8 Mayıs 2008 Perşembe

ŞİİRLERİM

ŞİİRLERİM


İsmet GÜLTEKİN



-2008-
SÖZBAŞI


Ben “şair” değilim. “Şair” olduğuma dair bir iddiam da yok. Kaldı ki “Edebiyat Fakültesi Mezunları”ndan da değilim. Rahmetli Üstadın dediği üzre, “sadece beyni zonk zonk zonklayanlar” kategorisindenim. Zaman zaman “zonklama kategorisi”nde neredeyse ilk yüzlere girmişim mi, bilemem. Ancak bin yıldan fazla bir zamandır “Müslüman Türk’ün toprakları” olan bu diyarda, Rabb’ül-alemin, nasip etmiş, şiirler de yazmışım.
İlk yazdığım şiirim, Erzincan’da, “asker ocağı”nda iken yazdığımı hatırlıyorum. “Aşk” konulu bir şiir di. Tabii şu an elimde yok. Sonraları, “Peygamberler Şehri Şanlıurfa”daki öğretmenlik yıllarımda, kendime göre çokca şiirler yazdım. Hâlâ da, bulunduğum yerlerde, hissiyatım çoştuğu “eşref saatleri”nde, mısralar dilimden dökülmeye başladığında, hemen kağıt kaleme sarılıp, yazıya aktarıyorum..
“Şiirlerim” isimli kitabımı okuduğunuzda, şiirlerimi “edebî açı”dan da beğenmeyebilir, birçok hatalar da bulabilirsiniz. Gerçekten de şiir yazmayı pek beceremem amma şiir okumayı ve şiir dinlemeyi de çok severim. Böyle, İstanbul gibi “megaköy”lerde, “kalabalıklar” huzurunda şiir okuduğumu ve pek de beğenildiğini de hatırlıyorum. Ben de “Yasin-i Şerif”i ezbere bilmem amma bazı şiirleri ezbere okumak da çok hoşuma gider…
“Şiirlerim” ismini rahmetli Seyyid Ahmed ARVASÎ Hoca’nın “Şiirlerim” isimli kitabından mülhem verdim. Rabbim mekanını cennet eylesin. “Bizim cenahta” diyeyim, “şairlerin Milliyetçi-Ülkücü” olanı da pek makbul değildir amma!!!
“Şiirlerim” kitabıma beğendiğim bazı şairlerin şiirlerini de ekledim. Bunlardan Lütfü ŞEHSUVAROĞLU’nun “Cemal Amca” başlıklı şiiri, bence “gidişatı” ve “mevcut durumu” çok iyi bir şekilde hülasa eden “destanlık şiir”dir…Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de “Türklük Şiiri”ni ekledim…
Ömrüm oldukça şiir yazmayı da sürdüreceğim.
Rabb’ül-alemin, ilhamımı arttırsın.(Âmin.)

Havza,15.Nisan.2008
İsmet GÜLTEKİN
ŞEHİDLİK

Kimbilir, ömrüm nerede,
Ne zaman, ne şekilde,
Bitecek!
Ve ecel gelecek.
Şehidlik: ölü iken yaşamak!
Şehidlik: Bahşedilen ulvi paye!
“Şehid “olmayı dileyen “Velid”ler hürmetine,
“Dil” ile “Lisan” ile “Yazı” ile de olsa,
“Allah(c.c.) indinde bu şehiddir” denilen,
Bir insan olmayı dilemek!
Ve Sazak’lar, İmamoğulları,
Ve Önkuzular, Özmenler,
Ve Pehlivanoğulları, Duracıklar,
Ve Oduncular, İlbeyler, Gülbeyler,
“Şehidlik şerbeti” içmiş yiğitler!
Şehidlik: Ölümsüzlüğe açılan kapı!
Şehidlik: Bahşedilen ulvi paye!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa
KIŞKIRTICILAR

Batı lisanında derler size,
“Ajitasyoncular”, “ajit-problar”
Gönülleri “ajite” eden,
Kafaları “ajite” eden,
Kim ise,
Bu yolla varılmaz hedefe,
“Kışkırtıcılar” pineklesin,
“Gönüller yapmaya geldim” diyenler,
Pineklemesin artık!
“Kışkırtıcı”, insanı huzura değil,
“Kışkırtıcı”, insanı saadete değil,
“Kışkırtıcı”, insanı sıhhatliliğe değil,
“Kışkırtıcı”, insanı hüsrana götürür.
Slogancı “kışkırtıcılar”,
“Vulger” “kışkırtıcılar,
Gönüllerden, kafalardan,
Çekilin…
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa

GENÇLİK

Daha dün gibi, geçen zamanlar,
Ömrümüzün baharı da geçiyor,
Körpelikler, tazelikler, toyluklar,
Bir bir sönüyor, kararıyor.
Gençlik: Hasat zamanı!
Gençlik: Hasene zamanı!
Gençlik: Hayır zamanı!
Gençlik: Hilm zamanı!
“Gençler bilebilse, ihtiyarlar yapabilse”,
“Gençler yaşayabilse, ihtiyarlar okuyabilse”,
“Gençler ihtiyarlasa, ihtiyarlar gençleşse”,
Ey genç adam!
Artık yeter!
Bir saniyelik bile zamanın kalmadı.
Tak! Tak! Tak!
Ben Azrailim!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa

TUZAK

Profesyonellerin şirretsizliği,
Profesyonellerin hilekarlığı,
Profesyonellerin hinoğluhinliği,
Acımasız kapandır o!
Hınçlar giderilir onunla,
Kinler yatıştırılır onunla,
Öfkeler yumuşatılır onunla,
Rezalet kapandır o!
Bir bak etrafına,
İğdiş edilmiş insanlara,
Aldatılmış, kandırılmış;
Tuzaklar: Lağım dolu cendereler…
Oğlum! Tuzaklar gözünü korkutmasın,
Allah(c.c.) var, “hayr’ul makirin…”
31. Temmuz 1997
Şanlıurfa

TAASSUP(1)

“Bizden “misin, yaşa!
“Bizden” değil misin, geber!
31. Temmuz 1997
Şanlıurfa

TAASSUP(2)

“Bizden” misin, konuş!
“Bizden “değil misin, sus!
31 Temmuz 1997

ŞÖHRET

Buruşturup, çöpe atılacak nam!
Asıl şöhret: Kefene sarılacak nam!
31. Temmuz 1997
Şanlıurfa

DÜŞMAN

Hasedinle mahvolacaksın!
Kazdığın kuyuya,
Düşeceksin.
Düşman!
31 Temmuz 1997
Şanlıurfa

DOST

O dur ki, incitmez,
Nadide bir çiçek gibi,
Uzatır himmet elini.
Dost.
31 Temmuz 1997
Şanlıurfa

NEFSİN CEVAPLARI

Neden? Niçin? Nasıl? Kime? Niye?
Yapamam? Edemem? Gidemem? Diye,
Sesleniver nefsin cevapları…
31 Temmuz 1997
Şanlıurfa

RUHUN CEVAPLARI

Peki! Elbette! Tabii! Olur!
İmkandır! Fırsattır! Lütuftur!
Ruhun da cevapları budur!
31 Temmuz 1997
Şanlıurfa

NİYET

Şekilleniverir ötelerin kazanç hanesi,
“Niyet hayır, akıbet hayır”
31 Temmuz 1997
Şanlıurfa

SÜLEYMAN

Sen azgın değil, şeytanın dostusun.
Ucubeler ucubesi “mafya” da olsan,
Sen de iki metrelik yere gideceksin!
4 Ağustos 1997
Şanlıurfa

DÜZCELİ

Biliyorum Düzceli bana hıncın var,
Sen de hıncınla gebereceksin!
4 Ağustos 1997
Şanlıurfa

DÜŞMANLAR

Düşmanlar düşmancasına,
Ya dostlar?!..
4 Ağustos 1997
Şanlıurfa

ÇİNGENE

Yersiz, yurtsuz, evsiz denilirdi,
Şimdilerde onlar da çağ atladı.
Nurlu çingeneler!
Horlanırlardı, itilirlerdi, kakılırlardı,
“Bunlar da insan mı?” derlerdi,
Nurlu çingeneler!
Ne bilsinler, şöhreti maddede arayanlar,
Sulukule’yi, “Çingeneler Mahallesi”ni uhrevileştiren,
Nurlu çingeneler!
Anlasın artık insanlık,
Madde boş, mana hoş,
Nurlu çingeneler!
“Ne oldum değil, ne olacağım” demeli,
Bak, nurlu halkalarda da kimler var artık?
Nurlu çingeneler!
4 Ağustos 1997
Şanlıurfa


HELAL

“Helal” nedir, oğlum bilir misin?
“Helalin var” nedir, oğlum bilir misin?
“Helal olsun” nedir, oğlum bilir misin?
Bilmelisin oğlum, bilmelisin…
“Helal lokma” nedir , oğlum bilir misin?
“Helal kazanç” nedir, oğlum bilir misin?
“Helal aş” nedir, oğlum bilir misin?
Bilmelisin oğlum bilmelisin…
“Helal süt emmek” nedir,oğlum bilir misin?
“Helallik almak” nedir, oğlum bilir misin?
“Helallik dilemek” nedir, oğlum bilir misin?
Bilmelisin oğlum, bilmelisin…
Sokaklar seni aldatmasın oğlum.
İnsanlar seni şaşırtmasın oğlum.
Mafya-çete-ölüm seni korkutmasın oğlum.
“Helal yol” yolumuz olsun oğlum…
04.Ağustos.1997,Pzt.
Şanlıurfa

KABAK

“Kabak tadı verdi” demişlerdi,
Bilmem, hala “kabak tadı” veriyor mu?
04.Ağustos.1997,Pzt.
Şanlıurfa

HIRSIZLIK

Madde aleminde de başta!
Mana aleminde de başta!
04. Ağustos.1997
Şanlıurfa

YOK

Hey “hizbü’şeytan!”
Ne diye “yok”larımı hatırlatırsın?
“Var”larım “var “iken…
04.Ağustos.1997
Şanlıurfa

PROFESYONEL

Bütün “şık”ları dikkate alan kişi!
Bilmediğin bir “şık” daha var,
“BİR” şıkkı!
04.Ağustos.1997
Şanlıurfa
BUDAMA

Budadıkca “yok ediyoruz” diye,
Şampanyalar patlatın!
Vampirler gibi eğlenin.
Anadolu çocukları geliyor beyim!
Kıkır kıkır gülün, sevinin,
Kininizi gidin, lavobalara kusun!
Hep boşuna, boşuna uğraşın!
Anadolu çocukları geliyor beyim!
“İt’i it’e kırdırdık” dersiniz, göbek atarsınız,
Şom ağızlarınızdan akan salyalar bitmez!
“Uyandı” artık çocuklarımız bizim!
Anadolu çocukları geliyor beyim!
Ümidimiz, aşkımız, şevkimiz,
Çirkef oyunları bozacak sizsiniz,
Kenetlenin, kırılamaz “çubuk “olun,
Anadolu çocukları geliyor beyim!
04. Ağustos.1997
Şanlıurfa

AYIP

Gözümüzü oyanlar varken;
Gözümüzü oymak niye, arkadaş?
Vuruşturanları görmek varken,
Vuruşmak niye, arkadaş?
04.Ağustos.1997
Şanlıurfa

TAHTA KURULARI

Yetmedi mi kanımı emdiğiniz,
“Tufeyli hayata paydos!” deyin.
05.Ağustos.1997
Şanlıurfa

PROFESYONEL İKİ

Zayıfların hesabını düren kişi!
Senin de hesabını düren çıkar!
05.Ağustos.1997
Şanlıurfa

DEZENFORMASYON’CU

Ak’ kara, kara’yı ak gösteren,
Doğru’ya yanlış, yanlış’a doğru diyen,
Sağ gösterip, sol vuran,
Cemiyetleri yamultan,
Yamultucu, yamultucu…
Hedef şaşırtan,
Hedef karıştıran,
Hedef saptıran,
Yamultucu, yamultucu…
Birgün olur, anlaşılır gerçekler,
Birgün olur çıkar foyalar,
Maskeler düşer bir bir,
Yamultucu, yamultucu…
Hey yamultucu! Çıkar maskeni artık.
05.Ağustos.1997;Salı
Şanlıurfa
ADAM ADAMA MARKAJCILAR

Ne yapsanız nafile!
“Zafer” e sizler dışında ulaşılacak,
Bu biline…
Yetimleri, öksüzleri, zayıfları,
Hele de sizden farklı düşünenleri,
Ezmekle, gadre uğratmakla, horlamakla,
Varamayacaksınız, göremeyeceksiniz,
“Zafer”i…
“Zafer” e sizin kervan değil vesile,
Bu da biline…
Kervanınız köstek oluyor hey Mehmet!
Kervanınız “engel” oluyor hey Mehmet!
Rabbim dilerse,
Ulaştırır “zafer”e…
“Kafirler” eli ile…
Sizler de gülün Sam Amca’nın uşakları!
Sizler de bilin Allah(c.c.)’ın düşmanları!
05.Ağustos.1997
Şanlıurfa

TAKILMAK

Çağın modası: “Entel” takılmak!
Çağın modası:”Radikal” takılmak!
Çağın modası: “Nostaljik” takılmak!
Vebaların vebası “lümpen hayat!”
Revaçta olanlar: “Entel”ler!
Revaçta olanlar: “Radikal”ciler!
Revaçta olanlar: “Nostaljist”ciler!
Vebaların vebası “çilesiz hayat!”
Takılmak: Sonsuzluk kervanına!
Takılmak: Uluların kervanına!
Takılmak: Kervanlar kervanına!
Takılmak: Dosdoğrucasına!
İtenler, ezenler, aldatanlar, kandıranlar,
Unutmayın, “sahipsiz” değiliz!
Sığınırız Allah’ımıza…
06. Ağustos.1997
Şanlıurfa

BİR RESİM

Bir resmi indirmekle,
“Düzen”in rengi mi değişir hey!
Değişir “düzen”ler,
Kendimizi değiştirmekle!
06.Ağustos.1997,Çrş.
Şanlıurfa

ÇÖZÜLDÜK MÜ?

Yumak yumak idikde mi çözüldük?
“Nasıl okuruz canına!” diye mi çözüldük?
Kullar yapamaz bir şey,
“O” izin vermedikce…
06.Ağustos.1997
Şanlıurfa

ASRIN SOYGUNU

Çalınan: Gönül zenginliğim!!!
06.Ağustos.1997
Şanlıurfa

BEDDUAM VAR!

Sadr’ımı paramparça edenlere,
Gönlüme kilit vuranlara,
“Öç” alınacak güne yemin olsun,
Semaların direkleri sallanacak,
Mazlumların bedduası ile…
06.Ağustos.1997
Şanlıurfa

ÖZLEDİĞİM ADAMLAR

Dirilseler bir bir,
“İşte adam bunlar” derim.
06.Ağustos.1997
Şanlıurfa

YALNIZLIK

Kahbelercesine dayatma: Yalnızlık!
06. Ağustos.1997
Şanlıurfa

MERKEZ

O merkeze söyleyin,
Kaçıncı sıradayım?
06.Ağustos.1997
Şanlıurfa

MUAMMA

“Gizem” dolu bir dünyada,
Muammalara doğru kulaç almak,
Düşüşler,kalkışlar,
İnişler, çıkışlar,
Aşılan yokuşlar!
Geride kalan muamma,
Yokuş başlarında bekleyen muamma,
Birgün açılır “gizem”ler,
Ve her şey bilinir,
Muammalar bilindikce,
Ya kin artar, ya öfke kabarır,
Ya da muhabbet hasıl olur.
Biliyorum benim muammalarım,
Kinimi arttıracak, öfkemi kabartacak,
Ya çaresizlikler içinde kalmış bir hayat,
Ya da kinim ile öfkem ile dolu,
“Öç” günleri…
10.Ağustos.1997
Şanlıurfa

ÖÇ!

Sandukamı tekmeleyenlerden öç’üm alımalı!
Tahtımdan hal’ edenlerden öç’üm alınmalı!
Bayrağımı yırtanlardan öç’üm alınmalı!
Ezan’ımı susturanlardan öç’üm alınmalı!
Gözler açık gitmemeli,
Öç’lerimiz alınmalı!
10.Ağustos.1997
Şanlıurfa

KOBAY

Kobay namzetleri!
Siz hala “kobaylaştıramadıklarımızdan mısınız?!!!!”
10. Ağustos.1997
Şanlıurfa

SU

Rabbimin büyük nimeti
Su.
Nasip olsun bütün insanlığa
Kevser Havuzu’ndan da
Su içebilmek
“O” su dağıtan kutlu ellere
Ulaşabilmek
“O” su dağıtan nurlu ellere
Sarılabilmek
Nasip olsun bütün insanlığa
Kevser Havuzu’ndan da
Su içebilmek
“O” su dağıtan nurlu yüzleri
Görebilmek
“O” su dağıtan “nur üstü nur” insanlar gibi
Nurlanabilmek
Nasip olsun bütün insanlığa
Kevser Havuzu’ndan da
Su içebilmek
“O” su dağıtan nurlu insanların
Yolundan gidebilmek
“O” su dağıtan nurlu insanların
Kervanına katılabilmek
Nasip olsun bütün insanlığa
Kevser Havuzu’ndan da
Su içebilmek
15.Nisan.1998
Şanlıurfa

ÇIRPINMAK

Hayatta kalabilmek için
Şahsiyetli olabilmek için
“Ben buyum” diyebilmek için
Çırpınmak çırpınmak!
Fakirlere el uzatma da
Yetimlerin gözyaşlarını silmede
Zayıfların, mazlumların hamisi kesilmede
Çırpınmak çırpınmak!
Tuzaklara karşı uyanık olmada
Eşilen hain kuyulara düşmemede
Edinilen küfürlere sabırla direnmede
Çırpınmak çırpınmak!
“Dostlar zebun, düşman kavi” iken,
Çırpınmak çırpınmak!
“Düşman”lardan merhamet “dilenir”ken!
Çırpınmak çırpınmak!
Herkesin kendisini kayırdığı,
“Menfaat Çağı”nda,
“Ben buyum” diyebilmek için
Çırpınmak çırpınmak!
15. Nisan.1998
Şanlıurfa

YAŞAMAK

Hayat güzel değil mi beyim!
Hayat “yaşamaya değer” değil mi beyim!
Kalleşlikler mi, dalavereler mi, ayak oyunları mı?
“Çirkef hayat” ortamında,
“Hayat, yaşamaya değer” diyebilmek!
Güzel değil mi beyim!
“Güzel”liğin “dışta” arandığı bir “Çağ”da,
“İç güzelliği” aramak!
“Ruh güzelliği”ni bulabilmek!
Ve “hayat yaşamaya değer” diyebilmek!
Güzel değil mi beyim!
Dipdiri kalabilmek,
Şahsiyetli yaşayabilmek,
“Menfaat Çağı”nda,
“Çirkef hayat” ortamında,
“Hayat yaşamaya değer” diyebilmek,
Güzel değil mi beyim!
Bakmayın siz , hayatı “yaşanmaz” kılanlara,
Bakmayın siz, hayatı “karartanlara”,
“Hayat, yaşamaya değer” beyim!
Hayat, güzeldir beyim!
15 Nisan 1998
Şanlıurfa

HAYAT GERÇEĞİ

Hayat: “Yaşamaya değer”,
Hayat: “Güzel” beyim!
İşte “hayat gerçeği”
Kim demiş, garibiz, kimsesisiz diye,
Bu “ümitsizlik, karamsarlık” niye?
Yoksa iğneden ipliğe hesapladığın
Planların mı suya düşüyor
Ey efendi!
Vazgeç bu telkinlerden de,
Hayatı daha da “yaşamaya değer” kılalım.
Değer mi şu üç günlük dünyada,
“Hayat”larla oynamak!
Hayat:”Yaşamaya değer”
Hayat: “Güzel” beyim!
İşte “hayat gerçeği”
Ey efendi!
Bana bu hıncın niye?
Irkım mı, geçmişim mi, zihniyetim mi?
Vazgeçin ey “efendi”ler bu hınçtan
“Kardeş” olalım, “yaren” olalım.
Hayat: “Yaşamaya değer”
Hayat: “Güzel” beyim!
İşte “hayat gerçeği”
15 Nisan 1998
Şanlıurfa

AŞK

Ne menem “cinsel”lik bu?
“Aşk”ı “yozlaştırdılar”
“Cinsel toplum” mu, “aşk toplumu” mu?
“Aşk”ı “pisleştirdiler”
Aşk: Ulviliktir!
Aşk: Yüceliktir!
Aşk: Ahlaktır!
Ne menem “cinsellik” bu?
“Aşk”ı “etiksizleştirdiler”
“Cinsel toplum” mu, “aşk toplumu” mu?
“Aşk”ı “pisleştirdiler”
Aşk: “Etik”tir!
Aşk: Ebediliktir!
Aşk: Yüceliktir!
Ne menem “cinsellik” bu?
“Aşk”ı katlettiler!
“Cinsel toplum”mu, “aşk toplumu” mu ?
“Aşk”ı “yozlaştırdılar”
Aşk: Sevgidir!
Aşk: Muhabbettir!
Aşk: Birliktir!
Aşk: Ölümsüzlüğe açılan kapı!
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

TEDBİR

Ne kadar tedbir alınsa da,
“En tedbirli” olunsa da,
Allah izin vermedikce,
Kullar yapamaz bir şey
Demiyor mu Rasul?
“Bütün insanlar bir araya gelse de,
Allah’ın yardımını kimse engelleyemez”
Elbetteki “tedbir bizden, takdir Allah’tan”
Elbetteki “en tedbirli” olmak gerek!
Elbetteki “tedbirli” olmaya da gayret etmek gerek!
Demiyor mu İbrahim Hakkı Hazretleri;
“Hakk şerr’leri hayrerler,
Arif anı seyrerler,
Zannetme ki gayrerler,
Mevlam görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…”
16 Nisan 1997
Şanlıurfa

SAĞLIK

“Olmaya devlet cihanda,
Bir nefes sıhhat gibi”
Hastalanmadan evvel bilmeliyiz,
Sağlığın kıymetini…
“Sağlık olsun” beyim!
16 Nisan 1998
Şanlıurfa


SABIR

Erişir yardıma,
Sabra erenler,
Erişir yardıma,
“Sabırda yarışanlar”
Sabır, sabır,
“Ya Sabır”
Sabretmesini bilmek de,
“Adam olmanın yolu”
Erişir yardıma,
Sabra erenler,
Erişir yardıma,
“Sabırda yarışanlar”
Sabır, sabır,
“Ya Sabır”
Sabretmesini bilmek de,
“İnsan olmanın yolu”
Erişir yardıma,
Sabra erenler,
Erişir yardıma,
“Sabırda yarışanlar”
Sabır, sabır,
“Ya Sabır”
Sabretmesini bilmek de,
“Huzurlu olmanın yolu”
Erişir yardıma,
Sabra erenler,
Erişir yardıma,
“Sabırda yarışanlar”
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

ŞEYTAN

Yine neler fısıldıyorsun öyle,
Yaptıklarını gören var!
Sapıtamazsın has kulları,
Allah’ın vaadi var!
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

TİK TAK

Saatin “tik tak”ları gibi,
Kalbim de “tik tak”lamak da,
Şükürler olsun Rabbime,
Kendini unutturmamakta.
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

ŞEHVET

“Helal yol”lar var iken,
“Uçkur çözmek” ne diye ey “insan!?”
“Helal yol”lar kolay iken,
“Pisliklere bulaşmak” ne diye ey “insan!?”
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

BASKI

Nefs’in baskısı, şeytanın baskısı,
Şunun baskısı, bunun baskısı,
“Hamdetme makamındayım”,
“Yaşıyorum”, şükürler olsun.
“Bir nefes alıp vermenin hesabı” var iken!
“Baskı”lar varmış, varsın olsun beyim!
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

DUA

O “güzelim” insanlardan,
Ne istenir bilir misin beyim?
Koca Yunus misali,
“Himmet” istenir, “Dua” istenir,
“Himmet Seyda, Dua Seyda”
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

HERİF

Birileri “küfürle” karışık,
“Herif” diyor bana,
Birileri “küfürle” karışık,
“Köpek” diyor bana,
Birileri “küfürle” karışık,
“Uşak” diyor bana,
Sabır Allahım sabır,
Ya Sabır…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

TEHDİTLER

Şeytanlar fısıldıyor,
Bak şöyle, bak böyle “yaparım”
Herkes “görevi”ni yapıyor,
Ey insan!
Biz de “görev”imizi yapalım,
Allahuekber….
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

ARKADAŞ

Kara günde, ak günde,
Acı günde, tatlı günde,
Mutsuz günde, mutlu günde,
Yardımcı olur, yaraları sarar
Arkadaş…
Şu varmış, bu varmış,
Şöyle imiş, böyle imiş,
Farklılıklar aramak yerine,
“Azami müşterekler” var,
Arkadaş…
Arkadaş: Saadete açılan kapı olmalı!
Arkadaş: Hoşgörüye açılan kapı olmalı!
Arkadaş. Şerr’lere, tuzaklara karşı uyarıcı olmalı!
Velhasıl arkadaş,
“Arkadaş” olmalı…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

YARENLER BİR

Hey “yarenler”,
Gönül darda mı kaldı?
Yetişir “yarenler”
Hey “yarenler”,
Gelin “yarenlik “edelim,
“Yarencesine…”
Hey “yarenler”
Ey “yarenler”
Canım “yarenler”
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

YARENLER İKİ

Hey “yarenler”,
“Yarenlik” edelim,
Konuşalım, dertleşelim,
Dertdaşlık olalım…
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” edelim,
Konuşalım, dertleşelim,
Sırdaş olalım…
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” edelim,
Vuralım dünyaya bir tekme,
Kardaş olalım…
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” edelim,
Konuşalım, dertleşelim,
“Arkadaş” olalım,
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” edelim,
Melekleri kıskatırcasına,
Gönüldaş olalım…
Hey “yarenler”
“Yarenlik” edelim,
“Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz”
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

YARENLER ÜÇ

“Tüfek icat oldu,
Mertlik bozuldu”,
Hey “yarenler”,
“Yarenlik” nerede kaldı?
Hani bizdik saf’casına,
Hani bizdik pak’casına,
“Yarenlik” ederdik,
“Yarenlik” nerede kaldı?
Ne oldu bizlere böyle?
Artık arayıp sormaz olduk.
“Dünya denen mezellete”,
Dalanlardan mı olduk?
“Yarenlik” nerede kaldı?
Fuzuli misali şikayet eder olduk,
“Sabah rüzgarından başka kapı mı açan yok!”, diye
Biz de mi “çağa uyduk?”
“Yarenlik” nerede kaldı?
Hey yarenler,
Yarencesine yarenleşelim,
Semadakiler gıbta etsin,
Allah için “yarenleşelim”
“Yarenlik” nerede kaldı?
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

YAĞMUR
İncecik damlalar misali,
Aksın gönlüme,
Musiki dolu, şiir dolu,
İnanç dolu, incelik dolu,
Mısralar…
Coşsun gönüller,
Taşsın gönüller,
Taşan gönüllerden,
Mısralar aksın,
İncecik damlalar misali,
“Söyle Yunus, Konuş Yunus”
Desin Pir’imiz…
Mısralarımız,
Sonsuzluğa uzansın,
Sonsuz alemden düşen,
İncecik damlalar misali,
Mısralarımız,
Bizi söylesin, bizi anlatsın,
Toprağı yeşerten;
İncecik damlalar misali,
Gönülleri yeşertsin,
Gönülleri “sulasın…”
“Sağanak Yağmur” gibi,
Gönüller,
Sonsuzluğa uzanan çizgide,
Coşsun da coşsun…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

HOCA

Hoca olabilmek ne güzel,
Hoca kalabilmek ne güzel,
Hocalık, çilelere katlanabilmek demek,
Hocalık, insanlığı kucaklayabilmek demek,
Hocalık, “insan-ı kamil” olmak demek.
16 Nisan 1998
Şanlıurfa
HAMİD FENDOĞLU’NA…

“İslam’ın Medarı İftiharı…”
Seni göremedik amma,
Ahiret de görüşmek;
Nasip ola
“Fendoğlu…”
Bir kalleş pusu ile,
Bir alçak tuzak ile,
Katıldın “şehidler kervanı”na,
“Kürşad”ınla efradına,
Buymuş yazılan nasip…
“Fendoğlu…”
“Fendoğlu, Fendoğlu…”
“Türkoğlu, Türkoğlu”
Katıldın “şehidler kervanı”na…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

TÜRK

Ne çok da düşmanın varmış,
“Adı şanı yok olmasın”
Duasına
Ve
“Türklere ilişmeyin…”gibi,
Nice mazhariyetlerin sahibi,
“Türk”
“Dosta dost, düşmana yalınkılıç”
“Mazlumların sığınağı, yardımcısı”
“Zalimlerin azılı hasmı”
Milletimin adı,
“Türk”
“Türk”e düşmanlık niye?
“Türk”e kin niye?
İslam’a en büyük hizmeti,
“Türkler” yaptı diye,
“Türk”ten öç almak niye?
“Ey Türk!”
Bunca saf’lık niye?
Diyeceğinize,
Komaz Rabbim,
“Türk”ü yardımsız…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

FARE

Farelerle başım belada,
Hasımlarımla belada olduğu gibi,
“Kumbur faresi” hasımlarım…
16 Nisan 1998
Şanlıurfa

YARENLER DÖRT

“Acaipleşen” çağda,
“Yarenler”de “acaipleşti”
Bu ne menem “yarenlik” öyle,
Bir şahin’in bir fare’yi kezlemesi gibi,
“Yarenler” de,
Irk’ı farklı, görevi farklı, zihniyeti farklı diye,
“Kezliyor”lar “yarendaş”larını,
Bu ne menem “yarenlik” öyle?
“Merhametsizleşen Çağ”da,
“Yarenler” de “merhametsizleşmiş”,
Bu ne menem “yarenlik” öyle?
Irk’ı farklı, görevi farklı, zihniyeti farklı diye,
“Ez”mek, “hor”lamak, “hakir görmek” niye?
“Merhametsizleşen Çağ”da,
“Yarenler” de “merhametsizleşmiş”
Çağ’a yemin olsun ki;
Hiç kimse,
Hiç birşey,
Hiç bir güç,
Kandıramaz, aldatamaz Allah’ı,
“Hesap var” “yarenler” , “yarendaş”lar…
17 Nisan 1998
Şanlıurfa

ŞEYTAN’IN FISILDAMALARI

Yardım et Allah’ım,
Güç ver Allah’ım,
Uyanıklık ver Allah’ım,
Şeytan’ın fısıldamalarına karşı,
“Çelikten duvar” öreyim.
Şeytanın fısıldamalarına karşı,
“İman Kal’ası” inşa edeyim.
Yardım et Allah’ım,
Güç ver Allah’ım,
Uyanıklık ver Allah’ım…(Amin)
17 Nisan 1998
Şanlıurfa

SOLCULAR BAŞTAYMIŞ!

“Adam olmanın yolu”
“Aydın olmanın yolu”
“İnsan olmanın yolu”
“İlerici olmanın yolu”
“Solculuktan geçer” diyenler
“Başta”ymış!
“Genç Solcu”ların önünde de,
Koskocaman “tarih” duruyor,
“Solcu” ağbilerinin de,
Bir “kuşak”,
Nasıl “dejenere” oldukları,
Belli değil mi ey solcu?
Bırakalım şu “solculuk-sağcılık”ı!
Uyan ey “genç solcu”,
“Çarklar” ‘farklı’ dönüyor!
Uyan ey “genç solcu”,
“Köşeleri” kapanlar “bambaşka!...”
Uyan ey “genç solcu”,
Menfaat’in “ideoloji”si olmaz!!!
Uyan ey “genç solcu”,
Ezilen, horlanan, sömürülen,
Senin samimiyetin,
Uyan ey “genç solcu”,
“Yalamalar”a “yol” açılır!
Uyan ey “genç solcu”,
“Birileri”nin ,
“Sol”u da, “Sağ”ı da, “İslam”ı da,
“Ben iktidar yaparım”,
Dediği bir çağ’da,
Nazım Hikmet gibi,
“Ne eşeklik etmişim de,
Buralara gelmişim” misali,
Bir “pişmanlık” duymaktansa,
Takılsana “Ulular Kervanı”na,
O zaman daha iyi anlarsın,
“Şeytan’a bile papucu ters giydiren”,
İğrenç mi iğrenç, çirkef mi çirkef,
“Oyunları!!!”
Uyan ey “genç solcu”,
Sömürülen,
Senin samimiyetin!
“Ertuğrul Özkök”ler nerede?
Unutma!!!
17 Nisan 1998
Şanlıurfa

“GENÇ SOLCU” ile HASBİHAL

Hey “genç solcu”,
Fikir, silahtan üstün,
Düşünce, kuvvetten üstün,
“Fikre karşı fikir”,
“Zehire karşı panzehir”
Bak, ne halde “sol” fikir,
Bak, ne halde?
Bir devir gelmişti ki,
Yüzlerce “franksiyon”,
Yüzlerce “renk”te “sol” fikir,
Ve unutma!
Madem “fikir”, ki öyle,
Araştır, gör, ne oldu?
Rusya’da, Polonya’da, Çekoslavakya’da,
Arnavutluk’ta, Baltık’ta,
Türkistan’da, Azerbaycan’da,
“Sol” ve “franksiyonlar”ı,
“Kendiliğinden” ‘iflas” etme di mi?
Hani o düşünce derinliği,
Hani Mahir Çayan’ın,
“Sol” a “fikir” olarak kazandırdığı,
“Teorisyenliği”,
“Sol’un tarihi”
Biraz da “ihanet dolu”,
Ey “genç solcu!”
Bütün “sol fikirler” ‘ulusal/milli” iken;
“Türkiye Sol”u, “kökü dışarıda” değil mi?
Bütün “sol fikirler milliyetçi” iken,
“Türkiye Solu”, ‘parçalayıcı” değil mi?
Aç arşivleri,
Araştır fikrini,
“Kökü dışarıda olan…”
Ve
“Ulusal/Milli” olmaktan uzak “tek sol fikir”
“Türkiye Solu” değil mi?
Ey “genç solcu”,
Objektif olalım,
Senin tabirinle,
“Yansız” olalım,
“Vuruşmak” niye?
“Döğüşmek” niye?
“Sövüşmek” niye?
“Senaryo hep aynı senaryo”
Değil mi?
“Dönen dolaplar” aynı,
Sömürülen:
Senin samimiyetin!
Ey “genç solcu”,
Yapıcı ol,uzlaşıcı ol, ılımlı ol, yumuşak ol,
Senin tabirinle,
“Kompradorlara” bir şey olmuyor!
Olan,
“Bu toprağın çocukları”na oluyor!
17 Nisan 1998
Şanlıurfa






DÜŞÜNCE SEFALETİ

“Düşünce adamları” bir bir gittiler,
Ortalık “çorak adamlara”,
Üstad’ın tabiriyle,
“Çukur adamlar”a kaldı.
16. asır misali,
“Rönesans”ımıza hasretiz,
Nerede Gökalp’ler, Turhan’lar,
Nerede Meriç’ler, Çayan’lar,
Nerede Arvasi’ler, Necip Fazıl’lar?
“Kültür kaynaklarımız”ı
“Diriltici” daha niceler!
“Kitap”lar, “okuma”lar,
Basitleştirildi.
“Çorak kültür iklimi”nde,
“Düşünce adamları”,
Nasıl yetişir?
Ya Rabbi!
17 Nisan 1998
Şanlıurfa

BASKI İKİ

Sabır ile metanet ile,
İtidal ile yumuşaklık ile,
“Baskı”lara,
Direneceğiz!
Sonuna kadar!
17 Nisan 1998
Şanlıurfa

AFERİN!

Aferin! Devam et ey oğul!
Aferin! Adam ol ey oğul!
Aferin! Dikkatli ol ey oğul!
Aferin! Bencil olma ey oğul!
Aferin! Ölümü unutma ey oğul!
Aferin! Cihad et ey oğul!
Aferin! Sabırlı ol ey oğul!
Aferin! Azimli ol ey oğul!
Aferin! Affedici ol ey oğul!
Aferin! Merhametli ol ey oğul!
Aferin! Sebat et ey oğul!
Aferin! Çalışkan ol ey oğul!
Aferin! Edepli ol ey oğul!
Aferin! Cömert ol ey oğul!
Aferin! Her şey Allah’tan ey oğul!
Aferin! Tadbirli ol ey oğul!
Aferin! Uyanık ol ey oğul!
Aferin! “İnsan” ol ey oğul!
Aferin! Allah’a güven ey oğul!
Aferin! Hal ehli ol ey oğul!
Aferin! Dua ehli ol ey oğul!
Aferin! Zikir ehli ol ey oğul!
Aferin! Namaz ehli ol ey oğul!
Aferin! İkram edici ol ey oğul!
Aferin! Hizmet ehli ol ey oğul!
Aferin! Ciddiyet ehli ol ey oğul!
Aferin! Mütevazı ol ey oğul!
Aferin! Şükredici ol ey oğul!
Aferin! Cesur ol ey oğul!
Aferin! Gayur ol ey oğul!
Aferin! Yiğit ol ey oğul!
Aferin! Aferin! Aferin!
Dostu düşmanı tanı ey oğul!
Hayırla yad edilenlerden ol ey oğul!
29 Nisan 1998
Şanlıurfa

MEDET

“Sahipsiz olan bir memleketin batması haktır,
Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.”

Ruhum kelepçeleniyor sanki!
Gönlüm hançerleniyor sanki!
Göğsüm oklarla delik-deşik
Ulubatli Hasan misali,
“Bayrak inmesin, ezan susmasın,
Vatan bölünmesin,
Devlet yaşasın” diye…
Medet! Medet! Medet!
“Ya Hazret-i Mevlana”
Kalleşlere, alçaklara, namussuzlara,
Vatanım-Milletim-Devletim-Ordum
Dedikce
Ruhuma iniyor atom bombası
Ve gönlüme saplanıyor şarapnaller!
“Şehidler ölmez” inancı ile
Medet! Medet! Medet!
“Ya Hazret-i Mevlana”
25 Mayıs 1998
Şanlıurfa

(son)
NEFS


“Diz çök ey zorlu nefs” dedikce,
“Çabuk kalk” dersin,
Rahatı ve lüksü gördükce,
“Biraz daha kal” dersin.
Seninle başım belada nefsim!
Şımarık nefsim, alçak nefsim!
Haramlara tazı,
Helallere kaplumbağa,
Kelepir nefsim.
Nedir senden çektiğim nefsim?
Sen susarsın, “şeytan” fısıldar,
“Şeytan” susar, sen fısıldarsın,
İkinizi de prangalamalı,
Alçak nefsim, alçak şeytan!
28 Temmuz 1997
Şanlıurfa
BEKLEMEK

Ardı arkası kesilmeyen günlerin,
Nasıl, ne şekilde geleceğiolmayan ayların,
Dakika dakika, saat saat ,
Geçmesini beklerken,
Seni beklemek.
Ummanın derinliklerinde misin?
Umranın kuytuluklarında mısın?
Sahi neredesin sen?
Beklediğim “sen” , “sen” misin?
Kısmetim, nasibim, “sen” misin?
İnsan mısın, cin misin, peri misin, şeytan mısın?
Kimsin sen?
Hayır, beklediğim sen değilsin.
Hayır, özlediğim sen değilsin.
Hayır, kaderim sen değilsin.
Ardı arkası kesilmeyen günlerin,
Nasıl, ne şekilde geleceği belli olmayan ayların,
Dakika dakika, saat saat,
Geçmesini beklerken;
Seni beklemek.
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa

GÖZLERİM

Kendini gör, gözlerim.
Öteleri gör, gözlerim.
Nurunu söndüreni değil!!!
30 Temmuz. 1997
Şanlıurfa

DÜZEN

Düzen, çeki-düzen,
Kendine çeki_düzen.
30 Temmuz. 1997
Şanlıurfa”

KULAKLARIM

Duy, nurani nağmeleri,
Duy, ruhani nağmeleri,
Duy, sururi nağmeleri,
Kulaklarım: Dinle beni!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa

PARA

Para: İtibar sana, bana değil.
Para: Geçmez “akçe” olasın!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa

GÜLMEK

Gülmek yasak, gülmek haram bize,
Doğu Türkistan “gülünceye” dek!!!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa

UYGURLU

“Uçmağa” varan Uygurlu kardeşlerim!
“Uluğ Türkistan” ı sizler de göreceksiniz.
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa

TÜRKİSTANLI ÇOCUK

Sehpalarda ipe çekilen,
Senin geleceğin,
Unutma!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa

ZAAF

Çengel atıp, yakalarlar,
Sonra da çekip-çekiştirirler,
Şantajların daniskasını yaparlar,
Ah zaaflar! Ah zaaflar!
Korkuyor musun?, derler, korkuturlar,
Sevmiyor musun?, derler, sevmezler,
Düşünmüyor musun?, derler, düşünmezler,
Ah zaaflar! Ah zaaflar!
“Paran mı yok?”, “Para buluruz”, derler,
“Kız mı yok?”, “Kız buluruz”, derler,
“Evin mi yok?”, “Ev buluruz”, derler,
Ah zaaflar! Ah zaaflar!
Çağın adı: Menfaat!
Çağın adı: Sömürü!
Çağın adı: Yolsuzluk!
Ah zaaflar! Ah zaaflar!
30 Temmuz 1997
Şanlıurfa

Görev yaptığım okulum bayrağını “melmeket” kuşlarının kirletmesi üzerine...



“MELMEKET” KUŞLARI DA ŞAŞIRDI


Gidişat o kadar çirkefleşti ki;
“Melmeket” kuşları bile
Bayrağımızı kirletiyor Allahım!
Bayrağıma "selâm vermeden geçen kuşlar"
Bayrağımızı kirletiyor Allahım!


Gidişat o kadar kesmekeşleşti ki;
“Melmeket” kuşlarının bile
'Kafaları karışmış'
Bayrağıma "selâm vermeden geçen kuşlar"
Bayrağımızı kirletiyor Allahım!

Gidişat o kadar gayr-i millîleşmiş ki;
“Melmeket” kuşları bile
"Gayr-i millî"liğe uyup
Bayrağımızı kirletiyor Allahım!

Gidişat o kadar şaşırtıyor ki;
“Melmeket” kuşları bile şaşırıyor
Şaşıran melmeket kuşları
Bayrağımızı kirletiyor Allahım!

"EYLÜL"lerin gidişatına rağmen;
Bizleri de,
“Melmeket” kuşlarını da,
Şaşırtma Allahım
Lekesiz,
Tertemiz,
"Ayyıldızlı Al Bayrağımızı"
Kirlettirme Allahım!




07.Eylül.2007
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com
metgultekin@hotmail.com

BENİM NE DAHLİM VAR Kİ?


“Ağlayın su yükselsin”
“Nuh Tufanı”na eş;
“Türkiye Gemisi”
Batarsa batsın!
Benim ne dahlim var ki?


(Mahzun Kırmızıgül’den mülhem)

İslamiyeti seversin;
Olur adın “gerici”
Milletini seversin;
Olur adın “ırkçı”
Emekten-Hakk’tan yana olursun;
Olur adın bilmem neci!

“Ağlayın su yükselsin”
“Nuh Tufanı”na eş;
“Türkiye Gemisi”
Batarsa batsın!
Benim ne dahlim var ki?

İşini-gücünü dosdoğruca yaparsın
Katmerli sürgünlere ilaveten
Olur adın “keriz”
Harama “haram”;
Helale “helal”,
Deyip yaşarsın,
Olur adın “deli”

“Ağlayın su yükselsin”
“Nuh Tufanı”na eş;
“Türkiye Gemisi”
Batarsa batsın!
Benim ne dahlim var ki?

24.12.07
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com
BİR ŞUBAT SOĞUĞU’NDA

Bir Şubat soğuğu’nda,
Cuma namazı kılabilecek miyim acep?
Bir şubat soğuğu’nda,
Evden dışarı çıkabilecek miyim acep?

Bir Şubat soğuğu’nda,
Oğlumla kucaklaşabilecek miyim acep?
Bir Şubat soğuğu’nda,
Eşim bana;
“-İsmet Bey yatakları kaldır” diyecek mi?

Bir Şubat soğuğu’nda,
Yine parasız mı kalacağım acep?
Bir Şubat soğuğu’nda,
Yine memleketimde,
“Memleketin Delisi” mi olacağım acep?

Rabbim ne olur!
Daha çok Şubat soğuğu yaşat bana.
Rabbim ne olur!
Bir Şubat soğuğu’nda,
Oğluma şeker alabileyim?

01.02.2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com


“EYLÜL” BİNDİN Mİ!?

“Eylül”de bindirdiler bize,
“Eylül” bindin mi!?
Ne “acılar” yaşattılar bize,
“Eylül” bindin mi!?
“Eylül” de bize bindirenlere,
Bizler de “ahiret”te bindireceğiz.
“Eylül” bindin mi!?
Kimbilir “Eylül” ismini,
Ne diye koydular kızına?
Belki de “bindiren Eylül”leri,
Hatırlamak…Hatırlatmak…
“Eylül” bindin mi!?
Şimdilerde,
“Eylül”lerde bindiremeyenler;
“Psikolojik Savaş” namına,
İşin üçkağıtcılığına kaçmaktalar…
“Eylül” bindin mi!?
“Bindiren Eylül”lerde ,
Dağıtıldı “Bozkurtlar Ordusu”,
“Bindiren Eylül”lerde,
Dağıtıldı “Ocak”larımız.
“Eylül” bindin mi!?
“Bindiren Eylül”ler sonrası,
“Garip” kaldı nesillerimiz.
“Bindiren Eylül”ler sonrası,
Sahipsiz kaldı nesillerimiz.
“Eylül” bindin mi!?
“Bindiren Eylül”ler sonrası,
Ülkülerimiz, Mefkurelerimiz,
Dumura uğratıldı…
“Eylül” bindin mi!?
“Eylül”lerin bindirdikleri,
Hala en ön saftalar…
“Eylül”lerin bindirdikleri,
Hala “güzel ülkü” yolundalar…
“Eylül” bindin mi!?
16.Mart.2008
HAVZA
CEMAL AMCA (Lütfü Şehsuvaroğlu)






CEMAL AMCA
Cemal Amca şehir bizi sıkınca
Gönül seli mecrasına akınca
Aşk ateşi ruhu bile yakınca

Çekip gitsek köyümüze dağlara
Selam versek ölülere sağlara



Cemal Amca Elmalı’ya bir varsak
Eski dostu dut dibinde bir sarsak
Ruhu ruha şiirlerle bir karsak

Kelimeler kulakları yıkasın
Riyaya, yalana yolu tıkasın

Cemal Amca doğruluğun yasan mı
Senin oğlun Muhsin midir, Hasan mı
Cemal Amca gül ağacı asan mı

Yaprak mısın çekip gittin Eylül’de
Çehren kaldı rumuzdaki mor gülde

Cemal Amca ocak ocak gezerdik
Dergâhlarda dervişleri süzerdik
Karakışta soğuk suda yüzerdik

Bütün yollar, dağlar bizi tanırdı
Al yanaklı kızlardan utanırdı

Her âşık umutla sana gelirdi
Gam kasavet biter, sona gelirdi
Gönül yaramıza suna gelirdi

Cemal Amca Kızılırmak karardı
Al yanaklar, ak gerdanlar sarardı

Cemal Amca sen gittin de yol bitti
Kurt bildik yoldaşın kimisi itti
Menfaat kabardı, aşklar hep yitti

Gelip görsen gül çocuklar ne oldu
Ocaklara, dergâhlara el doldu

Ne acayip günler gördük, geçtiler
Ne tahammül, ne seferi seçtiler
Ne ekin ektiler, ne gök biçtiler

Gün ağardı, zaman doldu, yol yarım
Arı küstü, çiçek soldu, bal yarım

Kirpikten, yanaktan ayrılan gözler
Dostu can evinden vuran kem sözler
Selâmı, sabahı unutan yüzler

Cemal Amca dosttan sırrın gizleme
Bizim burdan öte yanı özleme

Ahiretten, kul hakkından vehmin çok
Dost barından, azdan çoktan fehmin çok
Yol nereye varır diye tahmin çok

Cemal Amca orda bize yer var mı
Burda pek darız da, orası dar mı

Şehitler kaldırdık, hatırlardadır
Hasret Cemal Amca yatırlardadır
Nice pişmanlıklar satırlardadır

Devrân dönsün, bırak gelsin âkıbet
Islah etmez gayri hiçbir mûsibet

Nerde kaldı ettiğimiz yeminler
O tilâvet, o dûalar, âminler
Sallanıyor bastığımız zeminler

Hem toprağa, hem insana güven yok
Sağan çok da birbirini seven yok

Çirkefe taş atma sana da sıçrar
El, Hak böyle dedin, demek ümit var
Belki döner dertler sayılsın suçlar

Cemal amca deli şair Şehsuvar
Ben ne bilem gam üstüne gam yığar

Zemheride buzlar yanıp sönerken
Şefkat, Naci Erzincan’dan dönerken
Ay ışığı bakışını bölerken

Romanında Naci senden dem vurmaz
Burhan ise duraklarda hiç durmaz

Şehrin girişinde bekledin onca
Ellerin lâledir, yüreğin gonca
Karayelden kirpiklerin donunca

Şefkat bakıp bu halinden arlanmaz
Mazisinden bir ses duysa darlanmaz

Yolsuzluk diz boyu nereye baksan
Bir söndüren olmaz kendini yaksan
Başına peygamber sarığı taksan

Bulunmaz hak veren bir doğru sözlü
Herkes olmuş kardeş yiyen aç gözlü

Yolsuzluğu algılamak adına
Dürüstlük kimsenin gelmez yâdına
Her türlü haramın bakıp tadına

Namuskârlık gösterisi yaparlar
Putlar yapıp sonra ona taparlar

Şeffaflığı çok soyunmak zannettik
Nice dâvâlara ihanet ettik
İffete ahlâka bin lanet ettik

Bizi bile şimdi bakıp şaşıyor
Başlarına külah takıp kaşıyor

Herc ü merç ettiğin bu topraklara
Gönülde salınan som yapraklara
Gökte dalgalanan al bayraklara

İhanetin bir bedeli olmalı
Bazen yüreklere korku dolmalı

Halledilmiş handan ferman alınmaz
Saklanan dertlere derman bulunmaz
Tütmeyen ocaktan duman salınmaz

Şehsuvarım üstümüze vazife
Bilmem tarif gerekir mi ârife

İmajımız ellilerde geziyor
Sanal dünya rakamlarla eziyor
Ödlek ajun korkumuzu seziyor

Bir diriliş muştusuna muhtacız
En mükellef sofralarda biz açız

Yeni imaj kazanmanın peşinde
Kan aradık kargaların leşinde
Herkes zirve yakalarken işinde

Temettünün oyununa aldandık
Doğanların evlerine dadandık

Kulak ardı ettik ata sözünü
Ay sandık şeytanın o kör gözünü
Görmedik dâvânın asıl özünü

Tercih ettik mazruflara zarfları
Küstürdük toprağı, sevdik torfları

El oldu toprağa tohumlar, sular
Zehr oldu denize hep akarsular
Boşa çıkmadı hiç hain pusular

Ne Mecnûn’dan, ne Leylâ’dan eser var
Âyân oldu her şey ne sır, ne ser var

Kuru lafla yaraları sardılar
Altın tozla kum çakılı kardılar
Kayaları ejderhayla yardılar

Tünel ucu cehenneme açıldı
İçine de gonca güller saçıldı

Gonca gülü yaktılar da yetmedi
Ektikleri kaktüs bile bitmedi
Bize ettiğini gâvur etmedi

Yoldaş bilip yolumuza almıştık
Evler verip biz kodeste kalmıştık

Kalem verip yazar ettik kimini
Döşedik evine ilk kilimini
Kafası almadı gök çekimini

Şimdi bize bakıp burnun buruyor
Hainlerle hemhâl olup vuruyor

Arkadaş kazığı yemem üzmedi
Zalim şahlar beni böyle ezmedi
Gönül böyle rezil, zelil gezmedi

Şehsuvarım dediklerim kâr kaldı
Evlâdıma miras diye ar kaldı

Güzel kızlar gördüm şora yazdılar
Ne pehlivanları yora yazdılar
Ölümü, hayatı çora yazdılar

Simülasyon hareketler aldatmış
Vekil seçtik, dumalarda saldatmış

Bir vakitler kula kulluk yok idi
Güzellerde allık pulluk yok idi
Vazife yaparken yolluk yok idi

Şimdi her şey menfaate ayarlı
Hisler sade yoz medyaya duyarlı

Çöllerde buz kestim, dondum kavruldum
Ayazda terledim, yandım kavruldum
Seni bencileyin andım kavruldum

Gurbetlere, sılalara tül indi
Hasret lafı lugatlerden silindi

Annemizin koynundayken baş olduk
Davamızın yollarına taş olduk
Güzel gördük saniyede şaş olduk

Cemal Amca bel bağladın derneğe
Gitti girdi fahişeyle gerdeğe

Başbuğları şimdi çaşıt yaptılar
Doğru yoldan eğrilere saptılar
Hazır miras bulup hemen kaptılar

Tarihi çarpıtmak moda olmalı
Saf su diye içtik soda olmalı

Ehli derdin anılacak çağıdır
Yaraların onulacak çağıdır
El üste el konulacak çağıdır

Yaralarım içten içe büyüyor
El vermiyor sırtı dönük yürüyor

Begonyaya, sardunyaya bakardık
Gül gördü mü mazi diye kaçardık
Müstebiti ilah sanıp yakardık

Gülistana dönsek bizi alır mı
Acep bilmem gülistan da kalır mı

Cemal Amca gül açardı terinden
Yiğitler kaçmazdı o cenk yerinden
Müstebitler göz yumardı ferinden

Cenk yerinde Pazar kurdu mirashor
Satıp durdu; kurdu, yurdu mirashor

Biz çocukken köyde davar güderdik
Vekillerin ardı sıra giderdik
Şanlarına türlü laflar ederdik

Ederdik de kaval gibi gelirdi
Çoban gördü, kıskançlıktan delirdi

Kentte haber köyde davar güderdik
Adam olduk vekil ardı giderdik
Kentli gibi türlü laflar ederdik

Merak sardık arsızların yadına
Şan düşürdük ad bilmezin adına

Cemal Amca yeni andım adına
Nicedir anlamadım muradını
Şimdi bildim devrimizin tadını

Kaç yıldır damakta bir acılık var
Gönülde bir derin yakıcılık var

Bir sığınak, bir istikbal bulmadan
Dağ devirdim, çöl çevirdim yılmadan
Yoldaşları kullara kul kılmadan

Kurşunlara hedef oldum dönmedim
Gark oldum da azgın sele sönmedim

Bir derin kuyuya attılar beni
Şeytanca rüyaya kattılar beni
Üç kez kalp paraya sattılar beni

Hayâlî dostlarla postu kaldırdık
Mizan şaştı, asta üstü aldırdık

Yâre varır kim ki candan geçerse
Gam biter eğer ki hândân geçerse
Ülküdaşlar vay ki kandan geçerse

Şehidi mezarda anan bulunmaz
Davanın bahtına yanan bulunmaz

Âsûmâna uzanırken yer aktı
Cinlerden ve meleklerden ter aktı
Hayır sandık oluk oluk şer aktı

Uçmağa varanlar uçuk oldular
Ne âkîller gördük, kaçık oldular

İhtiyatlı davranmalı diyenler
Sonra dönüp yetim malı yiyenler
Kara kışta kara şalı giyenler

Giydiler de bezirgâna yol döndü
Mankurt başta sağ söğündü, sol söndü

Savaş bitti savaşçılar dönmedi
Seferberlik çıraları sönmedi
Anaların gözyaşları dinmedi

Bekle dedim, beklemedi nöbette
Kanı bozuk akacaktı elbette

Talih tüyden kaçacaktı besbelli
Kuş yuvadan uçacaktı besbelli
Dala ümit saçacaktı besbelli

Hâzân geçti, kar eridi, yaz geldi
Üç yüz saat tek bir güne az geldi

Beyaz sayfa açacağım dediydi
Yeni şeyler yazacağım dediydi
Aşk mektubu saçacağım dediydi

Kalem aldı bıçakladı kağıdı
Önce vurdu, sonra yaktı ağıdı

Ak güvercin kara karga olunca
Meyil saza değil orga olunca
Ölür bebek, heves morga olunca

Kiliseler çanlarını çaldılar
Genç şehitler kanlarıyla kaldılar

Katilini dost belledi bilmeden
Gömleğinde kalan kanı silmeden
Kendi kardeşine bir gün gülmeden

Kandı gitti, karşı köyün kızına
Erişemez onun kimse hızına

Şehsuvarın bilmediler nerdedir
Eski dostlar unutulmuş yerdedir
Gayri artık arş düdüğü erdedir

Atlar kaçsın, süvariler er olsun
İçtiğim su yanağında ter olsun

Cemal Amca elde olan hep yitti
Çatı düştü, ocak söndü, gün bitti
Yarın küstü, bugün durdu, dün gitti

Maziyi atiye bağlıyamadık
Beklenen huzuru sağlıyamadık

Seyirtme gözünü derin ziyâdan
Çekinme, yılma kes nefsi hevâdan
Hem hevâdan kes hem kalbi riyâdan

Ebedî muştuyla atmalı gönül
O derin kuşkuyla yatmalı gönül

Ağlasın kerpiçci, yağmur yağsın da
Bir ömür emeği onlar sağsın da
Acı bir teselli bize kalsın da

Varsın adımızı anan olmasın
Muştuyu getiren vâde dolmasın

Yel gibi gelenler gider sel gibi
Dal gibi çocuklar koptu el gibi
Keser ilik yollarını bel dibi

Yiğit yarasına yiğit katlanır
Kalp isterse eğer el pusatlanır

Bilirsin içim içimi yiyordu
Kimi gafil bunu korkuya yordu
Çekiver ipini şeytan diyordu

Cemal Amca tahammül yok, sefer yok
Herkes başbuğ olmuş, tek bir nefer yok

Gençliği rejimin bekçisi sandık
Zemheri ayında zaferler andık
Devletin derdiyle çok oyalandık

Koç beyoğlu bey olmazsa yol döner
Hem sağ döner, hem sol döner, rol döner

Oda yandık ev-ednâyı duyarak
Karıştık eşyaya esmâ sayarak
Hikmetine vardık, kırka uyarak

Geçerken gönüller mülk-i fenâdan
Fenâ gülzârına daldık fezâdan

Lokman habersizse devâ neylesin
Askere düştüyse lerze söylesin
Varsın Sultan hoş gönlünü eylesin

Niye böyle aldanmışsın ağyâra
Elbet nefsi azdırmıştır emmâre

Alnı parlar şems-ü kamer nuruyla
Her vakit semâda gezer ruhuyla
Aktine uymayan boş gururuyla

Gezer okyanusu, boğulur çayda
Hedefi şaşırır oklar da, yay da

Profesör oldular da ne oldu
Şanı, îtibârı parlayıp soldu
Çöp sepetlerine tezleri doldu

Profesör geldi yüce makama
Yüce makam rozet oldu yakama

Kitapçıya sordum, bir kitabı yok
İnsanlara doğru bir hitâbı yok
Şahsına münhasır bir şitâbı yok

Davanın sahibi kalmamış yazık
Sine-i millete saplandı kazık

Kula kulluk ekolünden sapmadan
Hasletinden bir özellik kapmadan
Eylem planından bir iş yapmadan

Yüce kurtarıcı desen ne çıkar
Kim getirir eli eline çakar

Kul hakkı gerçekten en büyük vebâl
Saysam üstündeki hakkımı zinhâr
İncesu’dan arş-ı âlâya uzar

Sen ne yapsan onu ödeyemezsin
Sivas’ı altınla döşeyemezsin

Üç beş yalakayla yol bulsan ne var
Her yere uzayan kol olsan ne var
IMF tekstinde rol alsan ne var

Millet pâyesini miras mı sandın
Öyle sandın ise yandın ha yandın

Dağda Hızır gördüm, denizde İlyas
Yazgım İskender’den bir ebedî yas
Bakanından hayır görmedi Sivas

Bu toprağa mâsivâdan uzandık
Devletlûye temennâdan usandık

Gülistanda baykuş böyle ne gezer
Bülbül yoksa niçin güller göz süzer
Cemal Amca bu kıskacı kim sezer

Temettünün oyununu bozan kim
Strateji kitabını yazan kim

Eşkiyanın ne işi var dergâhta
En nâdîde mücevherler tezgâhta
Huzur adı duvarlarda, bargâhta

Leylek uçar leyleklerle birlikte
Birlik aşkı yüreklerde, dirlikte

Kızıl güle düştü, mor nilüfere
Gün doğuyor artık haydi sefere
Azıklar verilsin her bir nefere

Koy açılsın yollar yeni yollara
Can suyu uzansın en uç dallara

Geceyi, gündüzü, yedi yıldızı
Kayar renklerinden bir deniz kızı
Simsiyah kapağa altın yaldızı

Çeker çepeçevre mor sinelerden
Alacağın nedir hazinelerden

Yedi gök, yedi yer; dağlar, denizler
Bir buruk acıyla dolar genizler
Celâlî gelen izler, giden izler

Cemal Amca samanyolu resim mi
Bu resimde son ümidin Rasim mi

Alayık ehline niçin sorarsın
Ehli tecridi o ne bilsin varsın
Cihanı terkeden deyyâr ararsın

Canından geçeni bul vay ona sor
Enel Hakk diyeni kul say ona sor

Fâş eyleme sırrımızı herkese
Siste kaldığın an kulak ver sese
Ensende soluyan sinsi nefese

Temkinli ol ölçeğini yitirme
Ehl-i derdi kurda kuşa yedirme

Yol kapağı İstanbul’a atmaktı
Erenköy’de bir adam yaratmaktı
Arvasi’yle geceye ruh katmaktı

Gece bir hendeğe düşercesine
Soğuk pınarlardan içercesine

Tercüman’da Kabaklı’ya uğrardım
Vakfa geçip Genç Osman’ı yorardım
İstanbul ahvalin ondan sorardım

Niyazi Ağabey çıkar destandan
Ruh olup gönlüme akar destandan

Gündüz samanyolu seyreden kızlar
Gece dönencede sönen yıldızlar
Gençlik damarlarda tükenen hızlar

Tekerlerin asfalt yolda dönmesi
Bütün heveslerin seste sönmesi

Hüseyingazi Tepesi ses vermez
Duvar gelir üstüne nefes vermez
Eskimiş oyuncağın heves vermez

Ben giderim Mamak yansın haline
Allah düşürmesin onun eline

Görünür de bir gün Musa’nın Tûr’u
Kalbe doğru akar İsrafil Sûr’u
Biri açar bize Beyt-ül mâmûru

Hepsi birden bir fenâda uyanır
Umalım ki intifada dayanır

Baraj yıkılınca batan şehirler
Her şeyi önüne katar nehirler
Vâde gelir, abes kaçar tehirler

Yol yordamı bilemedik yıllarca
Yıllar boyu kan sürüdük yollarca

Kürek çektik akıntıya durmadan
Yol yordamı hiç kimseye sormadan
Geleceğin kurgusunu kurmadan

Avunup geçmişle kaçırdık günü
Hatırlatan çıkar yaşanan dünü

Serin servilerin altında yandık
Zehir pınarlardan içtikçe kandık
Meğer dost değilmiş, biz öyle sandık

Bağrımızda beslemişiz yılanı
Yolumuza düstûr kıldık yalanı

Fırsatçı giyindi sırta cübbeyi
Birkaç pula terkeyledi hubbeyi
Değmez boş iş, kubbe yapmak habbeyi

Nevruz, Nazım, Türkistan’la Avrasya
Hep böyle giderse çöl olur Asya

Armut piş ağzıma düş der dururdu
Hemen her toplantıda yer bulurdu
İtibar görmezse pek kudururdu

Fedâkârlık, vefâkârlık bilmezdi
Omuzlara basa basa yükseldi

Yürür mü hiç lafla peynir gemisi
Ne yapardı olmasaydı emmisi
Palavracı adamların hemmisi

Vaadlere nasıl kandı bu millet
Şimdi düşmez yakasından hiç zillet

Adam bakan oldu buldu rahatı
Leyleğin laklakla geçer hayatı
Görevi hep yurtdışı seyahatı

Garip köylü onu sandı vekili
Köye varmaz, paçasından çekili

Onun her lafını doğrudur sanma
Gönlün tercümanı lisandır amma
Sonradan pişmanlık içinde yanma

Mantar gibi yerden biten adamlar
Zincir kıran, dağ deviren adamlar

Vicdan titrek titrek tel tel dökülür
Tarihi döndüren çarklar sökülür
Geçmişi silenin eli bükülür

Bir zamanlar nesillere umuttuk
Dün ne oldu, bugün hemen unuttuk

Yatarken kalkarız diye bekledik
Umutları umutlara ekledik
Koşacağız derken bak emekledik

Geçip gitti gençlik de, olgunluk da
Bir soluktu açlık da, doygunluk da

Hangi aşkı sonsuz gördük sorsana
Hangi aşk uğruna ölmek zor sana
Ufukları teslim ettik korsana

Biri yere daireler çizdirdi
Çıkanları dairelerde ezdirdi

Ne iş oldu, kurt kocaldı, it daldı
İt bunu halk duysun diye at saldı
Tek mûteber it ardında bit kaldı

Keyifle “gak” dedi dalında karga
Gittiler koca kurtlar bir bir morga

Ata binemeyen ne şehsuvarlar
Buyruk çalıp dil altında yuvarlar
Ferhat olup memleketler suvarlar

Bozkurt ordusuna kim oldu başbuğ
Hakan çadırından koptu dokuz tuğ

Arvasi, Ülkümen o yaşlarında
Nefreti gördüler er kaşlarında
Mahkeme sonrası telâşlarında

Utandı da Mamak kara gömüldü
Fersûde geceler zâra gömüldü

Nevzat Abi savcıları kızdırdı
Soyer’in hışmını fena azdırdı
Ön cezaya som cezalar yazdırdı

Sallanan ayaklar başlara değdi
Oturum Başkanı başını eğdi

Bilmem adı neydi o Töb-Der’linin
Görünürdü kemikleri elinin
“Zahidem kurbanım” diyen dilinin

Ardında baklayı kim çözebildi
Ortak paydamızı kim sezebildi

Maraş’tan şairler sökün ederdi
Karakoç Alper’e vur emri verdi
Ali Akbaş masalları dererdi

Cemal Amca Haşim nasıl gülerdi
Saf saf bıyıkların bürerdi

Süleyman Yurdakul Stüdyo eS’ti
Dergiler çıkardık, güzel hevesti
O eski anılar nereden esti

Nerde eski bağlar, arkadaşlıklar
Leman Dergisine kaçtı başlıklar

Ahmet Tevfik Ozan bir aşk mahiri
Dağlarardı şiirleri şairi
Vekil seçti bizim doktor Tahir’i

Çevirirdi Kayseri’ye gideni
Tedavi ederdi ruhu, bedeni

Haydar Çağlayan’a götürdüm deli
Baktım ki sonradan olmuş bir veli
Bir erenden almış olmalı eli

Büyük buhranların kanıtı Burhan
Mümtaz rayihalar saldı buhurdan

Efendi Barutçu aşmış eneyi
Dergâha döndürmüş mapusaneyi
Çağa bağlar zevkle yatan seneyi

Ölümden ötesi yok ya dünyada
Nice garip bile tok ya rüyada

Akşamları bazen güreş tutardık
Kış gecesi boza içip yatardık
Sen uyardın üstümüzden atardık

Sair gelir, tafra atar, can sıkar
Muhsin Başkan sarma takar gaz çıkar

Ali Güngör “sayın” dedi atıldı
Hain ordusuna o da katıldı
Üç kuruşa ne dostluklar satıldı

Falkonetti demirperde baykuşu
Nasıl başbuğ yaptı kurtlara kuşu

Rüzgârın oğluyla uçan general
Altıncı bölükten İbrahim Oral
Bir yanda Tuna var, bir yanda Aral

Eski dost Yaşar’ın dostu Haberal
Bizden geçti tez makam kap, tez yer al

Ülkü Yolu dâvâmızın takıydı
Hoca Ahmet kaşık yontan çakıydı
Her Bayburtlu yumurtanın akıydı

Hanlarova Azerbaycan bülbülü
Zeybekse Turan’ın solmayan gülü

Siyonizm üstâdı Yesevizâde
Bir beyaz pîr idi, bir asilzâde
Banker oldu finansmandan azâde

Başbuğ Ali leylâsına kavuştu
Yesevînin müridleri savuştu

Anladım ki dünya malı yalandır
Alan alsın mallarımı talandır
Sanmasınlar bir fermandan kalandır

Tacı tahtı verdik şahın yoluna
Elbet yol gösterir kemter kuluna

Dost yoluna terkeyledin varını
Kendin için beklemedin yarını
Kimler bozmuş zamanın âyârını

Pusulalar yönsüzlüğe kilitli
Yollarımız kestaneli, pelitli

Ordu kuşatılmış sultan habersiz
Füsun oynaşıyor Altan habersiz
Atlet kirletilmiş, mintan habersiz

Devâsız derdine Lokman neylesin
Kemal Derviş gelsin fermân eylesin

Azığı yok, yazığı çok memleket
Hayâle asılan garip meskenet
Bize ders olmadı mı Muavenet

Terkeyledik varımızı yoluna
Amerika bizi de tak koluna

Sabahın hayrı var, akşamın şerri
Koş kıra her sabah mecnun, serseri
Şehri sil, kır asil git dönme geri

Şehirler kirlendi, tutsak mâbedler
Sayfayı çatmadık, aksak mâbadlar

Şafak uyanınca her yandan bir ses
Seslenir toprak “mevtâya bir nefes”
İnsanoğlu hep değişen bir heves

Sandık derviş olduk boşa aldandık
Derviş olsak eğer şimdi sultandık

Ayna verdik baksın diye yüzüne
Aldanmasın kem gözlerin sözüne
Güvensin, inansın kendi gözüne

Elde ayna, nefsine heves oldu
Sûretini görüp put-perest oldu

Tevekkül ehliyiz, Hâk yâverimiz
Gönlümüz şad, ehl-i takvâ yârimiz
Sonsuzluk kervânı çağ seferimiz

Ne gülümüz eksik, ne gül-zârımız
Belki sâde cilve-i dildârımız

Vay! Vay ki milyon kez, eylûldür zaman
Eylûl soldurur hep, hiç vermez aman
Esiyor vay ki vay rûzîgâr yaman

Varaklar uçuştu, döküldü harfler
Zarife danışman oldu ârifler

Gaf ile edilen kelâm nâfile
Sokak haydut doldu bu son af ile
Pranga meydanlar, zincir kafile

Zincir kıran, dağ deviren adamlar
Sünepenin izlerini adımlar

Yer sarsıldı, abandı gök hışımla
Ürperdim cihanda tek kalışımla
Zamanı donduran kalp atışımla

İşte dedim budur bâs’ubâdelmevt
O nefes verince olur ruhlar mest

Ne yüce olsa dağ yol onu aşar
Oy vermese millet sol onu aşar
Sağ baştaysa kara-kol onu aşar

Tarla sele gitti elbet derede
Harman yele gitti çıplak tepede

Siyaset yağlanan, çevrilen börek
Torpil yap da reis, Anap’a girek
Diyen fırsatçının halini görek

Hem dava adamı, hem mebus oldu
At arabasıyken otobüs oldu

Koşup durdu ihaleler peşinde
Hile hurda yalan dolan işinde
Rüşvet zarfı eksik olmaz döşünde

Bugün artık muteber bir şahsiyet
Ona hizmet etmek tam mesuliyet

İmaj yapar, imaj kapar şaşarsın
Binaenaleyh istersin ki başarsın
Bayrak düşer, mecbur kalır koşarsın

Yardım etsen yanlış anlar gubarır
Vardın diye neşesinden zıbarır

Hak yazmaz deftere, kul azmayınca
Hızır yetişmez, kul sıkışmayınca
Günahla ülküyü bir yazmayınca

Belâ niye gelsin senin başına
Yaban olma toprağına, taşına

Bu tafrayla senin yolun bulunmaz
Kürk ile börk ile adam olunmaz
Gubarsan da tüyün bile yolunmaz

Olursan ey gafil, zulm ile âbâd
Bekle ki artık âkıbetin berbâd

Vah, içimi o dağlayan zamanlar
Unutulup bar bağlayan zamanlar
Apansız çıkıp çağlayan zamanlar

Ne günlerdi çok can verdik toprağa
Yazmadan onları altın yaprağa

Emanet alınan davaya daldık
Parsayı el aldı, biz zurna çaldık
Kendi evimizde misafir kaldık

Onuncu köydeyim dikkat sözüme
Hesaplı konuşmak terstir özüme

Şahsi hesabım mı var ki biriyle
Ne ölen biriyle, ne bir diriyle
Kendi içindeki fikir kiriyle

Karıştırdın zahar bir başkasıyla
Tafra satma şair fiyakasıyla

Onca ihaneti birlikte gördük
Bizi bilmez bazı yeni yetmeler
Yanımızda mazisini tekmeler

Olmaz benim onla bunla hesabım
Toprağı satarsan taşar âsâbım

Bendim elmalarla düşen göklerden
Elimde her zamanki çöreklerden
Çocukluk en yüce ereklerden

Nerde kaldı o çocukluk düşleri
Misafir odasının gülüşleri

Misafirler masallardan gelirdi
Ortaya bakır sini serilirdi
Tandır ekmek tulumla dürülürdü

Munzur Dağı düşlerimi bölerdi
Ebabil elmalar dağı delerdi

Düşlerimle geldim ben hep buraya
Düştü eski çevre bulanık suya
Akıp gitti o yılanlı kuyuya

Cemal Amca anıları aşamam
Ben buradan çıkar isem yaşamam

Cemal Amca devir yaman devirdi
Amma bazı bazı aman verirdi
Yaman devri zulme yalan çevirdi

Bu ne yurttur, özgesi yok yâdı var
Şehitlerin ülküsü yok adı var

Bir ordu milletiz en çok dövüşen
Hem Allah’la, hem şeytanla görüşen
Her dervişle saltanata üşüşen

Bayrağın üstünde kan süzülüyor
Yıldız lime lime ay büzülüyor

Bırak biz taşırız ilk değil balam
Öküze boynuzu yük değil balam
Bizde kahramanlık çök değil balam

Kahramanlık idraktedir, ruhtadır
Eyvahta değildir, içten ahtadır

Kahramanlık göz yaşıdır, melâldir
Yıldız kırpan zülfikârdır, hilâldir
Kahramanlık haram değil, helâldir

Bizden değil anlamayan melâli
Düşürenin kanı haktır hilâli

Ucuz kahramanlar durmadan söver
Eşeği dövemez, semeri döver
Eşkiyayı, zulmü, haramı över

Değneksiz geziyor, köpeksiz köyde
Ona meftun olmuş ağa da, bey de

Ne yüzünü görmek, ne de bir şeker
Katrandan şeker mi, cinsine çeker
Cemal Amca çivi çiviyi söker

Dinsizin hakkından gelir imansız
Öterse keserler horoz zamansız

Bülbülün çektiği dili belâsı
Eski baykuşlara fermân salası
Düşmanla çevrildi ili kalası

Bülbülün yerini kapan kargalar
Hem bülbülü, hem baykuşu yargılar

Bunca yükü taşır mıyım bilemem
Çabalama kaptan kaldım gidemem
Limanları dolaş da gel diyemem

Var git yeni denizlere yelken aç
Patiskadan yapma renk renk gülden saç

Hayâller içinde kanar fallara
Çalıkuşu gibi konar dallara
Yanaktan yanağa yanar allara

Çok malda haram var, çok lafta yalan
Her çiçeğin yaprağında oyalan

Çiftçiye yağmur hak, yolcuya kurak
Kimine gülden tak, kimini bırak
Sığar mı çuvala koskoca mızrak

Oturan aslandan gezen tilki yeğ
Lök ağalar değil, soyu belli beğ

Mayasız yoğurt tutmaz atasız yol
Tutmaz aşksız sağ ile rotasız sol
Global köle medya beşinci kol

Dokunma sarhoşa kendi yıkılsın
Yen içinde yapma kolu kırılsın

Darı eker mi hiç serçeden korkan
Ne bu telaş adın madem ki Tarkan
Düşer tepe üstü yüksekten sarkan

Muradına erer sabreden derviş
Mürvete endâze biçmek de bir iş

Sayılı günlerdir tez geçer elbet
Sel gider kum kalır değişir nöbet
Bugün yaptığını unutma, not et

Sahibinden evvel girdin ahıra
Bundan böyle havalesin kahıra

Üç katı üç âlem evden korkulur
Sahipsiz bir eve it buyruk olur
Üç kapıdan üç bin fitne sokulur

Nedelim de kapıları tutalım
Bey çıkartıp marabayı atalım

Kırk yılda intikam alınca deve
Ne çabuk oldu der dönünce eve
Yediklerine onu da ilave

Yaparlar hamuduyla götürenler
Gemisini karada yürütenler

Bildiğini yapar devletlü, deli
Arz endam etti saltanatlı veli
Bu üçünün ocağına düşeli

İşimiz gücümüz pösteki saymak
Ne al, ne ak, ne baş belli ne ayak

Devlet başa dedik, leşler uyandı
Tahammül sınıra gelip dayandı
Çağ bir an, hırs atlı, yürek yayandı

Sonradan anladık olanlar oldu
Ateş çukuruna dolanlar oldu

Çıkarda ileri, ahlakta geri
Dökmüyor bir davada alın teri
Sıçan bile bilir çıktığı yeri

Yeni dava adamı çıkar yanlısı
Nerde eski zaman delikanlısı

Oda yandık ev-ednâyı duyarak
Karıştık eşyaya esmâ sayarak
Hikmetine vardık, kırka uyarak

Geçerken gönüller mülk-i fenâdan
Fenâ gülzârına daldık fezâdan

Lokman habersizse devâ neylesin
Askere düştüyse lerze söylesin
Varsın Sultan hoş gönlünü eylesin

Niye böyle aldanmışsın ağyâra
Elbet nefsi azdırmıştır emmâre

147
Alnı parlar şems-ü kamer nuruyla
Her vakit semâda gezer ruhuyla
Aktine uymayan boş gururuyla

Gezer okyanusu, boğulur çayda
Hedefi şaşırır oklar da, yay da

Cemal Amca kaytıp ata eline
Özge tutup dilimizi diline
Dönekliği verip bozkır yeline

Böyle diyor şanıraktan esen yel
Zaten maziyle bağ, pamuktan teğel

Taşlara basınca uyandı sular
Kızaran güne bakıp yandı sular
Çağlayıp duvara dayandı sular

Yüzünde ay gibi parlardı sular
Üçlere kırklara akardı sular

Celladın afet-i canındır senin
Merâmın Mansûr-ı dârındır senin
Ahın nâme-i hezârındır senin

Yârdan kahr ile nazar düştü yâ Hû
Bahtımıza intizar düştü yâ Hû

Söz yarım, haydi dûa-yı seyyide
Göz yarım, haydi senâ-yı seyyide
Köz yarım, haydi fenâ-yı seyyide

Sözle bağrını göz Hây deyû açtı
Közde nâr oldu dil, Hû deyû uçtu

Ya kuzgun leşedir ya devlet başa
İnanmazız artık kavim kardaşa
Kendi bozkurtunu çiz dağa taşa

Asenalar dansöz oldu kurtuldu
Börteçine kör kuyuda uludu

Düştüm birdenbire çoktan çok aza
Davul tokmağından ince bir saza
Yayla havasından buzdan ayaza

Sıla böyle tutmaz böyle yanmazdı
Gönül her gelene böyle kanmazdı

Ne bilelim gardaş yan yana yazdı
Sıcaktan terlerken yaz dona yazdı
Aşk namelerini yâr kana yazdı

Kağıtlar, kalemler, havalar döndü
Mevsimler, sevdâlar, dâvâlar döndü

Cemal amca vakit tamam olunca
Haktan izin çıkıp vâde dolunca
Ömür sayfaları bir bir solunca

Şehsuvar da kalanlara göz eder
Kalanlar da belki ondan söz eder

Lütfü Şehsuvaroğlu


Tarih: 30.11.2005 Saat: 23:28 Gönderen: Yusufiye



www.yusufiye.net, 04.12.2005
Katkıda bulunan:ismet_gultekin@mynet.com
Atatürk'ün Türklük şiiri

Çeşitli kaynaklarda Atatürk'ün 1905'te Sinop'ta yazdığı belirtilen Beşike Hadisesi başlıklı şiir, onun bilincinde henüz 24 yaşındayken yer etmiş Türklük duygularını gözler önüne seriyor:
Beşike Hadisesi
"Gafil, hangi üç asır, hangi on asır /
Tuna ezelden Türk diyarıdır. /
Bilinen tarihler söylememiş bunu /
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak, /
Dinleyin sesini doğan tarihin, /
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak /
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin. /
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları, /
Avrupa'nın Alpleri'nde Oğuz torunları /
Doğudan çıkan biz /
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz /
Türk sadece bir milletin adı değil, /
Türk bütün adamların birliğidir. /
Ey birbirine diş bileyen yığınlar, /
Ey yığın yığın insan gafletleri /
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde, /
Hakikat nerede?" www.yenıaktuel.com, 3.sayı, 06.08.2005
VURUN BENİ ÖLEYİM(*)

Ben bir Türkmen köyünde yalnız açtım gözümü
Öptüm ve kabul ettim bu ak alın yazımı
Zalimlere biledim sazımı ve sözümü
Ey zalim Firavunlar, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!

Beni hiç unutmayın, hakk yolun kaçakları
Varlık savaşlarımda sırtımın bıçakları
Ben göklerin oğluyum, alçakların alçakları
Gökler bulutlanan da vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!

Unutmadım, toprağa dökülen yiğitleri
Ve onsekiz yaşında gül dalı şehidleri
Ey gavur vicdanlılar, gavur patron itleri
Bir ölüm de bana şart, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!

Bir milletin ahlâkı talan edildi, sevinin
Onurlu günlerimiz yalan oldu, sevinin
Yolundan dönen oldu, yılan oldu sevinin
Ben dönersem namerdim, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!

(*): www.ulkudas.gen.tr/animasyonlar(vurun beni öleyim), 10.08.2005
VURUN BENİ ÖLEYİM


Tarih: 11.08.2005 Saat: 20:52 Gönderen: cemil


Ben bir Türkmen köyünde yalnız açtım gözümü
Öptüm ve kabul ettim bu ak alın yazımı
Zalimlere biledim sazımı ve sözümü
Ey zalim Firavunlar, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!

Beni hiç unutmayın, hakk yolun kaçakları
Varlık savaşlarımda sırtımın bıçakları
Ben göklerin oğluyum, alçakların alçakları
Gökler bulutlanan da vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!



Unutmadım, toprağa dökülen yiğitleri
Ve onsekiz yaşında gül dalı şehidleri
Ey gavur vicdanlılar, gavur patron itleri
Bir ölüm de bana şart, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!

Bir milletin ahlâkı talan edildi, sevinin
Onurlu günlerimiz yalan oldu, sevinin
Yolundan dönen oldu, yılan oldu sevinin
Ben dönersem namerdim, vurun beni öleyim
Andolsun ki, ölmezsem, başınıza belâyım!


VARSIN

Varsın “Sosyalistler”,
Millî duyguya,
“Şovenizm” desin;
Varsın “İslamcılar”,
Millî duyguya,
“Irkçılık” desin.

Varsın “Kemalistler”,
“Cumhur”umuza,
“Cahil” desin.
Varsın “Liberaller”,
“Her şeye eyvallah” desin.

Varsın “Ecnebîler”,
Milletimize,
“Hasta” desin.
Varsın “hançerlenenler/fonlananlar”,
“Bıyık altından
Kıs kıs gülsün.”

Varsın “Profesyoneller”,
“Bizlere”,
“Yalnız, fakir, garip” desin.
Varsın “Kibirliler”,
“Bizlere” “kibir” göstersin.

“SEN
VARSIN”
YA!!!


31.10.2007
İsmet GÜLTEKİN
metgultekin@hotmail.com


İNGİLİZ

Baku’ye gelmişiz selam vermeye
Ey Han Sarayı’nı tutan İngiliz?
Giderken Kabe’ye hacı kervanı,
Hacılar yoluna çıhan İngiliz!

Damağında Çanakkale ağısı,
Sen misen Türk ellerinin yağısı?
İslam dünyasına ölüm çalgısı
Ölüm laylasıyla yahan İngiliz!

Serup Hindistan’ın cansız golunu,
Geldin bağlamağa Turan yolunu,
Aldadıp her yerde tanrı kulunu,
İnsanları ucuz satan İngiliz!

Bah, yene garşında göysümü açdım,
Baku dağlarına al bayrak sançdım,
Sen meydan ohudun, geldim, ulaşdım,
Mert deyil meydandan gaçan , İngiliz!

Sen bağla her yolu, süngüm tez açar,
Üç ayda gelenler, üç günde gaçar,
Zannetme gurşunum havayı uçar,
Türk’dür bu gurşunu atan İngiliz!

O hain gözünü tikdiydin eller
Menim nişanlımdır, türküler söyler,
Göz tikme tahtıma, bah, elim titrer,
Düşecek tahtına talan, İngiliz!

Ahmed CEVAD
BİYOGRAFİ:


İSMET GÜLTEKİN KİMDİR?
Ben, 15 Eylül 1965’de, Samsun’umuzun Terme ilçesine doğdum. İlkokulu, Barboros İlkokulu’nda, ortaokulu ve lise’yi, Terme Ortaokulu ve Terme Lisesi’nde okudum. 1987’nin Şubat’ında, İstanbul Teknik Üniversitesi(İ.T.Ü.) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nden “Meteoroloji Mühendisi” olarak mezun oldum. İstanbul Üniversitesi(İ.Ü.) Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nün Klimatoloji-Meteoroloji dalında yüksek lisansımı(master) tamamladım. Mesleki alanda fiilen çalışmak nasip olmadı...1988'de, 199.Kısa Dönem Topçu Çavuş olarak vatani hizmetimi ifa ettim. Altı erkek, bir kız olan ailenin ahir beşiyiğim. "Efendioğulları” olarak biliniriz...Babam, anne ve babasız olarak büyümüş...
Terme Kocaman Ortaokulu’nda, Hüseyinmescit Ortaokulu’nda, Akçay Ortaokulu’nda ve İstanbul Silivri Büyükçavuşlu Ortaokulu’nda ücretli öğretmen olarak derslere girdim. 1990-1993 yılları arasında, Türk Edebiyatı Vakfı’nda, Türk Edebiyatı Dergisi’nin dizgi servisinde çalıştım. Ahmet KABAKLI HOCA’nın, Türkiye gazetesindeki ilk sekreteriyim..
1994’de, Isparta’da, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda araştırma görevlisi iken istifa ettim..1995’de, Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği’nin Kurucu Başkanı olarak hizmet verdim. İlk kitabımı, 1999’un Eylül’ünde, “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” ismi ile Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği adına yayınladım.
Yeni Şafak, Yeni Düşünce, Zaman(Kandil ilaveleri),Türkiye(Kültür-Sanat), Yeni Haber(Fatsa yerel), Altınova(Bafra yerel), Gündüz gazeteleri ile Akçakale’nin Sesi(Şanlıurfa yerel) ve haftalık Muhalif gazetesinde ve Yeni FORUM, Bizim DERGAH, Bizim GERGEF, Feyz, Türk Edebiyatı ve Orkun dergilerinde, araştırma, makale, biyografi-yad, kitap kritikleri türünde yazılarım yayınlandı. Terme’de kendi imkanları ve Termeli okurların katkıları ile 50 sayıyı aşan ve beş yılı bulan sürede “Birlik Olmadan ,Dirlik Olmaz” şiarı ile “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli mahallî gazete ile yine “Sahipsiz olan memleketin batması haktır” şiarı ile de “Terme REFLEKS” mahallî gazetelerini bizzat çıkardı.Hâlen Terme’de haftalık periyotlarla yayınlanan “Terme Bilgi Gazetesi”nde haftalık yazmaya devam etmektedir.
Bu yazılarımdan oluşan “Mankurt Olmak İstemiyoruz!” ve “İsyânlı Sükût” isimli iki kitabım, 3 yıldan beri TİMAŞ tarafından basılmayı bekliyor.
“Samsunlu Şehid Ülkücüler” ve “Unutulan Termeli Güreşçilerimiz”, 2003 Ağustos’unda yayınladığımız kitaplarım...
Evli ve üç erkek çocuk babasıyım. Yine hâlen öğretmenlik yapmaktayım...

TERME'NİN ANONİM HALK EDEBİYATI'NDAN SEÇMELER

YENİ SÖZBAŞI


Rabb’ül-Âlemine sonsuz hamdüsenalar olsun ki, 2005’de “yayına hazırladığım” Termemizin Edebiyat Öğretmenlerinden Selim EROĞLU’nun “Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı’ndan Seçmeler” isimli “Üniversite Bitirme Tezi”ni, “internet okyanusu”na da aktarabildim. Çoğu bölümleri, neredeyse “tek başıma” çıkardığım “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli, “Birlik Olmadan, Dirlik olmaz” şiarı ile çıkan ve maalesef iktisadî sebeplerden dolayı yayın hayatını sonlandıran yerel-mahallî gazetemizde tefrika edilmişti.
“Terme’nin Çocuğu” olarak, daha küçük yaşlardan itibaren “kültür-sanat” çalışmalarına da meyleden ve “bir yerel gazetede çıkartabilsem” ahdinde olan şahsım; ayrıca “Terme Üzerine”, “Terme ile alâkalı” bütün verileri, bütün bilgileri, efkâr-ı umumiyeye de sansürsüz aktarmaya niyet ve uygulamaya da çalışmışımdır. Ancak yayın hayatımız süresince, “Türkiye Gerçeği”nin yansımaları olarak,hoş olmayan durumlarla karşılaşmamız ve neticede bazı “güzel çalışmaları”, “çalışma sahipleri”nin “geri” almaları sebebiyle “Terme kamuoyuna” da aktaramadım.
Arkadaşımız Selim EROĞLU’nun bu çalışmasına benim yaptığım katkı, yukarıda ifade etmeye çalıştığım temel mentalitem doğrultusunda olmuştur. 2005’de, bin adet bastırıp yayınladığım bu çalışmama, EROĞLU’nun da maddî katkısı olmamıştır zaten…
Bir an evvel “Terme” konulu araştırma yazılarımın “internet /sanal ortamda” da yer alsın düşüncesi ile yine acele ettim tabiî..Gerçekten de sonraları “Terme Birlik MEFKÛRE” gazetesinde daha nice yazılar , resimler yayınlandı. İnşallah onları da ileriki tarihlerde tiz zamanda ekleyerek, yeniden yayınlayacağım…
“Takdim” yazısında, Termemizin çok değerli edebiyat öğretmenlerinden arkadaşım Ahmet SEZGİN’in de vurguladığı üzre, “Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı’ndan Seçmeler” isimli bu çalışma, “Bu Güzel ve Orijinal Eser, Özelde Terme, Genelde Türk Folkloruna Büyük Katkı Sağlayacaktır…”Her ne kadar “Terme Özel”i pek görülmek istenmese de, bire-bir, yüz-yüze görüşmelerden derlenmiş “orijinal” bilgiler de mevcuttur…
Bu çalışmayı da “internet okyanusu”na salaraktan; netice de “dünya gezegeni”ndeki bütün Termelilerin de hayır duâlarını alabilmek, temel gayelerimdendir…
Bizlerden sonra gelen nesillerin de memleketlerini, hattâ vatanlarını “tanıyarak, bilerek sevebilmeleri” yolunda katkılar yapabilmeleri de dileğimdir..
Havza, 24.Nisan.2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/metgultekin@hotmail.com







































SÖZBAŞI

TERMEMİZİ TANIYABİLMEK
ve
TANITIMINI YAPABİLMEK


“Yaşadığımız coğrafyayı” bilerek, tanıyarak, şuurlu bir şekilde sevebilmek, en ideal olan durum olsa gerek. Maalesef, Türkiyemizde muteber olan “Eğitim Sistemi”miz, çocuklarımıza, insanlarımıza, öncelikli olarak, ayaklarını bastıkları, suyunu içtikleri, ekmeğini yedikleri ve nefes alıp-verdikleri topraklarını, memleketlerini tanıttırabilmekten ve yakından uzağa bütün vatan coğrafyasını aşk derecesinde sevdirebilmekten çok uzak. Daha “memleketimizi” tanıyamadan, bilmem hangi ülkenin hangi nehirlerini, bilmem hangi dağlarının isimlerini öğreniyoruz. Gazetemizin geçen sayılarında da zaman zaman vurguladığımız üzere, bizler, meselâ bir Amerikalı’dan daha iyi derecede memleketimizi ve bütün vatan coğrafyamızı, iğneden ipliğe, herşeyi ile, yakından uzağa tanıyarak, bilerek sevebilmek gayretindeyiz. 15 Kasım 2003’de “üç yaşına” giren gazetemiz, öncelikli olarak, elindeki imkânlar doğrultusunda, hep bu gayrette olmuştur, diyebiliriz. Nitekim, gazetemizin bütün sayıları incelendiğinde bu durum aşikâr görülecektir. Ayrıca, bu Ağustos’da neşrettiğimiz “Unutulan Termeli Güreşçilerimiz” ve “Samsunlu Şehid Ülkücüler” isimli iki kitapçığımız da bunun ispatı olsa gerek. Yeri gelmişken, inşaallah önümüzdeki 2004’ün Ağustos’unda da, “Terme’de Ermeni-Rum Zulmü”, “Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı’ndan Seçmeler” isimli iki kitapçığımızı da neşredeceğiz.(Not: Bu yazı, asıl sözbaşının yerine yayınlamıştır…)
İlçe halkımızın ülke genelinde yaşadığımız “iktisâdî buhranlara “rağmen, mevkutemizi, beher olarak da olsa, para verip, satın alarak bizleri desteklemesi, neticede, ilçemizde “yerel-mahallî basın” adına yeni ve köklü gelişmelere de vesile olmamızı sağlamıştır, diyebiliriz.
“Termemizi Tanıyabilme ve Tanıtabilme” konusunda, son zamanlarda,“Terme BİLGİ Gazetesi”nin çıkardığı, ilçemizdeki “Sivil Toplum Kuruluşları”nı derli-toplu şekilde biraraya getirdiği ve halkımıza bedava dağıttığı “Terme Sivil Toplum Dergisi” ilavesi ile geçen yazımızda belirttiğimiz, “Evci Belediyesi”nin maddî katkıları ile yayınlanan “Evci Kataloğu” gibi çalışmalar ile ilçe Kaymakamlığımızın “Cumhuriyetimizin 80. Kuruluş Yıldönümü Anısına” daha geniş çaplı ve bol imkânlı bir şekilde muhtemelen 2004’ün yazında yayınlamayı tasarladığı “Terme Kitabı” nı da, bu yönde değerlendirmek gerekir, diye düşünüyoruz.
“Birlik Olmadan, Dirlik Olmaz” şiarı ile ilçemizde üç yıldan beri fasılalarla da olsa neşredilen gazetemizin çeşitli sayfalarında vurgulamak istediğimiz üzere, local-mahallî bazda, herkesin birbirini âdeta iliğine kadar bildiği, tanıdığı bir memlekette, halkımızın “Termemize” yönelik faaliyetlere gösterdiği alakayı,muhabbeti hazmedemeyen ilçemizde yuvalanmış birtakım “art niyetliler” ve “ahmakları” da Allah(c.c.)’a havale ediyoruz. “Bizim kurgulamadığımız hiçbir faaliyete geçit vermeyiz” diyen “bu çevrelerin şerrinden” de Allah(c.c.)’a sığınıyoruz. “Terme Birlik MEFKÛRE” olarak ne demek istediğimizi anlamak istiyorlarsa, hâlâ “mahkeme kapısı”nda olduğumuzu da hatırlatırız...
İlçemizde yerel-mahallî ölçekte “dergi kültürü”nün oluşmuş olması, bizleri elbetteki sevindirmektedir. Ancak,”Terme Birlik MEFKÛRE”, “can sağ oldukça”,, rahmetli Osmanlı Yüksel SERDENGEÇTİ’nin de dediği üzere “Bir Çıkar, Pîr Çıkar...Para ve imkân buldukça çıkar”, asla neşriyatına (birilerinin hararetle beklediği üzere) “son” vermez...
Gazetemizin hararetli okurlarına şimdiden, şayed içinde bulunduğumuz olumsuz şartlar eninde –gecinde düzeldiğinde, “yayın periyodumuzu” daha da kısaltacağımızı müjdelerim...
Terme, 2005
İsmet GÜLTEKİN
.









TAKDİM


AHMET SEZGİN
(Selim EROĞLU’nun gazetemizde bir kısmı yayınlanan ve tamamının ”Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı’ndan Seçmeler” ismi ile ‘kitapçık’ olarak önümüzdeki günlerde yayınlanacak olan çalışmasının “TAKDİM” yazısıdır.)
Çok zengin ve köklü bir mirasa sahip Türk Halk edebiyatı’nın en verimli, en orijinal, en tabiî mahsulleri, sözlü geleneğe bağlı Anonim Halk edebiyatı içindedir.
Anonim Halk Edebiyatı, Türk Milleti’nin inançlarını, tarihini, dilini, dünya görüşünü, zevklerini, dertlerini kısaca öz kültürümüzü yansıtması bakımından son derece önemlidir. Bir dosya kadar geniş ve zengin olan Anonim Halk Edebiyatımızın tam manasıyla araştırılıp derlenememiş olması, edebiyatımız ve millî kültürümüz açısından büyük bir kayıptır. Bu sahada yapılacak çalışmalar, hem edebiyatımızı ve kültürümüzü hem de dilimizi zenginleştirecektir. Millî kültürümüzün yeni nesillere aktarılmasıyla da bir kültür köprüsü inşa edilmiş olacaktır. Millî değerleri koruyup zenginleştirmeden çağdaş ve evrensel olunamayacağını bilmemiz gerekir.
Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni, değerli meslektaşım ve arkadaşım Selim EROĞLU’nun lisans tamamlama tezi olarak hazırladığı”Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı’ndan Seçmeler” isimli çalışması, edebiyatımız ve kültürümüz açısından son derece önemli ve faydalı bir eserdir. Bu güzel ve orijinal eser, özelde Terme, genelde Türk folklorüne büyük katkı sağlayacaktır.
Bu eserde Selim EROĞLU, Halk Şiiri ve Nesriyle ilgili derlediği metinleri aktarırken, değerli ilim adamlarının eserlerinden istifade ederek okuyuculara türlerle ilgili bilgi vermiştir. Metinleri aktarırken yöre halkının ağız özellikleri korunmuştur.
Selim EROĞLU’nun “Terme’nin Anonim Halk edebiyatı”yla ilgili derleme çalışması “ilk “olması açısından da çok önemlidir. Kendisinden sonra bu konuyla ilgili birkaç derleme yapılmıştır. Hacı ASLAN’nın hazırladığı “Terme Monografisi” de önemli bir çalışma olmakla birlikte Selim EROĞLU’nun eserinden epey faydalanılmıştır. Terme’yle ilgili değerli yazar Rahmi ÖZEN Bey’in “Depreli Hasan” romanıyla “Amazonika”isimli eserleri de bizleri çok memnun eden takdire şayan eserlerdir. Terme’yle ilgili çalışmaların artması en büyük dileğimizdir.
Selim EROĞLU’nun “Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı”yla ilgili çalışmalarının bir kısmının gazetemiz “Mefkûre”de ilgiyle ve zevkle okunduğunu biliyoruz. Bu değerli çalışmanın değerli araştırmacı-yazar ve eğitimci İsmet GÜLTEKİN’in olağanüstü gayret ve fedakârlığıyla kitaplaştırılması ve geniş bir okuyucuyla buluşturulması takdire şâyan bir hizmettir.
Bu vesileyle bu eserin derleyicisi Selim EROĞLU’nu candan tebrik ediyor, çalışmalarının devam etmesini diliyorum. Bu eserin edebiyat âlemine hayırlı olmasını yüce Allah’tan niyaz ediyorum(10.08.2004)

























ÖNSÖZ:
“Anonim Halk Edebiyatı”, halkımızın yaşayışını, fikrî ufkunu, hayat felsefesini, bediî hazlarını…en güzel ve en canlı bir şekilde bizlere vermesi bakımından büyük önemi hâizdir.
Böyle olmasına rağmen son zamanlarda televizyon, radyo, video…gibi kitle haberleşme vasıtalarının ortaya çıkması ve kaynak kişi vasfına sahip olanların bir bir aramızdan ayrılmış olmaları, sözlü geleneğe dayanan “Anonim Halk Edebiyatı” mahsullerinin bir an evvel, orijinal olarak derlenmesini ve ilim âlemine sunulmasını zarurî kılmıştır.
Biz de bu düşünceden hareketle yörem olan Terme’nin “Anonim Halk edebiyatı” mahsullerini derlemeyi ve ilim âlemine tanıtmayı vicdanî bir borç bilerek bitirme tezi içerisinde ele almayı uygun bulduk. Elinizdeki nâkıs eser böyle bir düşünceden ortaya çıkmıştır.
Derleme sahasında bundan evvel yöremizle ilgili hiçbir çalışma yapılmamış olması sebebiyle araştırmamız tam istenilen seviyeye gelememiştir. Şüphesiz bundan sonra çalışma yapacak olanlar daha orijinal eserler meydana getireceklerdir.
Çalışmamızda, her konu başlı başına ele alınmış ve daha faydalı olur düşüncesiyle yalnız derlenen metinleri vermek yerine, o konu ile ilgili kısa da olsa bazı ön bilgiler verilmiştir ve tasnife tâbi tutulmuştur. Yararlanılan eserler dip notta ve bibliyografya kısmında gösterilmiştir….
Bu vesile ile hem ilçemi tanıtabildim, hem de ilim âlemine bir nebzecik olsun faydalı olabildimse kendimi bahtiyar hissedeceğim.
Bizi böyle bir araştırmaya sevk eden, her türlü yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen sayın hocam Ali Berat ALPTEKİN’e çok müteşekkir olduğumu burada belirtmek isterim.
Selim EROĞLU
ELAZIĞ-1987








TERME'NİN ANONİM HALK EDEBİYATINDAN SEÇMELER

BİRİNCİ BÖLÜM:

HALK ŞİİRİ




TERME’NİN ANONİM HALK EDEBİYATI’NDAN SEÇMELER
TÜRKÜLER

Anonim şiir geleneğimizde daha çok bir ezgi ile söylenen türkülerin büyük bir yeri vardır. Her nazım şekli türkülere ifade vasıtası olduğu için belli bir nazım şekli yoktur. Türkülerin kaynağı çok eskilere dayanır. Birçok türkü belli bir çevreye bağlı olayların izlerini taşır. Ferdin ve cemiyetin duygularını ifade eden türküler, bir taraftan şahsî tutkuların bir taraftan da cemiyetin temayüllerini sergiler.
“Bir gelinin kına gecesinde yaşanan duygular, askere giden bir sevgilinin arkasından duyulan iç sızıntılar, hapishâne duvarlarının arkasında kaybedilen günlerin getirdiği acılar veya yaşanan millî felaketlerin olduğu gibi millî heyecanların nameye dökülerek, şiirle sergilenişinde, toplumun bünyesinden, sosyal yapısından ve tarihî kaderinden unutulmaz tablolar, dramatik olduğu kadar trajik olaylar, melodinin ve âhenkli sözün kanatlarında türkü şeklinde yükselirler.(1)
Türkü kelimesinin nereden geldiği hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür:” Türkü kavram olarak, Türk kelimesinden gelir. Türk kelimesinin sonuna nispet eki “ı” ulanarak “türki” olan kelime, daha sonra ses uyumu kuralına uyarak, “türkü” şeklinde dönüşmüştür. “(2) “Varsağı, türkmanî gibi türkü de eski yıllardan , yani millî kültürden doğmakla beraber yabancı kültürlerle karşılaşılan yörelerde, toplumun kendi duygularını söz ve sazla ifade ettiği şiirin adıdır.”(3) Edmond Soussy’e göre de “Farklı isimleri olan ve çok çeşitli mahsullere verilen bir addır.”(4)
Bu tariflerden de anlaşıldığına göre türkünün bünyesinde şiir ve musikî birlikte yaşar. Bu nedenle türkünün bünyesinde, müzikle şiiri birbirinden ayırt etmek mümkün değildir. Bir türkü ilk önce bir şiir halinde aşırı hislerin tahrikiyle sergilenir, üzüntülü, acıklı, beklenilmeyen bir olay, bir davranış veya zaman akımı içinde yoğunlaşan bir duygu, bir şiirin türkü şeklinde terennü
Müne sebep olabilir. Bazen de tatmin edilmemiş duygular, baskılar, bir şiire dönüşür; bu şiir de müsait bir musikî ile türkü halini alır. Kimi türküler bilinen bazı tarihî hakikatlere dayanmaktadır. Bu tarihî gerçekleri bilmeden türküyü anlayabilmek mümkün olamamaktadır. Bu çalışmamda derlediğim bazı türküleri daha iyi anlayabilmek için hangi olay üzerine söylendiğini belirtmek istiyorum
Bilindiği gibi Kurtuluş Savaşı çeşitli musibetlerle, belâlarla doludur. Bunlardan biri de o yıllarda Terme’de yaşanmıştır. O zamanlar Terme’de Türklerin adetince Rum ve Ermeni bulunuyordu. Hattâ bunlar Beylikler halinde yaşayarak teşkilatlanmışlardı. Savaş yıllarında bu azınlıklar devlete âsi geliyor; yöre halkına da inanılmaz zulüm ve katliâmlar yapıyorlardı. Yapılan bu insanlık dışı zulümler halkı canından bezdirmişti. Bunun üzerine ahâli durumu “Deli “lakâbıyla tanınan İlçe Kaymakamı Rıfat Beğ’e bildirdi.
Yöre Rum ve Ermeni ahalisiyle yakın münasebetleri olan dedem Hacı İdris EROĞLU’nun (doğ.:1319) anlattığına göre Kaymakam anlaşmaya varmak üzere azınlıkların başları olan Kara Haçik, Sarı Yani, Hariğo, Kara Banayıt, Yorigo gibi kişileri Kocaman Köyü’nde( o zaman “köy “idi), köyün muhtarı Terzi İmam’ın evinde topladı. Toplantı esnasında Kaymakam ne kadar bu şahısları iknâ etmeğe çalıştıysa da muvaffak olamadı. Onlar yine bildiklerinden şaşmazlar. Devlete âsi geleceklerini, yine vurgun-soygun yapacaklarını, kendilerinin devletten daha büyük olduklarını her defasında tekrarlamaktan çekinmezler. Havanın gerginleşmesi üzerine evde bulunan Türkleri vurmağa, öldürmeğe teşebbüs ederler. Toplantıya katılanlardan birkaçı yaralanır. O sırada Kaymakam Beğ’in yanında bulunan Piç Ahmet, Kör Temel, İslam, Hacı Çavuş lakaplariyle bilinen Türk Çete Reisleri de dayanamayarak, ister istemez mukâbele etmek durumunda kalırlar. Çatışma sırasında Yorigo hariç, diğerleri ölürler. Yorigo ise kaçarak tekrar menfur emellerine devam eder.
Meydana gelen bu hadise baskınlardan, zulümlerden bıkmış olan yöre halkı tarafından sevinçle karşılanır. Daha sonra bunun üzerine halk arasında çeşitli türküler yakılır. Yakılan bu türküler kendine has bir ezgi ile günümüze kadar söylene gelmiştir….
Buna paralel olarak meydana gelen değişik bir olay da şöyledir: Yaşlıların anlattıklarına göre Ruslar, 1916 yılında denizden gelerek Terme’yi hunharca topa tutarlar. Bu Rus bombardımanı sırasında Terme epey hasar görmüştür. Asıl hasar ise Ruslar’dan destek alıp, fırsatın ganimet bilen Rum ve Ermeni çeteleri tarafından verilmiştir. Bunlar şehri hiçbir vicdan azabı duymadan yakıp yıkıyorlardı. Ruslar ile işbirliği yapan Ermeni ve Rum çeteleri bu sırada birçok vatandaşımızı da alarak Rusya’ya ve daha değişik yerlere kaçırmışlardır. Anlatıldığına göre, bu esnada 19 yaşında olan Satı Hanım da trabzon’a kaçırılmıştır. Burada Şaha Köyü’nde uzun süre esir kalmış ve Ruslar’ın çekilmesiyle güçlükle Terme’ye geri dönebilmiştir.
İşte hunharca işlenen bu baskınlar, bombardımanlar, yangınlar ve caniyane zulümler halkın zihninde derûnî yaralar açmıştır. Bunun üzerine birçok ağıtlar, türküler yakılmıştır. Bunlardan derleyebildiğim bir tanesini aşağıya alıyorum.
O RUS’UN GEMİLERİ
O Rus’un gemileri
Hem ileri hem geri
Rus gözün kör olsun
Ağlattın gelinleri

Edirne’nin hamamı
Yandan çıkar dumanı
Bir tek yavrum var idi
Oldu düşman kurbanı

Gemi geldi bağırıyor
Kaymakamı çağırıyor
Kaymakam’ın karısı
Hüngür hüngür ağlıyor.
Derlediğim diğer türküler de şunlardır:


HEY TERMELİ
Hey Termeli Termeli
Nedir senin bu hallerin
Deniz dalgası gibi
Yelpaze vurur şalvarın

Usul usul bas da gel
Tahtalar oynamasın
Pencereden kaç da gel
Zalim anan duymasın

Gidiyorum ben de ben de
Bir arzum kaldı sende
Ayva gibi sarardım
Din iman yok mu sende?

Usul usul bas da gel
Tahtalar oynamasın
Pencereden kaç ta gel
Zalim anan duymasın(Nakarat)


GEMİCİ

Oy gemici gemici de
Nerden aldın pirinci?
Mahsullerin içinde de
En güzeli Kocaman pirinci

Vurun vurun vuralım da
Döşemeleri kıralım
Kocaman’da usta çok da
Yeniden yaptıralım

Kocaman köyü beri bakar da
İçinden çaylar akar
Bu köyün çocukları da
Kibritsiz lamba yakar

Vurun vurun vuralım da
Döşemeleri kıralım
Kocaman da usta çok da
Yeniden yaptıralım(Nakarat)



VAR GİT OĞLAN
Yol üstünde kurdum kara kazanı
Ben isterim okuyanı yazanı
Ben istemem meyhanede gezeni
Var git oğlan ben olmam senin
Annemden babamdan intizar almam.

Evlerinin önü tahta daraba
Anne beni niye verdin Arab’a
Arab beni satar şaraba
Var git oğlan ben olamam senin
Annemden babamdan intizar almam.

Aşağıda vereceğimiz türkü düğünlerde, kına gecesinde gelinin eline kına yakılırken, kendine mahsus bir ezgi ile söylenir. Bu ezgi çok acıklıdır. Asıl gaye gelin adayını ağlatmaktır. Çoğu kerede ağladığı bir gerçektir.
Gelin hoş geldin evimize
Altun doldu küpümüze
Bohça çıktı hepimize
Gelin hoş geldin
Oğlumuza eş geldin
Dolaptakini yeme
Gündüz ki olan işi
Gece oğlumuza deme.
Dip Notlar:
(1): ÖZTÜRK, Ali, Türk Anonim Edebiyatı, İstanbul, 1985. s.370
(2): NUR, Dr. Rıza, “Türk Şiiri Hakkında Mütalaalar”, Tanrı Dağı, s.11
(3): TECER, A. Kutsi, “Karacaoğlan’a Bir Bakış”, İstanbul Edeb. Derg., s.10
(4): ÖZTÜRK, Ali, Türk Anonim edebiyatı, İstanbul, 1985, s.366


RAMAZAN MANİLERİ

Mani, anonim halk şiirinin en yaygın türüdür. Yedi heceli ve genellikle dört mısralı bir kıtadan meydana gelir. Maninin en belirgin özelliği tek dörtlükten oluşması ve kafiye düzenin öbür türlere uymamasıdır. Anlam bakımından mani bir bütündür. Onun manilerin diğer bir özelliği de kendi kendine yetmesidir.
Dört mısralı manilerde birinci, ikinci ve dördüncü mısralar birbiri ile kafiyeli, üçüncü mısra ise bağımsızdır. Kafiyelenişi, aaxa şeklindedir. Üçüncü mısraın kafiye bakımından bağımsız olması mani söyleyene kolaylık sağlar. Tam olmamakla beraber ilk iki mısra giriş mahiyetindedir. Dörtlüğün manası üçüncü ve dördüncü mısralardadır. Her mani kıtası kafiye örgüsüne göre bağımsızdır. Maniler bir tek dörtlükten meydana gelirler. Kafiye şeması aaxa düzenine uymayan maniler de vardır. Dört mısralı manilerin yanı sıra pek nadir olarak iki, üç, beş, altı...mısradan meydana gelen maniler de vardır.
“Manilerin konusu başlıca aşk olmakla beraber, bunun dışında türlü konularda da söylenebilir. Halk arasında mani söylemek için “mani yakmak”, “mani düzmek”, “mani atmak” gibi deyimler kullanılır. Mani söyleyenlere de “manici, mani yakıcı, mani düzücü” denir. Maniler kendilerine özgü bir ezgi ile bestelenerek okunur. Türk halkı arasında mani söylemek bir gelenek haline gelmiştir.”(1)
Aşıkların söylediği ve davulcu manilerini ayrı tutacak olursak, manilerin asıl söyleyicileri kadınlardır. Türk milleti ve düşüncesinin en duygulu anlatımı olan bu anonim dörtlükler, çoğunlukla kadınlar tarafından söylenmekle beraber, halkın ortak malı olmuşlardır.
Maniler çeşitli şekillerde sınıflandırılmakla birlikte ben burada Terme yöresinden derlediğim manileri başlıca “Ramazan Manileri” ve “Diğer Maniler” olmak üzere başlıca iki kısımda vermeyi uygun buldum.
RAMAZAN MANİLERİ
Alem bu gece nur oldu
Kalbimize sürur oldu
Ey benim ağam efendim
Kalkın vakt-i sahur oldu.

Aleme rahmet geldi
Büyük bir nimet geldi
Ramazanla birlikte
Müjde cennet geldi.

Aha geldim kapınıza
Selam verdim hepinize
Selamımı almazsanız
Daha da gelmem kapınıza.

Bak geldi etli dolma
Çok yiyip göbek salma
Üstüne bir kahve iç
Sohbetten geri kalma.

Bayramınız kutlu olsun
Yürekler sevinçle dolsun
Bir sene sonra yine
Allah bizi kavuştursun.

Ben gezerim elim büküm
Davulum sırtımda yüküm
İki gözüm beyefendim
Size selamün aleyküm.

Bahar geldi yaz geldi
Sahur vakti az geldi
Gündüz bize sepetle
Kırmızı kiraz geldi.

Besmele ile çıktım yola
Selam verdim sağa sola
A benim canım efendim
Vakt-i şerifiniz hayrola.

Bu aya sultan ayı derler
Kaymak ile baldan yerler
Eskiden adet kılınmış
Bekçiye bahşiş verirler.

Bu aya hürmet gerekir
Hürmet ve itaat gerekir
Bu mübarek Ramazanda
Mevla’ya taat gerekir.

Cami yanından geçerken
Fenerimi taşladılar
Ben kapıya gelirken
Uyumaya başladılar

Davula vurdum zırladı
Çomağı elimden fırladı
Çok söyledim ama
Bu yokuş beni zorladı.

Davulcu kar ediyor
Kim demiş ar ediyor
Davulu dom dom vurup
Her gece zar ediyor.

Davulumu salmaya geldim
Bahşişimi almaya geldim
Bahşiş değil maksadım
Arkadaşımı almaya geldim.

Davulumu el aldı
Aldı da uzağa saldı
Biraz daha sabreyle
İftara az kaldı.

Davulumun içi pekmez
Vururum vururum ötmez
Babam bana bir kel kız aldı
Kovarım kovarım gitmez.

Davulumun ipi gevşek
İçi dolu yorgan döşek
Arkadaşımı sorarsan
İki kulaklı eşek.

Davulumun ipi tekir
Benim adım deli Bekir
Baklavayı geri getir
Yemesem de geri götür.

Davulu şişirdim
Derede düşürdüm
Habu köyün kızlarına
Bir kazan yal büşürdüm.

Davulum var dövülecek
Hakk yolunda ezilecek
Çabuk kalkın efendiler
Daha çok yer var gezilecek.

Davulun üstü pekmez
Çalarım çalarım ötmez
Babam bana bir kız aldı
O da benimle yatmaz.

Dedi benim karnım çok aç
Yemeğiniz olur ilaç
Sofra hazır iken gelsin
Soğuk sütlaç yanık gülaç.

Dömbelekçi geldi duymadınız mı?
Eti kemikten soymadınız mı?
Her akşam geldiğimi bilirsin
Bahşişi yanına koymadınız mı?

Duvardan kedi atladı
Bekçinin ödü patladı
Merak etme bekçi baba
Bey kesesini yokladı.

Eski cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma
Arkadaşım börek ister.

Gecelerin ayazına
Fasulyenin beyazına
İki gözüm beyefendi
Buyur bayram namazına.
Geldi mübarek günler
Sevindi insanlar
Kalkıp ibadet eder
Sahur vakti müminler.
Hakk'ın bize armağanı
Severiz can ile onu
Gördük büyük zevk ile
Hamd edelim Ramazan'a.
Ham bakanı haşlamalı
Doldurmaya başlamalı
Ramazan geldi geliyor
Ağırlamaya başlamalı.
Havada attım fişeği
Döndü dolaştı köşeyi
Arkadaşımı sorarsanız
Sütçünün kara eşeği.
Hem orucu tutuyoruz
Hem teravih kılıyoruz
Melun şeytanın şerrinden
Allah'a sığınıyoruz.
Herkes sabırla bekler
Zayi olmaz emekler
İftara geliyoruz
Hazırlansın yemekler.

İftara geldi sini
Sakın unutma beni
Kırk gündür karnım aç
Yerim doymam hepsini.

İftarda sofralar dolu
Gel oruç tut Hakk'ın kulu
Gösteriyor doğru yolu
Geldi mübarek Ramazan.

İzmir'den geldi sandık
İçi dolu fındık
Tez uyan sabah oldu
Ne yatan koca zındık.

İskeleden inmiyorlar
Terlikleri giymiyorlar
İki gözüm beyefendi
Bahşişimi vermiyorlar.

İstanbul'dan aldım hediye
Yükledim kara kediye
İki gözüm beyefendi
Saat geldi yediye.

İstanbul'dan gelir tatar
Kamasını göğe atar
İki gözüm beyefendi
Mahmut bize binlik atar.

İyi bak sağa sola
Kalbiniz sevinçle dola
Ey müminler, müslümanlar
Bayramınız kutlu ola.

Karşıma efer geldi
Aklıma neler geldi
Börek bekledim amma
Sofraya döner geldi.

Baharın sonu yaz görünür
Bahşiş neden az görünür
Meşhur söz komşu tavuğu
Komşusuna kaz görünür.

Ne kaşığı ne kabı
Sırtındadır esvabı
Allah kuluna versin
Her gün oruç sevabı.

Ne uyursun ne uyursun
Bu uykudan ne bulursun?
Al abdesti kıl namazı
Cennet özlemi bulursun.

Ocak başında minder
Altını üstüne dönder
Hiçbirinde yok ise
İki yumurta gönder.

Ramazan beyi uyandırın
Kadife yastığa dayandırın
Kadife yastık kırmızı
Doğdu sabah yıldızı.

Ramazan dertlere hakim
Davuldur sırtıma yüküm
İki gözüm ev sahibi
Size selamün aleyküm.

Ramazan geldi dayandı
Camiler nura boyandı
Mümin olan uyandı
Münafıklar aldandı.

Ramazan geldi
Hoş geldi
Baklava tepsisi
Boş geldi.

Ramazanım merhaba
Bizlere verdin sefa
Rabbimize hamd olsun
Her nefeste bin defa.

Sabah oldu ışıldıyor
Bülbüller ötüşüyor
Ötme bülbülüm ötme
Yüreğim tutuşuyor.

Sahurda çıktım yola
Davula vura vura
Sakın bana darılmayın
Sahurunuz hayrola.

Soğukpınar'ın kirazı güzel
Davulcu okuyor gazel
Bizi kaldırmak için
Kapı kapı vurup gezer.

Sözüm değil benim yalan
Doğru söylüyorum inan
Dargınlığı bırakalım
Barışalım biz anadan.

Şekerim var ezilecek
İnce tülbentten geçilecek
Bekletmeyin verin bahşişimi
Çok yerim var gezilecek.

Temel'in mantısı güzel
Dömbeleği çalıyor güzel
Birkaç kuruş bahşiş için
Kapı kapı vurup gezer.

Uyanın ağalar uyanın
Kadife yastığa dayanın
Kadife yastık kırmızı
Doğdu sabah yıldızı.

Üzüm ağacında
Üzüme bak üzüme
On kuruşun yüzünden
Uyku girmez gözüme.

Yağmur yağdı çamur oldu
Buğday unu hamur oldu
İki gözüm beyefendi
Top atıldı iftar oldu.

Yüksek yerde yatarlar
Dest çiçek satarlar
Biraz bekle davulcu
Şimdi bahşiş atarlar

Yengem ışık yakıyor
Kesesine bakıyor
Kesesinde yirmibeş kuruş
Onu bana atıyor.









DİĞER MANİLER

Ahır altında vişne
Çık dalında yün işle
Ver bana ablanı
Eyle beni enişte.

Ak dağlar kara dağlar
Anası gurbette ağlar
Anası gurbette olanın
Yazmayı soluk bağlar.

Al abanı sırtına
Şimdi çıkar sırtına
Sana bir öğüdüm var
Bekarlıktan kurtulma.

Al şalım yeşil şalım
Dağları dolaşalım
Aramızdaki fitneler
Biz nasıl kavuşalım.

Altın tasta yoğurdum
Gemi içinde boğuldum
Ana belin bükülsün
Dert içinde mi doğurdun?

Araba gider ırmağa
Atları yumağa
Taşlı yüzük yaptırdım
O kınalı parmağa.

Arabası dört teker
Düz ovada sap çeker
Yalnız gezen oğlan
Gece gündüz ah çeker.

Armut budaklanır mı?
Dalları saklanır mı?
Annesinin yanında
Kızı kucaklanır mı?

Armut dalda beş budak
Kızını da öptüm şapbadak
Anası da arkamdaymış
Sırtıma vurdu patdabak.

Atı attım ormana
Yanma gürgenim yanma
Isıtmadan sarardım
Sakın sevdalı sanma.

Ata binerim ata
Tabanca ata ata
Çürüdü kemiklerim
Yalnız yata yata.

Ata vurdum yuları
Yayılır yılkıları
Yine başıma çöktü
Sevda uykuları.

Atma beni taş ile
Gözüm dolu yaş ile
Nerelere gideceğim
Bu sevdalı baş ile.

Aya bak yıldıza bak
Aklımı alan kıza bak
Kız Allah'ını seversen
Başını kaldır bize bak.

Fındık serdim harmana
Âşık oldum ben sana
Yazalım ikimiz de
Derdimizi bir fermana.

Fındık toplayan gelin
Fındık dalda kalmasın
Başşakçılar gelip de
Fındıkları almasın.


TERME'NİN ANONİM HALK EDEBİYATI'NDAN SEÇMELER

NİNNİLER

Ninni bütün milletlerin, onsuz yapamadıkları, vazgeçemedikleri bir anonim halk edebiyatı türüdür. Muhtemelen milletlerin var oluşlundan günümüze kadar bazı özelliklerini, temel yapılarını hiç değiştirmeden gelmişlerdir. Genellikle ağlayan çocuğu susturmak , onu hoş tutarak belli bir ahenk içerisinde uyku zamanının geldiği bir esnada, onu uyutmak için anne kucağında, dizinde veya beşikte söylenen ezgi sözleridir. Bu tarifin yanı sıra daha değişik tarifler de yapılmıştır. Kayda değer olanları şunlardır:
"Annelerin süt emen çocuklarını uyutmak için ezgiyle söyledikleri manzum ve mensur sözlerdir."(1) "En az iki üç aylıktan üç dört yaşına kadar annenin çocuğuna onu kucağında, ayağında veya beşikte sallayarak daha çabuk ve kolay uyutmak yahut ağlamasını susturmak için hususî bir beste ile söylediği, o andaki halet-i ruhiyesini yansıtır mahiyette meydana gelen bir çeşit türkülerdir."(2)
Anonim halk edebiyatımızın içerisinde önemli bir yer işgal etmiş olan ve halkımız tarafından büyük bir şevk ve haz ile yavrularının huzur içinde uyumasını temin maksadıyla söylenen ninninin kelime karşılığının Divan-ı Lügat-it Türk'de "balu balu" şeklinde geçtiği görülmektedir.
Ninnilerin konusu bilindiği gibi çocuktur. Bunun yanı sıra konuya çeşitli motiflerin de girdiği görülür. Ninniler genellikle dört mısradan meydana gelirler, mani tarzındadırlar.Bu mısralarda hece sayısı yedi veya sekizdir. Hece vezniyle ve çocuğun dahi anlayabileceği sade bir dille söylenir. Kafiye düzeni ninniden ninniye değişiklik gösterir. İrticalen söylendikleri için çoğu kez bu özelliklere uyulmaz.
Ninniler umumiyetle çocuğun cinsine, söyleyiş sebeplerine ve konumlarına göre tasnif edilirler.Ayrıca bu konulardaki çalışmalarıyla tanıdığımız Prof. Dr. Âmil ÇELEBİOĞLU ve Doç. Dr. Umay GÜNAY, ninnileri kendilerine göre ayrı ayrı tasnife tabi tutmuşlardır. Ben burada derlediğim metinlerin en az olması hesabiyle, herhangi bir tasnife tabi kalmaktan ziyade alfabetik sıraya göre vermeyi daha uygun buldum.
Şimdi alfabetik sıraya göre bu metinleri görelim:

Ağlamasın bebeğim ağlamasın
Dedesinin torunu
Bebeğim girdi bir yaşına
Uyusun da büyüsün
Dönecek şimdi baban
Nenesine görünsün
Yürüyecek şimdi çayırda
Yaramazlıktan kurtulsun.

Ağlama bebek ağlama
Yüreğimi dağlama
Anne gelir şimdi
Yüreğimi dağlama.

Destana yavrum destana
Danalar girmiş bostana
Yürüme zamanın geldi
Yavaş yavaş bassana.

Anne-baba nedir bilir misin?
Ninni de ninni oğlum
O güzel boncuk gözlerin de
Uyusun da benim ninni oğlum.

Eee nesi var çocuğumun nesi?
Benim aslanım uyusun da büyüsün
Uyusun da büyüsün ninni
Yazılarda büyüsün ninni.

Babasının bir tek yavrusu
Benim kıymetli tatlım
Ne güzel uyumuş
Ninnisine bürünmüş.

Elma verdim avutamadım
Şeker verdim uyutamadım
Yavrum ninni kuzum ninni
Uyusun da büyüsün ninni.

Bebeğimin beşiği çamdan
Yuvarlandı düştü damdan
Askan yürekli bey babası
Geliyor şimdi Şam'dan.

Göklerde ay soldu ninni
Yıldızlar kayboldu ninni
Yuvada yorulmuş ninni
Erkenden uyumuş ninni.

Bebeğim süt kokuyor
Melek gibi kokuyor
Eee uyusun da
Benim kuzum ninni.

Benim güzel yavrucuğum
Uyu da sen çocuğum
Çabuk büyü oğulcuğum
Uyursan büyürsün yavrum.

Benim yavrum mama yemez
Ninni gülüm ninni
Elbisesini de giyemez
Ninni yavrum ninni.

Laz kızı un eliyor
Yavrusunu beliyor
Uyusun da büyüsün
Ninni de yavrum ninni.

Mışıl mışıl uyursun
Karanlıkta büyürsün
Beşikten çıkmak için
Yandan yana dönersin.

Ninni yavrum ninni
Seviyor annen seni
Sallar iken birlikte
Diziyor maniler ninni.

Ninni bebeğim ninni
Uyutayım seni
Çayır çimenlerde
Oynatayım seni.

Ninni de bebek ninni
Dilim dilim yerim
Kız sana neler derim
Kömür gözlüm benim ninni.

Ninni dedim uyutamadım
Sefa ile büyütemedim
Çimenlerde yürütemedim
Ninni de bebeğim ninni.

Oğlum oğlum oyunda
Cüz kesesi var boynunda
Oğlum aslan olacak
Türklük vardır soyunda.

Oğlumun adı Kâmil'dir
Bebesi Allah'tan emirdir
Ah ateş diye beklediğim
Hakk'tan dilediğim.

Tikenliktedir yuvası
Ninni yavrum ninni
Mama getir babası
Ninni yavrum ninni.

Uyu kızım uyu
Sabahtan kalkacaksın
Seni seven annenin
Yanağiından öpeceksin.

Uyusun da büyüsün
Çimenlerde yürüsün
Tatlı tatlı uyusun
Ninni bebeğim ninni.

Uyusun da büyüsün dedin
İşte büyüdüm anne
Bana ak sütünden verdin
İşte büyüdüm anne.

Haydi yavrum uyu
Uyu yavrum uyu
Çimenler de büyü
Çayırlarda yürü.

Hu hu bir Allah
Sen uykular ver Allah
Sen uykular verince
Yavrum büyür inşaallah.

Kirpiklerinden dökülmüş
Nurlar damla damla
Göz bebeklerin ise
Birer nurlu dünya.

Ninni desem dağlar uyur
Dağlarda laleler büyür
Benim yavrum şimdi uyur
Ninni de yavrum ninni.

Ninni diyem
Uykun gelsin
Uzak yoldan
Baban gelsin.

Ninni ninnisi gelir
Uyur uykusu gelir
Ninnilerle büyüsün
Yazılarda yürüsün.

Ninni yavrum uyusun
Yazılarda büyüsün
Eğer nazlı uyumassa
Öcülere yem olsun.

Ninni yavrum ninni
Uyusun da büyüsün
Çayırlarda yürüsün
Ninni yavrum ninni.

Ninni gülüm ninni
Uyusun da büyüsün
Çayırlarda yürüsün
Ninni yavrum ninni.

Ninni gülüm ninni
Uyur da büyür
Çayırlarda yürür
Kuzuları götürür.

Ninni yavrum ninni
Uyusun da büyüsün
Bir hoş olsun sevilsin
Ninni yavrum ninni.

Uyusun da büyüsün
Güzellere bürünsün
Benim güzel çocuğum
İyi rüyalar görsün.

Uyutur da büyütürüm
Çimenler de yürütürüm
Sana nazar değmesin diye
Alnına ben sürerim.

Uyusun da büyüsün
Tıngır mıngır yürüsün
Bayram da seyran da
Annesinin elini öpsün.

Uyu yavrum uyu
Annen seni kaldırır
Sabah-öğle olmadan
Annen seni uyandırır.

Yüksek yayla
Karlıdır ninni
Benim yavrum
Ballıdır ninni.

Dip Notlar:
(1): Şükrü ELÇİN, "Halk Edebiyatına Giriş", Ankara, 1981,s.265
(2):Âmil ÇELEBİOĞLU, "Türk Ninnileri Hazinesi", İstanbul 1972, s.66














TERME'NİN ANONİM HALK EDEBİYATINDAN SEÇMELER


BİLMECELER-1-



Anonim halk edebiyatının en yaygın türlerinden biri olan bilmeceler, şekil itibariyle nazım veya nesir halinde olabilen, mecaz, istiare, teşbih, gibi edebî sanatlardan yararlanılarak meydana getirilen ve söylenilmesinde cevap alma gayesi güdülen bir türdür. Bu tarifin dışında bilmece hakkında daha değişik ve etraflı tarifler getirenler de vardır.
"Bilmeceler, tabiat unsurları ile bu unsurlara bağlı hadiseleri; insan, hayvan, bitki gibi canlıları, eşyayı; akıl, zeka veya güzellik nev'inden mücerret kavramlarla dinî konu ve motifleri v.b. kapalı bir şekilde yakın-uzak münasebetlerle ve çağrışımlarla düşünce, muhakeme ve dikkatimizi aksettirerek bulmayı hedef tutan kalıplaşmış sözlerdir."(1)
Bilmece sadece Anadolu sahasında kullanılmamaktadır. Diğer Türk boyları arasında da yaşamakta ve kullanılmaktadır.
Bilmeceler, kuruluş itibariyle, basit gibi görünmesine rağmen, insan zekası ile ve onun yaşadığı cemiyetle sıkı bir münasebeti vardır.
"İlk bakışta bir vakit geçirme, bir arayış, birkaç kişinin sohbetine canlılık getiren, neşe katan bir vasıta olarak görülen bilmece, bu özellikleriyle dimağı faaliyetlere yer vermesi itibariyle, ruhen insana canlılık getirdiği gibi zekanın işlemesini de teşvik eden bir etkinliğe sahiptir."(2)
Konunun uzmanlar tarafından bilmeceler hakkında, çeşitli tasnif denemeleri yapılmıştır. Ben bu çalışmamda kendime daha uygun bulduğum Şükrü ELÇİN hoca'nın tasnifine bağlı kaldım. (3)
1- Tabiat ve tabiat hadiseleri ile ilgili bilmeceler.
2- Bitkiler ve onların mahsulleriyle ilgili bilmeceler.
3- Hayvanlar ve onların mahsulleri ile ilgili bilmeceler.
4- İnsan ve onun uzuvları ile ilgili bilmeceler.
5- Eşya ile ilgili bilmeceler.
6- Manevî-dinî unsurlarla ve diğer kavramlarla ilgili bilmeceler.






TABİAT ve TABİAT HADİSELERİ İLE İLGİLİ BİLMECELER

Gece gökte bir kedi
Hadi bunu bil dedi.(ay)

Daldan dala, cımbırt göle.(damla)

Benim aksakallı dedem var,
Gece-gündüz yufka açar.(deniz)

Gökten gelir hızıyla,
Yetmiş bin yıldızıyla
Ne toptur, ne tüfek
Bunu bilmeyen ördek.(dolu)

Dam üstünde takur takur
Ben de sandım kızlar halı dokur.(dolu)

Bin bin minare dibi kare,
Binbir çiçek bir de böcek.(gökyüzü, yıldız, ay)

Benim bir torbam var,
Akşamdan taşlanır,
Sabahtan toplanır.(gökyüzü)

Bir küçük miltaşı
Dolanır dağı taşı.(ışık)

Direksiz tavan, imansız can.(gökyüzü, şeytan)

Gökte açık bir pencere,
Kalaylı bir tencere.(güneş)

Ateşe girer yanmaz,
Suya düşer ıslanmaz.(güneş)

Çın demeden çalıya düşer.(güneş)

Uzun uzun ormancık
Ucunda tatlı boncuk.(ırmak, deniz)

Çum çum çukurda mısın?
Ak yumurta mısın?
Kızlar gitti çiğdeme
Sen daha burada mısın?(kar)

Sizin evin arası
Bizim evin arası
Beş kilim parası.(kar)

Hırıl hırıl ses verir
Dağa taşa süs verir
Ne yerde durur, ne gökte.(rüzgar)

Ben dururum o gider.(ses)

Yağmurlu havada göz kırpar.(şimşek)

Yattım aşağıya
Koydum onu koynuma.(uyku)

İl idi mil idi
Küçük kapı kırıldı
Akşam gelen kim idi?(uyku)

Dam başına peri saçtım
Işığından geri kaçtım.(yıldız)







BİTKİLER ve ONLARIN MAHSULLERİ İLE İLGİLİ BİLMECELER

Altı bacak, üstü saçak.(ağaç)

Bir sofrada sarı kabak

Ortasında altın yanak.(ayçiçeği)

Sarıdır sarkar
Düşeceğim diye korkar.(ayva)

Çıt çıtan ağacı
Pıt pıtan ağacı
Kır kızı leylek
Çıt pıtan ağacı.(biber)

Dal arasında boynu bükük.(biber)

Ey bulutlar bulutlar
Koyunu yedi kurtlar
Bir acaip kuş gördüm
Tepesinden yumurtlar.(buğday)

Dalda yeşil kılıflı sandık.(ceviz)

Dal ucunda dikili sandık.(ceviz)

Ey yusuflar yusuflar
Yusuf'u yedi kurtlar
Öyle bir şey ki
Üstümden yumurtlar.(çeltik)

Alçacık dallı,
Yemesi ballı.(çilek)

Fırında pişer
Mideye düşer.(ekmek)

Yer altında kırmızı minare.(havuç)

Yemesi tatlı, maymun suratlı.(Hindistan cevizi)

Fıraktudan atladım
Karşıda yumurtladım.(kabak)

Allah yapar yapısını
Bıçak açar kapısını.(karpuz)

Dip Notlar:
(1): Şükrü ELÇİN, "Türk Bilmeceleri", Ankara, 1983, s.8
(2): Ali ÖZTÜRK, "Türk Anonim Edebiyatı", İstanbul, 1985, s. 304
(3): Şükrü ELÇİN, a.g.e., s.8


















TERME'NİN ANONİM HALK EDEBİYATINDAN SEÇMELER

BİLMECELER-2-

HAYVANLAR ve ONLARIN MAHSULLERİ İLE İLGİLİ BİLMECELER

Ufacık kuşlar,bahçeyi taşlar
Kendi yemez ele bağışlar.(arı)

Suda cıp cıp.(balık)

Dal verir budak vermez
Ondaki ne ağızdır.(geyik)

Masalı metten
Sakalı etten.(horoz)

Dört kardeş bir kuyu kazarlar.(inek memesi)

Karşıdan baktım kara bir taş
Yanına vardım dört bacak bir baş.(kaplumbağa)

Kocamış hantal
Yan gelir yatar.(kedi)

Dağdan gelir ufacık
Bacakları kısacık
Tüyünü görseniz
Güle güle ölesiniz.(kirpi)

Karşıda ebem oturur
Tırnaklarını yere batırır.(köpek)

Elde durmaz yerde durur.(kuş)

Semeri var eşek değil
Boynuzu var öküz değil
Ağaca çıkar kuş değil.(salyangoz)

Daldan dala kırmızı pala.(sincap)

Yeşillikte gök kamış
Allah buna bakmamış.(yılan)

Yol altında yağlı kayış.(yılan)

Yuvarlak mermer taş
İçinde renkli aş.(yumurta)

Dışı beyaz, içi sarı.(yumurta)

Atılmaz kapılmaz
Yıkılırsa duvarı yapılmaz.(yumurta)

Aksaray'ın ortasında sultan oturur.(yumurta)

Pişirsen aş olur
Pişirmezsen kuş olur.(yumurta)

O yanı mermer bu yanı mermer
İçinde kanlı Ömer.(yumurta)








İNSAN ve ONUN UZUVLARI İLE İLGİLİ BİLMECELER

Altı mermer üstü mermer
İçinde bir bülbül öter.(ağız ve diş)

Yeşildir abası
Sarıdır libası
İçinde iliği var
Bir sürü deliği var.(......)

Şu karşıda yaş kütük.(gölge)

Sayısı beş yapışık kardeş.(el)

Ben gittikçe o da gider.(gölge)

Akça mezar, dünyayı gezer.(göz)

Karşıda ay doğdu
Onu görenler oldu
Annesi kundakta iken
Kızının kızı oldu. (göz)

Bir küçücük kül taşı
Dolanır dağı taşı.(göz)

Sıra sıra çeperler
Birbirini öperler.(kirpik)

Bir yamada yarım evlek.(kulak)

Ben giderim o gider
Enseme dum dum eder.(sakal)








EŞYA ile İLGİLİ BİLMECELER

Sarıdır yüzü, güldürür yüzü.(altın)

Sarı sarı saldıran
Kızları kandıran.(altın)

Dalda tak tak.(balta)

Küçük mezar dünyayı gezer.(ayakkabı)

Dağa gider seslenir
Eve gelir yaslanır.(balta)

İnim inim inler
Bin kişi dinler.(davul)

Taştandır, demirdendir
Yediği hamurdandır
Dünyayı doyurur
Kendi doymaz.(değirmen)

Karınca kararınca
Yolda gider ince ince.(destere)

Ben giderim o gider
Benden ileri gider
Para kadar iz eder.(deynek)

Masada kesilir yenmez.(fatura)

Alçak alçak sayfan
Bunu bilmeyen hayvan.(divan)

Köy içinde ağzı kara.(fırın)

Dağdan gelir tıkır mıkır
Ayaklarının altı altın bakır.(el arabası)

Kapısını vurdum güm dedi
İçine girdim bum dedi.(hamam)

Ocak başında burnu akar.(ibrik)

Gittim gittim tepeye
Yular taktım eşeğe.(iğne, iplik)

Gece gider gündüz gider
Bir metre yol gider.(kapı)

Bir küçücük kumpara
Zahire çeker ambara.(kaşık)

Biri dedi vay belim
Biri dedi vay başım
Biri dedi dayan bana
Geliyor kardaşım.(keser, çivi,tahta)

Dağa varır serilir
Eve gelir bürülür.(kolan)

Bir atım var otlamaz
Susuz yerde duramaz.(köprü)

Yemesi yok içmesi yok
Nefes veriyor canı yok.(körük)

Sesi burada, kendisi orada.(kurşun)

Aşağı iner güle güle
Yukarı çıkar ağlaya ağlaya.(kuyu bakracı)

Evin içinde deniz
Denizin içinde balık.(lamba)

Dedem fitil, babam çıra
İşim yoksa beni ara.(lamba)

Ölüye elimi uzattım, ağzını açtı.(makas)

Dört ayaklı fil, aklın varsa bil.(makas)

İstanbul'da süt pişti
Kokusu buraya düştü.(mektup)

İçi taş dışı taş
Ha dolaş ha dolaş.(minare)

En üstüne men üstüne
En küçüğü en üstüne.(minare)

Altı deniz üstü saman
Köpürdükçe saçar duman.(nargile)

Kuyruksuz kedi, miyav miyav dedi.(otomobil)

Dağa gider dak gibi
Kolları var budak gibi
Eğilir su içer
Bağırır oğlak gibi.(öküz arabası)

Bir gelin aldım, babası imam.(saat)

İki tane kolu var
Yirmi dört tane oğlu var.(saat)












MANEVÎ-DİNÎ UNSURLAR ve DİĞER KAVRAMLARLA İLGİLİ BİLMECELER

Hayretleri kavuşturur
Hasretleri barıştırır.(bayram)

Abdest alır almaz namaz kılmaz
Cemaatten geri kalmaz.(cenaze)

Kat kat döşek
Bunu bilmeyen eşek.(Kur'an-ı Kerim)

Yol üstünde kitli sandık.(mezar)

Gündüz hayvan yer gece insan yer.(oruç)

Yol üstüne saç koydum
Geleni gideni aç koydum.(ramazan)

Yere vurdum yumruğu,
Allah'ın buyruğu
Otuz okka gövdesi
Üç okka kuyruğu.(ramazan)

Gökten bir elma düştü
On ikiye ayrıldı
On birini yediler
Birine dur dediler.(ramazan)

Yapan satar,
Alan kullansa da görmez.(tabut)

Yapılmamış duvarda
Doğmamış oğlan oturur
Ekilmemiş bostanı
Yeme diye bağırıyor.(yalan)


TERME'NİN ANONİM HALK EDEBİYATINDAN SEÇMELER


TEKERLEMELER

Tekerleme, halkın zeka gücünü en bariz bir şekilde gösteren anonim halk edebiyatı türüdür. Müstakil olabildiği gibi,masal, hikâye ve bilmece gibi türler içinde de kendini gösterir. Tekerleme kelimesi yuvarlamak, döndürmek manasına gelen Türkçe bir kelimedir. Ortaya çıkan mahsullerde kelimenin lügat manasıyla uygunluk gösterir.
Prof. Dr. Şükrü ELÇİN, tekerlemeyi şu şekilde tarif etmektedir: "Tekerlemeler, masal, hikâye, bilmece ve halk hikâyesi gibi bazı türler içinde veya müstakil olarak ortaya çıkan mahsullerdir."(1)
Tekerlemede esas olan zeka telaffuz gücüdür. Tekerleme söyleyicisi, dinleyenlere hünerini gösterdikten sonra, karşısındakilerden söylediklerini tekrarlamalarını ister. Tekerlemeler, televizyon, radyo, tiyatro gibi kitle iletişim araçlarının olmadığı zamanlarda, halkımızın bir bakıma eğlence vasıtaları idi. "
Yine Prof. Dr. Şükrü ELÇİN, bu konuda şu bilgileri de vermektedir:
" Tekerleme söyleyicisi, vezin, kafiye, aliterasyon ve seciden faydalanarak hisleri, fikirleri, hayalleri "tezat"a, "mübalağa"a, "güldürme"ye, "tuhaflık"a, "şaşırma"ya dayalı bir takım söz kalıpları içinde ard-arda, ister açık, ister kapalı şekilde ustalıkla sıralar ve yuvarlar. Dinleyici bu renkli prolog ve tasvirin kapısından asıl konuya girmiş olur."(2)
Tekerlemenin kaynağını aklın kanunları dışında hayalî, uydurma söz ve vakalarla gerçek maceralar teşkil eder.
Tekerlemenin bu konuyla ilgilenen bilim adamları tarafından çeşitli tasnifleri yapılmıştır. Bilinen en yaygın tasnif ise "masal tekerlemeleri" ve "oyun tekerlemeleri" diye iki kısımda mütalaa edilenidir.



MASAL TEKERLEMELERİ
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynarlarmış.Eski hamam içinde tası yok, handedir hande, bostana girdi manda.Mandayı kestik,etini yedik.Dişimizin kovuğuna yetmedi. Sonracağıma derisini yükledik doksan dokuz deveye. Deve çangul-mangul,çöle çıktı bir gün.Sağa baktı ki ot yok, sola baktı kum yok. Az gittik, uz gittik,dere tepe düz gittik,dönüp arkamıza birde baktık ki bir arpa boyu yol gidememişiz.
Yeniden çıktık yola, var varadan, sür süreden, Amasya'dan, Tire'den, aha şuradan, buradan konaraktan göçerekten,lale sümbül biçerekten, sulu yerde peynir ekmek yiyerekten, vardık varacağımız yere. Geldik masala,söylemekle çıkar tadı. Kim iyi dinlemezse yesin onu Arap dadı.
Bir varmış bir yokmuş,Allah'ın kulu çokmuş. Develer tellal iken, pireler berber iken,ben annemin beşiğini tıgır-mıngır sallar iken, bir padişahın bir kızı varmış......





OYUN TEKERLEMELERİ

Ali derviş, delimemiş
Sözü bilememiş
Helva yemiş.
Bak gelin olmuş Hacer

Sevdiğini bekler
Tohumlarını serper
Herkes ektiğini biçer
Yılma her üzüntü geçer.

Bir berber bir berbere
Bire berber gel beraber
Bir berber dükkanı açalım demiş.

Bir elinde deynek
Sırtında yırtık göynek
Hangimizi bilirsen
Sana yeni bir göynek.

Bir sahana yoğurt doğradım
Ekmeklesekde mi yesek yoksa
Ekmeklemesekde mi yesek.

Bu köşe yaz köşesi
Şu köşe kış köşesi
Ortada su şişesi.

Can can çikolata
Hani bana limonata
Limonata bitti
Hanım kız gitti.
Nereye gitti?
İstanbul'a gitti?
İstanbul'da ne yapacak?
Terlik papuç alacak.

Değirmene girdi köpek
Değirmende yedi köpek
Değirmenci attı kötek
Değirmende hem köpek yedi kötek
Hem de kötek yedi köpek.

Ebe ebe hasası
Elindedir arası
Ha bildi ha bilecek
Bize düştü tasası.

Eller bekmezlenebildiler
Biz bekmezlenemedik.

Emişile memiş mahkemeye gitmiş
Mahkemeleşmiş mi, mahkemeleşmemiş mi?

Eveleme geveleme
Deve kuşukovalama
Kovalarsan yaralama
Yaralarsan vuralama

Gütme haber annamazsın danasını
Yediğin ekmek sayar aylığın parasını.

Hovu taşa karşıya
Herkes gitti mıhlandı
Ben de gittim mıhlanamadım

İbişin oğlu memiş ile nebiş
Niçin hiç yumurta içmemiş?

İçieçek ilimonu al da irafiye ver
İramazan gelince ilazım olur.

Kaynana kardeşi Kazım'a kal demiş
Kardeşi Kazım kaynanaya kalamam demiş
Kaynana Kazım'ı kaldıramamış, kalmamış
Kuzu kuzu meee, haydi tepeme.
Gidelim Ayşe teyzeme.

Kürkü yırtık kel-kör tilkinin
Kuyruğunu kürkü yırtık kel-kör
Dişi tilkinin kuyruğuna bağlamışlar.

Nurun hamiye
Hoca girdi camiye
Caminin kapısı kilitli
Hocanın başı bitli.

Portakalı soydum
Baş uçuma koydum
Ben bir yalan uydurdum
Dana dana dum, kırmızı mum.

Sen kapı gıcırtacılardan mısın?
Yoksa kıvılcım sıçratanlardan mısın?
Şemsi Paşa pasajında sesi büzülesiceler.

Şişko adam şişman şişeyle
Şişko adamın başını şişirmiş.

Şişko şöfor şişesini
şişkonun başında kırmış.

Şişman dişçi şişmna dişiyle
Şişman dişçinin şişman dişini çıkarmış.

Şu dağlarda bal kabak
Açılır kabak tabak
Ne oldum dememeli
Sen işin sonuna bak.

Şu karşıda bir dal
Dalın üstünde bir kartal
Kartal kalkar dal sarkar
Dal kalkar kartal sarkar.

Şu dağların yeşilliğini
Yemişlesekde mi yeşillesek?
Yeşillesekde mi yemişlesek?

Şu karşıki çatal dağda bir topal çoban
Yapar satar çatal sapan
Şu karşıki çatal dağdaki topal çoban gibi
Sen de yapar satar mısın çatal sapan?

Şu şapşala şu şapşal
Şu şapşalın su şişesini çalmışlar.

Takatukaları takatukacıya
Takatukalaştırmağa götür
Takatukacı takatukaları
Takatukalaştırmazsa geriye getir.

Türkü mürkü,
Ninemin eski kürkü.
Bir çektim yırtıldı
Ninem dikmekten kurtuldu.

Ya şurdadır, ya burda.
Helvacının kızında
Kece külah başında
Ya şurdadır ya burada.

Dip Notlar:
(1): Şükrü ELÇİN, Halk Edebiyatına Giriş, Ankara, 1981, s.650
(2): Şükrü ELÇİN, a.g.e., s.650



























TERME’NİN ANONİM HALK EDEBİYATI’NDAN SEÇMELER


İKİNCİ BÖLÜM:


HALK NESRİ



EFSANELER

Efsane, Farsça kökenli bir kelimedir. Zamanla anlam değişmesine uğrayarak Türkçe’ye geçmiştir. Efsane, müstakil bir anonim halk edebiyatı mahsulü olarak karşımıza çıkar. Efsaneyi çok değişik şekilde tarif edenler vardır. Hatta masal ile karıştıranlar da vardır. Bu konuda Tahirü’l-Mevlevi, Edebiyat Lügati adlı eserinde şunları söyler:”...Bir de efsane vardır ki “masal”ın mukabilidir. Olmamış ve olmayacak şeylerin nakli demektir. Hayvanlar lisanından yazılmış sözlere de “efsane” diyorlar.”(1)
Efsane, çoğu kez halk arasında “menkıbe” adıyla karşımıza çıkmaktadır. Menkıbe, bir kimsenin hayatını, ahlakını, iyi vasıflarını, olağanüstü hal, davranış ve yaptıklarını dile getiren bir türdür. Efsanelerin Peygamberlerin mucizeleriyle ve evliyaların kerametleriyle de sıkı münasebeti vardır.
Efsaneye bir tarif getirmekten ziyade, özelliklerini belirtmek ve bu yolla yaygın bir kanaate sahip olmak yerinde olacaktır.
Efsanenin en önemli özelliği “inandırmak” istemesidir. Anlatan da, dinleyen de buna inanır. Yer ve zamana bağlı olarak anlatılır. Efsanelerin bir kısmında şahıslar yer alır. Bu şahıslar, ya gerçekten yaşamıştır veya yaşadığına inanılmaktadır. Olağanüstülük içermeyen efsaneler de vardır. Umumiyetle tek ana motif üzerine bina edilirler. Bunun yanında kahramanlık efsanelerinde motif sayısının 6-7-10’a kadar çıktığı görülür. Anlatıla anlatıla, nesilden nesile intikal ede ede efsaneler, yakın zamana ait motiflerle zenginleşir. Masala nazaran kısa anlatmalardır. Tek epizopdan oluşabilirler.
Efsanelerin de diğer türlerde olduğu gibi bilim adamlarınca çeşitli tasnifleri yapılmıştır. Ben burada derlediğim metinleri göz önünde bulundurarak, şu sıraya göre vermeyi uygun buldum:
1 Bir yere bağlı olarak anlatılan efsaneler.
2 Tarihi ve tarihi şahsiyetlerle ilgili efsaneler.
3 Dini efsaneler

1 Bir yere bağlı olarak anlatılan söylenti:



PAZAR CAMİİ ve BİTİŞİĞİNDEKİ TÜRBE
Terme’ye gelen bir yabancının ilk gözüne çarpacak eser, hiç şüphesiz Terme Çayı üzerine kurulan köprünün yanındaki, ahşap olarak yapılmış Pazar Cami ve bitişiğindeki türbe olacaktır. Camiin tarihi ve yapılışı hakkında hiçbir bilgi yoktur. Fakat camiin yapılışı hakkında yaygın bir rivayet şöyledir:
Fatih Sultan Mehmed, ordusuyla birlikte Trabzon’a sefere giderken yorulmuş ve burada istirahat vermiş. Bir yandan dinlenirken, orada bulunan bir evin kızından su istemiş. Kız da suyu bir hayli zaman geçtikten sonra getirmiş. Padişah bu duruma çok hiddetlenmiş. Kıza:”Niye suyu istediğim zamanda getirmiyorsun?”, diye çıkışmış. Bunun üzerine genç kız:”Padişahımız Efendimiz, suyu hemen getirebilirdim. Yalnız terinizin soğumasını bekledim. Hasta olmanızı istemedim” diye cevap vermiş. Bu cevaba çok memnun kalan Fatih Sultan Mehmed, mükafat olarak buraya bahsettiğimiz Pazar Camii’ni yaptırmış.
Camiin bitişiğinde bir de türbe bulunmaktadır. Bu türbe ile ilgili rivayetler de camii ile ilgili gözükmektedir.
Türbede metfun kişi gemi kaptanı veya gemide yolculuk eden büyük bir zat imiş. Yapılan deniz seyahati esnasında gemi batar ve kurtulan olmaz. Söz konusu zatın cesedini dalgalar kıyıya çıkarır. Onun kuşağından çıkan vasiyetnamesinde kesesinde bulunan altınlarla bulunduğu yere bir camii yapılması emredilir. Bulunan altınlarla bir cami ve bitişiğine de bu zata ait bir türbe yaptırılır.
Yola engel oluyor bahanesiyle bir zamanlar, Kaymakam tarafından türbe yıkılmak istenmiş fakat o gece Kaymakam, gördüğü dehşetli bir rüya üzerine bu kararından vazgeçmek zorunda kalmıştır.
Türbenin üzerinde Arap harfleriyle yazılmış, kim tarafından yazıldığı bilinmeyen bir kitabe vardır. Kitabe, ağaç duvarın güney yüzüne oyularak yazılmıştır. Metni şöyledir:
“Hoş ziyaretgah mahaldir, tekkeden olmaya baid
Sıdk ile eyle duayı ömrümüz olsun mezit
Hem teveccüh et Hüda’ya, olasın daim said
Ne kadar etsen ziyaret, çok eder himmetini
Ne güzel etmiş müzeyyen tekkenin tamirini
Evliyalar hürmetine bermurad et, sen onun mucidini
Vasıta et, tekkesin kıl niyaz Hüda’ya çok
Vasıta et, tekkesin kıl dua Yezdan’a çok.”
(Not: Pazar Camii ve Türbe ile ilgili daha detaylı bilgileri öğrenmek isteyenler, gazetemizin geçmiş sayılarına müracaat etmelidirler. Ayrıca, “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” kitabına da müracaat etmelidirler. İnternet Okyanusunda da mevcut….)




GARPU-KARPU KALE
Terme’nin güney kesimine düşen ve Homa (Cevizli) Köyü ile Bolas Köyü arasında bulunan kale, civar köylülerin ifadesine göre, batı yönüne düştüğü için bu adla, “Garpu-Karpu Kale” olarak adlandırılmaktadır. Bugün, Salıpazarı ilçesi sınırlarındadır.
Kale, klasik manada bir eser değildir. Kayalar yontulmak suretiyle inşa edilmiştir. Üzeri 100 metre kadar genişliğe sahiptir. Kalenin içinde derinliği tahmin edilemeyen bir kuyu da mevcuttur.
Anlatıldığına göre, Terme ve civarı tamamen denizle kaplı iken halk bu kalede yaşarmış. Bilhassa kadın kavmi olan “Amazonlar” zamanında ve diğer zamanlarda bir sığınak ve savaş yeri olarak kullanılmıştır.


MIH DUTMAZ GEÇİDİ
Terme’nin dağ köylerine çıkarken, Ambartepe yolu üzerinde, sarp kayalarla çevrili, sol tarafı uçurum olan bir geçit vardır. Ulaşımın şimdiki gibi modern araçlarla yapılmadığı zamanlarda atlarla veya öküz arabalarıyla yapılırdı. İşte böyle bir zamanda, atlarla giderken buraya gelindiğinde, hiçbir at çıkamaz, hatta ayağındaki çiviler kopar ve nalı düşermiş. Daha sonra yol yapılmasına rağmen yine de uğursuz bir yer olarak bilinmekte, zemini çok kaygan olduğundan arabalar dahi çıkamamaktadır. Gerek eskiden, gerekse günümüzde birçok ölüm, yaralanma gibi acıklı sahnelere yol açtığı bilinmektedir.
Bütün bunlardan dolayı, halk tarafından buraya, “Çivi Tutmaz” manasına gelen “Mıh Dutmaz Geçidi” denmiştir.

2 Dinî Efsaneler



CİNİBAĞDAT (CÜNEYD-İ BAĞDADÎ) TEKKESİ
CİNİBAĞDAT (CÜNEYD-İ BAĞDADÎ) tekkesi vey atürbesi olarak bilinen bu ziyaretgah, Terme’nin 10 kilometre kadar güneyinde, Dibekli Köyü sınırları içerisinde bulunmaktadır. Türbeye, halk arasında “Cüneyd-i Bağdadi”’den galat “CİNİBAĞDAT (CÜNEYD-İ BAĞDADÎ)” denilmektedir.(Bu konuda da daha detaylı bilgiler öğrenmek isteyen okurlarımız, gazetemizin eski sayılarına ve “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” kitabına müracaat etmelidirler.)
Rivayete göre, Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri, devrinde savaşırken veya talebelerine ilim okuturken burada şehid düşmüştür. Diğer bir rivayette de bir zamanlar yörede hüküm sürmüş olan Cüneyd Beğ’in, savaş esnasında burada şehid olduğudur.
Kim olduğu kesin olarak bilinmeyen bu zat için şehid olduğu yere, yine kimliği bilinmeyen kişilerce bir türbe yaptırılmıştır. Yapıldığından bugüne kadar kutsal bir yer olarak ziyaret edile gelmiştir.



KIZILOT TÜRBESİ

İlçemizin Kocaman beldesi merkez kabristanlığının orta yerinde kim tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmeyen bir türbe mevcuttur. Halk arasında “Tekke” veya “Kızılot Tekkesi” olarak bilinmektedir.
Anlatıldığına göre, yabancıların elinde bulunan Terme ve civarını elde etmek için Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt çeşitli seferler düzenlemiştir. Bu seferler sırasında baş gösteren kuraklık ve akabinde susuzluk neticesi, ordudaki askerlerin çoğu ölmüştür. Bu türbede medfun bulunan zatın, Yıldırım Beyazıt’ın seferleri sırasında, savaşda birçok yararlılıklar göstermiş, vurularak veya susuzluktan dolayı şehid olmuş bir “veli” olduğu sanılmaktadır.
Türbenin üzerinde hiçbir tarihi ip ucu yoktur. Yalnız sandukanın baş tarafında demirden yapılmış “hilal” şeklinde bir alem vardır.
Gerek yöre ahalisinin, gerekse ününü duyanların birçok dileğinin kabul olmasını umarak, öteden beri ziyaret ettikleri kutsal bir yerdir.(Not: “Kızılot Türbesi” hakkındaki bu bilgiler, ilk defa yayınlanmaktadır.Hatırlanacağı üzere, “Terme’nin Anonim Halk Edebiyatı’ndan Seçmeler” yazı dizimiz, Elazığ Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde 1987’de yaptığımız basılmamış lisans tezimizdir.Bu kitapçık ile ilk defa yayınlanmaktadır.))

(1): Tahirü’l-Mevlevi, Edebiyat Lügati, İstanbul, 1973, s. 124




















TERME'NİN ANONİM HALK EDEBİYATI'NDAN SEÇMELER

ATASÖZLERİ

Bir milletin, bir toplum, bir yörenin hayat felsefesine ve kültür birikimine dayanan atasözleri, iç kuruluş ve dış yapı bakımından taşıdıkları özelliklerle, anonim halk edebiyatı içinde büyük yer tutar. Atasözleri, söz konusu milletin sesini, hayat anlayışını, dünya görüşünü ve sosyal değerlerini yansıtır.
Her birinin içinde bir yargı bulunan atasözlerinin ilk söyleyeni, ne zaman ve ne tür bir hadise üzerine söylenildiği bilinmemektedir. Esasında bunların kim tarafından, ne zaman ve neden dolayı söylenildiği değil; ihtiva ettiği mânâ önemlidir. Zaten atasözlerini de önemli kılan bu husustur.
Atasözlerinde ilk defa yazılı olarak Kaşgarlı Mahmud'un önemli eseri Divan-ı Lügat-it Türk'de rastlamaktayız. İlk yazılı olarak ortaya çıkışından bu yana, sözlü olarak, ağızdan ağza kullanıla geldiği, muhtelif edebî eserlerde de görülmektedir.
Atasözlerinin ilim adamlarının tarafından çeşitli tarifleri yapılmıştır. Bunlardan dikkate değer olanları şunlardır:
"Atalarımızın uzun denemelerine dayanan yargılarını genel kural, bilmece, düşünce ya da öğüt olarak düsturlaştıran ve kalıplaşmış şekilleri bulunan, herkes tarafından benimsenmiş öz sözlerdir."(1)
"...maddî şekli bir hareket noktası yapan ve ilk söyleyicilerini tesbit edemediğimiz bu dil mahsulleri, hayat prensibi olacak fikir ve düşünceleri, din, ahlâk, hukuk, iktisat, terbiye, gelenek-görenek ile tabiat olaylarından, etkilenerekten vb. çıkacak, kaideleri müşahhastan mücerrede giden bir yolda bazen bir fıkra kılığında söz ve yazı nesillerden nesillere intikal ettiren hikmetli cümlelerdir..."(2)
"Atasözleri, tarih seyri içinde, nesillerin yaşantısına dayanan kültür birikintisinin oluşturduğu değişik safhalardaki hayat görüşünü, değişmez şekil ve anlayışla bir kavram haline sergileyen anonim türdür."(3)
Görüldüğü gibi her üç önemli tanımda da sözlerinin ortak özelliğinin belli olmaması ve veciz bir mânâ ihtiva etmesidir.
Bu bilgiler ışığında Terme yöresinde derlediğim atasözlerini alfabetik sıraya göre görelim.
A
Aceleci sinek süte düşer.
Acı acıyı bastırır.
Acıkan doymam, susayan kanmam sanır.
Aç olanın karnında somun durmaz.
Açın üzerine yedi kat yorgan örtmüşler, yine de uyuyamamış.
Adam adama yük değil, can da gövdede yük değil.
Adam adamı bir kere aldatır.
Adamın eti yenmez, derisi giyilmez, tatlı dilinden başka nesi var.
Adı başka olanın tadı da başka olur.
Adı çıkacağına canı çıksın.
Ağaç kurdu içinde besler.
Ağaç meyve verince başını aşağı eğer.
Ağzı yambıldayanın sırtı gümbürder.
Ak koyunu göner içi dolu yağ sanır.
Akıllı düşünene kadar deli kızını satmış, oğlunu evermiş.
Allah süsücü hayvana boyun vermez.
Alışmış kudurmuştan beterdir.
Alaca namaz Hakk'a yaramaz.
Alaca kargaya borcun olsun. Vermezsen gözünü oysun.
Altın parayı gümüş parmak sayar.
Altı olur, yedi olur, hep Allah'ın dediği olur. Ana-baba sözünü dinlemeyen işini yürütemez.
Araba devrilince yol gösteren çok olur.
Arefe günü yalan söyleyenin bayram günü yüzü kara çıkar.
Arkadaşını dıştan içten sev.
Askerliğini yapmayana adam denmez.
Aslan varken kediye ciğer düşmez.
Ata göre kamçı vurulur.
Ateşin üzerine ateşle gidilmez.
At kişneyince tay gelmez.
Ayıya kalk oyna demişler ev yıkılmış.
Aynaya bak, aynan yoksa komşuna bak.
Az yiyen az uyur, çok yiyen güç olur.
B
Babasının akçesi, anasının bohçası.
Bal bal ağız tatlanmaz.
Bal eski petekten yenir.
Balı parmağı uzun olan yememiş, kısmeti olan yemiş.
Borçtan korkan kapısını büyük açmaz.
Bir avuç altının bir avuç toprağın olsun.
Bir baş soğan bir kazanı kokutur.
Bir elin verdiğini öbür elin duymasın.
Bir it bin deriyi sürükler.
Bir kaşıkla yedi kişi yemiş, birisi de çatlamış.
Bir kişiye kırk gün deli desen delirirmiş.
Boşboğazlık karın doyurmaz.
Boş tarlaya at gelmez.
Boyundan büyük gölge görme.
C
Can canın yoldaşıdır.
Canı yanınca eşek atı geçermiş.
Cehenneme gidiyorum diyen gelmiş, şimdi gelirim diyen gelmemiş.
Ç
Çalma kimsenin kapısını, çaldırırlar senin de kapını.
Çalışan el bilenmez.
Çalışırsan elden, çalışmazsan cepten gider.
Çamaşır yıkayanın ekmek teknesi kaçmış.
Çamur olmayan yerde hamur olmaz.
Çok söyleme arsız dersi aç bırakma arsız dersin.
Çuvalın ağzı varken dibi açılmaz.
Çürük tahta çivi tutmaz.
D
Dağ başında çam kadı, pelit müftü olur.
Dağdaki arslan bağdaki arslana muhtaç olmuş.
Deli olmayınca akıllı geçinemez.
Deliye sal yalatmış, çarşıdan katran bırakmamış.
Derin sular durgun olur.
Dili olana dili, eli olana eli yetmez.
Domuz tüyünü değiştirir, huyunu değiştirmez.
Dost yüzünden, düşman gözünden belli olur.
Dut yaprağını açtı yaz, döktü kış.
Duvarı nem, yiğidi gam yıkar.
E
Eğik bonu kılıç kesmez.
Ekmeğin büyüğü hamurun çoğundan olur.
Ek topumun hasını, çekme yulafın yasını.
El ağzı ile çorba içenin ağzı yanar.
El atına binen tez iner.
Elden kalan elli gün kalır.
Ele karışan yele karışır.
El gözü taşı eritir.
Elinin koparamadığını dişinle kemir.
Elmayı görmeden taş atma.
Eltinin bohçası eltinin ki ile kavga edermiş.
Emanete hıyanetlik olmaz.
Ev büyüksüz olmaz.
Evdeki tosundan öküz olmaz.
Evi ayrı olanın derdi de ayrı olur.
Evlek evlek sattık, böyle böyle battık.
Ev yıkanın evi olmaz.
G
Gece yürüyen gündüz sevinir.
Gelene eş gidene beş.
Gelin girmedik ev olur, ölüm girmedik ev olmaz.
Gezen tilki yatan arslandan iyidir.
Gitme düğüne, kalkarsın oyuna.
Gitme kötünün kapısına, gelir tapar kapına.
Giderken yoluna bakma.
Görülen dağın ardı yakındır.
Gücük "ya iti soldururum, ya da devenin kuyruğuna çıkarırım"demiş.
Gün geçer, kir geçmez.
Gün karası, güzelliğe zarar vermez.
Gündüzden fenerini hazırlamayan gecenin karanlığına razıdır.
Güz varlık, yaz bolluk getirir.
H
Ham ağacın meyvasından ham olur.
Hamama giden terler.
Hamamda kurna, düğüne zurna.
Hasta yatan ölmemiş, vadesi gelen ölmüş.
Hayırsız evlat baba ocağına incir diker.
Haziran'da kar yağdı, sattık samanı, yaptık hanı.
Her ağaç kökünden çürür.
Her koyun aynı çubukla dövülmez.
Her meyva dalında olgunlaşır.
Her peştemal bağlayandan karı olsa evde kız kalmazdı.
Hesabın büyüğü küçüğü olmaz.
Hırsız evine kadar kovalanmaz.
Hop demeden hopbaya çıkılmaz.
Horoz kendini çöp tenekelerinde görünce, müezzin oldum sanırmış.
İ
İki söz bir bülüdür.
İki taşar bir pişe güzelin aşı dünden pişer.
İncir yaprağı deve tabanı kadar olmayınca yaz gelmez.
İnsanı dert, ağacı kurt yer.
İti havlatmaktan bükü dolaşmak iyidir.
İtin akıllısı havlamaktan hoşlanmaz.
K
Kaptan mısın gemini kıçında, çiftçi misin sabahın peşinde.
Karga kömüşü boş yere bitlemez.
Kasım güz, gerisi düz.
Kayaya taş vuran acısını kendi çeker.
Kazanmayınca kazan kaynamaz.
Kazın cücüğü güzün sayılır.
Keçinin dağ dediği dağ olsa.
Kediden doğan fare tutar.
Keyfi yerinde olanın gönlü davul çalar.
Kızım oldu kızıl ağaca hasret kaldım.
Kışın koca öküze bakmazsan yazın derisini yüzersin.
Kız gittiği, oğlan bittiği yerde yemek yer.
Kızıl ağacın dibinden kızıl ağaç biter.
Kimsenin tavuğuna kış deme.
Kokmuşa tuz, kötüye söz fayda vermez.
Komşu komşudan huy kapar, ayranına su katar.
Kork korkmazdan, utan utanmazdan.
Koyuna kuyruğu ağır gelmez.
Köpeksiz köyde köteksiz gelinmez.
Kör öküz samanlığa toslar.
Kötüye dert mi eksik, güzele yar mı eksik.
Kuş nereye uçarsa yavrusu da oraya uçar.
Kurt dumanlı havayı gözetir.
L
Lafını bilmeyen hödükler, sönmüş ateşi körükler.
M
Maşa kadar koca olan paşa kadar hüküm sürür.
Maşa varken el ateşe sokulmaz.
Mart dokuz, çuval omuz.
Mart kapıdan baktırır, kazma kürek sapı yaktırır.
Merdivensiz dama,tüfeksiz ava çıkılmaz.
N
Nazar insanı mezara, hayvanı kazana sokar.
Ne doğrarsan çanağına o çıkar kaşığına.
O
Oğlan büyür koç olur, kız büyür hiç olur.
Oğul ocaktan, ayran bucaktan.
Oğulsuz evde duman tüter mi? Beş tane kız olsa oğlanın yerini tutar mı?
Olmayınca akıl neylesin sakal, tilkiyi yoldan çıkarır çakal.
Olsa ile bulsayı ekmişler bir hiç doğmuş.
Ortak atın beli sakat olur.
Ö
Öğünmesi kolay ama komşum olmasa.
Öküz olacak dana vardır öküzün yanına yatar.
Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar.
R
Rüzgar esmeyince dal ırgalanmaz.
S
Sabahtan kalkan yol almış, küçükken evlenen döl almış.
Sabahtan yağarsa gir yoluna, ikindiden sonra yağarsa gir foluna.
Sağ baş yastık istemez.
Sahipsiz sürüye kurt parasız bekçilik yapar.
Samanlığı bitiren danadır.
Samanlıkta yol durmaz.
Saygı sayana, terbiye alana gerektir.
Saygısız köpek çalgısız oynar.
Sokacak yılan dilini göstermez.
Sormadan söyleme.
Su yüksekten çağlar.
Ş
Şaraptan azan sirke sert olur.
Şalgamın sıkıdan seyreği daha iyidir.
T
Talihsiz dağa çıkmış, dağ başına yıkılmış.
Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz.
Tarlayı düz, kadını kız al.
Taşa ekin ekilmez.
Taş atmadan kol yorulmaz.
Taşın kalbi yoktur ama, onu da birgün yosun kaplar.
Taştan kopar, yoktan kopmaz.
Tekkeyi bekleyen çörek yer.
Tez kalkacağın yere oturma.
Turnanın kılavuzu karga olunca konacağı yer kazık tepesidir.
U
Uçan kuştan haber sorulmaz.
Ulumasını bilmeyen köpek sürüye kurt getirir.
Ulu sözüne gitmeyen ulur.
Ü
Üveyin özü, kızıl ağacın közü olmaz.
Üzümüm çok diyene kefenin küçüğünü göstermeli.
Y
Yarasız ağaç olmaz.
Yazın ayransız, kışın yorgansız olmaz.
Yazın gölge hoş, kışın çuval olmaz.
Yazın yaşa, kışın taşa oturma.
Yılan toprağı tarla tarla yermiş.
Yiğit horozun gözü arpalıkta olurmuş.
Yoktan yok doğar.
Z
Zaman satar samanı.
Zengin dili yürük olur.
Zenginin arabası dağdan aşar, fakirin arabası düz yolda şaşar.
Zenginse her sözüne evet, değilse, doğru söylese de deli derler.
Zorla köpek ava gitmez.
Züğürt alamadığını bağışlar.

Dip Notlar:
(1): Ömer Asım AKSOY, "Atalar Sözlüğü", Ankara, 1981, s.36
(2): Şükrü ELÇİN, "Halk Edebiyatına Giriş", Ankara, 1981, s. 684
(3): Ali ÖZTÜRK, "Türk Anonim Edebiyatı", İstanbul, 1985, s.258
TERME’NİN ANONİM HALK EDEBİYATINDAN SEÇMELER


MASALLAR


Anonim halk edebiyatı mahsullerinin en yaygın olanlarından biri de masaldır. Masal özelliği taşıyan metinler, yer yüzünde çok yaygın, yaygın olduğu kadar da çok zengin bir anonim türdür. Masal, sözlü gelenekte en eski bir tür olması hasebiyle, zaman akımı içinde beşerî düşünceyi aksettirecek bir yapıya sahiptir.
Bizde masal üzerine araştırma yapanlar çok değişik tarifler ileri sürmüşlerdir. Prof. Dr. Şükrü Elçin, masalı şöyle tarif eder:” Bilinmeyen bir yerde, bilinmeyen şahıslara ve varlıklara ait hadiselerin macerası , hikayesidir.”(1) Ali Öztürk de eserinde öteden beri masal üzerinde çalışan araştırıcıların görüşlerini belirttikten sonra şöyle bir tarif geliştirir: “ Gerçek hayatta mevcut çekişmelerin içinde hareket eden bir kahramanın hayatı etrafında yer alan olağanüstü motif ve sembollerin şekillendiği olaylarla, ideal hayatı sergileyen bir anonim türdür.”(2)
Görüldüğü gibi masallar hayalî mahsullerdir. Gerçekle alakası yoktur. Umumiyetle bütün masallar olağanüstülük içerir. Masallarda belli bir zaman ve mekan yoktur. Konusu değişiklik göstermesine rağmen, genellikle aşktır. Masalların kahramanları , padişah, tüccar, keloğlan, arslan, tilki, papağan, ağaç, çiçek, dağ, taş, kuyu, sofra, su, seccade, değirmen, ayna, dev, cin, peri, akıl, zekâ, iyilik, güzellik gibi müşahhas ve mücerret bir takım varlıklardır.
Bizde, Saim Sakaoğlu, Naki Tezel, Fikret Türkmen, Pertev Naili Boratav; yabancılarda ise Anti Eanne ve Thomsen gibi araştırıcılar, masallar üzerine çeşitli tasnif denemelerinde bulunmuşlardır. Yaygın olarak aşağıdaki tasnif kabul edilir:
1 Asıl Halk Masalları
2 Zincirleme Masallar
3 Hayvan Masalları
4 Fıkralar
5 Bu Sınıflamaya Girmeyen Masallar
Burada, derlenen masallarda yörenin dil özelliklerine mutabık kalınmış ve her masalın sonuna bir de epizot sırası verilmiştir.



1-ASIL HALK MASALLARI

a ALTIN TOP:
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bir baba ile üç kızı varmış. Baba kısa bir süre için uzaklara gidiyormuş. Üç kızını başına toplamış. Kızlarına sıra ile ne istediklerini sormuş.
Kızlardan en büyük olanı iplik, en küçüğü de bir altın top istemiş.
Babaları bir zaman sonra kızlarının istedikleri ile geri dönmüş. Küçük kızın altın topunu ablaları görünce onlar da istemişler. Babaları da:” Hepinizin istediğini aldım. Altın topu da o istedi ona aldım” demiş.
Aradan epey zaman geçmiş. Ablaları küçük kardeşlerini de alarak ırmak kıyısına top oynamaya gitmişler. Akşama kadar oynadıktan sonra küçük kızı öldürüp, ırmağa atmışlar. Eve dönünce babaları küçük kızı sormuş, onlar da kendilerinden önce eve geldiğini söylemişler. Babaları yemeden-içmeden kesilmiş.
Aradan çoook uzun zaman geçmiş. Günün birinde sürülerini yayan çoban ırmak kıyısında bir kemik parçasına rastlamış. Onu almış. Ondan güzel bir kaval yapmış. Kavalı çalmak için ağzına götürmüş. Kaval konuşmaya başlamış:
Aman çoban
Canım çoban
Bir altın top idim
Gıydılar canıma.
Çoban çok korkmuş. Gavalı cebine atmış. Eve gelince anasına olanları anlatmış. Anası çok önceden komşularının kızlarının kaybolduğunu biliyormuş. Oğlunu ve gavalı alarak, komşularına gitmiş. Kızın babası kavalı öttürmeye başlamış:
Aman babacığım
Canım babacığım
Bir altın top idim
Gıydılar canıma.
Bu ses babanın seneler önce ölen kızının sesiymiş. Yenieve dönen ana ve abileri de bu sesi tanımışlar. Kavalı herkes sıradan çalmış. Sıra ablalarına gelmiş. Önce çalmak istememişler. Amma babalarından korktuklarından korka korka çalmaya başlamışlar. Her çalışta başka ses çıkaran kaval bu sefer daha başka bir ses çıkarmaya başlamış:
Aman abla
Canım abla
Bir altın top idim
Kıydınız canıma.
Bunu duyan babaları herşeyi anlamış. Babaları çok kızmış kızlarına. Onlara ceza vermek istemiş. Kızlar korkarak bekliyorlarmış tabi. Babaları ikisine de “Kırk katıra mı yoksa kırk satıra mı?” razı olduklarını sormuş. Kızlar da “kırk katırı” istemişler.
İki kız birden katırların arkasına bağlanmış. Katırlar koştukça parçalana parçalana ölmüşler. Böylece kıskançlıklarının cezasını çekmişler.
Bu masal da burada bitti.


EPİZOTLARI
1 Uzak bir yere giderken üç kızından dileklerini öğrenen baba, dönüşte büyük kızına iplik, ortanca kızına mil, küçük kızına da bir altın top getirir.
2 Altın topa sahip olan kızı kıskanan iki kız kardeş bir gün onu ırmağa atıp topuna sahip olurlar.
3 Baba üzüntüden kahrolur, diğer taraftan çobanın biri sürülerini giderken bir kemik parçası bulur ve ondan bir kaval yapar.
4 Kavalın konuştuğunu gören çoban onu annesine götürür. Annesi de komşularının kızı olduğunu anlar.
5 Kavalı çalan baba, kendi kızı olduğunu anlar. Ailesinin bütün fertlerine çaldırtır. Sonra iki kız kardeşi de öldürmek suretiyle cezalandırır.

b SABREDEN ADAM


Bir varmış bir yokmuş. Çok önceleri bir adam varmış. Malı mülkü sayılamayacak kadar çokmuş. Bir karısından iki çocuğu da varmış. Mutlu bir hayat sürerlermiş.
Günün birinde adam bir rüya görür. Rüyasında adama derler ki:”Sana ömründe bir bela gelecek. Gençliğinde mi, yoksa ihtiyarlığın da mı istersin?” Adam sabah olup uyanır. Çok korkar. Kimseye bir şey demez. Ertesi gece gene aynı rüyayı görür. Gene hiç kimseye bir şey demez. Daha sonra ki gece gene görür, gene bir şey demez. Aradan zaman geçer. Bu rüyayı daha görmem zanneder. Bu sefer, “kararını verdin mi?” diye rüya görür.
Adam bu sefer olanları karısına anlattı. Karısı da:” Herif, aynı rüyayı ben de gördüm de sana söylemedim” der. Bir daha aynı rüyayı görürsen;” Ne gelirse gençlikte gelsin, bela bana gençlikte gelsin, de” der.
Adam da bir daha aynı rüyayı gördüğünde, “gençlikte isterim”, der.
Adama belalar gelmeye başlamış. Tufan olup tarlaları sele gitmiş. Koyunları, sürüleri boğulmuş. Yalnız başına kalmış. Adam sabretmiş tabi.
Adam ekmek parası kazanmak için gurbete çıkar. Yolda giderkene, bir ırmak kenarında abdest alır. Bir bakar ki, ak sakallı ihtiyar bir adam, sorar:” Nerden geldin, nereye gidiyorsun evlat?” der. O da başından geçenleri tek tek anlatır. Ak sakallı adam “olur evlat” der. “Sabredeceksin, yalnız ne sorulursa sorulsun hiç konuşmayacaksın, hiç cevap vermeyeceksin” der. İhtiyarın elini öper. Ak sakallı adam bir anda kaybolur. Adam şaşırır tabi.
Adam yoluna devam eder. Gide gide bir kasabaya çatar. Bakar ki her taraf yabancı:” Bari şu yakındaki kahveye gideyim de dinleneyim”, der. İçeri girer, oturur, hiç konuşmaz. Çaycı gelir, “Ne içersin?” der. Gene hiç konuşmaz. Bunu dışarı atacaklar gene konuşmaz. Bunu dövmeye kalkarlar..
Bu arada, içerde üç kabadayı oyun oynuyorlarmış. Üçü birden:” Niye bu adamı döğüyorsunuz?” der. Kahveci de:” Abiler, bu adam ne konuşuyor, ne de çay içiyor?” der. Kabadayılardan biri: “Bırakın adamı” der. “Burada kaldığı müddetçe bütün çaylar benden”, der. Öbürü:” Bütün yemekleri benden”, der. Üçüncüsü de:” Yatak paraları da benden”, der. Bunun üzerine adama karışmazlar. O da içinden: “Ak sakallı adamın sözünde bir keramet varmış” diye düşünür. Burada bedava yer, içer, yatar, geçimin yolunu bulur.
Günler böyle gelip geçerken, günün birinde kasabanın en zengini şart edip, karısını boşar. Tekrar evlenebilmesi için ne yapması gerektiğini hocalara sorar:” Birisi ile nikahlanacak, ondan sonra da sen alabilirsin”, cevabını alır. Adam kara kara düşünür. Kime karıyı nikahlasa da tekrar geri alsa. Hemen ordaki deli aklına gelir. Toplanırlar:” Bu karıyı deliye nikahlayalım, sabah gelip alırız” derler.
Karıyı adama nikahlarlar. Adam da içinden “Bulduk yolu” der. Deli görünen adam, gerdeğe girmek için karının odasına girer. Dilsiz dedikleri adam karının güzelliğini görünce konuşmaya başlar. Başından geçenleri bir bir ona anlatır. Karı da:” Sakın ha beni boşama. Ben bu zalimden çok çektim” der. Meğer karı adamın önceki karısıymış. Onlar, orada anlaşırlar.
Sabah olmuş, herkes deliden karıyı isterler, alacağız diye beklerler. Bakmışlar, ne karı dışarı çıkıyor, ne de deli. Kapıyı vururlar. Deli en sonunda pencereye çıkar:” Hadi gidin. Ne var? Bu karıyı siz bana vermediniz mi? Ne alacaksınız?” der. “Bu akıllı imiş” derler. Karı da çıkıp:” Ben bu adamı sevdim. Boşanmayacağım” der.
Ne yaptılarsa karıyı adamdan alamazlar. Hocalara danışırlar:” Olmaz” cevabını alırlar.
Bunlar kadı huzuruna çıkartılır. Kadıya olanları bir bir anlatırlar. Kadı, karı-kocaya hak verir. Zalimlerin de cezasını verir.
Meğer onların çocukları da bu kasaba da imiş. Onları da bulurlar. Tekrar mal-mülk içinde zengin olurlar.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...


EPİZOTLARI:
1 Karısı ve çocukları ile zengin bir hayat süren adam, “Belayı gençliğinde mi, yoksa ihtiyarlığında mı istersin?” diye bir rüya görür.
2 Uzun süre aynı rüyayı gören adam,durumu karısına açar. Karısının tavsiyesi üzerine belayı gençliğinde ister.
3 Serveti, karısı ve çocukları elinden alınan adam bu belaya sabreder.
4 Çalışmak üzere gurbete çıkan adam, bir rastlar. Başından geçenleri ona anlatır; onun sabır tavsiyelerini alır.
5 Sabreden adam, mükafat olarak şart eden zengin birisinin karısıyla evlenir. Başından geçenleri kadına anlatır. Onun karısı olduğunu anlar ve çocuklarını da tekrar mutlu olurlar. Zalimler de cezasını bulur.
c ÜÇ YUMURTA:
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde bir padişahın oğlu varmış. Birgün arkadaşları ile çelik-çomak oynamış. Çelik-çomak oynarken su almaya bir ihtiyar kadın gelmiş. Uşak kadının testisini kırmış. Kadın padişah oğluna beddua etmiş.:”Allah(c.c.) seni üç yumurtanın hasmına uğratsın” demiş.
Padişah oğlu “üç yumurta nedir?, üç yumurta nedir?” diye başlamış yalvarmaya. Kadın ilk önce söylemek istememiş. Daha sonra dayanamamış , başlamış söylemeye:”Bir yol var o yoldan dümdüz gidersin. Karşına bir ırmak çıkar. Oradan geçersin,’Ne güzel ırmak, benim olsa” dersin. Daha sonra yoluna devam edesin. Bir çeşmeye rastlarsın. Bir taraftan “kan”, bir taraftan “irin” akar. Ondan içersin, “Ne güzel çeşme, benim de olsa” dersin. Yoluna devam edersin. Bir kötü ata rastlarsın. Onu sever, “Ah ne güzel at” dersin. Yoluna devam edersin. Bir saraya rastlarsın. Saraydan içeri girersin. Bir ölü görürsün. Ölünün ucunda üç yumurta ile sabır taşı bulunur. Onları alırsın. Koşarak hiç geri bakmadan evine gelesin. Bir tarafına su, bir tarafına ekmek alasın. Bir yumurta kırasın. İçinden bir kız çıkar. Su isteyince su, ekmek isteyince ekmek veresin” demiş.
Padişah oğlu hemen yola koyulmuş. Kadının dediği yerlerden geçmiş. Ölünün baş ucundan sabır taşını ve yumurtaları almış. Padişahın oğlu koşmaya başlamış. Ölü canlanmış:” Atım atım tut onu” demiş. Atı:” Tutmam, sen bana kötü dedin. O güzel dedi. “ Ölü bu sefer: “Irmak, ırmak tut onu” demiş. Irmak: “Tutmam, sen bana kötü dedin, o güzel dedi” demiş.
Bu arada padişahın oğlu kadının dediklerinin doğru olup olmadığını anlamak için yumurtanın birini kırmış. İçinden dünya güzeli bir kız çıkmış. Su-ekmek almadığından kız ölmüş. Biraz da gidince ötekini de kırmış. Bu da ölmüş. Son yumurtayı da evde kırmaya karar vermiş.
Eve gelince bir tarafına su, bir tarafına da ekmek almış. Yumurtayı kırmış, içinden dünya güzeli bir kız çıkmış. Ekmek isteyince ekmek, su isteyince su vermiş. Kız büyümüş. Padişahın oğlu ile evlenmiş.
Kız hiç mi hiç dışarı çıkmazmış. Bu kızın bir tane Cadı kızı cariyesi varmış. Cadı kızı padişah oğluna:” Efendim hanımınız hiç dışarı çıkmıyor, içerde canı sıkılır. “bugün onları biraz gezelim” demiş. Efendisi izin vermiş.
Cadı karısı kızı alıp dağa çıkarmış. Orda kıza. “Elbisen ne güzel, bir de ben giyeyim, bana yakışır mı? Benim elbisemi de sen giy. Nasıl olur bakalım?” demiş. Kız elbiseyi çıkarıp vermiş. Cadı elbisesini giyince, kızı yamadan aşağıya yuvarlamış. Kendi saraya gitmiş. Kızın kılığına girmiş.
Kız da yamadan yuvarlanınca Allah(c.c.) tarafından geyik olmuş. Cadı karısı da padişahın oğluna kalmış. Geyik de her akşam onların ayak ucunda yatarmış. Geyiğin o kız olduğunu bilen Cadı karısı başlamış:” Ben geyik isterim” demeye. Padişahın oğlu: “Bize ne yapıyor? Ne güzel, akşamları ayak ucumuzda yatıyor” dediyse de Cadı karısı:” Aç erimi, ben geyik eti isterim” demeye başlamış. Padişahın oğlu dayanamamış, “peki” demiş. Cadı kızı “Keseceksin amma kanını hiçbir yere sıçratmayacaksın” demiş. Adam: “Nasıl hiç kan sıçratmadan öyle “demiş. Cadı kızı: “Ben anlamam” demiş. Adam “peki” demiş. Geyiği kesmiş amma bir yere kan sıçramış. Hemen orada bir süt ağacı bitmiş.
Cadı kadının bir çocuğu olmuş. Bu sefer:” Süt ağacından beşik isterim” demiş. Padişahın oğlu:” Olur mu gölge yapı günah olur” demiş. Kadın diretmiş. Kesmeye razı etmiş. Amma demiş:”Hiç bir yere atlatmayacaksın” demiş. Padişahın oğlu ağacı kesmiş amma, bir yere küp kaba gibi bir parça yuvarlanmış gitmiş. O sırada odun toplayan bir ihtiyar kadın bu parçayı almış. Evinde turşu küpünün ağzına kapatmış. Her gün çalışmaya gidermiş. O gün de çalışmaya gitmiş. Bakmış ki akşam geldiğinde ev temizlenmiş, yemeklerin yapıldığını görmüş. Bu her gün böyleymiş. Cadı bir gün:”Evde bekleyeceğim” demiş, beklemiş. Küpün kaba düşmüş, içinden dünyalar güzeli bir kız çıkmış. Evi düzeltmiş. Kadın bunu yakalamış:”İn misin, cin misin?” demiş. O da:” Ne inim, ne cinim. Ben de senin gibi bir insanım” demiş. “Eğer hiçbir şey söylemesen bütün işlerini görürüm” demiş. Kadına hiç bir şey anlatmamış.
O sene ülkede bir kıtlık olmuş. Padişah atlarına bile bakamaz olmuş. Atlar halka dağıtılmaya başlanmış. Kız kadına atlardan almasını söylemiş. Kadın gidip istemiş. Cadı kadına vermek istememiş. Sonunda bir topal at vermiş.
Kız bu topal atın önünde her beş vakit de bir abdest alırmış. Suyun aktığı yerde yoncalar bitmiş. At büyümüş, güzelleşmiş, gelişmiş. Atların toplanma vakti gelmiş. Bütün atlar toplanmış. Hiçbiri iyi değilmiş. İyi olanlar da kötüleşmiş. Kız oturmuş, atı gelip almalarını beklemiş. Kadını yollamış. Padişah atı almaya vezirlerini yollamış.Atı görenler şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuşlar.At o kadar güzelmiş ki amma yerinden bir türlü kaldıramamışlar. Çünkü ata tenbih etmişmiş..
Vezirler padişaha haber vermişler. Padişah gelmiş. O da kaldıramamış. Kadına.” Bu ata sen baktın, sen kaldır” demiş. Kadın:” Ben bakmadım. Benim kötü bir kızım var, o baktı” demiş. Kızı çağırmışlar.
Kız ata:” Kalk atım kalk. Sahibinden ne gördüm ki senden ne göreyim?” demiş. Ata az dokunmuş, at hemen kalkmış.
Bundan sonra padişah hastalanmış. Birinin binlerce inci dizmesi gerekirmiş. Oradakiler:” Kocakarının kızı yapar” demişler. Kız:” Sabırtaşı olmazsa dizmem” demiş. Padişaha iletmişler. Padişah derhal sabırtaşı buldurmuş.
Kız incilerle ve sabırtaşı ile odaya girmiş. Başından geçenleri sonuna kadar sabırtaşına anlatmış. Taşa:” Ben dayandım, sen dayanma” demiş. Taş başlamış parçalanmaya. Kapıda olanları dinleyen padişah bütün olup-bitenleri anlamış.
Cadı kadına “kırk at mı istersin, yoksa gün görmemiş kırk katır mı*” demiş. Cadı da:” kırk atı ne yapayım. Kırk katırı isterim” demiş. Bunun üzerine Cadı’yı katırlara bağlamışlar. Katırlar gittikçe Cadı da parça parça olmuş.
Padişah ile kız ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.


EPİZOTLARI
1 Padişahın oğlu oyun oynarken, bir kadının testisini kırınca kadın ona:”Allah(c.c.) seni üç yumurtanın hışmına uğratsın” diye beddua eder.
2 Bu bedduanın sırrını öğrenen padişahın oğlu çok geçmeden üç yumurtaya sahip olur.
3 İki yumurtayı kırar, fakat ekmek ve su olmadığı için yaşatamaz. Son yumurtayı evde besler. Ona su ve ekmek verir.
4 Padişahın oğlu ile evlenen kız, Cadı kız tarafından bir hile ile tepeden aşağı atılır. Kız geyik olup gider.
5 Padişahın oğlu ile evlenen Cadı kızı, ayakları dibinde yatan geyiği kocasından kesmesini ister. Kesilen geyiğin bir damla kanından söğüt ağacı biter.
6 Çocuğu olan Cadı kızı, kocasından söğüt ağacından yapılmış beşik ister. Kesilen ağaçtan küp gibi bir parça yuvarlanarak bir kadının evine gider. O da turşu küpünün ağzına koyar.
7 İş dönüşünde evinin temizlendiğini gören kadın birgün işe gitmez. Böylece bu işin sırrını öğrenir.
8 Ülkede kıtlık olunca kız ihtiyara padişahtan at almasını söyler. O da topal bir at alıp eve döner.
9 Kız hergün beş vakit abdestini atın önünde alır. Bu suretle yerde yonca biter. At da güzel bir hayvan olarak büyür.
10 Atı almaya gelen padişahın onu görünce şaşırırlar. Vezirler atı kaldıramayınca, padişaha gelirler. O da kaldıramaz. En sonunda kız ata bir dokunmakla kaldırır.
11 Hastalanan padişah, inci dizmesi için kıza haber verir. Sonra onun sabırtaşı ile odaya girer. Başından geçeni sabırtaşına anlatır. Sonra da parçalanmasını ister. Bunu duyan padişah oğlu Cadı kızını öldürür.


Efsane ve Masal Anlatıcıları Hakkında Bilgiler:
Derleme yaptığımız ve bize malzeme veren “kaynak şahıslara” aşağıdaki sorular sorulmuştur.
1-Adı soyadı
2- Doğum yılı ve yeri
3- Tahsil durumu
4- Mesleği
Parantez içinde yer alan sayı anlatıcının ne kadar metin anlattığını gösterir.
Derleme sırasında bize malzeme veren anlatıcıların künyesi soyadı esas alınarak alfabetik sıraya göre aşağıda verilmiştir.
AMANVERMEZ, Mustafa (1)
1327- Terme-SAMSUN
DELLAL, Zarife(1)
1933-Terme-SAMSUN
Tahsili yok
Ev kadını
EROĞLU, İdris(3)
Eski yazı biliyor
Çiftçi
1319-Terme-SAMSUN
FİDAN, Hamza(1)
1953- Terme-SAMSUN
İlkokul mezunu
Çiftçi-Şöför
FİDAN, Kadriye(1)
1930-Terme-SAMSUN
Okur-yazar değil
Ev kadını
KAVAK, Meşkure(2)
1938-Terme-SAMSUN
Ev kadını
(1): ELÇİN, Şükrü; Halk edebiyatına Giriş, Ankara, 1981, s.386
(2): ÖZTÜRK, Ali; Türk Anonim Edebiyatı, İstanbul, 1985, s.101
































TERME'NİN ANONİM HALK EDEBİYATI'NDAN SEÇMELER




DEYİMLER

Deyim kelimesi, Türkçe "demek" fiilinden türetilmiş bir kelimedir. Eskiler buna aynı zamanda ıstılah veya tabir derlerdi. Deyim kısaca bir veya birkaç kelimenin biraraya gelerek, lügat manasının dışında yeni manalar yüklenmesidir. Atasözlerinin aksine kalıplaşmış olmayıp, zamanlara göre çekime girerler.
Halk edebiyatı sahasında büyük otorite olan Prof. Dr. Şükrü ELÇİN sözkonusu eserinde deyimler hakkında şu bilgileri verir:
"Deyimler, asıl anlamlarından uzaklaşarak, yeni kavramlar meydana getiren kalıplaşmış sözlerdir. Bu sözler duygu ve düşüncelerimizi, başka bir söyleyişle, dikkati çekecek bir ifade ile komprime halinde anlatan isim, sıfat, zarf, basit fiil ve birleşik fiil görünüşlü....gramer şekilleridir."(1)
Deyimler üzerine bizde Ebuzziya Tevfik, Şinasi, Sadeddin Nüzhet, Mustafa Nihat ÖZÖN ve daha birçok araştırmacı deyimler üzerine araştırmalar yaparak, fikir ileriye sürmüşlerdir. Fakat, en derli-toplu çalışmayı, atasözlerinde olduğu gibi yine Ömer Asım AKSOY yapmıştır. Söz konusu eserinde birçok bilgiler verdikten sonra en sonunda deyimleri şöyle tarif eder:
"Çekici bir anlatım kılığı taşıyan ve çoğunun gerçek anlamında ayrı bir anlamı bulunan kalıplaşmış sözcük topluluklarıdır."(2)
Şimdi de Terme yöresinden derlediğim deyimleri verelim:

A

Ağzına tat, yüreğine dert vermek: Verdiğini fazlası ile almak.
Akdeniz biçinlik, Karadeniz ekinlik: Hiçbir şeyi umursamaz kişiler için kullanılır.
Aklı semt olmak: Delirmek, melankolik olmak.
Alırken han kapısı, verirken kümes kapısı: Çok cimri kişiler için kullanılır.
Alnım ak, gönlüm pak, yolum hak: Dürüst olmak.
Aşığı yok yer süpürür: Boş yere hayal kurmak.
At edip yetmek, eşek edip binmek: Bir şeyi acımasızca kullanmak
At kaçtı, torba düştü: Herşey bitti manasına gelir.
At üstünde kazma kazmak: Olmaz işlere girişmek.
Aynı güneşte çamaşır kurutmak: Özellikleri birbirine uymak.
B
Başımın emeli, sırtımın semeri: İnsanın düşüncesi kendisine yüktür.
Bir başımlık, bir perim: İnsanın zihninde çok şeyler bulunur.
Ç
Çamura basıp, çalıya çamaşır asmak: Bir yandan yaparken, diğer yandan yıkmak.
Çiçeği bölünmek: Kısmetine başkalarını da ortak etmek.
D
Dağ başında koçak, senede bir gel gezek: Muradımızı alalım manasındadır.
Damdan düştü gümbedek, efendi oldu züppedek: Bir mevkiiye haketmeden gelmek.
Değirmene verdim derdimi yemeye: Derdi çok manasına gelir.
Deli tuttuğunu tutar gibi tutmak: Çok acımasızca davranmak.
Demire demir, kömüre kömür demek: Her şeye hakkını vermek.
Diline sirke sarmak: Kötü sözlü olmak.
Düğüne gitmiş, oyuna kalkayım mı diye sormuş: Münasebetsizlik yapmış.
Dünya yansa bir halbur samanı yanmaz: Hiçbir kaaleye almaz.
E
El ağzı ile çorba içmek: Onun bunun olmayacak sözüne itibar etmek.
El çuvala girmiş sende mi gireceksin: Herşeyi yapmaya kalkma.
El malı ile dost kazanmak: Kendinden bir şey olmadan başkalarının yardımı ile iyi görünmeye çalışmak.
Elmanın irisi, kalmadı gerisi: Sebze satıcılarının kullandığı bir tabirdir.
En akıllısı değirmende yoğurt öğütür: Hiçbir tanesinin yaptığı iş hiçbir şeye yaramaz.
Et pişirmeden nohut ıslamak: Münasebetsiz işler yapmak.
G
Göz değil, külhan penceresi: Bakışlar ile etrafa korku salmak.
Gözlerini döndürmek: Çok kızmak, hiddetlenmek, ölmek üzere olmak.
Gözlerini içine çevirmek: Dertlerini içine atmak.
Güney çiçeği gibi solmak:İstikrarsız olmak, çabuk sönmek.
H
Haline bakmaz, bal ile pekmez yer:Ayağını yorganına göre uzatmaz.
Har vurup harman savurmak: Çok savurgan olmak, sorumsuz olmak.
Hendek atlamak: Çoğu güçlükleri aşmış olmak.
İ
İki karga gelse biri aç gider: Mevcut bir şeyin çok az olması.
İpekten kuşağa düşmüş: Çok şanslı olmak, talihi açık bulunmak.
İp üzengi tahta kılıç: Zor anlarda mevcutlardan ihtiyaca cevap vermek.
İstedim vermedi, çaldım görmedi: Allah için vermeyenin malı kaybolur.
K
Kapandı gözler, tükendi sözler: Ömür bitince herşey biter.
Kapı kısırığı gibi bir kenarda durmak: Bir topluluktan çok uzak olmak.
Karga gibi kanırmak: Münasebetsiz şeyler söylemek.
Kel baştan sekiz kopmak: Çok zor anlar yaşamak, meşakkat görmek.
Kelim var, sabunum da var: Derde göre dermanın da bulunması.
Kelin kulağı gibi kalmak: İşlenen bir suç karşısında herkese duyurmak.
Kezine basmak: Bir kimsenin hoşlanmayacağı bir yönünü açığa vurmak.
Köpek postuna peynir basmak: Kötü kişilerle beraber olmak.
Köye gelirken talını, şehre giderken dayını bilmemek: İçinde bulunduğu topluluğa uyum sağlayamamak.
Kuru kuru kıyafet, soğuk soğuk ziyafet:Bir şeye ehemmiyet ne ise alınacak semere de odur.
Kuru tıraş beş kuruş, yaş tıraş on kuruş: Bir işin emeğine göre değeri vardır.
M
Mengef atmak: Sevinçten uçmak, çok mutlu olmak.
O
Orta vurmak: Yardım etmek, iyilikte bulunmak.
S
Salavatla tay öğretmek: Korkarak hareket etmek.
Samana kazık çakmak: Olmayacak işlere girişmek.
Sesliğinde horlamak: Herkes kendi mevkisinde işini daha iyi yapar.
Sokak kelteği gibi olmak: Elâleme rezil olmak, ortada kalmak.
Surat asmak: İyi davranmamak, güler yüz göstermemek.
Suratı asık olmak: Kötü mizaçlı olmak, morali bozuk olmak.
Ş
Şam arpalık, Mısır buğdaylık: Kendine hiçbir şeyi dert etmeyenler için kullanılır.
T
Tembelliğe yapışmak: Hiç çalışmamak, boş boş oturmak.
Tencere tava, hepimizde bir hava:Herkesin ayrı ayrı hareket etmesi.
U
Ucu ucuna, dibi dibine: Her şeyi ile tam yeterli olmak.
Ü
Üflesen uçuyor aykırsan kaçıyor: Çok korkak kişiler için söylenir.
V
Var dağının altında büyümüş: Çok savurgan olanlar için söylenilir.
Vurdum duymaz, çaldım oynamaz: Gafilce hareket edenler için söylenir.
Y
Yağmurlu günde tavuğa su vermek: Münasebetsiz işler yapmak.
Yanımdaki yanımda, karşımdaki canımda: Uzakta olan daha kıymetlidir.
Yelin yeldim yel verdim, emeklerimi sele verdim: Boşu boşuna uğraştım.

Dip Notlar:
(1): Şükrü ELÇİN, "Hal Edebiyatına Giriş", Ankara, 1981, s.706
(2): Ömer Asım AKSOY, "Atalar Sözlüğü", Ankara, 1981, s.49

GENEL BİBLİYOGRAFYA
1- Aksoy, Ömer Asım, Atalar Sözlüğü, Anakara, 1981
2- ÇELEBİOĞLU, Âmil, Türk Ninnileri Hazinesi, İstanbul, 1972
3- DİLÇİN, Cem, Türk Şiir Bilgisi, Ankara, 1983
4- ELÇİN, Şükrü, Türk Bilmeceleri, Ankara, 1983
5- ELÇİN, Şükrü, Halk edebiyatına Giriş, Ankara, 1981
6- ÖZTÜRK, Ali, Türk Anonim Edebiyatı, İstanbul, 1985
7- TAHİRÜ’L MEVLEVÎ, Edebiyat Lügati, İstanbul, 1973
8- YAZICI, Nuri, Terme Tarihi, Samsun, 1982
ÖZEL BÖLÜM
TÜRK BAYRAĞI


İSLÂM BAYRAĞI





Hazırlayan ve Derleyen:

İsmet GÜLTEKİN




-2008-












SÖZBAŞI


TÜRK BAYRAĞI İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR

Ben, ömründe ilk defa “Türk Bayrağı” hakkında okuyacağınız bilgileri okuduğumda, Yüksek Lisans tahsilim ve askerlik hayatım bitmişti. Onca yıl sonra okuduğumda da bir hayli heyecanlanmıştım. Ve her Müslüman Türk çocuğu gibi onca yıl “Eğitim Öğretim” gördüğümüz senelerime de çok hayıflanmış ve “Eğitim Sistemi”nin acımasız çarkları altında, “öyle bir eğitim ile yetiştirildiğimin” bir kere daha farkına varmıştım.
Okuma iştiyakı yüksek olan nesiller kategorisinden olmam hasebiyle, şu an hatırlayamadığım bir şekilde, elime Kastamonu İmam-Hatip Lisesi dergilerinden biri geçti. Derginin yılını ve tarihini de şu an hatırlayamıyorum.Belki de sizlerin de “İlk” okuyacağınız bu bilgileri , ben de “Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri”nden birinde okudum..
Sonraları konuyu biraz daha detaylaştırma gayretine girerek, aşağıdaki çalışma oluştu.Ve kendimim “Birlik olmadan, dirlik olmaz” şiarı ile çıkarttığım ve 50’yi aşan sayıyı bulan “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli gazetemde yayınladım.
Maalesef çoğu değerlerimizi hâlâ tam anlamıyla kavramadan, kavratamadan yaşıyoruz. “Türk Bayrağı”mızı bile “seküler” bir anlayışla ve gayet de bir iki cümleyi geçemeyen bilgiler ötesinde fazla bir şey de bilmiyoruz.
Halbuki gönderlere çektiğimizde, çehresine baktığımızda gururlanıyor ve heyecanlanıyoruz. Ancak çoğumuzun heyecanı bilgilerden eksik…
Bu çalışmamı okuduğunuzda bazı densizlerin de ağızlarının payını alacaklarını göreceksiniz. Hâlâ da ecnebî bayraklara meftun “kuşaklar” içimizde varken; bir de sözde“İslâmî hassasiyet” namına “Türk Bayrağı”mızı küçümseyenler, hattâ “İslâm dışı” algılayanlar da, gerekli cevabı alacaklar. Ve neticede “Türk Bayrağı, İslâm’ın da Bayrağıdır” diyeceklerdir.
Ki, biz Türkler, “İslâmiyet’in Bayraktarlığı”nı, “İslâmiyet’in hadimliğini” yapmış “Büyük Bir Milletiz” ve aslında hâlâ da öyleyiz.
“Oğuz/Türkmen Çocukları” yeniden uyandıklarında Türk’ün dirilişi de bambaşka olacaktır, inşallah..
Rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’nin tabiriyle, “Tanrı Türk’ü, Allah da milletimizi korusun ve yüceltsin.”(Âmin)

Havza, 16. Nisan 2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com

TÜRK BAYRAĞI İSLÂM BAYRAĞI
(Bu söz, Bahtiyar VAHAPZADE’ye aittir…)

Türk Bayrağı’nın rengini şehidlerin kanından, ilhamı da kan gölüne yansıyan Ay ve Yıldız’dan aldığını biliyoruz. Fakat bayrak hakkındaki bu bilgi, bayrağın taşıdığı kutsal anlamı, o anlamdaki sembolizmi, ondaki derinliği ve yüceliği anlatmaya yeterli mi?
İnsan düşüncesi manevî anlamdaki yücelik kavramı ile maddî anlamdaki yükseklik kavramı arasında bir ilişki,bir paralellik kurar. Kutsal saydığı ve saygı duyduğu manevî değeri yüce olan mekan bakımından da yerinin yüksekte olmasını arzu eder.
Onun içindir ki, işlemeli Mushaf(Kur’an) çantasını yükseğe veya kütüphanemizin en üst tarafına koyarız. Ezanı yüksek bir yer(minare)den okuruz. Ve bayrağı yüksek bir direğe çekeriz.
Niçin?
Çünkü o, başta milletimizin İstiklâl ve Hakimiyeti olmak üzere inandığı ve uğrunda can verdiği ne kadar kutsal değerleri varsa hepsini sembolize eder.
Bu anlamda her bayrak, kendi milletine göre kutsaldır. Hiçbir bayrak kendi milletinin gözünde yalnızca iki metre kumaş parçası değildir. Bundan çok yüksekte özel ve manevî bir değere sahiptir.
Bilindiği gibi, genellikle Hıristiyan milletlerin bayrağında Haç şeklinde semboller yer almıştır. Müslüman milletlerin bayraklarında da genellikle Hilâl görülmektedir. Haç’ın ne anlama geldiğini biliyoruz. Hazreti İsa’nın çarmıha gerilerek Haç şeklinde şehid edildiğine inandıkları için Hıristiyanlar, o sembolü benimsemişlerdir. Hilâl’in de Müslümanlarca bir sembol kabul edildiğini, hattâ bu Hilâl sembolünün biz Müslüman Türkler’in, 1453’de, Fatih Sultan Mehmed Han Kumandası’nda, İstanbul’u fethettiğimiz 15. asırda, yeryüzündeki bütün Müslümanlarca Hilâl’in artık bir sembol olarak kabul edildiğini biliyoruz. (Bakınız, İsmet ÖZEL, “Kalın Türk” kitabı…)
Ancak bunun sembolik değeri nereden gelmektedir? Dolunay(Bedir) ayın ondördüncü gecesindeki en parlak hâliyle daha parlak olduğu hâlde, niçin ayın en az ışık verdiği yay şeklindeki zayıf şekli sembol olarak seçilmiştir?
Hilâl, eğer Haç’ta olduğu gibi doğrudan doğruya şekilden alınan bir sembol olsaydı, ayın öndördüncü gecesindeki en parlak hâliyle dolunay şeklini sembol olarak kullanmak daha uygun olurdu. Oysa Hilâl şekli dolayısıyla değil, ismi dolayısıyla sembol olmuştur. Bu anlamı da Allah (cella celalühü) isminden almıştır.
Bilindiği gibi, Arapça aslında Hilâl kelimesinde bir “He”, bir “Lâm”, bir “Elif” ve yine bir “Lâm” harfi bulunmaktadır. Yani bir “He” ve iki tane “Lâm” bulunmaktadır.
Bu harflerin ebced hesabıyla rakam değeri de:
“He”: 5
“Lâm”: 30
“Elif”: 1
“Lam”: 30
Toplam= 66’dır.
“Allah” kelimesi de yine bir “Elif”, iki “Lâm” ve bir “He” ile yazılmaktadır. Bu harflerin de değeri yine ebced hesabı ile aynıdır. Bunlar da 66(altmışaltı)’dır. Her iki kelimeyi meydana getiren harfler değişmediği için bunların rakam olarak değeri de değişmez. Aynı harfler her iki kelimede de aynıdır. Sadece yerleri değişiktir. Yani biz “Hilâl” yazarken “Allah” isminin harflerini kullanıyoruz.
Madem ki her iki kelimeyi meydana getiren harflerin kendilerinde ve rakam olarak değerlerinde bir değişiklik yoktur; öyleyse bu iki kelimeyi bilhassa sembolik olarak birbirinin yerine kullanmak mümkündür. O hâlde bayrak üzerine “Allah” yazacak yerde, aynı ismin eş değerlisi olan “Hilâl”i koymak, hem daha anlamlı, hem inançlarımıza daha uygundur. Çünkü inancımıza göre, “Allah”ı sembol olarak bile ifâde etmek mümkün değildir. Aksi hâlde putperestlerin düştüğü hâtâyı tekrarlamış oluruz. Oysa İslâmiyet, putperestliğin her çeşidini yıkmak üzere gelmiş bir dindir.
İşte bu sakıncalarından dolayı “Allah”ı zâtı ve ismi tenzih edilerek, o ismin harf ve ebcedi bakımından eş değerlisi olan “Hilâl” sembol yapılmıştır. Madem ki sembolik bir anlam taşıyacaktır, o hâlde “Hilâl” yazmaktansa “Hilâl”in şeklini yazmak arasında hiçbir fark yoktur. Aksine sembol olarak Hilâl şekli daha uygun, daha anlamlıdır.
Böylece “Hilâl”in sembol olarak seçilmesinde şu mantık silsilesi görülmektedir:
Allah(ismi)-Hilâl(ismi)-Hilâl(şekli)
Allah’ın birliği (Tevhid) inancı ve bu inancın Lâ ilâhe illallah(Allah’tan başka Tanrı yoktur) formulüyle ifâde edilen manası böylece “Hilâl” şeklinin içinde sembol olarak ifâdesini bulmuştur.
Bildiğiniz gibi bazı İslâm Ülkelerinin bayrağında, özellikle Suudî Arabistan Devleti’nin bayrağında böyle bir sembole gidilmeden doğrudan doğruya Kelime-i Tevhid’in kendisi yazılmıştır.
Ancak birtakım mânâların sembol ile ifâdesi sözle ifâdesinden daha derin ve daha anlamlıdır.(Not: Ancak, Fevzi KURTOĞLU’nun “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız” isimli kitabında, (Türk Tarih Kurumu Basımevi, İkinci Baskı, Ankara, 1982) Osmanlı İslâm Ordusu’nda, Kelime-i Tevhid gibi kutlu sözün bizzat yazıldığı “Alay Sancakları” da mevcuttur. Adı geçen eserdeki şekil 109’daki misal gibi.Kaynak: Nizâm- Âlem Ülküsü, Terme Nizam-ı Âlem Ocakları Bülteni)
Büyük yazarlar, büyük mütefekkirler duygu ve düşüncelerini basit ve katı kelimelerle değil, ince sembollerle ifâde yolu seçerler. En çok sembol kullananlar Fuzulî ve Mevlânâ gibi en büyük, en güçlü ve kalıcı eserler vermiş olanlardır. Şeyh Galip de Hüsn-ü Aşk adlı eserinde aşk ile güzelliği ve bunların arasındaki ilişkileri, birtakım sembollerle ifâde etmiştir.
Biz konumuzdan uzaklaşmayalım ve yine konumuza dönelim. Bayrağımızdaki ikinci sembolü, “Yıldız”ı anlatmaya çalışalım:
“Hilâl’in kuçağındaki Yıldız”, “Hilâl”de olduğunun aksine doğrudan doğruya şeklinden alınmıştır. Ancak bu şekil yine Arapça “Muhammed” yazısının şeklidir. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in ismi yazıldığı zaman birinci “mim”in başı, “ha” harfinin dirseği, ikinci “mim”in kıvrımı ve “dâl” harfinin alt ve üst kanadı beş tane çıkıntı meydana getirir ve tam bir “Yıldız” şeklini alır. Zaten İslâm’ın şartı da beştir.
Hilâl, Allah(c.c.) inancını; Yıldız, Peygaber Efendimize(s.a.v.) bağlılığı ifâde eder.
Allah inancı, Âmentü ile bildirilen imân şartlarının temeli olduğu için imân esaslarının hepsi bu sembolle ifâdesini bulmuş olur. O zaman Hilâl, İmânın şartlarını; Yıldız da,İslâm’ın şartlarını remz olarak dile getirir ki, bayrağımızdaki bu iki sembolle, “Ay ile Yıldız”la, İslâm Dini bütün yönleriyle ifâde edilmiş olur.
Claude Farrere (Klod Farer) dilimize “Türklerin Manevî Gücü” adıyla çevrilen eserinde (sh.36) “Hilâl” şekli üzerinde durarak; bu şeklin Türklerin hayatında nasıl bir önem taşıdığını anlatmaya çalışır:” En mükemmel gemiler, Yarım Ay şeklindeki Amiral gemisinin etrafına sıralanmıştı. Evet, Yarım Ay yani Hilâl şeklinde…Ve Hilâl şekli gerçekten Müslüman, gerçekten Türk olan herkes heyecandan titremeye yeter!...”, diyerek Türk toplumunun hayatında örf ve geleneklerin ne kadar köklü bir yeri olduğunu anlatır.
İstiklâl Marşı’mızda;
“Çatma! Kurban olayım, çehreni ey nazlı Hilâl.
Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl?” mısralarında bayrağımızın ve Hilâl’in şahsında dile gelen hitap, aslında doğrudan doğruya Allah’a niyazdır. Allah’dan, artık bu millete rahmet ve merhametiyle nazar etmesi istenmektedir.
Zaten; “Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli” mısrasında bu dilek daha açık bir dille ortaya konmaktadır.
“Hilâl” şekli sadece bayrağımızda değil, Kandil Geceleri yapılıp dağıtılan ay çöreğinde de görülür. Bu çörek özellikle kutsal Kandil Geceleri dolayısıyla yapılır. Camii’de ve Kışla’daki ders nizamı da, Mehter Takımı’nın nöbet vurma sırasında aldığı şekil de hep “Hilâl” şeklidir.
“Lâle” kelimesi de “Allah” ve “Hilâl” kelimesinin harfleriyle yazılır. Öyleyse onun da tarihimizde ve hayatımızda sembolik yeri olmalıdır. Zaten öyledir; Osmanlılar, dinî konularda “Hilâl”i sembol seçmişken; bilhassa askerî konularda “Lâle”yi sembol olarak kullanmayı uygun görmüşlerdir. Minarelerin tepesine, Camii kubbelerine “Hilâl” dikilirken; Kışlalar için “Lâle” sembolü kullanmayı tercih etmişlerdir.
Bu ince düşüncelerden hareket eden ve kutsala saygıyı tül tül, dantel dantel ruhlara işleyen o büyük atalarımız, Allah(c.c.) adını bayrak ve minarelerle göklere kazımaya çalışmışlar:
“Gök nura garkolur nice yüzbin minareden
Şehbal açınca rûh-i revan-ı Muhammedî
Ervah cümleten görür Allahu Ekber’i
Akseyleyince Arş’a Lisan-ı Muhammedî”(Emin IŞIK, “Devlet Kuran İrade”, Kalem Yayınları, Üçüncü Baskı, Nisan 1988, İstanbul, sh.81,82,83,84,85,86)

Kaynaklar:

(1): Fevzi KURTOĞLU, “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız”, Türk Tarih Kurumu Basımevi,,2. Baskı, Ankara 1987
(2): Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri
(3): Terme Nizam-ı Âlem Ocakları Bülteni
(4): Emin IŞIK, Devlet Kuran İrade, Kalem Yayınları, 3. Baskı,Nisan 1988, İstanbul
(5). Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.: 2000, Sayı.:2, Mahallî Gazete(Kapandı)
(6): İsmet ÖZEL, Kalın Türk, …Kitap….
(7): Mehmed Şevket EYGİ, Sahife Sutünu Yazıları, Millî Gazete









BİYOGRAFİ:


İSMET GÜLTEKİN KİMDİR?
Ben, 15 Eylül 1965’de, Samsun’umuzun Terme ilçesine doğdum. İlkokulu, Barbaros İlkokulu’nda, ortaokulu ve lise’yi, Terme Ortaokulu ve Terme Lisesi’nde okudum. 1987’nin Şubat’ında, İstanbul Teknik Üniversitesi(İ.T.Ü.) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nden “Meteoroloji Mühendisi” olarak mezun oldum. İstanbul Üniversitesi(İ.Ü.) Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nün Klimatoloji-Meteoroloji dalında yüksek lisansımı(master) tamamladım. Mesleki alanda fiilen çalışmak nasip olmadı...1988'de, 199.Kısa Dönem Topçu Çavuş olarak vatani hizmetimi ifa ettim. Altı erkek, bir kız olan ailenin ahir beşiyiğim. "Efendioğulları” olarak biliniriz...Babam, anne ve babasız olarak büyümüş...
Terme Kocaman Ortaokulu’nda, Hüseyinmescit Ortaokulu’nda, Akçay Ortaokulu’nda ve İstanbul Silivri Büyükçavuşlu Ortaokulu’nda ücretli öğretmen olarak derslere girdim. 1990-1993 yılları arasında, Türk Edebiyatı Vakfı’nda, Türk Edebiyatı Dergisi’nin dizgi servisinde çalıştım. Ahmet KABAKLI HOCA’nın, Türkiye gazetesindeki ilk sekreteriyim..
1994’de, Isparta’da, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı’nda araştırma görevlisi iken istifa ettim..1995’de, Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği’nin Kurucu Başkanı olarak hizmet verdim. İlk kitabımı, 1999’un Eylül’ünde, “Terme Evliyaları ve Termeli Şehidler-Gaziler” ismi ile Nizam-ı Alem Ocakları Terme Temsilciliği adına yayınladım.
Yeni Şafak, Yeni Düşünce, Zaman(Kandil ilaveleri),Türkiye(Kültür-Sanat), Yeni Haber(Fatsa yerel), Altınova(Bafra yerel), Gündüz gazeteleri ile Akçakale’nin Sesi(Şanlıurfa yerel) ve haftalık Muhalif gazetesinde ve Yeni FORUM, Bizim DERGAH, Bizim GERGEF, Feyz, Türk Edebiyatı ve Orkun dergilerinde, araştırma, makale, biyografi-yad, kitap kritikleri türünde yazılarım yayınlandı. Terme’de kendi imkanları ve Termeli okurların katkıları ile 50 sayıyı aşan ve beş yılı bulan sürede “Birlik Olmadan ,Dirlik Olmaz” şiarı ile “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli mahallî gazete ile yine “Sahipsiz olan memleketin batması haktır” şiarı ile de “Terme REFLEKS” mahallî gazetelerini bizzat çıkardı.Hâlen Terme’de haftalık periyotlarla yayınlanan “Terme Bilgi Gazetesi”nde haftalık yazmaya devam etmektedir.
Bu yazılarımdan oluşan “Mankurt Olmak İstemiyoruz!” ve “İsyânlı Sükût” isimli iki kitabım, 3 yıldan beri TİMAŞ tarafından basılmayı bekliyor.
“Samsunlu Şehid Ülkücüler” ve “Unutulan Termeli Güreşçilerimiz”, 2003 Ağustos’unda yayınladığımız kitaplarım...
Evli ve üç erkek çocuk babasıyım. Yine hâlen öğretmenlik yapmaktayım...