14 Haziran 2014 Cumartesi

"AYASOFYA CAMİİ"NDE 'CUMA NAMAZI' KILDIM("İstanbul Günlerim" Dolu Dolu Geçiyor)



İSTANBUL GÜNLERİM” DOLU DOLU GEÇİYOR…

“AYASOFYA CAMİİ/FETHİYE CAMİİ”NDE

‘CUMA NAMAZI’ KILDIM


Evet, bugün, 13. Haziran.2014, Cuma tarihinde, “Ayasofya Camii”nde yani “Fethiye Camii”nde ‘Cuma Namazı’ kıldım..Doksanlı yıllarda da, Mahmut TOPTAŞ Hoca’nın da vaaz verdiği ve imamlık yaptığı yıllarda da iki defa “Cuma Namazı” kıldığımı da hatırlıyorum..Bilmem “Ayasofya Camii”nde Cuma Namazı Kıldım”, dediğimde “inanmayanlar” hâlâ mevcut ise “yemin” etmeme lüzum var mı?
Vallahi de billahi de bugün, 13. Haziran.2014, Cuma tarihinde “Ayasofya Camii”nde ‘Cuma Namazı’ kıldım…
“Ayasofya Dâvâmız” bir “büyük dâvâ” elbette. Bildiğim kadarı ile “İslâm Hukuku”nun muktezası olarak, “fethedilen diyarlardaki mabedlerin mescide dönüştürülmesi hakkımız” mevcut..Bazılarının, birilerinin “yenilmiş bir medeniyetin çocuklarıyız psikolojisi” yaşadıkları bir zaman diliminde, ben, hiç de öyle düşünmüyor; meşhur tabiri ile “durdurulmuş bir medeniyetin çocuklarıyız”, diyorum. Kaldı ki, asıl “yenilmiş medeniyet”, bu çağda bile bizatihi  naklen müşahâde de ettiğimiz, mescidleri bombalayan, çocukları bile katleden “mimsiz medeniyet” olan “deniyet” olan “Batı Uygarlığı”dır, asıl “yenilmiş medeniyet…” Biz hâlâ rahmetli Ömer ÖZTÜRKMEN Beğ’in bir eserinin de ismi olan “Gözyaşı Medeniyeti”nin çocuklarıyız…” Şayed, “Batı Uygarlığı” gibi yapsa idik, günümüzde ne “ehl-i kitap” kalırdı, ne “Avrupa” kalırdı, ne de affedersiniz “Avrupa’nın Piçleri” olan “Amerikalılar” olurdu…
           “AYASOFYA”YI KİM KAPATTI?

Hâlen çözüme kavuşturulamamış “Ayasofya Dâvâmız”ın zaman zaman farklı “millî+İslamî meşrepler”ce “siyasî saha”da dillendirilmesi de her ne kadar “Millî-İslamî ve Muasır Reflekslerimiz” namına güzîde faaliyetlerimizden olsa da; tamamiyle basiretli ve ferasetli bir şekilde yapılan faaliyetler olduğunu söylemek çok müşkil. Çünkü, en son “Anadolu Gençlik”ce, “Saadet Gençliği”nce “bir Cumartesi sabahı”, “Gezinin Birinci Yıldönümü Sabahı” yapılan “Ayasofya Camii” önündeki “güzîde sabah namazı kılma” faaliyeti, zihinlere çok suâller de getirdi?
Geçen yıllarda birkaç “Alperen Gençliği”nin “Ayasofya Camii” içinde, hattâ mihrapa yakın yaptıkları, “ayakkabıları ile de olsa” “namaz kılma faaliyeti”, daha da “güzel bir taplo” olarak da zihinlere nakşedildi?
Ben, bizatihi bilmem hangi yıllarda, “Ayasofya Camii” içinde “okestra”lar bile tertiplendiğini hatırlıyorum..
“Ayasofya Dâvâmız” mes’elesinde bir “büyük yanlış”ımız ise hâlâ “Ayasofya Camii”ni, “Fethiye Camii”ni, ‘Mim Kemal Paşa”nın, “ATATÜRK”ün kapattığı, “müze”ye çevirdiği “yan-lı-şı-dır…” Meraklılar, “Millî Gazete köşe yazarı”, hem de Türkiye’mizin “para almadan yazan tek köşe yazarı”, muhterem Mehmed Şevket EYGİ Hoca’mızın “ilgili yazıları”na bakabilir..
Ne demek istiyoruz? Şunu demek istiyorum ki, “Ayasofya Camii”ni yani “Fethiye Camii”ni ‘müze’ye dönüştüren, “dinsizleştiren” ‘Mim Kemal Paşa’, “ATATÜRK” de-ğil-dir..Bir zamanlar, bilmem kaç “si di/cd” hâlinde yayınlamış olan ve “Masonları” anlatan “cd”de de dile getirildiği üzre, “masonlar müzeye dönüştürmüştür”, “ma- son-lar dinsizleştirmişler”dir…

“AYASOFYA CAMİİ” 1991’DE İBADETE AÇILDI

Bilmem 25 milyona varan İstanbul’da kaç kişi biliyor ki?: “Ayasofya Camii” 1991’de, rahmetli Turgut ÖZAL sayesinde ibadete açılmıştı..
Evet, 1991’de, “Ayasofya Camii” ibadete açılmıştı..Söylenildiği ve yazıldığı üzre tamamiyle de olmasa, bir zamanlar “atların bağlanıldığı ahır kısmı da olsa”, ibadete açılmıştı. Günümüzde de her beş vakitte ibadet etmek, namaz kılmak mümkün. Ve ben sahiden bugün ‘Cuma Namazı’mı işte bir zamanlar “ahır kısmı” da olsa, günümüzde “mescid” hâle getirilmiş, çıkışında  güzelim “Üçüncü Ahmed Çeşmesi” gibi muhteşem bir “sanat eseri”nin yer aldığı, “Topkapı Sarayı”nın “Giriş Kapısı”nın solundaki kısımda da olsa, “Ayasofya Camii”nde ‘Cuma Namazı’mı ikame ettim, kıldım..

Ve “Yahşi Batı Filmi”nde gördüğüm “Osmanlı Macunu”ndan da ilk defa bugün yedim…
Cümle “Osmanlı’nın Yetimleri” de yemeli…

 2014 Haziran’ında bile hâlâ “Radyo Konuşmaları”ndan “Birinci Radyo Konuşması Yayınlanmamış” olan rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’ce nihayetlendirirsek; “Ayasofya Ayasofya! Seni böyle çırılçıplak soyan kim?/ Elleri kurusun, dilleri kurusun…”(Âmin)

Sarıyer, 13.06.2014

İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com

"MÜZELER ŞEHRİ" İSTANBUL("İstanbul Günlerim" Dolu Dolu Geçiyor)



“İSTANBUL GÜNLERİM”, DOLU DOLU GEÇİYOR…

“MÜZELER ŞEHRİ” İSTANBUL




Derler ya;”Boğulursan büyük denizde boğul”, diye. İnşaallah “Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri(k.s.)”nin yüzü suyu hürmetine, “boğulmadan” ‘emaneti’ sahibine teslim ederiz de.
İstanbul’un milimetresi tarih-kültür-sanat. Havaların yeniden ısınması ve karne tatilinin de yaklaşması ile İstanbul’da, kabaca gezilecek-görülecek  yerleri gezmek ve görmek de kolaylaştı.
“Müzeler şehri” de olan İstanbul’umuzun-ki %42’lik oranı ile bir orman şehri de- ‘Gülhane Parkı’ndaki kısaca “Bilim-Teknoloji Müzesi”ni ziyaret edeyim dedim. “Ulu Çınarlar”ın insanın ufkunu da açtığı ‘Gülhane Parkı’nda, bir yandan mazimi hatırlarken, bir yandan da güya ‘düşünce sancıları’ ile mutad “ülke mes’eleleri”ni neredeyse ‘yüksek sesli’  düşünüyordum.
Öyle ya; “doğruya doğru, yanlışa da yanlış” demek lazım arkadaş!
“Hakk’ın hatırı âlidir, hiçbir hatıra fedâ edilmez…”
‘İlk dönem Nurcuları’, ‘Şehid Nurcular’ dahil, hepsine ‘can gurban’ da!
‘Son dönem Nurcuları’, neredeyse bütün ‘ekolleri’ ile o kadar da ‘can gurban’ değil be arkadaş!
Hemen hemen hepsi “postal yalayıcısı” be!
“Biz postal yalayıcısı değiliz. 12 Eylül Anayasasına bile karşı çıktık” diyenler bile “Masonik Nurcuları” teşkil ediyor be! “28 Şubat Post Modern Darbesi” olalı 17 yıl geçti, hâlâ “28 Şubat’ın Mimarı Mason Demirel”i  ‘bir harf ile’ de olsa “Yeni ASYA Gazetesi Ekolü” eleştiremiyor be arkadaş!
Bilmem kaç maaşlı Ekrem Beğ, hâlâ kendi fkriyatını aklamakla meşgul be arkadaş!
Ekrem Beğler!
Kendi “hareketi”nizin fikriyatının gerçeği ile yüzleşsenizse, öz-eleştiri yapsanıza be!
“17 Aralık Süreci”nden de önce neler yazıldı neler be!Kapanan  “Orkun Dergisi”nin doksanlı yıllardaki sayılarında, Yavuz Bülent BAKİLER vesilesi ile ne “tartışmalar” yapılmış be arkadaş!
Hiç de öyle “sütten çıkmış ak kaşık” değilsiniz be!
Neticede “Devrimciler-Ülkücüler, 12 Eylül zindanlarında işkencelerden geçirilirken, Hocaefendiler de dışarıda kalan Ülkücülerin bazılarından istifade etmiş be!
Mes’ele  bu kadar basit değil mi?
Ancak “kendi konsepti”ne uymayan Milliyetçi-Ülkücü gençleri ise “kurumlar bakidir”, diye işten bile atmış be arkadaşi!
Hem o kadar da “geniş ufuklu gençler” de değilmişsiniz be Ekrem! “Simonca” yetiştirilmişsiniz  be arkadaş! “17 Aralık süreci”nde çıktığınız televizyon programlarında ne kadar da zorlandınız!!!
İşte “Gülhane Parkı” içinde, “Ulu Çınarları” da temaşa edince böyle “sesli düşünmüş” ve “Bilim-Teknoloji Müzesi” önündeki ‘Uzay Üssü’ intibaı veren  bir “yapı” içindeki “Yerküresi”önünde kendimi bulmuştum. Meraklı gözlerle bakıp dururken, müzenin giriş kapısına yöneldiğimde görevliler, “Salı günü ziyarete kapalıyız” dediler..’Beni mi savsaklıyorlar?”, diye düşünürken tekrar “ziyaret saatleri” ilanını okudum. Sahiden de doğru diyorlardı.
‘Neye kısmet, neye kısmet’ misali “Gülhane Parkı”na girerken gördüğüm “Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi”ni ziyarete yöneldim. Kütüphane girişlerindeki muamele ile görevlilerin de ‘sevecen’liği ile “Edebiyat Müzesi”ni ziyarete başladım.
Başta elbette Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek gibi “bizim cenâh”ın(!) edebiyatçılarının eserlerine ve bazı edebî belgelere bakmaya başladım, gördüm. Çok sakin bir ortam. Tam da “çalışma ofisi” olabilecek kıvamda. Öğrenciler ve meraklılar için müstakil çalışma odası da mevcut.
Merhum Katip Çelebi’nin “Kitab-ı Cihannüma” isimli eserini de bir-iki yaprak çevirdim.
Sonra günümüzde yaşayan edebiyatçılarımızdan bazılarının kullandığı ‘daktiloları’ da gördüm. Hattâ “Doğan Hızlan”ın kullandığı ‘daktilo’yu  görünce, “Benim kullandığım elli liralık daktilo daha iyiydi”, diye kendimce söylendim.”Âşıklar Diyârı”ndan, “Uşak”lı İskender Pala’ya ait “kütüphane memuru kartı”nı ve kol saatini  de gördüm.
“Doğduğum memleket olan Terme”de de bir zamanlar yaşamış olan ve bir ömrü “hastane+hapishane+yazıhane” üçgeninde tamamlamış olan Rıfat Ilgaz’ın “Sarı Yazma”sı ile ilgili bir “tebliğ” den de “Niçin Cide’den Terme’ye sürgün edildiklerini” de daha iyi kavradım. Kaldı ki “Sarı Yazma”, “Terme’deki Ermeni-Rum Zulmünü”   anlatan  “otobiyografik roman” türü “kaynak kitap” tır da..
“Şairler Sultanı “ Necip Fazıl Kısakürek’in “çok az bilinen eseri” “Deprem(Çile)”  ise “senaryo roman” türü bir “tiyatro eseri…” Bir evlilik ve aile hayatı anlatılıyor…
“Edebiyat Müzesi”nin  tahta merdivenlerinden inerek, alt kattaki “dergi kapakları sergisi”ni de gördüm. “Ters Olan Devlet Ehramı!” ‘kapaklı’ “Büyük Doğu Mecmuası” günümüzü de çağrıştırıyor!
“Edebiyat’ın olduğu yerde edepli olmak” daha da önemli…”Edebiyatın Yazın; Edebî’nin ise Yazınsal” olduğu  bir “dönem”de de yaşıyor olsak bile “illâ edeb, illâ edeb…”
Kaldı ki nice edebiyatçılarımızı da “büyük” yapan da arkalarındaki “Ulu zatlar”, “Sâdatlar” değil mi ki?
Demek ki, dedim, “Ulu zatlar”ın, “Sâdatlar”ın  “duâları”nı alanlar, boylarına yakın çapta kitaplar yazabiliyorlar… “Bir tık kadar kolay” yani…
                    

 “DOĞU BANK”

Aylardır bakınıp durduğum fakat “göremediğim” “teknoloji pazarı” ‘Doğu Bank’ı da nihayet gördüm.  “Orijinal-sıfır cep telefonları”nın, “tablet”lerin ‘albenisi’ yüksek olduğu kadar; ‘ikinci el cep telefonları” ve “tablet”ler de gayet makûl fiyatlarda…
“Yürüyen merdivenler”de bile “tablet”lerden “bir şeyler izlenildiği” bir “teknolojik hız çağı”nda, “çağı elde yakalamak” da gayet ehemmiyetli…
                         “MISIR ÇARŞISI”

Eminönü Yeni Camii yakınındaki ‘Mısır Çarşısı’na ise ‘lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyül azim’ diye diye girdim. “Ne öğrendin?” derseniz, hâlâ ‘restorasyonu’ devam etmekte ve adetâ bir “Cumhuriyet Modası”(!) olarak “lacivet renkli köşebentlerle, profillerle” kaplanmış vaziyette… Bir de “sabun”ların ne kadar çok çeşidi varmış, dedim. Ben, daha çok Şanlıurfa’daki “Bıktım Sabunu”nu zikrederdim. Meğerse ‘Keçi Sütü’nden bile yapılmış ‘sabunlar’ varmış. Neredeyse yirmi çeşide varan ‘sabunlar’: “Nar”dan yapılmış ‘sabunlar’ bile var..”Urfalı Sabun imalatçılar” bile herhalde “nalları toplarlar” dedirtti….

“Ve kezâlik/İşte böyle…” bir de “Geylanî Türbesi Mescidi”nde diyeyim, ikindi namazımı da ikame edişim..Doğrusu, “asıl mescid “in “yukarı”da olduğunu bilmiyordum..Nasip oldu…
İstanbul’u gezmek, görmek “bir ömre değer..” “Flipboard” isimli “sosyal medya ağı”nda, “İstanbul”la ilgili çok itinalı “İstanbul  yazıları” mevcut..
Evet, “orijinal” ifâde ile; “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” İstanbul…
Ve bugün, “İstanbul gönderleri”nde, aslında “Türk’ün de, Kürd’ün de, İslâm’ın da Bayrağı”olan; başka bir ifâde ile “Sultan Fatih’lerin de, Sultan Selahaddin Eyyubî’lerin de Bayrağı” olan “İslâm Bayrağı” “Ayyıldızlı al Bayrağımız” bir başka dalgalanıyordu….
Sarıyer, 10.06.2014
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com