31 Temmuz 2014 Perşembe

"TRT 1 REİS-İ CUMHUR BELGESELİ"NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

“TRT1 REİS-İ CUMHUR BELGESELİ”NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


“10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçim Vetiresi/Süreci”, neredeyse ‘Yerel Seçimler’ bitimi ile başladı. “Tek Başına İktidar”ımızın “Genel Başkanı”, nihayet sonunda “Cumhurbaşkanlığı Makamı”na ‘talip’ oldu. Deniliyor ki, 2014’ler Türkiye’sindeki yaşadığımız “Cumhurbaşkanlığı Seçim Süreci”, ‘Siyaset’in ‘Askerî Vesayet’e üstünlüğünü göstermektedir.Hattâ “Amerikan Vesayeti”ne de üstünlüğünü göstermektedir, diye düşünen ve bu istikamette “karar”lar alan “Görüş”ler de mevcut.”
A-ca-ba!?
Aylardan beri yaşadığımız bu “Cumhurbaşkanlığı Seçim Süreci”ne, ‘zihniyet’ noktasında, ‘ufuk açıcı’, bir ‘perspektif’ten bakmamıza vesile olan “TRT1 Reis-i Cumhur Belgeseli” ise “hâfızaları diriltici” bir ‘katkı’ yapması, mes’eleye de dün-bugün-yarın çizgisinde yaklaşmamızı da sağladı. Maateessüf, “milletimiz”in “çok daha âcil mes’eleleri” mevcut ki, “youtube”lardan, neredeyse kırk dakikayı bile bulmayan mezkûr belgeselin her birinin “görüntülenme” sayısı, neredeyse binleri bile aşmıyor! “TRT 1” ekranlarındaki “izlenme istatistikleri”nin hâli de “bu şekilde”, “çooooook komik nisbette” olsa gerek!
Şahsen ben mezkûr ‘belgesel’in tamamını “youtube”dan izledim. İyi ki izlemişim; çünkü elbetteki bir “yakın siyasî tarihi” de çağrıştırması ile “10 Ağustos 2014”de, inşallah ‘sandık başına’ da daha şuurlu gidebileceğim..

“Reis-i Cumhur Belgeseli”ni izlerken, ne de çok “unuttuğumuz hakikatler” ve ne de çok “bilmediklerimiz”i de hatırladım.Hâfızalarımıza hep, “Cumhuriyet tarihimizde ilk sivil Cumhurbaşkanımız rahmetli Turgut ÖZAL’dır” nakşedilmesine rağmen; “asker kökenli olmayan “ Celal BAYAR’ın aslında neredeyse “ilk sivil Cumhurbaşkanı”mız olduğunu; “1923’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerimiz”den beri, Türkiye’mizde, neredeyse “her Cumhurbaşkanlığı Seçimleri”nde “çok ilginçlikler “ yaşandığını; daima da “Askerî Vesayet”, “Genelkurmay Çizgisi” ile “Siyaset Çizgimiz”in yine neredeyse “kıran kırana/yenen yenene rekabetler” sergilediğini; rahmetli ‘Başbuğ Türkeş’in, Alparslan TÜRKEŞ’in bile “asker kökenli” olduğu hâlde sırf “Her Genelkurmay Başkanı olan Cumhurbaşkanı olmasın, Türkiye’mizde böyle bir ‘gelenek’ meydana gelmesin”, diye “dönemin Genelkurmay Başkanı”nın “Cumhurbaşkanı Adayı olmasına karşı çıktığı”nı; önceki “Cumhurbaşkanlığı seçim süreçleri”nde de birden fazla “siyasî parti teşkilatları”nın, günümüzde adetâ ‘küçümsenen’, ‘horlanan’, ‘aşağılanan’ “Çatı Adaylar” gösterdiklerini vesaire ‘öğrenmiş’ olmam, benim için ‘kazanç’ vasfında oldu.
En kalın hatları ile ülkemizde “Cumhurbaşkanlığı Seçim Süreçleri”, “Askerî Vesayet” yahut  başka bir isimlendirme ile “Genelkurmay Çizgisi” ile “Siyaset Çizgisi”nin “kıran kırana/ yenen yenene rekabeti” ile geçmiş. “ANAP”ın, “ANAVATAN PARTİSİ”nin de ‘katkıları’ ile 10. Ağustos 2014’de, “ilk defa”, “Cumhurbaşkanımızı” ise “Cumhur” seçecek, “Halk” seçecek, “Millet” seçecek. Bütün handikaplere rağmen hâl böyle. Nedir o ‘handikap’ denilirse ki, “dünyanın en yüksek seçim barajı”na sahip ülkemizde, “12 Eylül Vesayeti”nin çok aşikâr ve alenî bir şekilde devam ettiği Türkiye’mizde, “grubu olmayan”, “20 milletvekili mecliste olmayan” bir “siyasî parti teşkilatı”nın “Cumhurbaşkanı Adayı” gösterebilmesi muhal ender muhal…Şimdiden 10 Ağustos 2014’deki “Cumhurbaşkanı Seçimi”mizin  bir başka “en ilginç tarafı” bu..
“12 Eylül 1980 Askerî Darbe”nin de ‘gerekçesi’ olan; “115. turda, yazı ile yüz onbeşinci turda” bile “Cumhurbaşkanı” seçilememiş olması idi. “Reisi-i Cumhur Belgeseli”nin de “öfkelendiğim” “cümleler” de vardı: Daha bilmem  kaçıncı bölüme, “12 Eylül 1980 öncesi”ni, “sağ-sol kavgası” şeklindeki ‘değerlendirişler…’Neresi “sağ-sol kavgası” idi Allah(c.c.) aşkına? “Mevcut şartlarda”, kimler, hangi fikirleri, düşünceleri, duruşları, eylemleri sergilemişti? Kimler “sergileyememişti?” Hergün, bir siyasî parti mensubu gençler, “patır patır öldürülürken”, sahiden “Devlet nerede idi ki?””Mamak Zulüm Kalesi”nin yazarı Zihni AÇBA’nın da zamanında dediği ve yazdığı üzre; “Devlet dedik, devlet bizi vurdu neden?””Türkiye’mizin ikinci bir Afganistan olmasını kimler önlemişti?” “Tipik MSP Zihniyeti” gibi hâlâ “sağ-sol kavgası” denilmesine gönlüm razı olmuyor?

NETİCE-İ KELAM

İster “12 Eylül Vesayeti” diyelim, ister “Amerikan Vesayeti” diyelim, isterse “Askerî Vesayet” diyelim, sahiden de mevcut siyasî iktidar ile “siyaset üstünlüğü”kazanılabilindi mi? “Sivil siyaset”, sahiden de bu “Cumhurbaşkanlığı seçim süreci”ne “Siyaset , Genelkurmay çizgisini yenerek mi giriyor?..”
Yoksa, “fırtına öncesi sessizlikleri mi” yaşıyoruz?
Yine geçmiş “Cumhurbaşkanlığı seçim süreçleri”nde de yaşanmış olan “5+5” gibi, “üst üste iki defa Cumhurbaşkanlığı” mevzuatı ile mevcut ‘Cumhurbaşkanımız”ın devamı sağlansaydı, Türkiye’mizin geleceği namına, “Daha Güzel, Daha Güçlü Türkiye” namına, daha iyi olmaz mıydı? Kaldı ki, “Cumhuriyetimizin kurucusu” “Atatürk” bile 1923-1927-1931-1935 yıllarında “tekrarca” ‘Cumhurbaşkanı” seçilmemiş miydi?
“Acı ve katı gerçekler”den olan “Silahlı Kuvvetlerimiz”in, “Ordumuzun”, “Cunta yapısı”, “Cuntalardan oluşan ordu “yapısı “son –la-na-bil-di- mi  ki?”
Sabık ‘Başbakanımız’, mevcut “Cumhurbaşkanı Adayı”mızın da ‘terminolojisi’ ile “milletimiz”, “af buyurun”, “artık böyle ciddî mes’elelere kafa yormuyor” gibi. Kabaca dersek; “Tayyip ile yatıyor, Tayyip ile kalkıyor..”
Benim şahsî tercihim de dolayısı ile “milletimizin” umurunda değil!!!
U.S.A.’vâri dersek: Şimdiden “hayırlı olsun” bâri….
Neticede yeni seçilecek ‘Cumhurbaşkanımız’ın da “arka fonu”, bence hâlâ “CIA LOGOSU…”
Kahrolsun “Amerika Siyonizmi….”
Terme,31. Temmuz.2014
İsmet GÜLTEKİN

metgultekin@hotmail.com

30 Temmuz 2014 Çarşamba

ŞİİR: BU BENİM BABAM

ŞİİR:

                   BU BENİM BABAM

Bu benim babam:
Anasız-babasız,
Yetim-öksüz büyümüş,
Bu benim babam.

Yoksulluk yıllarında,
‘Tavuk pinleri’nde kalarak,
Ünyeli bir güzel nine tarafından büyütülmüş
Bu benim babam.

“Candarma” baskısı,
“Devlet” baskısı,”
“Gladstone”ce İslâm’a hücûm döneminde büyütülmüş,
Bu benim babam.

Alınteri, el emeği ile çalışmış,
Yıllarca  alnıaçık bir şekilde yaşamış,
Bir ömrü daima helâl yaşamış,
Helâl tamamlamış,
Bu benim babam.

Bu benim babam,
Babaların en güzeli,
Tam bir “rol model baba”,
Ben babamın oğluyum.

Anlatırdı: Merdiven altlarında,
Yaşadığı  “ağa zulmü”nü,
Haksızcasına “zindan”da yatışını,
“Hakkımı helâl etmem” derdi.

Anlatırdı: Üç yılı aşan,
Askerlik vazifesini.
‘Gelibolu’daki, ‘Çanakkale’deki tabyaları,
Kars Göle’ye, bitler, pireler içinde sevkiyatını.

“-Bu yaşımda(80) çağırsalar,
Yine yaparım askerlik hizmetimi”, derdi.
“Vicdansız retçileri” çatlatırcasına…
Bu benim babam.

Ne sigortası vardı,
Ne de maaşı,
Yedi evlâdını da,
Helâl büyüttü,
Bu benim babam.

Gözüpekti bu benim babam,
At sevdası ondaydı,
Günümüzün sahte hayvanseverlerine inat,
Atları, köpekleri, ördekleri, hayvanları,
Sahiden sever, bakar, büyütürdü.

Mahallenin “Topal Salih”in ,
Cılız, çelimsiz atlarını satın alır,
Besleyip büyütür,
Âdeta bir ‘yağız at’ yapardı,
Bu benim babam.

Hele bir ata binişi, at koşusu vardı ki;
Belki de kimse öyle at binemez, at koşamazdı,
Yedi evlâdı bile.
Öyle ata sevdâlı idi.

Güneş ışığı üzerine tarlada doğar,
Sabah ezanını tarlada dinlerdi.
Yedi evlâdını da,
Helâl büyütmek uğruna.

“Dönme” derlerdi babama,
Hakaret edercesine,
Küçümsercesine,
Bu benim babam,
Öyle bir “dönmüş” idi ki,
Son nefesini bile,
Camii kapısında, mescid kapısında verdi.

Birgün paramparça etmişti,
Bembeyaz renkli “M. Kemal Büstü”nü,
Çocukluk duyguları ile izlemiştim,
Olan biteni,
Belki de çocukluk duyguları ile de olsa,
Bu benim babamla öğünmüştüm.

Bu benim babam,
‘Kahve’yi, ‘kahve ikram’ etmeyi,
O yoksulluk, fakirlik hâli ile,
Yemek yedirmeyi  de çok severdi.

Neredeyse Hazret-i İbrahim vâri,
Sokaktan, evin önünden her geçene,
Yemek yedirmek, doyurmak isterdi,
Bu benim babam.

İtilmişti, kakılmıştı, ötekileştirilmişti, horlanmıştı,
Bu benim babam.
Lâkin asla ve kat’a “Masonlar”a, “Yahudiler”e, “Zalimler”e,
Boyun eğmemişti.
Bir ömrü şerefi ile yaşadı, şerefi ile tamamladı,
Bu benim babam.

Hele “Yahudiler” karşı bir “tavizsiz duruşu” vardı ki;
“Yahudi malları”nı bizzat elleri ile
Kapı dışarı edecek kadar,
Sonunu düşünmeden hem de,
Cesaretle ve kahramancasına,
Bu benim babam.
Sadece Allah’ın huzurunda eğilirdi.

Bu benim babam,
Her “güzel baba” gibi,
Yedi evlâdının da,
Aslında her birinin de,
Kahraman olmasını isterdi:
“Türk kahramanı,İslâm kahramanı.”

O “ümmî” hâli ile,
Belki ne duâlar etti,
Ne gözyaşları döktü,
Bu benim babam.

Sevdiğini belli etmezdi,
Bu benim babam.
Yedi evlâdını da,
Aslında çok severdi,
İçten, gönülden, candan, yürekten,
Belki de bir evlâdını,
Kucağına alıp da sevemedi amma,
Cân-ı gönülden severdi.

“Başörtüsüz gelin” arzulamazdı,
Bu benim babam.
Ne nasihatlar,
Ne “dayaklar” attı,
Rahmetli ağbime,
Lâkin vazgeçirtemedi.

“Aile meclisi”ni toplamak,
“Kur’an’a el basarak”,
“Söz” almada,
Babamın üzerine yoktu.
Ben babamın oğluyum.

“Yahudi Şehri Selânik”ten,
Yıllar sonra gelen,
Zengin mi zengin,
Güyâ kardeşlerine,
Asla yüz vermedi,
Sevemedi onları,
Daima dik durdu,
Bu benim babam.

Yedi evlâdını da,
“Cân-ı gönülden severdi”, dedim ya,
“Evlâd acısı” yaktı babamı,
İçten içe,
Evlâdlarına hiç belli ettirmedi amma,
“Erken gitmesi”(!)ne sebepti belki de.

“Oğlum” demişti,
“Ankara’dan senin arkadaşların,
Nizâm-ı  Âlem’den arkadaşların da geldiler, demişti,
Rahmetli ağbimin cenazesine.
Ben babamın oğluyum.

“Mefkûre”min yeni sayısını bastırmak için,
Samsun sokaklarında dolaşırken;
Dayı oğlu Necati’den,
Bir telefon geldi,
Anlamaya çalıştım,
Bu benim babam,
Rabbine kavuşmuştu.

“Oğlum” derdi;
“Geceleri sık sık su dökünmeye gidiyorum”,
Anlamamıştım,
Meğerse, bu benim babam,
“Prostat” olmuştu.

En ufak oğlu olarak,
Öğretmenlik yıllarımda,
“Köprü”den, “Vezirköprü”den,
Yünlü, orijinal, kışlık,
Pantolan, yelek, kalın bir urba,
Almak istemiştim de.
Şimdi tam hatırlayamıyorum,
Alabildim mi, alamadın mı?
Nerede üzerine böyle kalın urbalı birini görsem,
Bu benim babamı hatırlarım.

“Ahde vefâlı” idi,
Bu benim babam.
Her “arefe günü”,
Beraber giderdik,
Ünye şehir içindeki,
Labirent gibi kabristana,
Duâ ederdi, o güzel nineye, ahfadına,
Bu benim babam.

Bazen kasıtlı bir şekilde,
Asfalt kenarına binbir zorluklarla yığdığı,
Ot öbekleri,
“Molotof kokteyi” gibi,
Şişe içindeki gazlarlar yakılırdı,
Sermayesini sözde çökertmek için zalimler.

Yazın sıcağında,
Yerden direnle ot verirken,
Traktör üstündeki bana,
“Oğlum”, derdi,
“Bunları da öğren, öğren de yanında kalsın”,derdi,
Bu benim babam.

Dayım ile birlikte,
Yazın sıcağında yine,
“Ada”da, tarlada ot biçerken,
“Kız istemeye gidelim”, dediğimde,
Hiç kırmamıştı beni,
O yoksul, fakir hâli ile,
Hiç itiraz bile tememişti,
Bu benim babam.

Evet, bu benim babam,
“Adam gibi adam” bir babam,
Babaların en güzeli babam,
Ben bu babamın oğluyum.

Terme, 30 Temmuz 2014,
İsmet GÜLTEKİN

metgultekin@hotmail.com

24 Temmuz 2014 Perşembe

"BU SENİN HİKÂYEN!"

“BU SENİN HİKÂYEN!”


Daha yatağından kalkar kalkmaz,
Daha yeni yeni uyanır uyanmaz,
Başlar “çağdaş fişleyici” lakırdılar:
“Yalnız”sın, “deli”,’köpek’, “para, “araba…”

Anlarsın yeniden;
‘-Ben bir ‘potansiyel tehlike’yim!’
“Akredite” değilim çünkü!
Başına bir “şapka”,  yahut bir “kep” taktın mı?
“Sarı ışık”lar da yanmaz artık;
Heeep “yeşil ışık”lar yanar…

Hatırlarsın ‘çıplak ayaklar”la,
Âdeta “Allah’a koştuğun” günleri…
“Köhne sistem” de güyâ ‘yakalamış’tır seni.
Hem de “türettiği” “Çağdaş Belâmlar” ile…

Ve artık “iktidarlar muktedir” olmuşlardır güyâ,
Gizli, görünmez “iktidarlar, muktedirler” yanında..
‘Çağdaş Hâmân’larla,
‘Çağdaş Karun’larla,
‘Çağdaş Belâm’larla,
Omuz omuza, kol kola,
“Allah’a ve Resûlüne âdeta savaş açarak!!!”

Sen ise “iftirâ”ya marûz kalmış ,
Gencecik bir kız gibi,
Tıpkı Hazret-i Âişe annemiz gibi,
Gece-gündüz ağlarsın belki de…
Fakat artık “vâhiy” inmeyecektir,
Çünkü “son vâhiy”;
“Ben size din olarak İslâm’ı seçtim, beğendim”, der Rabbimiz…

Ve “küfrün direkleri”ni,
“Çağdaş Hâman’larla, Karun’larla,Belâm’larla” birlikte,
Yeni ‘iktidarlar, muktedirler’ tutarlar artık.
Ver her şehirde,
“Küfrün direkleri”ni tutan,
“Çağdaş Hâman’lar, Karun’lar, Belâm’lar” da “türemiştir” artık..

Sen ise “düşmanlarındansındır” artık;
Sen konuştukca üzerine “ nur sağanakları” değil;
“Küfür sağanakları” yağar!
Ve bir ses işitirsin: “Bırakın!, der,
“Çağdaş Firavunca!!!”

Terme, 24.Temmuz.2014

İsmet GÜLTEKİN


metgultekin@hotmail.com

5 Temmuz 2014 Cumartesi

"TERME ALEVÎLERİ" ÜZERİNE



   

"TERME ALEVÎLERİ" ÜZERİNE 




 Yıllardan  beri zihnime takılı kalan bir suâl: “Terme-Sivaslılar Köyü’ndekiler, Alevî mi, Çingene mi?”  Adetâ ‘takıntı’ hâline gelen; “Yok canım, Çingeneler’den Alevî olur mu hiç? Çok büyük yanlışlık var! Ne zamandan beri Çingeneler Alevî oldu ki?!”, cümleleri zihnime takılıp kalıyordu.
        2000-2005 yılları periyodunda çıkan “Terme Birlik MEFKÛRE-Birlik Olmadan, Dirlik Olmaz” isimli ‘yerel gazete’mde, “Terme Alevîleri”ni ‘gündem’e getirmiştim..“Alevîlere Alevî denilebilir” ve “local-yerel-mahallî ve umumî Türkiye toplum yapısı”nı meydana getiren “Alevîler”den  de bahsedilebilirdi! Neticede,doğup-büyüdüğüm memleketim Terme’nin toplum yapısını meydana getiren “Terme Alevîleri”nin mevcudiyetini öğrenmiş olmak ve bu mevcudiyeti şöyle-böyle “efkâr-ı umumiyeye”, “fikirler camiâsı”na ‘kabul’ ettirmiş olmak da ayrı bir haz!!!
    Nitekim, bu yıl da, 03 Ağustos 2014’de, Terme Sivaslılar Köyü’nde, “4. Alevî Kültür Şenliği” yapılmakta.”Cemevi” yapımı ise hâkeza…. “Nereden nereye?...”  Çünkü, 2005’lerde ‘local/mahallî gerçek’te bile “Alevîlere Alevî demek”, adetâ büyük bir ‘kahramanlığı’ da, muhtelif riskleri de beraberinde getiriyordu. Hattâ, çok afedersiniz amma bu hususta kitapları olan ‘akademisyenler’ bile çok ‘çekingenlik’ler içerisinde idiler!!!
 “TERME SİVASLILAR KÖYÜ” NASIL KURULMUŞTU?


Artık günümüzde iletişim teknolojisinin sağladığı kolaylıkla, bir zamanlar ‘takıntı’ hâlini almış olan;”Terme Sivaslılar Köyü’nde Çingeneler mi var, Alevîler mi? Ne zamandan beri Çingeneler Alevî oldu?” suâli ise arama motoru “Google”la, ‘Terme Alevîleri’ yazıldığında, karşımıza çıkan bazı “akademik bilgiler” ile cevaplanmaktadır da.
“Terme’nin Sivaslılar Köyü ise 300 hanelik büyük bir nüfusa sahiptir. Köyün çoğunluğu Güvenç Abdal Ocağı’na bağlı olup köyde Hubyar Sultan Ocağı mensupları da vardır; zira bunlar, kendi ifadeleriyle yaklaşık 100-150 sene önce Tokat Niksar’dan buraya gelip yerleşmişlerdir….Çangallar, Sakarlı’da da ‘Alevîler’ yaşamaktadırlar..(1)
Halbuki, bugün Termemizde hâlen hayatta olan çoğu kişilerin de “unuttuğu bir hakikat” var: “Terme Sivaslılar Köyü”, her ne kadar kısaca “Tokat-Niksar Alevîleri”nin oluşturduğu bir “köy” ise de,aslında  “Sivas’ın Kangal İlçesinden eski bir tarihte gelenlerin oluşturduğu bir “köy”dür de.  Ve Dönemin Başbakanı Mustafa Bülent ECEVİT, Dönemin Samsun Valisi Fehamettin ALTUN ve Dönemin Terme Kaymakamı Faik KÖKON zamanında, “CHP’li Köylülerin Devlet Arazisini İşgal Ederek” oluşturdukları bir “köy”dür de…Yani “illegalite” ile “gayr-i meşrû” bir şekilde oluşturulmuş bir “köy”dür “Terme Sivaslılar Köyü…”(2)
İlgili haritadan da görüleceği üzre, Terme’mizdeki “Alevîler” veyahut “Terme Alevîleri”, ilçemizde üç(3) yerde yaşamaktalar: Bir, “Sivaslılar Köyü”nde; iki, Çangallar’da(!) ve üç, Sakarlı’da…

08.Temmuz.2014
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com
Dip Notlar:
(1): Samsun Yöresi Alevîleri Gelenek ve Değişim, http://www.samsun sempozyumu.org/makaleler, s.3
(2): Osman KARA, Haber-Röportaj, “CHP’li köylüler devlet arazisini işgal etti”, HERGÜN Gazetesi-Daha Güzel Daha Güçlü Türkiye, 30 Temmuz 1977,Cts, Sayfa 4-7

2 Temmuz 2014 Çarşamba

ŞİİR-ERZURUMLU İMAM'A AIT



‘ERZURUMLU İMAM’A’ AĞIT


Eskiden ‘bu topraklar’ın malıydın!
Şimdilerde ise;
‘Onun-bunun malı’(!) olup çıktın!

Eskiden ağlatırdın bizleri,
Biiznillâh!
Süleymaniye Camii’lerinde!
Şimdilerde ise;
Filistinli ‘Cesur Kız’ kadar olamadın,
Ağlatamıyorsun bizleri!

Eskiden ‘Anadolu Toprakları’nı
Devir devir katederdin!
Şimdilerde ise;
‘Beden’in bile yok,
‘Anadolu Toprakları’nda!

Eskiden ‘Nur Talabeleri’ de,
Böyle değildi!
Her biri ‘Anadolu Abileri’ idi!
Eskiden ‘Erzurumlu İmam’ da,
Böyle değildi!
Şimdilerde ise;
Neredeyse,
‘Hakk’a Hak,
Bâtıl’a bâtıl’
Diyemez oldu!

Artık ‘besteleri’ne ,
‘Söz’ler yazılmaz oldu,
‘Anadolu Toprakları’nda!

Şanlıurfa,01.Ocak.2013
İsmet GÜLTEKİN

ŞİİR-KÜFRÜN DİREKLERİ



KÜFRÜN DİREKLERİ


Küfrün direklerini,
‘Siyonist Türkler,
Siyonist Kürtler,
Siyonist Araplar’;
Velhâsıl
‘Siyonist Müslümanlar’ tutuyor artık!

Küfrün direklerini,
‘Ilımlı İslâmcılar’ tutuyor artık!
Küfrün direklerini,
‘Tutanlar tutuyor’ artık!

Küfrün direklerini,
‘DengeSiz Nesiller’
Tutmuyor artık!
Şanlıurfa,01.Ocak.2013
İsmet GÜLTEKİN

TARİH DERGİLERİMİZ ve MİLLÎ TARİH ŞUURUMUZ



TARİH DERGİLERİMİZ

Ve

MİLLÎ TARİH ŞUURUMUZ





Bilmem “İletişim Çağı”nda “tarih dergileri”mizi yakînen takip edebiliyor musunuz? Şahsen neredeyse bülüğa erdiğim yaştan itibaren muhtelif kategorilerdeki ve elbette “tarih kategorisi”ndeki “mecmuaları”mızı, “dergiler”imizi yakînen takip etmeye gayret ediyorum.
Gayret ediyorum etmesine de, meğerse ne kadar da çok “bilmediklerim” varmış.
Mevzû ile “alakası yok” denilecek amma “çok okuyanlar kategorisi”nde olan biri olarak; “meğerse ne de çok ‘bilmediklerim varmış’, diyorum: “Daha Güzel-Daha Güçlü Türkiye HERGÜN Gazetesi DERGÂH Yazıları-Faik SEZGİN” isimli bir araştırmam için; “HERGÜN Gazetesi”ni tarıyorum da…
“Millî Eğitim ve Kültür” dergimizi, meğerse “ÜLKÜ-BİR’in Kültür Hizmeti” olarak neşredilmiş..
Meğerse, “Daha Güzel-Daha Güçlü Türkiye” namına 1975-1980 seneleri arasında neşredilmiş; mezkûr dönemde bayilerden alıp-okumanın öldürülmeyi göze almak kadar “kahramanlık”, “cengaverlik” olduğu yıllardaki “HERGÜN Gazetesi”nde, ne de çok “Samsunlu Milliyetçi-Ülkücü Kalemler”in yazıları neşredilmiş: Ali KAYIKÇI’lar, M. Halistin KUKUL’lar, Hikmet TANYU’lar,İsmail GÜNEŞ’ler,Osman KARA’lar, Fethi TEVETOĞULLARI, hele de “Evlad-ı Rasûl/Rasûlullahın Evladları”ndan merhum Seyyid Ahmed ARVASÎ Hocamızın ikinci sayfadaki “Türk-İslâm Ülküsü” isimli köşesinin altındaki “DERGÂH”ında yazıları neşredilmiş olan ve 2013’de vefat etmiş olan “doğduğum memleket Terme”den, avukat, öğretmen ve neredeyse “profesyonel yazar”, muharrir  olan rahmetli Faik SEZGİN’ler, Hüseyin ÖZBAY’lar, Nuri YAZICI’lar…
Hele hele günümüzde maateessüf çokca mazisini unutmuş olan-Allah(c.c.) bizleri muhafaza eylesin.(âmin)- Sabri ARSLAN bile “Daha Güzel-Daha Güçlü Türkiye” şiarı ile Türkiye’mizin  çokca “kaotik yılları”nda tamı tamına beş yıl günlük periyotlarla neşredilmiş olan  “HERGÜN Gazetesi”nin “Terme Muhabirliği”ni yapmış…
Hani derler ya; “o kadar bu işlerin fikren-zikren içindeyim” amma meğerse “hiçbirşey(!)” bilmiyormuşum!!! Neredeyse “çeyrek asırlık” bir “yaş”a gelmeme rağmen; hiçbir “Ülküdaşım” da bu bilmediklerimi bana anlatmadı!!!

TARİH DERGİLERİMİZ


Neyse, “tarihe meftûn bir dâvâ”nın, mefkûrenin, ülkünün sahipleri”nin yer aldığı bir fikriyatın takipçisi olarak; elbette ki “tarih dergileri”mizi de çok yakîn takip etmişimdir..”Tarih Dergilerimiz” derken de, hadi diyeyim “meşreb”imin çıkardığı “tarih dergileri” de demek istemiyorum.Türkiye’mizde neşredilen bütün “tarih dergileri”, benim “tarih dergilerimiz”dendir..
1980’li yıllarda, haftalık periyotlarla çıkan “Yıllarboyu Tarih Dergisi”, rahmetli Şevket RADO idaresinde çıkan “Tarih ve Edebiyat Dergisi”; hattâ daha yakın zamanlarda neşredilen, “Bugün Gazetesi”nin her Cuma günü verdiği “tarih ekleri”; yine “HaberTürk Gazetesi”nin hafta sonu verdiği “Tarih Ekleri” şu an aklıma gelen “tarih neşriyatları..”
Ve elbette günümüz 2014’ler Türkiye’mizinde aylık-iki aylık periyotlarla neşredilen “tarih dergilerimiz”: “YEDİKITA, KÜRT TARİHİ, # TARİH, DERİN TARİH, TÜRK DÜNYASI TARİH ve ATLAS TARİH” “der-gi-le-ri-miz..” Birilerinin “homurdandığını” da hissediyorum: “Toplumsal TARİH Dergisi” de var demek isteyen “aristokrat!!!”

“ATLAS TARİH DERGİSİ”

Geç haberdar olduğum “Atlas Tarih Dergi”mizi ise bir seneden beri takip etmeye başladım. Kanaatimce hem muhtevası ile hem baskı kalitesi ile (cilt kapaklı) mevcut “tarih dergileri”mize “fark atan” bir dergimiz..Ben, şahsen çok istifade ediyorum..
Bilhassa günümüz gençlerimizin, hele de hâlâ “sloganlar seviyesi”nde, “lümpenlik seviyeleri”nde, “darlıklar anaforu”nda, daha kendi fikriyatlarının mazisi hakkında “bilgisizlikler” içerisindeki fakat “tarihe meftûn bir dâvânın, mefkûrenin, ülkünün sahiplerinin” yer aldığı bir fikriyat içerisindeki gençlerimizin de “tarihimize , tarih dergilerimizde de çok meftun” olmalarını ne de çok isterdim…
“Millî Tarih Şuuru” başka nasıl kazanabilinir ki!?
Sahih-doğru tarihî bilgilerle, sahih-doğru millî tarih şuuruna ve muhkem bir istikbale doğru…
“Dün”üne çizikler atarak değil; “kökü mazide olan âti”lere sahip olarak…

21.Haziran.2014
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com

KORKMADAN EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETİ YAPABİLMEK!!!



KORKMADAN

EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETİ

YAPABİLMEK İÇİN:

OKULDA ve OKUL ÇEVRESİNDE GÜVENLİK ŞART!

           Bir Eğitim-Öğretim Yılını daha bitirdik. Bütün Türkiyemiz genelinde olduğu üzre İstanbul’da da ve okulumuzda da “okul ve çevre güvenliği” açısından birtakım olaylar meydana geldi. Korkmadan eğitim-öğretim faaliyetini devam ettirebilmk için biz öğretmenlerin de bu mes’elede şuurlu olması elzemdir.
          Günümüz “internet teknolojisi” şartlarında, “bir tık ile” bu mevzûda da çok sayıda “ilmî-akademik çalışmalara” ulaşmak mümkün.
“Kaynaklar”da da zikrettiğim üzre, gerek ilgili Bakanlığımızca, gerekse bazı “think thank-düşünce kuruluşları”nca çok ehemmiyetli “araştırmalar” yapılmış..
           Bize bu düşen bu “araştırmalar-çalışmalar”da da zikredilen hususları mümkün olduğunca uygulamaya koyabilmektir.
          Neredeyse bütün vatan sathında, “Çarşamba günleri öğretmenlerin dayak yeme günüdür” modundan kurtulabilmek ve sahiden “kork-ma-dan”, “kor-ku-suz-ca” ve elbette gerekli tedbirleri alarak, eğitim-öğretim faaliyetlerimizi sürdürebilmek için, yapılan uyarıları dikkate almalı ve “uzman”ların belirttikleri hususları da bir an evvel uygulamalıyız..
        Aşağıda sizleri bir “düşünce kuruluşu”nun konu ile ilgili 2010’da hazırladığı “rapor”un özeti ile baş başa bırakıyorum.
Kazasız-belâsız-vukuatsız nice yeni eğitim-öğretim yıllarına…



USAK ve İSTANBUL KENT GÜVENLİĞİ PROJESİ(2010)

“Okullarda farklı dönemlerde tehdit olarak algılanan unsurlardaki değişim, öncelikle bu yeni yapının anlaşılmasını gerekli kılmaktadır. Okullarda oluşan yeni risklerin ve güvenlik tehditlerinin kapsamlı bir analizinin yanı sıra, bu tehditlerin en aza indirilmesinde farklı aktörlere düşen sorumlulukların tanımlanması elzemdir.
          Genel kanının aksine, okul güvenliğinin  sağlanmasına  yönelik uygulamalar, sadece şiddetin ve/veya suçun önlenmesine  yönelik çalışmalardan oluşmaz. Okul güvenliğinin aşamaları, okul ve çevresindeki fizikî şartların dezavantajlı konumlarının giderilip, güvenli hale getirilmelerinden, çocuk gelişimi ve psikolojisi konusunda eğitimli personele; suç ve şiddet karşısında farkındalığın oluşturulmasından, öğrencilerin aileleri ile olan sağlıklı ve etkili bir iletişime kadar uzanan geniş bir yelpazede ele alınmalıdır.
         Bu raporun amacı, ülkemizde öğrenci ve eğitimcileri kapsayan şekilde okul ve okul çevresi güvenliğinin farklı boyutlarını tartışmak, bu sorunların nedenlerini incelemek ve oluşan güvenlik tehditlerine karşı çok sektörlü stratejiler geliştirilmesi yönünde öneriler sunmaktır. Raporun son kısmında yer alan Okul ve Okul Çevresi Güvenliği Eylem Planı, okul ve okul çevresi güvenliğinden sorumlu farklı aktörlere düşen rolleri tanımlamakta,öne çıkan sorunların çözümünde işbirliği  yapılacak aktörleri uygulamaya yönelik şekilde ele almaktadır.
         Güvenli okul, gençlerin ve çocukların öğretmenlerden, okul yoneticilerinden ve
okulda görevli kişilerden veya akranlarından şiddet görmediği ve şiddet görme korkusu yaşamadığı bir ortam olarak tanımlanmaktadır. Bunun yanı sıra, okulun sosyal ortamı, tasarımı, iç donanımı ile bütüncül bir güvenlik algısı sunması da güvenli okulun öne çıkan unsurlarıdır. Okullardaki güvenlik algısı öğrenciler için en az eğitim kadar önemli bir ihtiyaçtır.
                                                                            

         Ülkemiz eğitim kurumlarında verilen eğitimin başarılı olmasındaki en temel etkenlerden biri de eğitim – öğretimin sağlandığı mekanlar olan okulların güvenli ve emin ortamlar olmasıdır. Eğitim kalitesinin arttırılmasında, öğrencilere güvenli ve kendilerini ilgi ve yeteneklerine uygun şekilde ifade edebilecekleri ortamların sunulması, gerçekleştirilmesi gereken en temel unsurdur. Okul ve okul çevresi güvenliği ve eğitim- öğretim başarısını karşılaştıran çalışmalar, okulda suç ve eğitim başarısı arasında istatistikî olarak anlamlı bir ilişki ortaya koymaktadır.
       Ülkemizde her yıl pek çok öğrenci okul ve okul çevresinin fizikî ve çevre
tasarımında yaşanan problemler nedeniyle güvenlik tehditlerine maruz kalmaktadır. Ülkemizde okul ve okul çevresinin tasarımı ve fizikî güvenliğinin gelişmiş standartları yoktur. Bu durum çocuk ve gençlerin sağlıklı ve güvenli ortamlarda eğitim – öğretim almasının önüne geçmektedir.
       Toplumun değişen yapısı ve yaşam şartlarına paralel olarak, okullarda oluşan
güvenlik tehditleri de farklılaşmaktadır. Okulun fizikî güvenliği ve psiko-sosyal ortamının güvenli oluşunun yanı sıra, okulların şiddet, suça karışma ve madde bağımlılığı gibi unsurlardan da korunması önemlidir.
       Ülkemizde genel olarak şiddet, bireylerin birbirlerine fizikî olarak zarar vermesi olarak algılanmaktadır. Fakat okullardaki mevcut şiddet, fizikî şiddet, sözlü-duygusal- psikolojik şiddet, cinsî şiddet ve ekonomik şiddet farklı şiddet türlerini de kapsamaktadır.
      Şiddet ve suç oluşma süreçlerinin dikkatle takibi ve bu çercevede farklı aktörlerin konu ile ilgili işbirliğine ihtiyaç duyulmaktadır.
       İstanbul’da farklı okullarda gerçekleştirilen araştırmalar, öğrenciler arası fizikî şiddetin yaygınlığına dair net veriler sunmaktadır. Öğrencilerin % 50’si, bu çalışmalar çercevesinde kavgaya karıştıklarını ifade etmişlerdir. Bu şiddet türüne dahil olan öğrencilerin, kavga sonucu bir başkasını yaralama veya kendilerinin yaralanması durumu gözardı edilemeyecek kadar ciddî boyutlardadır. Öğrencilerin, %15,4’u karıştığı kavgalarda kendisi fizikî olarak yaralanırken, daha yüksek bir oranı (%26,3) başkasını fizikî olarak yaraladığını ifade etmiştir.
      Farklı çalışmalar, öğretmen ve yönetici davranışlarının okullarda ortaya çıkan
şiddet olaylarına da etkisi olduğuna işaret etmektedir. Öğrencilerin yaşları ve eğitim gördükleri sınıflar yükseldikçe okul iklimini daha güvensiz olarak algıladıkları görülmektedir.
      Benzer şekilde öğrencilerin okul içerisindeki farklı faaliyetlere katılımının ve
ders başarılarının da öğrencilerin okul güvenliği algısını etkilediği görülmüştür.
     USAK tarafından gerçekleştirilen İstanbul Kent Güvenliği Projesi kapsamında
uygulanan alan araştırması bulgularına göre, İstanbul’un 32 ayrı ilçesinde(2010 yılına göre) yaşayan mahalle sakinlerinin okulda öğrencileri tehdit eden en önemli tehlikeyi uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü arkadaş çevresi ve okul düzeninin ve okul çevresinin bozukluğu olarak tanımlamaktadır.
      Bu çercevede madde bağımlılığı günümüzde özellikle gençleri tehdit eden
en önemli sorunlar arasında yer almaktadır. Yapılan araştırmalara göre madde kullanımı ve bağımlılığında en önemli risk grubunu 12–24 yaş arasındaki gençler oluşturmaktadır.
     Bu kitlenin büyük bölümü ise örgün ve yaygın eğitim kapsamındadır.
       Okullarda şiddeti analiz etmeye yönelik merkezimizce geliştirilen İletişimli Yaklaşım Modeli, pratik olarak şiddetin türleri ve davranış kalıplarında şiddetin dışa vurulan, farklılaşan karakteri üzerine odaklanmaktadır. Bu model, şiddetin birbirinden farklı ve karmaşık nedenlerinin incelenmesinde, kişiler arası ilişkiler ağından yola çıkar.
       Bu ilişkiler ağı basit şekilde okul içerisinde oluşan ve okulun sakinleri tarafından da kabul gören hiyerarşik ağlardır.
     Özetle, elinizdeki rapor, okul ve okul çevresi güvenliğinin farklı boyutları haiz yapısının analiz edilmesinde farklı aktörlerin işbirliğine imkan tanıyan bütüncül politikalar çercevesinde hareket edilmesinin önemini vurgulamaktadır. Bu bağlamda rapor, çocuk ve gençlerin farklılaşan ihtiyaçlarına paralel şekilde değişen güvenlik algılarının yüksek tutulmasının, eğitim- öğretimin belirli standartlar çercevesinde tasarlanmış, sosyal ve psikolojik ortamı sağlıklı okullarda gerçekleşmesi ile ilişkisini ortaya koymaktadır. Rapor ayrıca okul güvenliğinin, ülkemizde oluşturulacak eğitim- öğretim stratejilerinin temel başlıklarından biri olarak belirli standartlara kavuşturulmasını ve bu konuda farklı aktörlerle Millî  Eğitim Bakanlığı arasında gerçekleştirilebilecek muhtemel işbirliklerine yönelik alternatifleri tartışmaktadır.

       2010/ 2011 eğitim- öğretim yılı itibari ile yaklaşık 16 milyon öğrenci ve 600 bin öğretmen eğitim – öğretim süreci içerisinde kentli alanlarda hayat şartlarının  getirdiği bir telaşla aileler, çocuklarının gelişimi ve eğitimi için onlara yeterli zamanı ayıramamaktadırlar. Dolayısıyla, bu gelişim büyük ölçüde çocuğun zamanının büyük bir kısmını geçirdiği okullarda tamamlanmaktadır.
       Bu şartlarda okulun yetersiz kalan fizikî ve sosyal önlemlerinden kaynaklanan kısıtlı okul ve okul çevresi güvenliği, çocuklar üzerinde tehlike oluşturmaktadır. Bu durum çocukları şiddet ve suça yöneltmektedir. Rakamların büyüklüğü, eğitim- öğretimin kalitesi kadar bu sürece dahil olan kitleye dair güvenlik tehditlerinin etki alanının da ne kadar geniş olduğunu da gözler önüne sermektedir. Okul ve okul çevresi güvenliğine yönelik tehditler, yalnıza bu süreç içerisinde yer alan çocuk ve gençleri değil, toplumun geniş bir kesimini, aileleri, eğitimcileri de yakından ilgilendirmektedir. Öte yandan çok yönlü yapısıyla okul ve okul çevresi güvenliğinin sağlanması geniş çaplı stratejileri ve farklı aktörlerin işbirliğini gerektiren çok yönlü bir konudur.
       Okul ve okul çevresinde karşılaşılan farklı güvenlik tehditlerinin pek çoğu okulun psiko-sosyal ortamı ve fizikî durumu ile yakından ilişkilidir. Bu kapsamda, okulun psiko-sosyal atmosferi öğrencilerin yanı sıra aile yaklaşımını, okul yönetici ve eğitimcilerini,okulda görevli personeli de kapsar. Okul psiko-sosyal ortamı, personelin meslekî  gelişimlerini destekleyecek, paydaşların katılımını sağlayacak, özel bilgilerin gizliliğini koruyacak ve cocukların akademik başarısını sağlayacak şekilde yönetilmelidir.
       Okulların psiko-sosyal ortamını besleyen ve sağlıklı bir eğitim ortamına zemin oluşturan unsurlar ise fizikî ve mekan unsurlardır. Durum tespiti acısından incelendiğinde, ülkemizde, okul çevresinde ve sınıflarda fiziki ortamın ve çevre tasarımın öğrencilerin güvenliğinin sağlanması ve korunmasına yönelik düzenlemelerine ilişkin ideal ölçüler ve standartlar henüz geliştirilmemiştir. Pek çok ülkede okul mekanlarının planlanması özel bir uzmanlık alanı olarak kabul edilirken,            Türkiye’de buna yönelik çalışmalar henüz profesyonel anlamda yürütülmemektedir. Bu durum, her yıl eğitim öğretim dönemi içerisinde pek çok öğrencinin okulların yetersiz, zaman zaman da tehdit unsuru oluşturan fizikî ve çevre şartları nedeniyle zarar görmesine yol açmaktadır.
                 Okul ve okul çevresi güvenliğinin sağlanması ve çok sektörlü çözüm önerilerinin oluşturulması, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) tarafından Uluslararası Sivil Toplumu Destekleme ve Geliştirme Derneği (USİDER) sponsorluğunda gerçekleştirilen İstanbul Kent Güvenliği Projesi’nde (2010) de geniş yer tutmuştur. Elinizdeki calışma, yukarıda sözü geçen okul güvenliğine dair konuların yanı sıra, şiddet, suça karışma ve madde bağımlılığı gibi önde gelen güvenlik problemlerine dair İstanbul Kent Güvenliği Projesi bulguları ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerini de paylaşmaktadır.
               Rapor, İstanbul Kent Güvenliği Projesi’nde yer alan anket, uzman mülakatları ve çalıştaylar yoluyla ulaşılmış bulgulardan hareketle, okul güvenliğinin sağlanmasına yönelik kapsamlı analizlere yer vermektedir.
Raporun ilk bölümünde okul güvenliğinin unsurları, okulun iç ve dış fizikî güvenliğine bağlı faktörler ve okulun psiko-sosyal ortamını oluşturan faktörler çercevesinde incelenmiştir.
                Bu kısımda sunulan güvenli okullar yaklaşımı, okul ve okul çevresi güvenliğini
bütüncül ele alan bir model olarak incelenmiştir. Raporun ikinci bölümünde şiddet,
suça karışma ve madde bağımlılığı gibi okulları tehdit eden güvenlik problemleri analiz edilmiştir. Bu güvenlik problemlerinin analizinde ülkemiz sosyal dokusuna uygun öneriler geliştirilmesi hedeflenmiştir. Raporun üçüncü bölümü, ülkemizdeki okullarda şiddetin boyutlarını ele almakta, sebeplerini incelemektedir. Raporun dördüncü bölümünde ise okulda suç ve şiddet gibi güvenlik tehditlerine yönelik farklı analizler ve bakış acıları tartışılarak sorunların çözümüne yönelik alternatifler sunulmuştur. Raporun son bölümünde, farklı bölümlerde ele alınan tartışmalar ve bulgular çercevesinde okullarda şiddeti analiz etmeye yönelik olarak tarafımızca geliştirilen İletişimli Yaklaşım Modeli’ne yer verilmiştir. Raporun son bölümünde yer alan okul ve okul çevresi güvenliği eylem planı, okul güvenliğinin sağlanmasından sorumlu farklı aktörlere yönelik çok aktörlu stratejiler ve öneriler sunmaktadır.”(*)

21.06.2014

İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com.tr



Kaynaklar:  ((1):
((1)((-www.egıtımevreni.com. tr, 16.06.2014


(*):Dilek Karal,

- “Okulda Güvenlik Sorununa Yol Açan Etkenlerin Belirlenmesi”, Hazırlayan. Ferhat EROL, EARGED(T.C. MEB Eğitimi Araşt. Ve gelişt. Dairesi Başk.), Ankara 2009

- “Güvenli Okul Ortamı Oluşturma-Öğretmen ve Yönetici Kitabı”, Yrd.Doç. Metin PİŞKİN- Prof.Dr. Selahaddin ÖĞÜLMÜŞ-Araş. Görev.Murat BOYGAN

rarası