şaban-ı
Velî(k.s.)” Hazretlerini, “Halvetî Kardeşler”imle birlikte ziyarete gittiğimde
ise -herhalde ikinci ziyaretim de olacak- Dr. Mustafa TATÇI’nın “Niyazi
MİSRÎ(k.s.)” isimli eserini de almıştım.
O tarihten bu tarihe,
Rabb’ül-âlemin bana da “Niyazi MİSRÎ(k.s.)” Hazretlerine bir muhabbet halketti,
diyebilirim…
Daha geçenlerde muhteşem “samizdat türü eserler”den,”ilhamen
yazılmış eserler”den “Risale-i Nur Külliyatı”ndan veya başka bir isimlendirme
ile “Sözler”den “Hanımlar Rehberi”ni okurken, ezberlemek için birkaç defa sesli
okuduğum şiiri:
“ Bir ticaret
yapmadım nakd-i ömür oldu hebâ,
Yola geldim lâkin
göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp nalân edip
düştüm yola tenha garib,
Dîde giryan, sîne
biryan, akıl hayran bîhaber.”
“Türkiye Yazarlar
Birliği İstanbul Şubesi”nde ise Sadık YALSIZUÇANLAR’ın anlatımında rahmetli
“Niyazi MİSRÎ(k.s.)”yi bir defa daha hatırladım.Üç defa yaşadığı “nefy/sürgün
yılları”nı, onbeş kiloluk bukağı ile zencirlerle, Limni adasındaki hayatından
kesitleri ve akabinde yine onbeş kiloluk zencirlerle, bukağı ile defnedilişini,
iki yüzden fazla “halvet”e girişini, çilesini, “nefsini terbiye yolu”ndaki
“erbain”lerini, devrin “devlet idarecileri”nin karşısındaki pervasızlığını,
sözünü esirgemeyişini, aslında Malatyalı oluşunu, “kapı eşiliği”ni,
dervişliğini ve şiirlerini…
ANEKDOTLAR
Sadık Beğ’in
anlattığı şu anekdot hafızama nakşedildi: Rodos’ta, ilk “nefy/sürgün
yılları”nda, bir “Kilise” önünden geçerken; ‘Papaz”ın daveti ve bu daveti
şartlı kabul edişi: “Eğer kapı eşiğine uzanırsam” şartı. “Derviş= Kapı Eşiği…”
Ve bu şartının kabul edilişi…Kilise’ye girenlerin , üzerinden geçerken;
“lâilaheillallah”; Kilise’den çıkarlarken de,üzerinden geçerlerken; “Muhammedun
Rasulullah” deyişleri…
Papazın nihayetinde
,”Siz bizi bin yıllık dinimizden edeceksiniz,gidin…” yalvarışları…
Antalya-Elmalı’nın
ise rahmetli Niyazi MİSRÎ(k.s.)’nin de
“yetiştiği diyar” oluşu..
Sadık Beğ’in
anlattığı bir başka anekdot da hafızama nakşedildi…Limni nefyinde, sürgününde,
üçüncü ve son sürgününde ise Bursa’daki, yıllardır görmediği ailesine ve oğluna
olan hasretini dile getiren bir mektup kaleme alışı ve gönderişi..
Nihayet 17.asrın
ulaşım şartları düşünülürse, ailesinin oğlu ile birlikte Bursa’dan Limni
adasına gelişleri…Velâkin “ailemin olduğunu bilirlerse, öğrenirlerse zarar
verebilirler” niyet ve düşüncesi ile Limni’ye kadar gelmiş olan ailesi ve oğlu
ile görüşmeyişi…
VESSELAM
Günümüzde günübirlik
Limni’ye gidişin eskiye oranla daha kolay
olduğunu ifâde eden Sadık Beğ; vefâtında, yeninde bulunan bir kağıda yazılmış
“son şiiri”ni de okudu…
“Ehl-i Beyt
Muhabbeti” ile de dopdolu olan rahmetli Niyazi MİSRÎ(k.s.)’nin “Hasaneyn
Risalesi” isimli bir “kitapçığı” nın da olduğunu hatırlattı…
Evet, benim de,
“Risale-i Nur Külliyatı”nın, “Sözler”in “Hanımlar Rehberi”nde bizatihi okuduğum
şiiri:
“Bir ticaret yapmadım
nakd-i ömür oldu hebâ,
Yola geldim lâkin
göçmüş cümle kervan bîhaber
Ağlayıp nalân edip
düştüm yola tenha garib,
Dîde giryan, sîne bir
yan , akıl hayran bîhaber…”
“Gözyaşı
Medeniyeti”nin çocuklarının payına düşen:
“Dîde giryan/
Gözyaşı” olsa gerek….
Fatih,
01.Muharrem.1436/25.Ekim.2014
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com